28 Ekim 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 18

 Kış mevsimine girerken bedenimiz kendindeki en uygun sıcaklığını korumada zorluklar ile karşılaşmaktadır. 

Bedenin sağlıklı olması ve koruması için en ideal sıcaklığını sürdürmesi gerekmektedir. Mevsimsel sıcaklık düşmesi bedenin kendi için ürettiği sıcaklığını koruması zorlaşmakta ve önceki mevsimsel düşük çalışmasını arttırması gerekmektedir.

Gün içerisindeki sıcaklık değişim oranın yükselmesi, bedenin kendi sıcaklığının belli bir düzene alıştırması ve o yönde devam etmesini zorlaştırmaktadır. 

Bedenimizin belli bir mekanda sabit kalması ve serin rüzgar akımının biz fark etmeden üretilen ısıyı alması yanında temas ettiğimiz eşya ve nesnelerin beden ısımızı kendine transfer etmesi etkisiyle bedenimiz ideal sıcaklığına ulaşmak için olağanüstü performans harcaması gerekecektir. 

Bedenimizin olağan dışı ısı kaybına ek olarak fazla çaba göstermesi onu yormakta ve direnç olanağını azaltmaktadır. 

Böyle anlarda bireyin uyku eksikliği, yorgunluğu, beslenme takviye aksaması, hava akımlarının, eşya ve nesnelerin ısı çekmesi, soğuk suyun beden ısısını düşürmesi gibi bir çok etken soğuk algınlığı ve ağrı olarak mevsimsel rahatsızlıkları yaşamasına yol açabilir.

Farkında olmadan yakın iletişimde bulunduğumuz diğer bireylerden direnç düşmesi ile güçlenebilecek bakteri çeşitlerinin alışverişine dikkat edilmelidir.

Mevsimsel ısı değişiminin yüksek olduğu bu zamanlarda mekanlar arası sıcaklık oranların değişimine dikkat edilmelidir. Kapalı mekanlar ile açık mekanlar ve açık mekanların her farklı yerin hava akımlarının oranları bedenimizin sıcaklığını üretme ve koruma yönünden düzenini olumsuz etkileyebilmektedir.

Mevsimsel geçiş hızının en fazla olduğu bu günler hava sıcaklığının da hızla değişimini de getirmektedir. 

Mevsimsel yüksek ve hızlı ısı değişimine karşı bedenimiz ısı miktarını bu değişim ve hızına paralel olarak sürdüremez. Bedenimiz için ısı olgusu kendi varlığını dayandırdığı temel  ilke düzenlilik listesinde yer alır. 

Organizma olarak yaşadığı evrene uyum ve sürdürebilir olması için temel canlılık ilkelerine ve düzenliliklerine ihtiyaç duyar. İklim ve sıcaklık değişimleri karşısında kendi ideal sıcaklık aralıkları bulunmaktadır. 

Biz insanlar dış sıcaklık değişimleri ile bedeninin sıcaklık algısı arasına giyinme, barınma ve enerjiyi kullanma gibi aklımızın ortaya koyduğu koruma kalkanı bedeni akıla bağımlı kılmaktadır.  

Bedenimiz çevre olumsuz sıcaklık etkilerini akılımızın ortaya koyduğu koruma kalkanı ile olduğunu değil, olayın gerçekleşmesi ile yaşanılan duyguları kendisine referans olarak alır. 

Bedenimiz, elbiseyi değil onun sıcaklığı korumasının yaşattığı soğuğa karşı güvenlik duygusunu algılar.

Güvenlik duygusu rahatlığı, keyifi ve neşeyi çağırır. 

Aklımız ile mevsimsel sıcaklığı algılar ve bedenimiz için tehlikeli olduğu fikrini oluşturur ve bu tehlikeye karşı giyim, barınma ve enerji kullanma eylemlerini düşünür ve uygularız. 

Aklımız bedenimizi görür, duyar ve işitir. Fakat bedenimiz aklımızı algılamaz, sadece onun ortaya koyduğu eylemlerin kendinde oluşturduğu duyu ve duyguları yaşar ve bilir.

Bu durum bize duygu ile akılın birer aşama olduğu fikrine götürür. Canlılığın temelinden bütününe doğru ilerler iken ilklerin sonraki aşamaları tam ve doğru olarak algılayamadığı ortaya çıkmaktadır. 

Dolayısı ile itki dürtüyü, dürtü güdüyü tam ve doğru olarak algılayamaz.

Güdü ise duyguyu, duygu ise akılı olduğu gibi kavrayamaz, sadece etkilerini kendine göre yorumlar.

Canlılığın gelişimindeki bu aşamalar hiyerarşi oluşumuna, görev paylaşımına ve yetkilerin, sınırlılıkların olduğuna dair benzeşimleri çağrıştırabilir. 

Duyguların etkisindeki akıl yanılır. Akılın etkisindeki duygularda ölçü ve denge oluşur.

Duygusal zeka, akılda empati olarak tanım alır. Duygu yaşamaya, akıl ise bilgiye odaklıdır.

Duygularımız bilgiye değil, aklımızın bilgi ile ortaya çıkardığı etkilere odaklıdır.

Duygu ve akıl birbirinin rakibi değil, aşamalarıdır. Aşama ise gelişmeyi ve ilerlemeyi belirtir.


........... 

20 Ekim 2021 Çarşamba

İnsan Doğa ve Dünya - 20

 Akıl ve Duygu

Akıl, insanda duygu ile birlikte ortaya çıkmış ve ilerleyen zamanda ondan geri kalmıştır. 

Günümüze doğru, duygu ile akılın belirgin olarak ayrılması ve insan yaşamında bu farkların görünür olması şekline dönüşmüştür.

İnsan, bebeklik ve çocukluk çağlarında duygu yoğunluğu ile gelişmektedir. 

Gençlikte akıl ile tanışır ve yetişkinlikte ise akıl ön plana geçmektedir. 

Gençlikte akılı duygunun altında tutmakta ısrar etmek veya akılı duygunun hizmetinde kalmasına zorlamak yetişkinliğe geçmeyi zorlaştıracaktır. Dolayısı ile genç, yetişkinlik çağında bile hala zihinsel ve duygusal olarak genç halindeki gibi kalmakta ısrar etmesi ile yetişkinliğe alışamaz. 

Gencin toplum içindeki iş bölümüne (çalışma) ve paylaşıma (gelir) katılamaması, onun yetişkinliğe ilerlemesini geciktirir. Yetişkinlik öncesindeki gibi akılı duygu sonrası tutma ve duygu altı baskılaması devam eder. Akılı, ön plana alması gecikir. Duygu, akıl dengesini kurması zorlaşır.

Duygularımız doğuştan gelmesine rağmen akılın işlemesi eğitim, öğretim ve işbölümüne katılma ile gelişmektedir. 

Bilim bize insan doğumunun, kafatasının hali ile beyinin erken büyümesi nedeniyle zamanından önce gerçekleştiğini söylemektedir. 

Bu bilgiden, şu olasılığı çıkarabiliriz.

Eğer insanın doğum sırasında kafatasının ve beyninin büyümesinin sorun yaratmayacak şekilde zamanında doğabileceği olanağı olsa idi kaç yaşında doğması gerekirdi. 

Doğum olduğu anda gelişmiş bir beyin ile akıl ve duygu dengesi ne olurdu. 

Duygu doğuştan geliyor ise akıla ait neler doğuştan gelebilecektir. 

Akıla hazır halde gelmekte olan beyin bu zamanında doğumla hangi akıla ait yetilerini hazır bulunduracaktır. 

Konuşma, dinleme ve düşünme şekli hangi aşamada, öğrenme ve taklit etme hızı nasıl olacaktır.

Böyle bir deneyim yapıla bilinseydi. Akıla ait genetikten hangi yetilerin geldiği ortaya çıkacaktı. 

Doğamızın bize sunduğu hangi akıl yetileri doğuştan geldiğini anlayabilirsek, doğanın bize akıllı mesajlarını da alabilir o yönü önemli sayabilirdik. 

Çünkü doğa ve canlılığın temellerinden gelen her bilgi türümüzün geçmişine bir ışık tutacak, şimdiki zamanına kararlılık, düzen ve geleceğine doğru bir yön verecektir.  


...........


4 Ekim 2021 Pazartesi

İnsan Doğa ve Dünya - 19

Canlılığın Temel İlkeleri

İtki, hücre bölünmesi ve sürdürülmesi etkenidir.

Dürtü ise doku, organ ve bedenleşme süreci gelişimin ve sürdürülmesinin etkenidir.

Güdü, türün sürü olması ve varlığını sürdürme etkenidir.

His, canlının içten ve dıştan gelen etki-tepki oluşumuna girmesidir.

Duygu, canlının (insan ve birlikte yaşadığı, etkileşimde bulunduğu canlılar) hislerin kullanımının uzaması ve yoğunlaşmasıdır. Duygu insanda öyle yoğunlaşmıştır ki, bedeninin bir çok dürtü ve güdüsü çalışma referansını dış etkenlerden (mevsimlerden) ayrılarak duygulardan alır hale gelmiştir.

Akıl, canlının kendi ve çevresi ile bağ ve bağlanan veya bağlam (obje-suje)  etkileşimine girmesidir.

Türümüz olan insanlığın itkiden hise kadar diğer canlılar ile ortak özelliklere sahip olduğumuz, duygu ve akıl ile onlardan kısmen ayrıldığımız görülmektedir.

İnsanlık tarihi duyguların tarihidir. 

Tüm tarihimiz boyunca yavaş gelişen akıl her zaman duygunun hizmetinde olmuştur. Yavaş ve gizlice gelişmiş olan akıl, felsefe ile kendini duygulardan arındırmaya ve öne geçmeye başlamıştır. 

Ortaçağ avrupası ile duygular zirve yapmış, bu hali ile toplumlara kaosu yaşatmış ve akıl ön plana geçerek duyguları dizginlemiş, duygu ile akıl bir denge arayışından sonraki durgunluğundan akıl öne çıkmış ve duygu hizmetinden taşarak küresel bir keşifler, araştırmalar, sömürgeler, sanayi ve bilim olarak yeryüzünde duygusuz olarak dolaşmıştır. 

Canlılığın temel ilkelerinden olan çoğal, yayıl ve rekabet et eylemleri gerçekleştirilmiştir. 

Duygu, doğanın ve canlılığın temel ilklerinden sadece biri ve aşamasıdır. Ana ve en önemli ilkesi değil.

Fakat uzun insanlık tarihimizden gelen kadim bir yaşantı halidir ve onu insan yaşamının en üst ilke konumundan ikinciliğe indirmek hiç de kolay olmayacaktır. 

İşte küresel keşif ve kaynaklara erişme rekabetinde duygu yaşamında kalmış ülkeler, akılı keşfetmiş topluluklar tarafından kontrol altına alındılar.

Artık akıl, hizmet ettiği duyguya karşı onu kontrol etme etkinliğine girmiştir. 

Hala günümüzde de akıl, duygu üzerinde ve onu idare etmektedir.

Tüm insanlık tarihi bir canlılık ilkesi olan duygunun akıla evrilme, taşıdığı canlılık bir üst seviyesinin temsil bayrağını akıla devretme tarihidir. 

Yeryüzünde çoğalmış ve yayılmış olan hareketli sürü güdüsünün devamı için düzeni sağlayacak olanın duygu değil, akıl olacağının, duygunun da gelişim için güdü ile akıl arasında olması gerektiğinin ortaya çıktığını görmekteyiz. 

Yeryüzünde sabit ve zemini doldurarak çoğalmış türlerinin güdü aşamasında kalırken, hareketli ve hızla yayılma özelliği olan canlıların güdüden daha ileri canlılık özelliklerine ulaşması kaçınılmaz bir süreç gibi durmaktadır.

Bu canlı, insan türü olacaktır.  

Hislerden, duygulara duygulardan akıla doğru giden süreç bize canlılığın daha da yeni gelişim basamakları olduğunu düşündürmektedir.

Evrene ait tüm edindiğimiz yeni bilgilerin sadece türümüzün hizmetine sunacak kadar basit olduğu fikrine kapılmak hala duygularda ısrar etme alışkanlığımızın bir etkisi değil midir.

İtkiden akıla giden süreçler bize canlılığın daha büyük bir amacı olduğunu ve bu amaca ulaşmak için akıl kendini daha büyük ve önemli bir özelliğe bırakacağını göstermektedir. 

Bunu anlamak için akılımızın bir üst seviyesini tahmin etmek gerekmektedir. 

Önümüzde büyük bir soru durmaktadır. 

Akıl, hangi bir canlılık ilkesinin öncülüdür. 

Sıçramak olabilir mi. Uzayda yayılma ve ilerleme aşaması için olabilir mi ?

Dünyadan, uzaya sıçramak olabilir mi ?

Bilmiyoruz, ama düşünmeye devam ediyoruz.   


.................