28 Eylül 2020 Pazartesi

Zihin beden dengesinde Estetik

 Estetik zihin, duygu ve dürtülerin ritmik uyum ve eyleminde ortaya çıkar. 

Eserlere, çevreye ve davranışlara yansır.

İletişimde kendini gösterir. 

Ritüel, töre ve adetlerin uygulanmasında bu uyum kullanılırsa dürtü, duygu ve akıl estetiğin doruğuna çıkılır.

Dürtünün ikamesi, duygunun taşması ve aklın eminliğinde zihin ve beden  insani varoluşun kutlanması yaşanır.

İşte müziğin bizde uyandırdığı gizemli ve hoş olarak duyumsanan, hissedilen büyülü etkisi estetiğin ortaya çıkardığı bir yaşantıdır. 

Estetik canlılığın dolayısıyla insanın yapısında bulunmaktadır. 

Her bireyde estetik bir yeti olarak bulunur, ancak kişide estetik kendini keşfedilmeyi bekler. 

Güzellik, estetiğin kapsamındadır. Estetiğin sadece bir parçasıdır.

Estetik canlı dna'sının diziliminde başlar. 

Simetri, uyum, karşıtlık, ritmik, ahenkli, renkli, çizgisel, geometrik, esneklik, karmaşıklık içinde sadelik, birleşme, ayrışma, bölünme, büyüme gibi bir çok özelliklerle kendini oluşturma sürecinde devam eder.

Estetik, ruh ve beden sağlığı üstünde gelişir, şekillenir. Sağlıklı olmak estetiğin oluşmasına olanak sağlar. Estetik sağlığın temelleri üstünde oluşan ve görünen bir değerdir. Fakat estetiği kendinde keşfetmiş bir kişi sağlığının önündeki engellere rağmen onu ortaya koyma olanağını oluşturabilir. Kişi kendi içinde bir acı çekerken dışarıya bu hissi yansıtmamaya çalışması onun estetiği tek yönlü yansıttığı anlamına gelir. Kronik rahatsızlığı devam sürecindeki kişi estetiğini ortaya koymaya çalışması çok zordur. Estetik tamamlanmış veya tamamlanmaya yönelik olduğu için bunu engelleyecek unsurlar estetiğin oluşumunu zorlaştırır bölme riskini taşır. 

Sanatta estetik, duyu algılarımıza yansıyan süreklilikte, akışkanlık ta gösterir kendisini. Duygusal salınımlarında, dürtülerin açığa çıkan etkilerinde, güdülerin karşı konulması zor yönelimlerinde görünür. 

Edebiyatta estetik,  sağlığı temsilinde olan boş bir kağıt üzerinde kelimelerin bir düzen ve ahenkle zihne doğru anlamlar yüklemesi, duyuları akışa yönelterek duyguları harekete geçirmesi ve akıcı bir tarzla, kuralına uygun dökülmesiyle, bekleyen sessizliğin üzerine ses, söz ve müziğin ritmik dalgalanmalarıyla duyulara yönelmesiyle bedende oluşan duygular ile zihinde oluşan anlamlar, hatırlamalar, anmalar ve kabullenişlerin zaman ve mekan içinde değerlendirmelerinde oluşur. 

Davranışsal estetik, rutin hareketlerin üzerine serpilmiş kişinin önce kendine sonra diğer kişi, nesne ve olaylara yeni bilinçsel tavırlarını sergilemesidir. Örneğin sabah kalkan bir kişinin zihinde yapması gereken eylem ve hareketler bulunmaktadır. Sabah temizliği, giyinme ve birlikte yaşadığı kişilere karşı iletişim şekli, eşya ve nesneleri kullanma rutininden sıyrılarak. Temizliğin kendi sağlığının bir gereği ve toplum açısından da bir tarz olması bilincini taşıyarak yapması, giyinme tercihini evde kalacağına veya dışarı gideceği çevreye göre saptaması, evde yaşadığı diğer kişilere hitap şeklinin ses tonu, kelime seçmesi ve zamanlamasını planlaması, eşya ve nesnelere diğer dikkate değer bir varlık olarak bakarken bedeninin onları kullanışını rutin kullanımdan farklı olarak hızlandırması veya yavaşlatma olarak ama kendi de bu hareketlerini izleyerek yapması. Eşya ve nesneleri kullanmanın hakkını vermesi, zaman ve mekan içinde kendi ve eşya, nesne arasındaki ilişkiyi göze hoş olacak bir biçimde şekillendirme çabalarında görülür ve ortaya çıkar. Bu davranışları tiyatro davranışından ayırmak gerekmektedir. Çünkü burada kişi kendi kendi iledir. İster kendisini izleyen olsun isterse de olmasın, estetiği ortaya çıkaran ve uygulayan kişinin kendisidir. Rol değil kendi özünden gelmektedir. Tiyatroda rolünü yaşayarak sunan bir aktör zaten girdiği o ruh halinin canlı örneğini oluşturur. O aşamaya gelmiş bir aktris kendisini izleyen olmuş veya olmamış o ruh halini gerçeği ile yaşıyorsa rolün üstüne estetiğini oluşturmuş demektir.

Davranışta estetik, yapılan eylem ve davranışların her birinin dikkate değer halde hakkını verme adına göze hoş bir ritim, kulağa hoş gelen bir ses tonu, zihne ve duyumlara doğru anlam ve yaşantı yüklenen duygu, akıl etkileşiminde bir kelime veya  cümle ile, zamanın hızını, mekanı genişliğini kişinin kendince yeni yorumlar eklemesiyle oluşur.  

23 Eylül 2020 Çarşamba

Eytişimsel Düşünme Süreci - 2

Eytişimsel düşünme ile eytişimsel konuşma aynı değildir. Tıpkı düşünme ile konuşma arasında olduğu gibi farklıdırlar. Düşünme sürekli ve hızlı olabilirken konuşma kavram ve kelimelerde seçim yapma, örnekler oluşturma gibi düşünceyi anlatma üzerine kurallara tabidir. Düşünme kuralları keskinleşmiş konular ve kavramlar üzerine adeta gezinme yaparcasına şematik, kategorik, küme gibi bir çok bağlantılar arasında kuantum sıçramaları gibi işlemektedir. 
 Dil ve el beynin dış uzantıları haline gelmiştir insanda. El beynin sinyali ile çok hızla hareket ederken dil aynı hızda hareket edemez. El eyler haliyle doğal halindedir. Dil ise doğal hali tat, beslenme odaklı olma üzerine iken kelimeler ve cümlelerden oluşan kurallar dizisini kullanmak zorunda olduğu için yavaşlamak zorundadır. 

 Eytişimsel konuşan kimse bir tez ileri sürmektedir. Düşünmede ise tez ve antitez denemeleri beraber olur. Bu denemeler senteze ulaşırlar ise düşünme aşaması anlam oluşturma nedeni ile duraklar. Oluşan sentezin değerini ölçer.   Sentez oluşmaz ise düşünme devam eder. Ta ki sentez oluşana kadar. Bölünmesi halinde bile yeni sentezler oluşursa not alınıp kalındığı yerden sonra devam edilir. Dolayısı ile eytişimsel düşünme ile eytişimsel konuşma, diyalog aynı değildir. 

 Bir çok kişi düşüncede tez ve antitezin birlikteliğinin ve değişiminin sıkıcılığına katlanamaz ve düşünmek yerine eylemde bulunmaya, dürtü ve duygulara geçmek ister. Kendi kendimizle kalmak bu yüzden sıkıcıdır. Eytişimsel düşünmede ilerlemek için önce bu sıkılmayı aşmak gerekmektedir. Sonraki aşama düşünmenin malzemesi olan bilgi ve deneyim birikimi gerekmektedir. Yetişkinlikte bu iki önemli unsur bulunduğu için eytişimsel düşünme süreci daha olağandır. Gençler bilgi ve deneyim biriktirmekle meşgul olduklarından düşünmekten ve onun verdiği hareketsizlikten (Hızla hücre çoğalması yani büyüme hareket dürtüsünü tetikler) sıkılırlar.

Konuşan kişi savı ve karşı savı konuşmasında yapmaya çalışırsa sesli düşünmenin yavaşlatılmasını ve kendi kendi ile konuşmanın tecrübesini yaşar. Genellikle bunu yapmayız. Düşüncede yaparız. Hızlı ve sürekli, bağlantılar ile. Aslında sağlıklı bir insan kendi kendi ile konuşabilir. Ama buna gerek duymayız. Düşüncemizde hızla ve kolay yaptığımız bir süreci neden dile taşıyarak enerji kaybedelim ve odaklanma zorluğu, yavaşlama, yorulma ile karşılaşalım ki. 

El beynin emrini anında yaparken dil hemen yapamaz. Çünkü kurallara uymak zorundadır. Kurallar dili yavaşlatır.

 Eytişimsel düşünmede günlük bilgi ile kavramsal bilgi önce ayrı hareket ederler. Güncel bilgi yaşanır, kavramsal bilgi karmaşıklaşır, birikir. Güncel bilgi düz ilerler. Mekana ve zamana bağlıdır. Kavramsal bilgi çok karmaşık ve dağınık adeta özerk halinde birikir. Bunu grafikle gösterebiliriz. 

Kavramsal bilgiler belli bir birikimden sonra güncele bağlanmaya başlarlar. Kavramsal bilgiler daima kaynağını bilinenden alır. Bilinenlerin tümellerine ulaşılır. Kavramsal bilgi, güncel bilgiyi kapsamaya başlar. Güncel bilgileri çözümlemek artık düzenlenmiş olan zihindeki kütüphaneden (hafıza) istediğiniz kitabın o konu hakkında içeriğine ve bilgisine başvurmak kadar kolaylaşır. 

 Eytişimsel düşünmede sav, karşı sav ve bireşim hızla etkileşim şeklinde oluşabilirler.  Eytişimsel konuşma da ise tek yönlü savı sunma ile başlar. Dinleyenin düşüncesinde ise karşı sav ve devamında bireşim oluşma olanağı bulunmaktadır. Karşıdaki kişi karşı sav sunduğunda üç olasılık oluşur. Yanlış, doğru ve ilgisiz. Doğru olursa diyalog bireşime doğru ilerler veya iki doğru olur. Yanlış olursa hata aranır ve ortaya konur. İlgisiz olması halinde ise dikkat çekilir. Doğru bilgiler birbirleriyle birleşerek bireşim oluşturabilirler. Yanlış bilgi elenir. İlgisizlik ise saptanır. Bilginin tam olmaması, eksik olması hali ise tahmine dayalı olup sezgi, öngörü gibi zamanla doğruluğu veya yanlışlığı ortaya çıkması bakımından ilgisizlik kategorisine eklenebilir. 

 İki doğru bilgi yeni bir bilgiye ilerleyebilir. Doğru bilgi ile yanlış bilgi karşılaşması halinde kendilerini sabitlerler. Doğru savlar sürekli birleşecek diğer doğru savları  ve doğru karşı savları ararlar. Yanlış ve ilgisiz karşı savlar doğru savlar ile birleşemezler. Eğer birleşirler ise metafizik haline gelirler. Buna örnek hurafeler ve batıl inançlar gösterilebilir. Bu bilgiler zihin tarafından araştırılmadan ve eleştirilmeden duygu tatmini için kabullenme kolaylığına gidilir. Mısır piramitlerinin hala dünya dışı varlıklar tarafından yapılmış olduğu anlayışını kabul etmek gibi. Küresel olarak, bazı kan gruplarına ait insanların, dünyayı yönettiğine dair duyumları kabul etmek gibi. 

Belki benimde gerçekte olmadığı halde doğru bildiğim yanlış önermelerim bulunabilir. Hatasız insan olmayacağı gibi yanlışı olmayan düşünür de yoktur. Fakat metafizik bilginin kötü tarafı eytişimsel düşünmenin önünde aşılması gereken bir engel olarak durmasıdır. Bu engeller doğru bireşime ulaşmayı yavaşlatırlar. Bu sürece giren zihin bu engelleri aşma değil ilerlediği yolun kenarına bırakır. Onları yok etmeye, onlarla savaşmaya çalışmaz. Bunu yapmayı tercih edenlerde olabilir. Bu bir tercihtir. Önemli olan tespit edilmesidir. 

Dürtü, duygu ve akıl dengesiyle düşünmek ise eytişimsel düşünmenin ulaşabileceği bir üst seviyedir.

Sav ve karşı sav birleşip veya kesişip bireşim olunca hiç bir bilgi kaybolmaz, eksilmez birbirini yok etmez. Bilgi ve savlar doğru da olsa yanlış da olsa varlıklarını korurlar. 

Eytişimsel düşüncenin gelişiminde, devamında yanlış savların birikiminden ilerleyerek bilgi tepelerinin zirvesine varılır. Yanlış savlar anılmasa da vardırlar. Tümeller dağının zirvesinde hayatın özüne, evrenin bilinmez yapısına ait az önermeler kalır. 

Tümeller dağının zirvesinde döngüler ve dönüşümler kavranmış artık her olay ve bilgi örnekteki yerine yerleştirilmeye, yap bozları birleştirmeye odaklanılmıştır zihin tarafından.

20 Eylül 2020 Pazar

Madde - Enerji Diyalektiği Felsefesinin Günümüz Sorunlarına Çözüm Yaklaşımları

 Felsefemizin oluşumu önce tikelden tümel yol almış ve üst sınırına ulaşınca tümelden tikele doğru geriye yönelmiştir. Kaynağı ve sınırı belirlenmiş tümel tezlerin ışığında gözden geçirilen her konu ve fikrin sentezine ulaşmak zorlayıcı, uğraştırıcı, zaman alıcı ve karmaşık görünse de her çözülen sorunla görünür olacak olan basitlik bizleri hayrete ve şaşkınlığa çevirme keyfini yaşatabilecektir. 

Hayata ve evrene ait her şeyin aklın kavrayabileceği bir öğlen vaktinin durgunluğunda ve sakinliğindeki basitlik kadar kolay olduğudur. Onu ister kasıtlı isterse de kasıtsız ve farkında olmadan karmaşıklaştıran ve kaosa çeviren bizleriz. Bilinmeyen ise evrenin büyüklüğü ve uzaklığıdır. Aklımızın sınırı bu sınırdır. Evrenin büyüklüğü ve genişliği sınırı. Doğa üstü gücün doğa yolu ile bize verdiği akıl bu sınırlar içine hapsolmuştur. Bize düşen görev sınırlarımızın bilincinde iken aklımızın amacı doğrultusunda düşünmek ve eylemektir. Madde-enerjinin dünyanın oluşumuyla birleşiminden canlı bu dengeyi korumak üzerine oluşmuş, yeryüzündeki varlığını geliştirmiş ve dünya dışına çıkma ve yayılma amacıyla akıl unsurunu ortaya çıkarmıştır. Ve canlının evren üzerinde bilinmeyen görevinin, amacını aklımız ile bulma zorluğu onun sınırları nedeniyle iken kendi içindeki  temel amacını ve yönünü tahmin edebilmekteyiz. 

Günümüzde süren karar verilmeyi bekleyen bir çok konunun çözümüne öneriler sunma olanağı oluşmaktadır felsefemizin bilgileri ışığında. Onlardan bazıları hakkında görüş verilebilir.

Kürtaj

Kürtaj serbest bırakılmalıdır. Kürtaj kararı eylemin yapılacağı bireyin kararı olmalıdır. Kürtajın engel olmasını gerektirecek nedenler günümüz bilgisinde ve kültüründe geçerliliğini yitirmiştir.

Ötanazi

Ötenazi serbest olmalıdır. Ötenazi kararının birey tarafından verildiğinden emin olunmalıdır. 

Toplumsal cinsiyet 

Cinsiyet şekillerinin artık tarihsel iki üç çeşit olmadığı ortadadır. Felsefemizin ışında erkek ve kadın veya negatif pozitif, artı ve eksi değerler üzerinden on çeşidi bulunmaktadır. 

(-+)5 -(+)4 -(+)3 -(+)2 -(+)1  0  +(-)1 +(-)2 +(-)3 +(-)4 (+-)5  (enerjinin yeni tasarımı üzerine bir deneme yazımdaki)  

Ekonomi

Döngüsel ekonomi modeli öngörmektedir. Bireylerin, kurumların ve devletin bir üst gelir sınırı belirlenip artı miktarı diğer alanlara (kurumlar, bireyler ve hizmetler) belli ilkeler doğrultusunda aktarılmasıyla sürekli istikrarlı bir ekonomik döngü oluşturma amacına yönelik bir ekonomi modelidir.

 Felsefemize göre cevaplanan sorular

* Canlılık neden oluşmuştur.

* Canlılığın amacı nedir.

* Akıl neden oluşmuştur.

* Akılın amacı ve görevi nedir.

* Aklın sınırı nedir.

Cevaplanan bu sorulardan sonra insanlığın hedefi, yolu açıktır. Dolayısı ile gelecekten çok günümüz sorunlarını eğilip doğa ve insan dengesini oluşturmak, insanlığın kendi arasındaki sorunları çözmeye odaklanmamız gerekmektedir.

Doğanın bize mesajları

Doğa bize bir çok uyarı ve  mesaj yollamaktadır. Bu uyarı ve mesajları tarihten günümüze devam eden ve yeni oluşanlar şeklinde ayırabiliriz.




15 Eylül 2020 Salı

Dürtüler Duygular ve Akıl

Temel dürtülerimizin bilinç gibi belirgin, mekan ve zaman algısı yoktur. 

Dürtülerimizin mekan ve zaman algısı duyuların kaydedilmesi  ve mevsimsel değişikliklere tepki vermesiyle oluşur. (İnsan bilincinin oluşmasının başlangıcı zaman ve mekan algısını geliştirmeyle başladığı tezini ileri sürebiliriz.)

Tıpkı rüyalarımızdaki gibi. Rüyalarımızda mekan ve zaman algısı bulunmaz. Mekanlar ve zamanlar birbirleriyle iç içe ve karışık halde bulunurlar. Dolayısıyla rüyalarımız dürtülerimizin ve duygularımızın faal olduğu dönemlerdir. Günlük yaşantılarımızda belirgin olan ve hafızada yer etmiş önemli nesne, olay ve kişiler rüyalarımıza dürtülerin ve duyguların etkileriyle karışmış halde girerler. Rüya yorumlarında dürtülerin etkileriyle günlük toplum hayatının belirgin etkileri olan duygulanımları ayırmak gerekmektedir.  

Dürtülerimiz hücresel itkiden tüm bedene yayılmışken, yaşantı tecrübeleri ile edinilmiş bilgi ve duygular beyindeki hafızada bulunmaktadır. Rüya sırasında bilinç devre dışı kaldığı için sahneye hücrelerin dürtü birikimleri  gelir ve ardından günlük toplum yaşantı tecrübeleri olan duygular da hafızadan harekete geçer. Bu iki faktör zihinde buluşup karmakarışıklık içinde uyanıldığında geçici hafızada bulunurlar. Uyanıldığında kayıt altına alınmaz ise hızla silinirler. Rüya görme esnasında rüyada olduğunu saptayan bilinç değildir. Duygulanmaların etkileridir. Rüya sırasında bilinç aktif olursa rüya birden durur, kişi dış mekan ve zaman algısına geçer. Yarı uykulu yarı uyanık hal bu anlardır. Zaman ve mekan algısından sonra bilinç kalmak için bir gerekçe, amaç saptamaz ise uykuya döner. Bilinç kapanır ve yerini dürtülere duygulara bırakır. Rüyadaki duyuların aktif olmasını bilinç değil dürtüler ve duygular sağlar. Tümden uykudan uyanıldığında bilinç bölünmüş uyku aralarındaki çalışmasını hatırlar bazı kimseler rüyalarını bilinçli yönlendirdiklerini bu yüzden sanırlar. Gerçekte rüyalar bilinç tarafından yönlendirilemezler. Yani rüyada hiç bir bilinç sürece etki edemez çünkü kapalıdır. Dış seslerin rüyalara yansımalarını dürtüler ve duygular şekillendirirler. Isı değişimlerini beden algılar ama bilince iletemez. Sonunda bedendeki rahatsızlık organlara zarar verme aşamasında acı gibi fiziksel etki bilinci uyandırır. Uyurken üşümüş beden kasılarak fiziksel acı ile uykuyu böler. Bilinç rüyaları yönetebilseydi hem rüya aşamalarında hem de gerçek ortamı aynı anda takip etmesi gerekecekti. Böyle olunca dış etkilerin acı ve kötü etkilerinin büyümesini beklemezdi haliyle. Rüya sırasında odanın bir köşesinde elektrik sorunundan yavaşça yangın başladığını hayal edelim. Uyuyan kişinin bilinci eğer rüyayı yönetme halinde olsa idi aktif anlamına gelir ve yangın büyümeden hemen uyanarak eyleme geçer. Bilinç kapalı olduğu için odada artan ısı, duman ve oksijen eksilmesi önce beden tarafından algılanacaktır. Kapalı olan bilince bu acil durumu nasıl iletebilecektir. Kapalı bir bilinç  halinde iken dış algının bedendeki ilk etkileri ısınma ve nefes zorluğu şeklinde olacaktır. Bu olumsuz etkilerin dürtüler ve duyular ile  rüyalara yansımaları çok farklı olacaktır. Isı terlemeye, nefes zorluğu öksürmeye ulaşınca acı sinyalini alan beyin bilinci aktif hale getirecektir. Bilincin aktif olması ile odadaki yangın, kaçma dürtüsünü, korku duygusunu, akıl acil eylemi seçme yaşantısıyla karşı karşıya kalacaktır. Kişi kendini dürtünün ve güdünün etkisine bırakırsa kaçacak, duyguların etkisine bırakırsa korku, üzüntü, öfke gibi ana duyguların etkisiyle (sevinç eksik) donma yani hareketsiz kalacak bu anda beklerken ya dürtü ve güdü etkisine veya akıl etkisine girmesi girmesi gerekmektedir. Geçiş yapamaz ise beden tepki verir. Sesle (çığlık vb.), ağlama, idrar bırakma gibi. Geçiş yapabilirse dürtü ve güdü etkisiyle kaçma, akıl (bilgi ve deneyim) etkisiyle acil eylem davranışına girer. Aynı odada bir hayvan olsa idi hızla dürtü ve güdü davranışına yönelirdi. Kaçma eylemine öyle odaklanırdı ki oda kapalı bile olsa duvarlara, kapalı kapı, pencereye doğru refleks olarak çarpmaya başlardı. 

Cinsellik temelinde bir dürtü olup duyguda aşka dönüşür. Akıl da ise birlikteliğinin uzun ilişkisine yansır. Eşler dürtü, aşk ve akıl dengesini düzenleyebilirler ise geriye dış etkilere karşı tutum geliştirme çabası kalır. İnsanın iki önemli dayanağı olan tutunma ve tutumdur. 

Sürekli aynı rüyaları görmenin içeriği uyuyan kişinin hafızada bulunan duygu hücrelerinin dürtüleri bastırması sonucunda ön plana çıkması şeklinde oluştuğu tahmin edilebilir. 

Rüyalarımız adeta beynin kuantum belirsizliği gibidir. 

Canlının temel dürtülerini iki gruba ayırabiliriz.

Varlığı koruma ve sürdürme üzerine oluşan dürtüler

* Dışa bağımlı gelişen dürtüler. 

* İçe ait gelişen dürtüler

Dışa bağımlı gelişen dürtüler

Nefes, su, beslenme, korku, saldırı, savunma, kaçma, rekabet, sürüye uyma. (insanda ek olarak, güvenlik, sevgi, üzüntü, yardımlaşma ).

İçe ait gelişen dürtüler

Nefesi ve besini kullanma ile dışa atma, uyku. 

Cinsellik hem dışa bağımlı gelişen hem de içe ait gelişme özelliği olan en önemli dürtü olarak görünmektedir. Her iki dürtü özelliklerini de kapsamaktadır. Varlığı koruma üzerinden çok varlığı sürdürme üzerinde ağırlığı bulunmaktadır. Cinsellik açısından, varlığı koruma dürtüsü sanki varlığı  sürdürme aşamasına ulaşmak için oluşmuş gibidir. 

Dürtüler ve modern insanın biyolojik bulanımı

Dürtülerimiz faal iken; ahlak, inanç ve yasa düzenlemeleri toplu yaşamanın olanağı için adil sınırlamalar, düzenlemeler getirmektedir. Dürtülerimizin zaman ve mekan algısı, miktar ve oran ölçütü olmaması nedeniyle bu mevcut sınırlamaları da algılamamaktadır. Dürtülerin zamana ve mekana göre miktar ve ölçüye göre kullanımı toplum tarafından tarihsel tecrübe olarak belirlenmiştir. Özellikle insanlık tarihinde bu belirlemelerin az olduğu dönemlerde dürtülerimiz toplumlar için kaoslar yaratmışlardır. Savaşlar, göçler, haksızlar, katliamlar, cinayetler, tecavüzler gibi bir çok kötü olayların yaşanmasına neden olmuştur. İnsanlığın dürtü kategorisinde yeni dürtüler oluşurken, cinsellik dürtüsü başta olmak üzere bütün dürtüler çok ve sık kullanımlarından ötürü olağanüstü artış göstermiştir. İşte modern dönem de atalarımızdan devir aldığımız hoyratça ve ölçüsüzce kullanılmış ve aşırı şekilde artmış olan bu dürtülerin dizginlemesi, düzenlenmesi ve doğadaki gerçek ölçüsüne getirilme çalışmasını, ahlak, inanç, ilke ve yasalarla yapmaktayız. O nedenle modern insan üstündeki fazla dürtü fazlalığını atarken mutsuzluğu, hüznü, sıkıcılığı yaşamaktadır. Geçen yüzyılda bu görüş dürtü özgürlüğünü arttırılması gerektiği üzerine durulması yönünden yanlış bir yola girdiğini böylelikle modern insan bunalımının daha da arttığına şahit olmaktayız. Modern insanın dürtü fabrika ayarlarına dönmesi zor olsa da bunu başarmak zorundadır. Bunu başarmasına bilim de yardım edebilir. Felsefe ve bilim öncesi bilgi çeşitlerinin temsilcilerine (Astroloji, fal, mistik öğretiler ve enerjiler vb.) modern dönemde hala rağbet ve talep görüyorsa bunun nedeni felsefe, bilim ve inançların dürtü, duygu ve akıl dengesini bireylere kazandıramamasındandır.

Dürtülerimiz için bir sınır, ölçü, zaman, mekan, ilke, kural olmaması canlılığın ilkel dönemleri için çok gerekli olan bir yaşam şekli iken insanlığını gelişimin de akıl da gelişirken canlılığın temel dürtülerine düzenleme yapmak bir yana dursun daha arttırma  özgürlüğü hatası seçeneği kullanıldı. Yine de yavaş da olsa dürtü düzenlemesinin artması ile toplumsal düzenin artması arasındaki paralellik keşfedildi. Sınırsız dürtü den zaman, mekan ve şartların oluşmasına evrilen dürtü işleyişi günümüze kadar ilerledi ve hala devam ediyor. Güç, iktidar, ideoloji hedefi (kapitalizmde ekonomi) gibi toplum standardı üstü oluşumlarda bulunma isteği bazen bu dürtü sınırsızlığı ve özgürlüğü gibi hatalı arzular peşinde olma veya sürdürme isteğinden kaynaklanmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin tanımını hatırlayalım ihtiyaçların sınırsızlığından bahseder işte bu dürtülerin sınırsız kullanımına işaret eden yanlış bir tanımıdır. Sanki ekonomik hedeflere ulaşan dürtülerinin sınırsız işletebileceğini teşvik eder gibi. Hal bu ki dürtülerini sınırsız yaşamak isteyen günümüzde sağlıklı bir yaşama süremez. Yasa, ahlak, etik, inanç, hastalık, bedenin zorlanması, yıpratılması ve kazalar bu sınırsızlık karşısında duvar olur. Hız ölüm getirir değil mi.  Geçen yüzyılın sloganı olan " Hızlı yaşa, genç öl " dürtü sınırsızlığın sloganı gibidir. Kapitalizm tüm dürtü düzenleme mekanizmalarına inat gençleri dürtülerini sınırsız yaşa tıpkı ataların gibi dercesine bir popülist akımı kullanıyor. 

Atalarımızdan devir aldığımız doğaya göre abartılmış dürtüleri (doğalüstü) işletmek gençlerin yapacağı en kolay bir kısır döngüdür.

Doğada canlılarda önce büyüme için içsel itki, sonra varlığını koruma ve sürdürme için dürtü oluşmaktadır. İnsanda dürtünün yaşanması yönünden uzaması ve sıklaşması duyguları oluşturmuştur. Duygularımız uzayan ve sıkça kullanılan dürtülerimizin bizlerdeki yansımalarıdır. Örnekler verirsek güven duygusu "saldır, kaç"  dürtüsünün kıskacından çıkmış ve süreklilik haline gelebilen bir duygudur. Güven duygusunun  bozulması " saldır, kaç " dürtüsünün aktif olmasına ve ikisi arasında canlının dürtüsel etkinliğinin artmasıyla ruhsal rahatsızlık duymasına neden olur. Çünkü dürtüler bir duyguya bağlanıp tatmin olma sürecine girmeyip sürekli aktif olmaları canlıda hem duygusal hem de zihinsel rahatsızlığa yol açabilir. Dürtüler bir duyguya bağlanmazlar ise ilerleyen zamanda zihne de olumsuz etkilerde bulunmaya başlarlar. İşte " Şeytan uydum " sözü dürtünün akla olan olumsuz etkisine bir örnek olabilir. Dürtü bir duyguya bağlanıp sonra zihin tarafından çözümlenmesiyle kabul ve sakinliğe doğru bir ilerleyiş olanağı oluşmaktadır. Uyuşturucular, rahatsızlık veren kısırdöngü haline gelen duyguları dondurma ve saf dürtüyle bağlantısını oluşturmaktadır. Dürtüler hücrelerden geldiği için tek tek değil toplu halde ortaya çıkmakta ve güdülere dağılmaktalar. Güdüler ise birleşerek  daha az olan duygularda toplanmaktadırlar. Duygularımız ise döngü halinde zihinde sabitlenmeye doğru ilerler. Zihin hem duyumlar yolu ile hem de gelen duygu bilgileri ile canlıya eyleme geçme refleksine yöneltir. İnsanda ise amaç oluşturma ve plan yapma aşamasına yöneltir.    

Bitkilerin dürtüleri ayrı olarak incelenmesi gereken ilginç bir alanken diğer canlıların dürtü işleyişi daima kısa sürer ve aralıklıdır. İnsan toplu yaşamının verdiği gelişme ile dürtülerini tarih boyunca ister acıya maruz kalması ister acı çektirmesinin uzamasından hastalıklı keyif alsın çoğunlukla dürtülerin süresini hem uzatmış hemde sık kullanır olmuştur. Dolayısıyla dürtülerin uzun ve sık kullanımı bedende dürtülere ait bir hafızayı oluşturarak kalıcı etkiler bırakmış haliyle dürtülerin işleyişi sonucu doyum veya giderilmemesinin verdiği mutsuzluk, sıkıcılık, keyifsizlik halleri dürtülerin hafızaya taşınarak duygulanımların artmasına yol açmıştır. Tarım öncesi yaşamda dürtülerin ön planda olduğunu tarımla  daha düzenli yaşamanın getirisiyle duyguların geliştiğini düşünebiliriz.

Duyguların çokluğu ve değişimi aklı, zihni etkin olma haline taşımıştır. Kurallar, ilkeler, ölçüler, değişmeyeni aramıştır. dürtüler karanlıkta kalırken duygular görülür olmuş ve aklın öncülü haline gelmiştir. 

Dürtüler, güdülere, güdüler duygulara, duygularda akıla evrilmiştir. Otçul bir canlı, çevrede etçil bir canlının kokusunu aldığında durur. Koku duyumu almış, korku dürtüsünü (insanda korku duyguya dönüşecektir) tetiklemiştir. Koku zihne gitmiş hafızadaki tehlike sinyalini uyarmış ve korku dürtüsü oluşarak zihinde kaç refleksini harekete geçirmeye başlamıştır. Koku ile görme de gerçekleşince dikkat kesilecek ve yırtıcının kendisine yönelmekte olduğu bilgisinin kesinleşmesiyle kaçma hareketi tetiklenecektir. İnsana bir örnek olarak bir birey tanımadığı başka bireyle bir gece bir evde kalma olsun. Birbirini tanımayan iki birey karışık duyguları yaşayacaklardır. Belirsizlik bulunmaktadır. Zihin kendisine gelen tüm duyguların düzenin sağlamakta zorlanacaktır. Bu karşılaşmanın tehlikeli mi yoksa zararsız mı olacağı her iki birey tarafından emin olunamaz. Duyumlar(iletişim) dikkate alındığında algıların (iyi ve zararsız bir insan) izlenimi iyi olmasıyla zihin güven sonucuna varabilir. Fakat aynı durumda kötü örnekler hafızada bulunuyorsa (duyulmuş veya yaşanmış olaylar) Zihin duyguları sakinleştirme olasılığı azalır şüphenin tetiklemesiyle. Bu iki yabacı birey iletişimde kaldıkları sürece zihin ön planda olup duygular da sonra etkileşime girecektir. İletişim olmaz ise duyguların baskısı zihinde de şüphe oluşturacak bundan birey rahatsızlık duyacaktır. Duygular geçmişteki duyulan veya yaşanılan olayları hafızaya taşıyacak zihne karar verme olasılıklarını zorlayacaktır. Oradan ayrılmalı mı, kalmalı mı, tetikte mi olmalı, diğer bireyi kovmalı mı yoksa rahat olmalı mı. Bu duygu dalgalanmaları zihne bir karar verme baskısı oluşturmaya yönelmektedir. 

İnsanlığın ilkel dönemlerinde bunun gibi yaşantılar sık ve uzun halde bulunmakta idi. Günümüzde birey yabancı tanımadığı biriyle kalma olasılığını zihnen baştan ret eder. Bilinmezliğin çoğalması zihnin karar verme davranışını karasızlaştırmaktadır. Duygu karışıklığındaki bir bireyin kararları ve hareketleri karışmaktadır. 

Vicdan ise dürtü, duygu ve akıl birliğini, dengesini oluşturma çabasıdır. 

Dürtü tatmini, duygu yaşantısı ve akıl işleyişinde denge oluşturmak modern insanın en önemli çabalarından biri olmaktadır. Bu dengeyi oluşturmak modern insanın mutluluğunun referansı olabilir. Bu dengeyi kurmuş bir birey çevresinde gördüğü dürtü aşırılıklarına, duygu dalgalanmalarına ve saf akılcı olma yanılgılarına tatmin edici cevaplar verebilir. 

Belki de "gönül" denilen kadim bir olgudan söz ederken insandaki bu üç temel oluşumun dengesini her bireyin kendi içinde oluşturabilmesinden bahsetmektedir. Atalarımızdan gelen "doğalüstü" dürtü ve duygu yaşantı şekillerinin baskısına dayanarak ona hakim olarak aklın temsilciliğinde bir denge kurmaktan bahsediyor olabilir. 

Modern insanın mutsuzluğunun, can sıkıntısının, bulanımlarının, evrensel birliğe ulaşma çabasızlığının, ümitsizliğinin, doyumsuzluğunun, tatminsizliğinin, hükmetme isteğinin, sürüye uyma isteğinin, aklının hakkettiği işleyişine ulaşmayışının, ulaşmak istememenin kaynağında içinde gönül olgusunun oluşmaması, oluşturulmaması, güncel küresel işleyişe yön veren dürtüyü öne çıkarma odaklı teknolojiyi araç gibi kullananların buna izin vermemeye çalışmaları bulunuyor olabilir.

İnsanlar her türlü yaşantı seklini deniyor. Her türlü yaşantı şeklinin her olasılığını en az bir insan dolduruyor.
Dürtü, duygu döngüsü var. Merak, şaşkınlık, karışıklık, sakinlik, kızgınlık, korku, sevinç, üzüntü, hüzün, kayıtsızlık, yalnızlık, bu dürtü ve duygu döngüsü kaldırılamaz, yok edilemez ve engellenemez. Çünkü doğanın özünden gelen bir devinim hareketi, oluş ve varlık halidir bu.

İtki, dürtü, güdü, duygu ve akıl sarmalını teoriden pratiğe uygulama olanağımız bulunmaktadır.

Şöyle ki; İtki, hücre bölünmesi ve hücre ölümlerinin bedende genişleme ve daralma yaratmasını anlatır. Canlının ilk zamanlarında hücre bölünmesi ve çoğalması hızla ve sürekli olurken, hücre ölümleri azdır. hücrelerden organlara doğru ilerledikçe dürtüler aktif olur. Daha çok hücre oluştukça canlıdaki itkiler devam ederken çoğalması nedeniyle dürtüler aşamasına gelir. Başlangıç aşaması itki artık büyüme aşaması olan dürtü aşamasına geçmiştir. Organlaşmanın gelişmesi ile canlıda bir büyüme sınırı oluştuğunda güdüler devreye girer, güdü aşaması artık sadece içten gelen değil, dıştan gelen etkilere tepki verir hale gelir. Bu aşama canlının etki-tepki aşamasıdır. Bitkilerin dürtü aşamasında kaldığını söylesek de yeryüzüne büyük etkileri nedeniyle henüz onların asıl seviyesini henüz bilemiyoruz. Hayvanlar ise güdü aşamasında kalmaktadırlar. İnsan bu aşamaları geçerek güdüden sonra duygusal yaşama evrilmiştir. Duygularımız, güdülerimizin anlık ve hızlı çalışmasından uzun, yavaş ve birikimleri (hafıza) sonucunda oluşmuştur. Duygularımızda insan yaşantılarında (tarihsel süresince) yoğunluklu, birikim ve taşması sonucunda akılın oluşmasını zorunlu hale getirmiştir.

İtki tohum aşaması, dürtü filiz aşaması güdü ise tamamlanmış bedenin hem içe hem dışa etki-tepki aşamasıdır. Duygu insanda çocukluk aşaması akıl da yetişkinlik aşamasıdır. Duygudan, akıla geçmek süreci eğitimle hızlanmaktadır. Aklın keşfi, kendini oluşturan aşamaları (itki, dürtü, güdü ve duygu) dikkate alarak ve onların etkilerini anlamaya çalışarak insanın kendini tanıması ve diğer insanları da akıl ve mantığa uygun şekilde değerlendirebilmesi olanaklıdır. İnsan davranışlarının duygu etkisinde mi yoksa aklın gereklerinde mi olduğu bu tezimize göre kolayca seçilebilecektir. Psikolojideki bir çok sorun bu yolla çözülebilecek ve ruh sağlığının referans noktaları oluşturulabilecektir.  

Aklın öncüllerine etkileri

Akıl duygu ve güdüye etki edebilir. Duygunun sakinleşmesine etki edebilir. Güdülerin ise çözümlemesine yaparak güdülerin yönünü ve ilgi alanlarını değiştirebilir. Akıl, duygu ve güdüye etki edebilse de onları ortada kaldıramaz, gereksizce, disipline eder gibi bastıramaz. Anlam ve mantık yolu ile onları sakinleştirip mekan ve zaman yönünden yönetebilir. Güdüye bir başka akış yükleyebilir. Duygulara ise zaman ve mekan anlamları yükleyerek erteleyebilir, sakinleştirir, düzenleyebilir. 

Akıl dürtülerin ikamesini sağlayabilir. Onlara duyu yetileri yükleyebilir. Görme, duyma, tat ve dokunma ikamelerinin çeşitlenmesiyle dürtülerin tatmininde yeni ve zararsız yollar, seçenekler oluşturabilir.

 Akıl, itkilere bugün bildiğimiz genetik bilimiyle etkilerde bulunmaktadır.

İtki, dürtü canlının içsel sürekli gelişimidir. Güdü kısa ve hızlı olup içe ve dışa etkileşimli. Duygu kişinin ilişkilerinde (kendi ve diğer ile). Akıl ise insanlarda ortak akıla ve evrenin nesnel halini anlama ve kabulüne ilerler.      

Aklın Sarmalı (itkiden akıla)

Tablomuzda en altta itkiler tüm canlılarda bulunmaktadır. Doğum ve oluşmayla süreci başlayan itki canlılığın temelinde bulunmaktadır. Büyüme ve korunma amacıyla hareket eder. Dürtüler gelişmiş itki olarak daha fazla kapasiteye sahiptirler. İtki hücrede bulunuyorsa dürtüler doku ve organlara doğru gelişme gösterir. Duygular ise dürtülerin büyümesi, birikmesi büyüme sınırı üstü bedenlenmeyi tamamlamış canlılarda hafızada ve tüm hücre, doku ve organlara etki etmeye başlama sürecidir. Duygu organlarda ve hafızada birikmesi, sık yaşanmasını insanda fark ediyoruz. İnançlar ve yaşam bilgilerin birikmesi ve yeni nesillere aktarılması insanın kendisine dıştan bakma özelliğini kazandırmasıyla akıl, zeka belirtileri güçlenmeye başlıyor. Davranışlarına toplu yaşaması nedeniyle ahlak, yasa, kural geliştirmeye başlıyor. Toplumların birbirini yok etme denemelerinin duygularda acı verici olması ve hafızada kin olarak bulunması tarih boyunca insanların buna bir çok çözümler üretme için akıl geliştirme çabaları ve inançların etkinliği toplu yaşayabilmenin uyumunu gerektirmiştir.

Duygular birikip harekete geçilmesi davranışlardaki kısır döngüler oluşturması nedeniyle duygular üstü bir güce gereksinimi doğurmuş bunu da inançlar tamamlamıştır. 

Duyguların etkileri hem bulaşıcı hem de sürelidir bireysel ilişkilerde. 

İntikam ve öç duyguları efsanelere, mitlere ve sonunda inançlara yönelerek tatmin bulma yoluna gitmiştir. O nedenledir ki medeniyetler arasındaki eskiden kalmış öç ve kin hesapları bir kötü liderin kıvılcımıyla canlanabilmektedir. Geçtiğimiz yüzyılın iki dünya savaşlarının altında belki de bu birikmiş kin, nefret ve öç duylarının birikmesi veya kapanmış yaraların açılması vardı. Eğitimde tarih bölümlerin girişine " Bu kapıdan kindar veya kin, öç, intikam duygularının kıvılcımını yayacak kimse girmesin " yazısı asılmalıdır. Günümüzdeki post-modern çabalarının karışıklığı bu toplumsal intikam, öç ve kin duygularının ortaya çıkmaması için bir bağışıklık oluşturmaya yönelik küresel bir refleks de olabilir. Uluslar arası ilişkilerde başarı sağlanmak isteniyorsa tüm tarihsel kin, öç ve intikam birikimlerinin karşılıklı bırakılması gerekmektedir. Hem inançsal, hem ırksal olarak tarihi bu kötü duyguların akıla yansımış yanlış tutumların etkinliğinden karşılıklı anlaşmaya varılarak vazgeçilmesi ve tarihte olan tarihte kalır yaşanan yeniler ve ilkeler biziz denilerek küresel barış sağlanabilir. 

Bilim oluşmasını sanat, uzmanlık ve felsefe hazırlamıştır. Bilim doğa yasalarının ilkelerini keşfederek bir değişmeyen bulmuştur. Artık akıl kendini sığınacak güvenli bir limana ve sağlam bir bilim gibi çıpaya sahip olmuştur. Bu güvenli limandan evren hakkında bir çok bilgiye ulaşırken toplum hayatı, doğa ve insan, evren ve canlı gibi konulara tümel bakabilecek sanat, edebiyat ve uzmanlık alanları devam etmektedir. 

En son durağımız, aklın delirme ile deha olma haline ince bir çizgi halinde bulunan en uç noktası olan felsefedir. Çıldırma ile dahilik arasındaki ince çizgiye her alanda ulaşma olanağı bulunurken. Şartlar, ilgi alanları ve yöntemler üzerine düşünmeler ve çalışmalar inanç, sanat, edebiyat, uzmanlık, bilim ve felsefe alanlarından herhangi birinden oluşabilmektedir. Bilgilerin dünya dışından geldiği tek tezi sadece astronomi biliminin ilgi alanındadır. Bu bilimin dışında hiç bir alan dünya dışından bilgi geldiğini iddia edemez. Tüm deliler ve dahiler kaynağını yaşadığımız toplumdan, tarihten, doğadan ve dünyadan yani mevcut bilgilerden almaktadırlar. 

Güneş sistemimizde itki güneş, dürtü dünya, güdü canlı, duygu ve akıl ise insandır. 


4 Eylül 2020 Cuma

Şüpheciliğin Kaynağı

Canlılığın bölünmüş evrelerinde başlar şüphecilik. Yani varoluşta. Ben kimim sorusunun bulunamayan cevaplarında devam eder. Ben cenin miyim, bebek miyim, çocuk muyum, genç miyim, yetişkin miyim, yaşlı mıyım diye. Hepsi miyim, belki de hiç birisi değilim. Geçmişin devamıyım. Yeni bir ben miyim, yoksa okyanusta bir damla mı. 

Düşüncenin Üst Sınırı

Endüstri devrimiyle başlayan ilk modern zamanlar birinci ve ikinci dünya savaşıyla gelişen evrensel olma potansiyelini durdurmuş, insanlığın adeta elinde bir bomba gibi patlamıştı. Tekrarın olmaması için bir çok önlem alınmasına karşın kapitalizmin antitezlerinin denenmesi çabaları iki kutuplu dünya görüşü ile tarihsel diğer tüm değerleri, kültür birikimlerini alt üst etmişti. Amaç buydu. Yeni dünya düzeninin ilk adımlarına yeni tez ve antiteziyle başlamak. Küreselleşme fark edilmiş önceleri pek birbirine bakmayan dünya ulusları iki dünya savaşı felaketi ve iki zıt yeni dünya yaşamı örneği ile birbirlerine bakmaya başlamıştı. Felaket sonrası (dünya savaşları) işbirliği, anlaşmalar lobisi insanlığın düzenli tarım toplum düzenine geçerken birden krizler ile galip devletler iki zıt dünya görüşü avcılık ve toplayıcılık kültürüne çark ettiler. Neden. Çünkü potansiyellerini gördüler ve kullandılar. Avantajlarını heba etmek istemediler. Kapitalizm ve sosyalizm bütün denemelerini yaptılar. Ortak zemin olan teknolojide birleştiler. Teknoloji artık tüm yönetim ve yaşam şekillerinin belirleyicisi olarak kendisini göstermektedir. Bulunduğumuz ve bundan sonra da insanın üstüne uzaya açılma, yayılma dışında bir yenilik ortaya koyamayacağı bir teknoloji çağındayız. Dünya üzerine ne kadar durursak duralım. Eski yaşamı yenileme ve tekrarı üzerine olacak gibi görünmektedir. Teknoloji olarak her yeni keşfimiz bizi uzaya itme potansiyeli taşıyacaktır. Bu teknolojiyi dünyaya uygulamaya ısrarımızda içe dönüş ve sorunları çözme, aynı hizaya gelme, ayrı düşüncelerin birleşmesi, aynı yaşam tarzları olarak sonsuz tekrarların içinde doğru gittiğimizi fark etmemiz olasıdır. Canlılık ve doğa içinde insanın potansiyeli, görevi ve sınırları ortaya çıkmış ve böylelikle düşüncemizin üst sınırlarına gelmiş olacağımız görülmekte madde- enerji diyalektiğinin ışığında. Biraz iddialı ve abartılı fikirler gibi görülebilir, olabilir. Belki benim düşüncemin üst sınırı olabilir. Eğer üst sınır buysa artık geri dönmeliyim, dünya yaşamına, insana, canlıya, yaşama, topluma, ilişkilere, bilime, inanca, sanata. Bunu yaparken yine felsefe ile yapmalıyım. Sanat ile yapmalıyım. Fikirlerimin, görüşlerimin yanlış mı doğru mu olduğunu tartmalıyım, kıyas etmeli, ters düz etmeli, kültürlerin tez ve antitezlerinden yeni sentezlere ulaşmalıyım. Tekrar ve tekrar fikirlerimi sınamalıyım yeni görüş açıları  sezgiler de çağrışımlarda döngüler de. 

Düşüncenin üst sınırı olabilir ama düşüncelerin üst sınırı henüz yok gibi. Sınır görününce akıl geriye bilmediklerine görmediklerine düşünmediklerine tekrar yönelir, bildiklerini tekrar gözden geçirir. O sınıra tekrar gelmek için. Açılmayan kapı, cam, aşılamayan duvar, deniz için geriye dönülür bir süre sonra belki de o aşılamayan sınırı yeni hal ile karşılamak için. Yine mi olmadı, yine geri dönülür ve kaderimizin döngüsü ile yüz yüze geldiğimiz gerçeğini kabul edene kadar. 

Bölümlerden şüphe edilebilir ama bir döngüden asla şüphe edilemez.