30 Aralık 2013 Pazartesi

Gerçekten de Özel miyiz ?

Biz şu an yaşayan insan ve canlılar öncekilerin devamıyız.

Değişimleri görebiliyor ve yaşayabiliyoruz.

Geçmişteki atalarımız bugünleri ancak hayal edebilirlerdi.

Bizler geçmişin gerçekleşmiş hayalleriyiz.

Fiziksel ve zihinsel yapımız az değiştiği halde yaşantılarımız çok farklı durumda, atalarımıza göre temel güdülerimiz ve ihtiyaçlarımız aynı hala. Davranışlarımızda öyle, yürüyoruz, oturuyoruz, çalışıyoruz, yiyoruz, uyuyoruz vb.

Bizi atalarımızdan farklı kılan nedir ?

Araç ve eşyalarımız değişti. İlişkilerimiz tabi ki, kurallarımız, kanunlarımızda.

En önemlisi zihnimiz değişiyor.

Dünya ve evrene bakışımız sürekli yenileniyor ve gelişiyor.

Bilgimiz artıyor.

Yakında ilkokul mezunu bebekler gelmeye başlarsa hiç şaşırmam. Belki üniversite mezunu bile olabilir.

Doğan bir bebeğin önceki ömrünü hatırlar şeklide doğmasını hangi anne, baba ister ?

Ya da vasiyetinde tüm kişisel yaşam bilgisini yeni doğacak bir bebeğe aktarılmasını isteyen bir milyarderi varisleri nasıl karşılar ?

Zihnimiz sonları merak eder.

Dizinin bir sonra ki bölümü nasıl olacak ?

Filimin sonunda tahminimiz gerçekleşecek mi ?

Evreni de öyle algılamaya alışmışız, başlangıç, gelişme ve sonuç ?

Orhan Veli'nin dediği gibi "Ölüm Allah'ın emri şu ayrılık olmasa"

Nüfusumuz her geçen gün artıyor. Geçmiş insanların yaşama şekillerinin aynısının tekrarlanma olasılığı da.

Aynı şekilde zihinsel ve fiziksel örneklerin tekrarlanma olasılığı artıyor.

Böyle oluyorsa, hep tekrarı yapıyoruz anlamına geliyor. Böyle bir yaklaşımda nasıl özel olduğumuzu düşünebiliriz ki.

Ta ki döngü yeni bir yörüngeye geçene kadar. Ateşin bulunması, tekerleğin icadı, dünya keşiflerin tamamlanması, bilimlerdeki ilerlemeler gibi.

Biz insanları atalarımızın devamı, geleceğin taşıyıcısı olmaktan daha özel kılan bir şey var mıdır ?

Özkan Salman








4 Ekim 2013 Cuma

Serbest Piyasa Ekonomisi'nin Topluma Etkileri

Olumlu Etkileri

Girişimcilik sayesinde üretim ve hizmet sektörleri bireyler ve dolayısıyla toplum için hızlı ve en yararlı şekilde mevcut, oluşan ve oluşacak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. İhtiyaçlar hep vardır. Onu karşılayacak girişimcilerin rekabetiyle en iyi şekilde piyasaya sunulması beklenir. Rekabet girişimcileri değiştirmesine rağmen mal ve hizmet karşılama işi hep aynı kalmaktadır.

Bir mekanda ve toplumda yeni ihtiyaçlar oluşur ve serbest bunu hızla karşılar. Bazen piyasa yeni ihtiyaçları öğretir ve sunar. Serbest piyasa bireyin hayatını yönlendirir. Ona iyi gelecek gösterir. Mutlu olmanın yollarını sunar. Akıllı birey ihtiyaçlarını bilinçli olarak belirler ve onları karşılamak ister. Kendini olayların akışına bırakan bireyler ise (akılsızlık değil) sunulanların hepsini beğenir çoğunu almak ister. Akıllı davranan ailedir, özgür davranan ise aile olmamış bireylerdir. Aile yıllık ve ömürlük plan yapar, bireyler ise günlük ve yıllık.

Mal ve hizmet alan birey ve toplum tatmin şiddetine göre mutlu olur.

Doğa sürekli bir mutluluk vermez. Dünya dönerken hiçbir şeyin sabit olamayacağı garantisini vermiştir. Mutluluk bu kuraldan istisna olamaz haliyle.

Aile önce evde başlar, ev ekonomisi temel, kültürel ve sosyal ihtiyaçlar olarak. Ulaşım ve araçları, iş ve kullanım araçları, eğitim ve tüm unsurları, sağlık, güvenlik vb.

Birey ise hedefleri varsa planlı olur, sınırlarını çizer.

Özgülük şarkısı söylüyorsa mal ve hizmet limiti yoktur. Hepsini ister. Bu tüketici karakterini piyasa bireylerin (gençler) bilinçaltına işler. Hayatlarının amacı ve mutluluğu her yoldan ve şekilde anlatılır. Kaçış yoktur. "Düşünüyorum o halde varım sözü, tüketiyorum o halde varıma dönüşmüştür." Gelecek için planı, programı ve amacı olmayanlar için bu gerekli açığı kapatır. O yönden faydalıdır da.

"Serbest piyasa iflas edenleri unutur, kazancını artıranlara hoş geldin der " Piyasanın kimlik hafızası yoktur."  "Gösteri devam etmelidir" Sözü sanat için söylenmesine rağmen piyasa için algılanmıştır.

....

Özkan Salman

27 Eylül 2013 Cuma

Bilgi Felsefesi (Kalıcılık, Sürdürizm Akımı ve bilgi)

Evrende her şey bilgidir. Biz insanlar için bilgi kullanılmış bilgi, kullanılan bilgi, ihtiyacımız olan bilgi ve henüz bilmediğimiz bilgi vardır. Evren için bilgi onun kurallarıdır. İnsan içinse bilginin değişim, dönüşüm olma ve oldurmaya yönelik anlamıdır.

Canlı bilgisini özüyle yani dna yoluyla aktarmıştır. Evrendeki karmaşık ve etkinliğe girmediği olaylara, nesnelere, maddelere, oluşumlara(kısaca kendi dışındaki her şeye(bilgi))bilinçli bir yorum ve etkide bulunmamıştır.

Ta ki bilginin insanla dna yoluyla değil direkt beyinsel etkileşime, öğrenmeye girmesiyle durum farklı bir boyuta yönelmiştir. Artık o andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Evrensel bilginin sadece dna yolunda iletilirken ikinci ve kısa bir yol bularak bir nesnenin bir olayın zekaya, akıla, zihine, beyin hücrelerine kısa zamanda geçme gibi büyük bir olay veya mucize sayesinde bugüne gelmiş bulunuyoruz.

Bilgi felsefesini baştan yazmak, tekrar gözden geçirmek, Bilim ve inanç karşısında gerilemiş olan evrensel felsefe artık bu açığı kapatmalıdır.

Doğada en önemli unsur biz insanların klasik ve yanlış öğrendiği gibi güç değil, kalıcılık, sürdürebilirlik veya (Kısaca kendi deyimim ile) "sürdürizm" dir. Bu kavram diğer bu zamana kadar ki en önemli kavramlardan öne çıkarmak adına kısa ve bir akım olarak adlandırılabilir.

 Evrene baktığımda önce olan sonra kaybolan her nesne, olay ve kavram ancak bir bilgi olarak kalması ile varlığını korumaktadır aslında. İnsan bu kayıp gibi görünen parçaları ortaya çıkarma ve anlamını bulma çabası ile bilgiyi taşıma yolundadır.

Doğamızın ana konusu "sürdürizm"dir. İnsanın doğa karşısındaki tutumu ise bu amaca katılırken, toplum yaşayışının düzenini doğanın etkisinden koruması ve sürdürülebilinir bir nüfus ve sistem kurması gerekmektedir.

Hala insanlık acı, ıstırap, büyük sorunlar yaşıyorsa bunun nedeni doğanın bize yaratacağı ölümcül tehlikelere karşı genlerimizin hala bencil ve bireysel olma zorunluluğundandır. Din, ahlak ve kanun bizlere diğer insanların iyi olmasını veya olabileceğini anlatmaktadır. Fakat iç güdülerimiz diğer her nesne, olay ve canlının (insan da) doğa tarafından bize gönderilmiş bir muhbir, kastedici, kışkırtıcı ve azrail kimliğinde sunduğu veya sunacağı şüphesini üzerinden nasıl atacaktır.

Doğa bize iki önemli tehdidini hep hatırlatıyor. Durgunluğun çürümesini mi, hareketin çarpışmasını mı tercih edersiniz. Kırk katır mı yoksa kırk satır mı diye sorarcasına. Bu iki tercihe maruz kalmamanın yolu ancak dünyadan kaçışla mümkün. Tabi ki sonraki adım için zemin, sonraki istasyon veya durağın hazır olması gerekiyor uzayda.

Sonraki öykümüz dünyadan kaçış mı yoksa kovuluş mu onu anlamamız gerekecek.

Özkan Salman



   

16 Eylül 2013 Pazartesi

Seçim Amacı ve Etiği

Belediye ve milletvekillerini seçmek için sandıklara giderken seçim kararımızı neye göre belirliyoruz. Arkadaşın, ailenin, akrabanın isteğine göre mi ? Yoksa yöremizin ve ülkemizin daha iyi yönetilmesi için kendi düşüncelerimizin yansıması olan belirlediğimiz oyu mu kullanacağız. Bireysel seçimin senin mi yoksa çevreye mi ait oluşuyor. Seçimin için bilgin, tecrübene dayanarak karar verecek misin. Yoksa seçimin önemini kavrayamayıp " Bana ne seçimden, bana ne yararı var, çevrem nasıl kullanıyorsa bende ona kullanırım geçerim " gibi basit ve kolay bir yolu mu seçeceksin. Kararın böyle ise yaşamından memnunsun gelecek için bir yorumun yok demektir.

Yöre ve ülke yönetimini seçmek hiç bir olayla kıyaslanamayacak derecede önemlidir. Demokratik seçim için oy kullanmak evlilik için imza atmaya, işini kurmak veya büyütmek için yeni bir anlaşmaya benzemez. Her oy nasıl yönetilmek istediğimizin nasıl bir gelecek oluşmasını arzuladığımız ile ilgilidir.

Seçim etiği lider ve partiyi seçerken anlık ve dönemsel işle ilgili istenilen planların desteklenmesinden ziyade toplumumuzun geneline hitap edecek sürdürülebilir politikalara önem vermeli ve bu yönde oyumuzu kullanmalıyız. Arkadaş, aile, tanıdık hatırına kullanılacak her oy amacına ulaşmamış demektir.

Yapacağımız seçimler daha mutlu olmamızı sağlayacak mı ? Bireysel özgürlüğümüzü artıracak mı yoksa azaltacak mı ? Toplumumuz için iyi ve doğru olanakları oluşturacak mı ? Ülke içinde ve dışında barışa önem verip savaşa karşı olacak mı ? Baskı rejimi oluşturmayıp, halkın sesini dinleyecek ve bu doğrultuda yeni ve olumlu politikalar oluşturacak mı ? Doğaya saygılı ve çevreyi koruyucu mu yoksa termik santral, baraj ve özel mülk için çevre katliamında mı bulunacak ? İster 50 kişi isterse 10.000 kişinin toplanıp protesto etmesine tepki olarak onları dinleyip çözümler üretmeye mi çalışacak yoksa bu grupları dinlemeyip dağıtarak azınlık, desteksiz ve geçici bir hareket olduğuna mı yorumlayacak.

Adaletin doğru ve hızlı çalışmasını sağlayacak mı ? Ordunun savunma kapasitesini bütçeye uygun arttıracak mı ?

Türkiye'nin kuruluş ilkelerine ve gelişme planlarına sadık kalacak mı yoksa geleceği kendi plan ve programıyla mı oluşturacak ?

Oy kullanmak bireysel, sonuçları ise yöresel ve ülkeseldir.

Kişisel menfaat ve çıkarlar uğruna değil, yöresel ve ülkesel sonuçlar için oyumuzu kullanmalıyız.

" Oyum bana şu faydayı bu kârı getirecek değil, yörem ve ülkemin iyi ve mutlu olması içindir oyum, demeliyiz. Bu seçim etiğidir.

Seçim ve oy bireysel kullanılır ama sosyal bir sonuca ulaşır.

Bireyin toplumsal sürece en belirgin etkisidir kullandığı oyu.



2 Eylül 2013 Pazartesi

Arap Devrimi'nin Eylemsel ve Fikirsel Süreçleri

Tarihteki yapılmış büyük devrimler önce eylemsel sonra fikirsel olmuştur. Eylemsel yönleri bir çok insanın ölmesi veya haksızlığa uğrayarak mağdur olması gibi istenmeyen, amaçlanmayan acılara yol açmıştır.

Devrimlerde eylemsel ve fikirsel iki önemli aşama Arap Devrimi'nde henüz birinci bölüm tamamlanmamış ikinci bölüme geçilememiştir. Çünkü tarihteki bir ülke örneklerine göre bir çok ülkeyi içinde barındıran Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi geniş bir bölgeye yayılma potansiyeli bulunmaktadır. Eylemsel süreç kısa sürede tamamlanması zordur.

Fransız ihtilali bile eylemsel süreçten sonra fikirsel sürece ulaşıncaya kadar Napolyon ile devrimin ruhuna aykırı bir yönetimi kabullenmiştir. Eylemsel süreçte yaşanan idamlar, kanunsuz bir çok eylemler toplumsal şok yaratmış, fikirsel sürece geçiş sürecini uzatmıştır.

Eylemsel süreç iki konuyu çözmeye hazır olmalıdır. Ülkenin yönetim şekli ve yönetiminin dine bakışı.

Bazı devrimler ülke yönetimince dini bastırmış(Kominizm), çoğu ise temsili ve hizmet seviyesinde tutmuştur (Laik, demokrat).

Arap Devrim'leri eylemsel sürecinde devam ederken öncelikle devlet yönetim şeklinde ve devletin dine, mezheplere veya dinlere yaklaşımında çözümler üretmelidir. Sonraki aşamalar fikirsel süreci başlatacaktır. İç ve dış etkenlerin (Suriye,Libya) olumlu veya olumsuz her türlü katılımı eylemsel sürecin hızını ve acılarını artırmaya etken olur. Çünkü artık devrim başlamış ve durmayacaktır.

Devrim hızlı olursa acıları daha fazla olma olasılığı artar. Yavaş(Mısır) olursa da  iyi veya kötü yönetim denemeleri beklenir.

Arap Devrimi eylemsel süreci hem yönetim şekli hemde yönetimin mezhebe bakışı tarzı üzerine yoğunlaşmış durumdadır.

Hıristiyanlık üç ana mezhebe ayrılmış olup birbirine üstünlük çabası günümüzde sorunlu gözükmemektedir. Tarihte sorunlar yaşadığı bilinmektedir.

Arap Devrimi'nde ise ülke liderliği için mezhepler arasında devam eden soğuk ve sıcak savaşları gözlemlemekteyiz.

Mezhepler arasında liderlik savaşlarının sonuca ermeyeceğini tarih bizlere göstermektedir.

Devrimler önce mevcut eski dünya liderlerini değiştirmek ve bunu yaparken mezhep kimliğini ön plana sürmektedir. Çünkü kalabalık ve kitle halindeki halkı bir araya getirecek en önemli unsurun bu olduğu bilinmektedir.

Demokrasi, laiklik, özgür düşünme, konuşma ve yazma olguları bilinmesine rağmen ortaya konulacak kadar eylemsel süreç tamamlanmamıştır. Eylemsel süreci ülke yönetimi ve mezhep gibi iki ana unsur sürdürmektedir.

Atatürk, Türkiye'nin kuruluşunda laiklik ve demokrasi kavramlarını ülke yönetimine kazandırarak mezhepsel çatışmaları önlemiştir. Diyanet kurumu ise belli bir mezhebin temsilciliğini yapmıştır günümüze kadar.

ABD ülke yönetimi dine saygılı olmuş ama ülkemizdeki diyanet gibi dini temsil edecek bir kurum bile kurmamış haliyle devlet bütçesi de ayırmamıştır.

 AB ise dine yine saygı duymuş hizmet ve temsil seviyesinde kalmasını yardım ve destekle sağlamaktadır.

AB, tarihinde engizisyon gibi çok kötü bir tecrübe yaşadığını nasıl unutabilir.

Arap devrimi eylem sürecini tamamlarken ümidimiz o dur ki daha fazla acıların yaşanmaması için mezhep çatışmalarını bir kenara bırakıp ülke yönetim tarzının dine, mezheplere veya dinlere yaklaşım sorununu çözmeleridir. Daha fazla acıların yaşanmadan fikirsel (bilim, teknoloji, sanat, siyaset, felsefe, ekonomi vb.) sürecin de hızla başlamasıdır.

Hem dünya hem de Arap siyaset, iş, sanat ve fikir insanlarına, Arap Devrim süreçlerinin daha fazla acı ve yıkım yaratmaması ve 3. dünya savaşına yol açmadan tamamlanması için büyük ve tarihi bir görev düşmektedir.

Özkan Salman



   

 

30 Ağustos 2013 Cuma

Bir İnsan Ölür

Bir insan ölür,
Binler yürür,
İki insan ölür,
Milyon üzülür.

Üç insan ölür,
Yetkiler uyur,
Adalet durur,
Vicdan aranır.

Dört insan ölür,
Dünya görür,
Barış aranır,
Savaş görünür.

Binlerce insan ölür,
İkaz, tehdit büyür,
Dost, düşmanı bilir,
Dünya ikiye bölünür.

Ölümler artık sıradan,
Savaş basit, olağan,
Gaz icat olunca,
Mertlik midir bozulan.

Özkan Salman

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Küresel Çağ'da Yeni Fikir ve İcatlar

Küresel çağa girmiş bulunuyoruz. İnsanlık tarihimiz önce çoğalma, keşfetme, fetihler, savaşlar ve sistemler olarak en son hali olan küreselleşme çağına girmiş bulunuyoruz.

Yeni fikir ve İcatlar bitmemiş olup, aksine çoğalıp, hızla uygulanır olmaya başlamıştır. İşte benim aklımdan geçen bir demet yeni fikir ve icatlar:

* Devlet yönetim sistemi oturmuş demokratik ülkelerde seçimler 2 yılda bir yapılmalı. Sistemi yeni olanlar ise yıllık olmalı.

* Demokratik ve laik yönetimlerde tıkanma, sorun ve çıkmaz durumlarda " Acil Demokrasi " önlem kurumu devreye girmeli ve çözümler üretmeli.

* İlk,orta ve lise öğretiminde katı ödev, sözlü ve yazılı sınavlar kaldırılmalı. Ezbercilik eğitiminden görsel, işitsel, uygulama ve pratik eğitimine geçilmelidir.

* Birleşmiş Milletler reforma gitmeli, küresel bir hizmete evrilmeli, her devlettin katılımı ve üyeliği ile maddi ve her türlü bilgi, teknoloji desteği sağlanmalı, yaptırımcı gücü oluşturulmalı. (BM sivil ve askeri kurumu, şubesi, birimi 6 aylık seçimine tüm dünya vatandaşları katılmalı)

* Holding ve karteller gibi çok uluslu kuruluşların sermaye ve zamanları sınırlanmalı, meslek tanım ve gruplandırmaları tekrar yapılmalıdır.

* Ülke sistem ve yaşantılarının deneyimleri için boş arazilerin köy, ilçe, şehir ve ülke örneklemleri oluşturulmalı buralarda yaşayacak insanlar gönüllük esasına seçilmelidir. Gezegenlerde doğa oluşturma planları ve uygulamaları başlamalı.

Devam edecek...

Özkan Salman



16 Ağustos 2013 Cuma

Arap Devrimi

Arap devrimleri gecikmiş bir süreçtir. Geciktirilmiştir. Liderlerin yerlerini koruma isteğinde baskıcı yöntemleri uygulamaları barışın en geçerli yöntemi olarak benimsenmişti halk tarafından. Alt yapı ve üst yapının yeterli olmayışı böyle yönetilmeye itiyordu. Günümüzde ikinci bir Fransız ihtilali yapılsa idi bu burjuvanın yönlendirmesi değil, başka unsurlar yolu ile olurdu..

Arap devrimlerin en önemli nedeni ekonomik sorunlar ve insanca yaşama olanaklarının gelişmemiş olmasıdır. İnsanca yaşama olanakları temel ihtiyaçların giderilmesi ve modern yaşama şartlarının oluşturulmasıdır. Arap ülkeleri bilim insanı, sanatçı, düşünür, başarılı iş insanlarını dünyaya ihraç etmiştir. Beyin ve servet göçü sürekli hale gelmiştir. Bu nedenle kendi ülke kaynakları kültürel ve ticari olarak yatırımına dönüşmemiştir. Alt yapı olan belediyecilik ve resmi, sivil kuruluşlarının özerkliği(Eğitim, sağlık vb.) sağlanamamış haliyle demokrasi için adımlar çok yavaş şekilde yol almıştır.

Mısır'da liderin görevi bırakması bir çok oluşacak sorunların önüne geçmiştir. Askeri yönetiminden sonra seçimle gelen lidere darbe yapılması bu ülkelerin henüz demokrasiye geçmeye hazır olmadığının göstergesi olmuştur. Fransız ihtilali bile tamamlanmak için en az otuz yıl geçmesi gerekmişken Arap ülkelerinin kurumsal(alt yapı) ve düşünsel(üst yapı) yapısının tamamlanmaması en az yirmi yılı bulacağını düşündürüyor. Küreselleşen günümüz açısından bu süre daha da azalma olanağı bulunmaktadır. 

Libya'daki ve Irak'taki liderlerin( dublör bile olsa) infazı trajik bir şekilde olmuş, Suriye ise bazı dış güçlerce korunan liderinin iç savaşı hala sürmektedir.

Halkların günlük meşguliyetleri kendileri için çok önemlidir. Yaşamaları onlar için öncelikli bir konudur. Liderlerin toplum düzenini sağlamaları açısından gerekli olduğunu bilirler. Baskılara, sınırlamalara, haksızlıklara uzun süre dayanırlar. Yönetimin değişmesini, ülkenin gerekli gelişmesi hakkında eylemleri sınırlıdır kendi yaşam koşullarında. Halkın ülke konularına iki yolla güçlü bir şekilde katılırlar. Birincisi bir lider belirleyerek veya öne çıkmış bir lideri seçerek. İkincisi Fransız ihtilalinde görülen burjuvazinin bilim, sanat ve felsefik alanın dikkatini, bilgisini halka yönlendirmesiyle halkın devrim yapacak şartlarının, birlikteliğinin oluşturulmasıdır. Arap devrimlerinde ne bir burjuvazi ne de bilim, sanat ve felsefik alt yapı bulunmaktadır.

Arap devrimleri yeni bir yolla çıkmıştır.  Sanal alanın gelişmesi ile halkın birbiri ile iletişimi artmış ve yerel ve küresel aktivistlerin öncülüğünde kendini feda eden bir kısım bireyler ortaya çıkmıştır. Kendini yakan, ölümüne direnen kesimler artmaya başlamasıyla büyümüştür. Protestolar uzamış ve halk hareketine dönüşmüştür. Bu ülkelerin yıllarca ihraç ettiği fikirsel ve ticari kesimin aktivisler arasında bulunması olasıdır. Kendilerini ortaya sunmamalarının nedeni ülkelerindeki demokrasi şartlarının henüz oluşamayacağının bilincinde olmalarıdır.

Arap devrimleri ne tamamlanmış ne de yok olmuştur.  Alt yapı ve üst yapının gelişme süreçlerinde kendisinin varlığını gösterecektir. Alt yapı belediyecilik, resmi ve sivil kurumların kalıcılığı ve etkisi, bilimsel, sanatsal ve felsefik üst yapının gelişme olanaklarının artmasıyla kendi devrimlerini sırasıyla devam ettirecektir.

Dini merkezin bu devrimlere maalesef olumlu katkısı olamamıştır. Merkezin dini olarak aslına sadık kalması ve izinden gitmesi, örnek olması günümüzde İstenilen bir büyük bir olgudur.

 Vatikanın dünya dindaşlarını temsil etmesi yanından islamın merkezi hem fikirsel hemde dünya görüşü ve yaşayışı olarak dindaşlarına ümit vermemektedir.

Birlik oluşturma, sistem geliştirme, ilişkilerin en iyi ve en ideal şeklini arama, gayret etme hedefinden uzak görünmektedir.

Dinin gerektirdiği olan islam birliğinin kurulması ve evrensel inanç değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve temsil edilmesi amaçlarının gerçekleşmesine tüm islam dünyasınca ihtiyaç duyulmaktadır.




14 Ağustos 2013 Çarşamba

Doğa ve İnsan 9 (Bilgi'nin İzinde)

Suç ve Ceza

Bir insan neden suç işler ve kanun dışı davranır ?

Kişi, olay ve şartlar derinlemesine analiz edildiğinde az sayıda temel nedenleri olduğu sonucuna ulaşırız.

Bir suçun en temel tanımı; bir insanın suç işlemesi genlerinden gelen doğa kanunlarını, toplum ve devlet kanunlarından önde ve önceliğinde görmesi ve kullanmasıdır. Halk dilinde "Orman kanunları" şeklinde tanımlanabilen bu kanuna " Vahşetin Çağrısı" da denilebilir.

Doğada insan haricinde hiçbir canlıda vicdan yoktur.Çünkü aralarında sözlü veya yazılı kural, kanun, inanç, ahlak oluşturmamışlardır. Hareketleri avlanmak, av olmaktan kurtulmak(kaçmak) cinsellik ve oyun (yavruların yetişkinliğe hazırlanması) gibi sınırlı hareket amaçları vardır. Bedensel değişimleri dna yapar. Kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar kaybolur. Saldırganlık yeteneğine ait veya savunmaya ait değişimler. Bir arslan hiç ceylan yediği veya bir sırtlan öldürdüğü için vicdan azabı suçluluk duymaz. Çünkü orman kanunundan haberi yoktur ve kendisi koymamıştır. Dna'sının canlılık kuralları ona hakim olmaktadır.

İnsan toplum yaşamasıyla kanunlar geliştirmiş ve içindeki dna veya doğa yasalarını dönüştürmüştür. Av (çalışma ve başarı kazanma) Av olmaktan kaçma ( Hastalık, bela, kaza, vb kötü durumlardan kendini koruma) Cinsellik (evlilik, aile, birlikte yaşama vb.) oyun ise insana ait tüm değişim ve dönüşümlerin eğitimi, öğretimi, meslek kazandırma vb.)

İnsanın suç işlemesinin temelinde en önemli unsur doğa yasalarına tabi olma yani normal insan için vahşete dönme davranışıdır.

Bu davranış şeklinin kişide ortaya çıkışının bir çok yolla bahaneleri bulunmaktadır. " Şeytana uydum" " Beni tahrik etti"  " Buralarda kanun benim" " Toplum ve devlet kanunlarına güvenmiyorum, ben avukat, savcı, hakim ve cellat oldum" " Kral ve kanun benim" " Para için yaptım." " Sevdiğim için, liderim emretti, emir geldi, inancım gereği, intikam davası gereği vb."

Suçun temeli bir bahaneleri bindir.

 Başarı ve Ödül

"Ailemizin iftiharı" "Okulumuz en başarılı öğrencisi ve gururu" " Şehrimizin en büyük ve saygın kişilerinden" " Sanatının zirvesinde ödüle doymuyor" " Vergi rekorları kırıyor" " Balkanların bir numarası" " Orta doğunun lider ülkesi" " Kıta, kıtalar hakimi" " Afrika aslanı" " Asya Kaplanı" " Bulunmaz Hint kumaşı" " Pahalı Çin ipeği" " Futbolun kralı, imparatoru" " Atletizmin çitası" " Yüzmenin yunusu" ....

Önemli olan artık bu kalabalık nüfusta, en iyi olmak değil, standardı yaşamaktır. En iyiler hep olacaktır zaten bu yarış, rekabet oldukça. Kitlelerin ödül maratonu düz yol değil artık yokuş yukarı çıkışlardır yönetim ve sistemler sayesinde.Serbest piyasanın etiğe sığmayan havuç gösterme, lüks yaşantıya özendirme, binler, milyonlar darlıkta iken, bolluk, şatafatlı yaşama hayalini bireye bir hakmış gibi sunma politikalarıdır. Ürünü veya hizmeti tanıtmak, sunmak için bu yöntem hala cazip onlar için başka çıkar yol bulamıyorlar çünkü.

Her bireye dünyanın en önemli, en değerli insanı imajı yaratılmaya çalışılıyor. Bu yönetimin yanlış olması insanın ödüle, başarıya, kazanımlara doymaması hala sırada ne var diye sorması karşısında " Hiçlik hesaplaşmasında" başarısızlık yaşayıp uyuşturucu, alkol bağımlılığı ile intihar yoluna doğru meyletmesini ABD sanat tarihinden izledik yıllarca, aradaki fark yaş erkene çekildi. Ünlü ve değer kazanmış bir insanın önündeki taşa çarpıp veya içtiklerinden denge sorunu yaşayıp düşmesini anlayamaması veya onu sevmeyenlerden duyduğu ufak bir eleştiri okunun füze etkisi yaratmasını kavrayamaması içindeki çelişkilerin büyüdüğünü gösterir bizlere.

Çağımız insanının bilgiye bakışı mutlu veya mutsuzluğunu yaşatıyor. Aldığı bilgileri kullanma ve değerlendirme şekli önce zihninde sonra yaşantısında mutlu veya mutsuz olmasını belirliyor. Kıyaslama, rekabet, sahip olma isteğinin tatmin miktarı, beklenti ve isteklerinin karşılanma olasılığı, eksiklik hissi, rahatsızlık, tüketimde hedeflen pahalı ve lüks kitleye girme isteği, kanunların ve devletin ayrıcalıklarına sahip olma isteği, yalnızlık korkusu, geleceğe dair endişeler, ideolojik ve düşünce ayrılıkların özgürlük ve haklarını engelleme endişesi, aldatılma endişesi, güven bunalımları. Zihinlerdeki ülke, inanç, barış, kardeşlik, saygı, sevgi, yardımlaşma, eşitlik, adil ekonomik dağılım var iken yaşananlar ise birer kabus niteliğinde olması. Amaç ve istenilen olan mutlu, huzurlu, refah birey ve toplum hayallerinin gün geçtikçe daha da kötüleşme endişesi dünya insanlarını, halklarını kuşatmış durumdadır sanki.

Sorun nerededir ?

Sorun şudur: Küreselleşme ile tüm insan ve halk yaşantıları bir denge arayışındadır. Küresel politika yöneticileri ve yönlendiricileri ile halkların yaşam standardı arayışı, isteği uyuşmamaktadır.

Bir ovada rahatça çiftçilik(üretim,çalışma) yapmak isteyen milyarlaca insanın bahçe ve tarlalarına at üstünde ellerinde bin bir silahla, havadan kendilerine eşlik eden sayısız şahin, doğan sürüsü ile yağma ve talan için giren binlerce, milyonlarca avcının hem çiftçilerle hemde birbirleriyle pay, ganimet, ürün, eşya, arazi kapma kavgasıyla ortalık toz dumana boğulmuş manzarası görülmektedir.

Çözüm : Eğitim, kanun, sistem, doğru ve iyi yönetim seçimi, bireysel ve toplumca ülke ve üretim yönetimlerinin etki ve sınırlarının belirlenmesi yani hep halklar için yapılan kanunların ve yeni düzenlenmelerinin yönetimler için de oluşturulması dönemi gelmelidir.

Özkan Salman  

  

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Beden Dili ve Mantık Dili

Günlük hayatımızda hem beden dilini hemde mantık dilini kullanıyoruz. İkisini bir arada veya farklı zaman, yerlerde sürekli kullanıyoruz.

Beden dili hiç konuşmadığımız, bedenimizin hareket, duruş, mimik ve fiziksel işaretler yaparak davranışta bulunduğumuz durumlarıdır.

Birde giyim tarzımız, saç, sakal, bıyık stilimiz, beslenme tarzımız(kilo) ve tüm genetik yapımızın karşımızdakine konuşmadan bizim hakkımızda anlattığı her bilgi beden dili tarzı şeklinde oluşmaktadır.

Mantık dili ise bilgi, tecrübe, tutum, tepki, onaylama, eleştirme, fikir, düşünce, soru gibi tüm amaç ve araçları konuşma ve yazı diliyle ifade etmektir.

Tek başımıza bir sokak veya caddeye çıktığımızda diğer insanları gördüğümüzde onlara ait fiziksel bilgileri hem bedensel dillerini hemde tarz ve şekilden mantıksal dillerini anlayabilir veya tahmin edebiliriz. Onlarla konuşmaya başladığımızda ise gerçek mantıksal dillerini tahmin ettiğimiz bilgi ile karşılaştırır tahminlerimizin doğruluğunu veya yanlışlığını algılarız.

Dünya görüşü, hayata bakışı mantık dilidir. Günlük yaşantı hal ve tutumları, fiziksel davranış şekilleri bedensel dildir.

Bir insanı tanımak için o insana ait hem beden dilini  hem de mantık dilini bilmeliyiz.

Beden dili hızlıdır. Kısa sürede görülür ve anlaşılır. Dost, düşman, cinsellik bilgileri içerir. İlgisiz ve belirsiz de olabilir.

Mantık dili ise yavaştır. Uzun sürede anlaşılır. Dinleme ve yazıları var ise okuma yolu ile anlaşılır. Beden dili bilgilerinin geniş açılımını ve detaylarını kapsarken dünya görüşü, hayata bakışı gibi bir çok zihinsel, düşünsel, fikirsel, akıl ve mantık bilgisini içerir.

Beden dili doğumdan itibaren bedenin temel ihtiyaçlarını karşılama olanaklarıyla şekillenirken, mantık dili ise öğrendikleri ve onları kişinin kendince değerlendirmesiyle oluşur.

Beden ve dili gelişimi sınırlı ve tekrar şeklinde bireyin fiziksel yapısında bulunur.

Mantık ve dili gelişimi sınırsız ve yenilenen bir döngü şeklinde bireyin beyninde bulunur.




10 Ağustos 2013 Cumartesi

Türkiye Aile, Kişilik ve Yaşantıları Modellemesi

Cumhuriyetimiz iyi bir devlet modeli çıkarmasına karşın aile, birey ve yaşantılar üzerine sanat ve edebiyat yoluyla henüz iyi bir örnek alınacak model oluşturamamıştır.

En başta sinema alanındaki çalışmalar, şekilcilik son derece dışlanmış olup filimler, olaylar ve kişilerin kendine has veya mevcut halleri üzerinden yapılmaya çalışılmıştır.

Türkiye modeli bir aile, birey ve yaşantıları üzerine yapılan son yıllardaki diziler ise kişilik bunalımları veya günlük hayatın anlık zevk ve ekonomik olanaklara sahip olma yarışı ile ilişkilerdeki bozulmaları sunmaktadırlar.

Yüz ailede meydana gelebilecek kötü olayları bir ailede, bir çok davranış bozukluğu ile dolu ve bir araya gelemeyecek, kişilerinin kötü sırları sayılabilecek olay ve olguların bir dizinin karakterlerine yüklenmesiyle izlenebilirlik sayısını arttırma telaşıyla yapılan dizi rekabetleri bir Türkiye aile birey ve yaşantılarının iyi bir model çabasını oluşturma gayret ve amaçlarından uzaktırlar.

Türkiye modeli aile, birey ve yaşantılarına örnekler aramaya çalıştığımızda çok ilginç sonuçlarla karşılaşırız. Örnekler hep uç kesimlerde dolaşmaktadır. Ya hayatı hafife alıp dalga geçercesine bir tutum içinde olan sosyal komedi türü ya da çok ciddi sorunları yaşayan veya maruz kalan örnekler tercih edilmiştir.

Laik, demokrat, hukuku önemseyen, rahat, modern bir orta sınıf aile örneği her zaman ihtiyacımız olmuştur. "Bizimkiler" dizisi apartman yaşayış kültürü için gerekli olduğu için yıllarca izlenir olmuştur. "Çocuklar duymasın" dizisi de öyle, ülkemiz orta sınıf bir ailenin nasıl olması gerektiği konusunda komedi unsurların çelişkilerle ön plana çıkmasıyla devam etmiştir. Sinemalarda henüz Türkiye aile, birey ve yaşantılarının iyi bir örneğini göremiyoruz. Hep sorunlar ve çelişkiler ön plana sürülerek mutlu ve affedilebilir hata ve çelişkileriyle örnek bir aile, birey modeli arka plana atılmıştır.

Türkiye sanat, edebiyat, bilim, felsefe, ekonomi gibi bir çok alanlarda aile, birey ve yaşantı modeli oluşturmalıdır. Eğer bunu biz oluşturmazsak dış kaynaklı burjuva yaşantılara özenme veya köylü, gelenekçi, muhafazakar mevcut modellerin örnek olma yarışı veya sınavına tabi oluruz.

Gençlik; Demokrasi, özgürlük, adil, orta sınıf, laik, rahat ve huzurlu bir yaşantı halindeki, neşesi ve ciddiyeti dengeli, eğitime, bilime önem veren, inanca ve sahiplerine saygılı, sosyal haklarına sahip, devletle arasındaki sorunları çözmüş, etik serbest piyasa prensipleri olan ülkesine, ailesine ve topluma uyumlu bir aile, birey ve yaşantıları modeli istiyor.

Özkan Salman  

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Doğa ve İnsan 8 (Bilgi'nin İzinde)

Vicdan

İnsan olarak çocukluğumuzun bitimi gençliğimizin başladığı dönemlerde zihnimizde ailemiz, okul ve çevreden aldığımız ahlak, inanç, kanun ile ilgili haklı ve haksız durumları öğrendiğimiz ve ömür boyu devam edecek olan suçluluk ve suçsuzluk dengeleri oluşturmaya başlarız.

Ahlak yönünden ahlaklı ve ahlaksız,
İnançlarımız yönünden günahkar ve günahsız,
Kanun yönünden suçlu ve suçsuz gibi ikilemlerle birlikte yaşayan birey belli yaştan sonra her davranışının sorumluluğun üstlenmektedir. Hatalar ve hatasızlıklar, kaybetmek ve kazanmak, aldatmak ve aldanmak, dolandırmak ve dolandırılmak gibi ikilemleri yine aile, okul ve çevresinde yaşaması, öğrenmesiyle belli bir tecrübelere sahip olmaktadır.

Kişiler ahlaksızlık içinde olur da bunun yanlış olduğunu bildiği halde davranışına devam etmekte olup bunu alışkanlık haline getirip vazgeçemiyorsa(süregelen aynı pişmanlıklar).

İnançlı bir kişi günah işlerse ve dini iyi davranışlarla günahının affedilmesini umuyorken, büyük bir günah işler de affedilmeyeceği düşüncesine kapılır ve bu büyük gizli günahının ağırlığı ile yaşıyorsa(büyük günahın sır taşıyıcılığı).

Bir kişi küçük kanunsuz işler yaparken, büyük bir kanuna aykırı suçu işler, yakalanmadan, suçunun cezasını çekmeden her an yakalanma korkusuyla yaşıyorsa( Kanun kaçağı, kanunsuz olma sırrı).

Bu üç örnek yaşantıya sahip bireylerin çoğunluğunu oluşturan toplumlar var ise onlar mutsuzdur. Çünkü vicdanları rahat değildir. Ahlaksızlık, günah işleme, kanunsuzluk yapanlar yaptıklarını bildikleri halde çözümü geliştirdikleri sahte bahanelerle kendilerinin yapmadıklarına inandırmaya çalışırlar.

Çelişki içinde olduklarının farkında veya değildirler. Unutmak isterler, hatırlamak istemezler, olayların sonucunun kendilerine ulaşacağı korkusu sürekli onlara mutsuz olma ağırlığını yaşatır.

Böylelikle fiziksel ve düşünsel stres içinde olmaları artar, bedenin çalışmasını yöneten beyin hücreleri uyumlu çalışmadığı için vücut otomasyonu olumsuz etkilenir refleksler, organ çalışmaları sağlıklı işlevlerini yerine getiremezler.

Beyindeki, zihindeki ağır çelişkiler kendi haline bırakılınca bedene ve işleyişine engel olunamayacak şekilde olumsuz etki etmeye devam eder. Çözüm ise zihindeki bu ağır çelişkiyi hafifletecek, azaltacak düşünsel ve davranışsal hedefler belirlemek için gerçek durumu kabullenmektir. Yapılanları imkanları ölçüsünde telafi etme davranış ve düşünsel etkinliği amaç edinilmelidir. Niyet, istek ve umut bile sorunun çözümü için başlangıç olabilmektedir.

Zihin kendi haline bırakılırsa bu ağır çelişkiyi dna'ya havale eder, dna ise kendisine yabancı olan bu bilgiyi çözümlemeyecek olup yapısını bozmaya başlayacaktır. Bilinçsiz bir intihar süreci, zincir bozulması, yaşam ritmi düzensizliği ve uyumsuzluğu; Çağımızın hastalığı kanser( kanserin psikolojik nedeni, boyutu).

Bilgisayarın normalden yavaşlaması veya donması gibi bedensel işlevler yavaşlar veya istem dışı çalışır. Zihinde, beyindeki bilgi hücrelerinin birbiriyle ahenk, uyum ve birlik içinde olmadığı, çalışmadığı için bu kontrolden çıkış kalbe, iskelet ve sinir sistemi gibi bir çok organın düzensiz çalışmasına neden olur.

Vicdan : Bireyin veya toplumun geliştirdiği, ortaya koyduğu veya kabul ettiği ahlak, inanç, kural, anlaşma ve kanun ilkelerinin insanın önce zihninde sonra bedende uyumlu ve sağlıklı veya uyumsuz ve sağlıksız etkileridir. Ruhsal iç denge. Düşünce ve davranışlarının birey ve toplumca gözden geçirerek, iyiyi kötüyü, doğru yanlışı, sahte gerçeği ayırma bilinci ve sorumluluğu.

Vicdanın Sesi : Ahlak, inanç ve kanun uyumsuzluğu karşısında ruhsal, zihinsel rahatsız ve huzursuzluk hissetme hali. Büyük ve ağır çelişkilere karşı tepki gösterme ve itiraz etme isteği.

Özkan Salman






  

2 Ağustos 2013 Cuma

Doğa ve İnsan 7 (Bilgi'nin İzinde)

Doğanın (evren) ve İnsanın değişimi

Doğanın değişim ve döngü hızı, insan bilgisinin değişim ve gelişim hızından yavaştır. Doğa tekrarlanan bilginin belli bir hızda değişim ve dönüşümünü sağlarken insan bilgi edinme ve kullanma hızı ile doğayı keşfetme ve doğanın yavaş hareketine belli oranda da olsa etki etmektedir.

İnsanın bu hızdaki bilgi edinme ve işleyiş sürecinin, evrenin genişleme sürecine yetişebilme imkanı olduğu fikrine ulaşabiliriz.

İnsan dünyayı keşfetti, hala bu süreç devam ediyor uzayı izlerken.

İnançlarımız, biz insanlara, birlikte yaşamının erdem ve mutluluğunu anlatmaktalar. Toprağı işlemeyi, hayvanları evcilleştirmeyi(Hz.Adem), birbirimizi köle olarak kullanmamayı(Hz. Musa), ilahi adalet vicdanın rahat olması için neler yapmamız gerektiği (Hz. İsa) birey ve toplumun iyi ahlak ve davranışlar içinde, adaletli olması gerektiğini(Hz. Muhammed) kutsal kitaplardan biliyoruz.


Bilimler ise yaşantılarımızı kolaylaştırırken, insan, dünya ve evrene ait bilgilerimizi arttırmaktadırlar.

Din ve bilim gereklidir. Tartışma ise birini birinden üstün tutma ve ötekini basitleştirmeye çalışan kişiler nedeniyle çıkmaktadır. Liderlik etme amacında olanların önceliği hangisine vereceği sorunuyla başlayıp, baskınlık, gündemsel öncelik, kitlelerden onay ve destek alma, bütünlük kurma ve devam ettirme çabası ile tartışmaların devam etmesidir.

Doğa değişim ve dönüşümü insan bilgisi ve kullanımına göre yavaş olsa da insanın onun bilgisini taşıma kapasitesi şu an azdır. Bilgisayar ve benzeri araçlar bu bilgiyi biriktirme, koruma ve geleceğe taşıma açısından insanın insana aktarması gereken bilgi taşıma zorluğunu hafifletmektedir. Bilgi önce insandan insana geçiyordu sözlü öğretilerek, bu aşama dna aktarım aşamasının bilgi sıçrama, zıplama aşamasıydı. Sonraları artan bilgi ve taşıma zorluğu yazıya döküldü. bitkiye, taşa yazılan ve çizilenler. Bilgi arttıkça onu karmaşıklıktan basit ve düzenli olmaya, doğa olayları ile kaybolup unutulmaması için dayanıklı ve saklanabilir olması aşamalarına geçildi. Tablet ve bitki yapraklarından sonra uzun yolculuğuna kağıt ile devam etti.Şimdi bilgisayar ve donanım teknolojileriyle gelişmekte varlığı.

İnsanın bilgiyi taşıma görevi üstlendiği ortaya çıkmaktadır. Taşımak, kullanmak ve aktarmak üzerine bir büyük bir görev ve amaç.

Şu an insandan bilgiyi çıkarın ne kalır geriye ? Doğada varlığını yaşamasını sürdürmeye çalışan, şu anki gibi önemli özellikleri olmayan bir canlı kalır.

Doğaya bedenimiz bağımlı iken zihin ve düşüncemiz bilginin bize sağladığı evrensel özgürlüğü yaşatmaktadır.

Özkan Salman
  

28 Temmuz 2013 Pazar

Doğa ve İnsan 6 (Bilgi'nin İzinde)

Doğada canlılar arasındaki ihtiyaçlarını karşılama ve ona sahip olma rekabeti, yarışı bedensel ve grupsal becerileri, olanakları ile olmaktadır.

İnsanlık tarihine bir göz attığımızda da aynı sürecin doğaya uygun bir şekilde bireysel, grupsal ve kitlesel savaşlarla hükmetme, el koyma, yok etme ve kovma biçiminde gerçekleştiğini görebiliyoruz.

Madagaskar adasında doğada canlıların birbiriyle rekabeti konusunda 32 türe ayrılmış lemur varlığı çok açık ve anlaşılır bir örnek olarak hala durmaktadır.

Adanın en verimli ağaç, bitki örtüsü ve su kaynaklarına sahip bir tür merkezi kapmış çoğalan nüfuslarını dışa doğru itmiş, kovmuşlardır. Adanın en verimli bölgelerinden daha az verimli, zor yaşanabilir bölgelerine doğru göçe zorlanan lemur türleri zamanla o koşullara adapte olarak kendilerinde değişimleri gerçekleştirmişlerdir. Hatta mekansal olmakla yetinmeyip zamansal(gece) bakımdan da farklılıklara uyum sağlamışlardır.

İnsan doğadaki dna genlerinden gelen bilgilerle yetinseydi ihtiyaçlarını karşılamak için rekabet ediyor, zaman ve mekanı kullanırken merkezden dışarı doğru itilir ve değişimlere uğrardı. Tarih bize mekan ve iklimlerin insanların dna değişimlerinde sadece renk gibi fiziksel özelliklerinde değişikler yaptığını gösteriyor. Tüm insanlar dna dan gelen genetik bilgilerin yeterliliğinde iken zihne şırınga edilircesine eğitim yolu ile istenilen insan modeline dönüşebilme becerisinde olduğunu göstermektedir. Bir çocuktan bir suçlu da yetiştirirsiniz bir hakimde tercihinize bağlı olarak ama ikisi bir arada olmaz. birbirine zıt kimlikleri yükleyemezsiniz. Bir suçlu zamanla kendini bilgilendirerek hakim olabilir veya bir hakim bencilce davranıp suç işleyebilir.

İnsanlığın şu an geldiği aşama, doğaya ihtiyaçlarıyla bağımlı iken doğayı koruma ve küresel olarak paylaşma plan ve prensipleri lemur türleriyle aynı olabilir mi ? Bunu hangi akıl ve vicdan kabul edebilir. Zaten tüm savaş ve uluslararası devletsel, bireysel ve kurumların plan ve stratejileri şu basit Lemur rakebetiyle kolayca açıklanabilir.

Lemur zihniyeti

İnsanlık tarihine baktığımızda Lemur zihniyetleriyle dolu insanlar, liderler görüyoruz. Hayvansal bencillik, kavgacı, hükmetme, yok etme veya kovma davranışları Lemur zihniyetini anlatmaktadır. İnsan insanın kurdudur, büyük balık küçük balığı yutar gibi tüm sözler doğa kanun ve kurallarını kabul edici Lemur zihniyetini canlı kılmak isteyen insanlara aittir. Artık insan doğada yaşarken kural ve kanunlarıyla yetinmeyecek ve kendisini bu kurallara bırakamayacak bilgi ve tecrübe konumuna gelmiştir.

İnsan yöntem ve yaşama prensipleriyle doğanın içinde olup onun kurallarına bağlı değildir artık. Doğa ile ancak temel ihtiyaçlarımızla bağımlıyız, tabi ki onu korumak birinci vazifemiz olmasına rağmen kuralları üstü bir olanağa erişmiş durumdayız. Bu süreç insanın diğer canlılar gibi sadece dna'dan gelen bilgileri aşıp ve onunla yetinmeyip zihne direkt verilen ve eklenen aile ve toplum eğitim ve bilgileriyle yeni bir oluşuma geçmesiyle başlamıştır.

Platonun devlet anlayışındaki çocukları bir merkezde yetiştirip ve eğitim verilmesi ile ileri bir demokratik, zeki, adil ve zengin toplum oluşturma hayali belkide farkında olmadan İnsanın dna bilgileriyle eğitim bilgilerini ayırmak üzerine kuruluydu. Platon tabi ki çağımızın da kabul ettiği gibi iyi bir toplumun eğitimle olacağını savunuyordu. Sadece anne ve babanın yanlış eğitiminden bireyi profesyonel eğitime tabi tutmak amacında olduğu o zamanlar için uygulanması imkansızdı. Ya diktatör yönetimi de aynı uygulamayı yapar çocuklara yönetimini öğretirse insanlığı büyük bir felaket bekleyebilirdi.

Doğaya bağımlı ama onun yönetiminde olmayan insan çağımızda ekonomik ve siyasal kaynak ve görevleri paylaşma sistemleri arıyor ve insanlık tarihinde yeterince uygun örnekler bulamıyorsa yeni yöntemleri araştırmalı ve yeni sistemler ortaya koymaya çalışmalıdır.

Devlet, toplum ve birey değerleriyle uyumlu yeni ve denenmemiş sistem arayışları devam etmektedir. Eski sistemleri iyileştirici ve modernize edici olunması yani toplum mühendisliği çalışmaları da olmalı fakat etkileri ve sonuçlarının nasıl olacağını iyi hesaplanması ve halka açıkça anlatılması, eğitimi de gerekmektedir. Haliyle geri kalmış ülkeler bir sistem laboratuvarı olmaktan kurtarılmalıdır.

Ülke yönetim sistemleri statik değil dinamik olmalıdır. Çünkü bireyler ve toplumlar dinamiktirler. Değişim ve dönüşüm süreci her geçen zaman daha da hızlanmaktadır.

Sistemleri kendi haline bırakmak veya dondurmaya çalışmak doğa kurallarına teslim etmek anlamına gelir ki doğa kendi kuralı olan bedensel ve grupsal niteliklerin ön plana çıkmasını ilke şartlara dönüşünü sağlar. Lemur zihniyetinin hakimiyetine götürür.

Doğayı korur ve onda yaşarken kurallarının üstünde insanlık olarak ihtiyaçlarımızı, olanaklarımızı en iyi ve halklarca adilce paylaşacak, yönetecek ülke ve küresel sistemler üretmemiz mümkündür.

Özkan Salman


25 Temmuz 2013 Perşembe

Maliyet Ekonomisi (Yeni Ekonomik Sistem)

Bu yazımdaki fikirler ekonomi bilimi ve sistemleri için bir tavsiye ve öneri niteliği taşımakta olup kendimin düşünüp ortaya koymuş olduğum yeni ve daha iyi bir ekonomik model tasarımı içermektedir.

"Maliyet Ekonomisi" genel adı altında ekonomik detay içeriğini taşıyan yeni fikirlerimi sunmaktayım.

Vergi sistemi bir ülkenin yönetimi ile halkı arasında ekonomik işleyiş ve hizmetlerin yürümesi için anayasa ile yapılmış bir antlaşmadır.

Vergi sistemi, halkı ekonomik olarak sıkmadan ve hizmetlerin de aksamadan yürümesi amacı taşımalıdır.

Bu amaç doğrultusunda ekonomik vergi sistemi tüketici yararına olmalı ve üreticiyi de bunaltmamalıdır.

Gıda ürünlerindeki vergi oranları çok düşük olmalı hatta imkan dahilinde takip için sembolik olmalı. Temel kullanım araç, gereç ve hizmetlerde belli oranda kalmalıdır.

Bir mal veya hizmetin katma değerini satıcı devlete ödemeli katma değer tüketiciye yansıtılmamalıdır.

Bir ürün ve hizmetin maliyet fiyat standartları devletçe üretici ve hizmet sağlayıcılarla veya yeni kurulan, ülkeye giriş yapan her kuruluşla birlikte çalışılarak oluşturulmalı ve üretici tarafından ürünler üzerinde son kullanma tarihi, malın içeriği gibi maliyet miktarı da belirtilmelidir. Ülke ekonomisine yeni katılan veya yeni kurulan belirlenmiş olan sermayeli limitli kuruluşlardan ürün maliyet hesaplamasını devlete ve piyasa tanıtımıyla ortaya konması ve sunması beklenmelidir.

Tüketici maliyet ve satış arasındaki farkların nasıl oluştuğu konusunda bilgi sahibi olabilmelidir. Klasik üretici destekli ekonomik yapı, tüketici avantajına dönüşmelidir. Bu uygulamalar yapılırken üretici ve hizmet sahibinin kazanç standartlarını korumaya özen gösterirken çok büyük ve haksız kazançların kontrolünü yapmak amacını taşımalıdır.

Tüm çalışanların kazançlarını asgari gibi bir ücret belirlenirken şirket ve sahiplerinin üst kâr oranları ve yüksek ücret alan yöneticilerin meslek grup ve şartlarına göre bir üst maaş limiti belirlenmesi ekonomik standartları düzenleme adına büyük bir ilerleme olacağı beklenir.

Aynı kişi ve kuruluşlara sektörler arası iş yapma olanağı sınırlandırılmalıdır. Böylece yeni girişimcilerin önü açılmalıdır. Aile veya şirket gruplarının hem iş alanları hem kazanç yönünden bir limit belirlenmelidir. Bir ülkede bir şirket veya bireyin geliri devlet bütçesinin belli miktarda altında bulunmalıdır.

Ülke yönetiminin üst görevlerindeki memurların ticaretle uğraşmaması ve bağlantılarının olmaması kanunlarla sağlanmalıdır.

Çalışma saatleri 6 saate düşürülmeli tam vardiya çalışan yerlerde 6 saatlik 4 vardiya haline geçilmelidir.

Ev, yazlık, otomobil gibi bina ve taşıtlara özel, kamu ve şirket kuruluş amaç ve şartlarına göre belli bir sınırda, limitle belirlenmelidir.

Burjuvazi yapısı oluşturmak yerine orta sınıfı çoğaltmak amaç olmalıdır. Burjuvazi oluşturma çabalarının artık yeterli olmadığı orta sınıfın geliştirilmesi ve devamının gerekliliğini tarih bize sunmuş bulunmaktadır. Ekonomik sınıflar arası farklar azalmalı ve kazançlar daha çok kişi arasında paylaşma fırsatı oluşturmalıdır.

Ekonominin tanımı " Ekonomi birey ve toplumların dünya ürün ve hizmetlerini üretmesi ve paylaşması bilimidir" şeklinde değişmelidir. " Kıt kaynakların az kesim tarafından yönetilmesi ve sahip olunması yanında diğer çoğunluk halkların seyretmesi bilimidir " anlamına gelen öğrenilmiş çaresizlik şeklindeki(kabul ettirilmeye çalışılan) eski tanımı bırakılmalıdır.

Teknolojide uzaya çıktık, inançların evrenselleştiği ve rekabetleştiği bir zamanda yaşıyorken hala insan bilimleri yeni teknik ve sistemler ortaya koyamıyorsa bunun nedeni bu alanlarda çalışan, ilgililerin, bilim insanların suçu değil felsefeyi geliştiremeyen filozof, düşünür ve felsefecilerin sessiz kalması veya yeniye ait ilgisiz tutumlarıdır.

Felsefe hala Marks ve Satre öğretilerinin sınırında tıkınıp kalmış durumdadır.

Özkan Salman




20 Temmuz 2013 Cumartesi

Doğa ve İnsan 5 (Bilgi'nin İzinde)

Bir birey olarak insanın sorunları ve mutluluklarını bedensel ve zihinsel olarak ikiye ayırabiliriz. Bu ayrımlar birbirinden kesin bir çizgi ile ayrılmayıp birbirini etkilemektedir.

Bedensel sorunların başında rahatsızlık ve hastalıklar gelmektedir. Temel ihtiyaçların karşılanma düzeyi de çözüm bekleyen bir sorundur. Bedensel rahatsızlık ve hastalıklar bir insanın kendi ve çevresiyle olan ilişkilerini her yönüyle etkilemektedir.İnsan ilişkilerinde sorunların temelinde bireyi meşgul eden bu rahatsızlıklar gizli olup bunu birey bile hangi davranışına etki ettiğini saptayamamaktadır.

Bedensel sorunlar ve mutluluklar
1. Bedensel geçici ve kalıcı, rahatsızlık ve hastalıklar.
a) Zamana bağlı.
b) Dna'ya bağlı
c) Kişisel ve çevresel etki-tepkilerle oluşan.

2. Bedensel temel ihtiyaçların karşılanma düzeyi ve kalitesi.
Bedensel ihtiyaçlar zamanlı ve limitli olarak ömür boyu devam etmektedir.
1. Temiz ve sağlıklı bir solunum.
2. Doğal su ve gıda ile beslenme.
3. Yeterli uyku ve cinsellik.
4. Hijyenik boşaltım ve temizlenme şart ve koşulları.
(Çağdaş yaşayış açısından)
5. Barınma, giyim, ulaşım, alışveriş, iletişim, etkileşim, güvenlik, mekansal ve zamansal doğal hakların olması gibi toplum yaşayışının gerekliliğini taşıyan temel ihtiyaçların adil, hakça, insanca, akla mantığa uygun şekilde düzenlenmesi ve kullanılması.

Temel ihtiyaçların karşılanması bedensel rahatsızlık ve hastalıkları da olumlu veya olumsuz etkilemektedir. İhtiyaçların giderilme şekli ve oranı, rahatsızlık ve hastalık olup olmamasına etki etmektedir.

Bedensel mutluluk, temel ihtiyaçların karşılanması, geçici, kalıcı rahatsızlık ve hastalıkların oranı ile ilgilidir.

Zihinsel sorunlar ve mutluluklar

1. Fiziksel özgürlükler.
a) Bireysel ve toplumsal mekanların kullanılma ve davranış özgürlüğü.
Birey ve toplulukların kanunlar ve kurallar çerçevesinde mekanlarda hareket ve tutumda bulunma ve geliştirme özgürlüğü( Eğer kanun ve kurallar yeterli, uygun ve günümüz şartlarına yetmiyorsa değiştirilme, düzenlenme, yenilemeye ihtiyaç varsa bunun saptanması ve uygulanmasını istemek de bir özgürlüktür.).
2. Zihinsel Özgürlükler
b) Düşünme, konuşma ve yazma.
Her türlü bilgi hakkında bireysel ve toplumsal hakları içerir.

Bedensel ihtiyaç ve özgürlüklerin sınırı dünyamız yaşama şartlar ve olanaklarıyla sınırlı iken düşünme, konuşma ve yazma özgürlüğü evren sınırlarına ve ötesine gitmektedir.

Bu özgürlük birey, topluluk ve toplumları insanlık boyutunda düşünmeye çıkarır.

Bu özgürlük öyle bir özgürlüktür ki insan ve insanlığa ait tüm sorunlarımızın çözülebileceği ve yaşamanın sürekli bir mutluluğa hakim kılınabileceği gerçeğini görmeyi başlatır.

Bu aşamaya gelmiş birey, topluluk ve toplumlar, yanlış plan, programlar, kanunlar ve kurallar, kötü niyet ve projelerin bir anda tarihin kötü sayfalarında tekrarlanmaması üzerine sadece bir kayıt olarak kalmasını sağlarlar.

Özkan Salman



 



  

18 Temmuz 2013 Perşembe

Doğa ve İnsan 4 (Bilgi'nin İzinde)

İnsan ve medeniyet olarak doğadan uzakta değiliz aslında, uzaktaymışız gibi hissetsek ve yaşasak da. Hatırlayalım, doğada yalın halde bulunurken, bilgimiz sadece varlık mücadelesi idi.Temel ihtiyaçların karşılanması sırasında kaçınma, savunma, saldırı ve cinsellik gibi temel davranışlarda bulunuyorduk. Duygu, konuşma, yazma ve toplum kuralları yoktu. Yoktu gelecek planları, yapılacaklar edilecekler listesi. Ceza, ödül yoktu. Sadece karşılaşılan canlı ve cansız faydalı, zararlı ve her ikisi olmayanlar vardı. Bitmez tükenmez bedensel davranış döngüsü içindeydik. Zaman en çok besin bulma ve uyku ile geçiyordu. Bu ikisinin dışındaki her şey kısa süreli ve kesik kesikti.

Üşüyorduk, sarıldık kapalı mekanlara sığındık. Sıcaktan yanıyorduk gölgelere sığınıyor, kapalı alanlar yapıyorduk.

Bilgi Sıçrayışı

Doğa şartlarından korunmak için doğa malzemelerini kullanmaya başladık. Araç kullanmak bizi doğadaki konumumuzu değiştirdi. Artık anlık tehlike ve eksikliklerimizden kurtulmaya başlamıştık. İşte o an beynimiz anlık refleks ve dürtü ile çalışmaktan uzun süreli ve sakin çalışma sürecine girdi. Hafıza daha da işlevsel hale geldi ve yeni araçları kullanma zeka birikimini getirdi.Buna bilgi sıçrayışı (zıplaması, atlayışı) denilebilir.

Bilgilerimiz artmaya başlamıştı. Ve doğadaki yerimizi güvenli hale getirmemiz sayımızı ve birlikteliğimizi yani sosyal yaşamımızı ortaya çıkmasına neden oldu. Uzun yaşamaya ve bildiklerimizi yeni gelen nesillere aktarmaya başladık.

Evet insan canlılığın bir üst aşamasına geçmişti artık. İnsana kadar tüm canlılar gelecek nesillere fiziksel bilgilerini dna yolu ve ancak hayatta kalabilecek kadar öğretme yolu ile bilgi aktarırken, insan dna dan artı olarak tüm bilgilerini yeni nesile öğreterek, doğada günümüze kadar gelecek olan en iyi canlı türü haline getirmeyi başardı. Kuşlar yavrularını uçana kadar, memeliler ise avcı veya sütten kesilene kadar rehberlik edip bildiklerini öğretirlerken insan ömür boyu kalınabilecek bilgileri vermekle çoğalma ve doğaya hükmeder konuma geldi.

İnsan önce doğada diğer canlılar gibi dna dan gelen varlık mücadele bilgisi sonra güvenli hal bilgiyi öğretme yolu ile aktarırken yeni gelen nesiller de yeni bilgiler ekleyerek günümüze gelinmiştir.

Şu an bir insan olarak bize öğretilmiş tüm bilgileri beynimizden sildiğimizi, unuttuğumuzu düşünürsek bizden geriye dna aktarımı bilgiler yani reflekslerimiz ve varolma dürtülerimiz kalır.

Duygularımız ise var olma dürtülerimizin (kaçınma, savunma, saldırı ve cinsellik) sosyal tanımlanması ve tonlamalarıdır.

Korku: Bir tehdit ve tehlike karşısındaki önce vücudun sonra zihinsel yapının oluşturduğu bir çok tutum ve davranış halidir.

Öfke : Avlanma, savunma ve cinsellik dürtülerin önce bedensel sonra sosyal yaşantının getirdiği örneğin hakaret ve küçümsenme davranışlarına gelişen bir tepki.

Korku ve öfke duygularının temeli dna ya dayanmaktadır. Yani doğuştan gelmektedir. Sonraki öğrenilmiş halleriyle sosyal yaşantı içinde bize kendisini çeşitlendirmiş halde yaşatmaktadır.

Sevinç ve üzüntü ise dna dan gelmeyip başlangıcı sosyal yaşantı içinde ortaya çıkmıştır. Toplum ve çevre şartlarının bizde uyandırdığı etkiler sonucunda şekillenmişlerdir.

Diğer canlılarda öfke ve korku hali her zaman doğal halde bulunurken üzüntü ve sevinç diye tanımlayabileceğimiz davranış şekilleri çok kısa ve belirsizdir.

İnsandaki bilinçlenme basamaklarında dna dan gelen bilgiler ile öğrenilmiş bilgileri ayırt edebiliyor olması çok önemli bir aşamadır. Bu öyle bir aşama ki birey için bir aydınlanma iken toplumların bu bilgiyi özümsemesi insanlık tarihinin yeni bir boyuta geçebileceği düşüncesi hiç de bir ütopik ve imkansız görünmemektedir.

Bilgi insanı önce doğada hakim kıldı, şimdi birbiriyle barışını ve uyumunu sağlamaya çalışıyor, yarın için uzaya, evrene açılma teşvikini şimdiden başlattığını görüyoruz.

Bilgi insanoğlunun şu an dünyada kalmak ile uzaya açılmak isteyenler arasındaki mücadeleye tanık olduğumuz aşamayı bize işaret ediyor. Tüm zıt fikirlerin ulaşacağı son nokta bu ayrımdır.

Size bir soru sorulsa şu an "Uzaya gitmeli miyiz ?" diye. Bu soruya "Evet" dışındaki tüm cevaplar (bilmiyorum, bana ne, ne uzayı, o da ne vb.) " Hayır" dır.


Özkan Salman




16 Temmuz 2013 Salı

Halk ve Devlet

"Yargı tarafsızlığını yitirip, adilce çalışmaz ise halkın vicdanı uykusuz kalır." Konfiçyus.

Adalet devletin bir yaptırımcı unsurudur. Adalet doğru işlemez ve yanlış kararlar alırsa halkın vicdanıyla çelişir ve tepki doğurur.

Yanlış olduğuna inanan halk karara itiraz eder ve toplu eylem yapınca yargı ne yapacaktır. (Ülkemiz ve ABD de olan yargı kararları.)

Adalet terazisi bu tepkiyi önemsemeyip kayıtsız mı kalacaktır. Endişeli şekilde bitmesini mi bekleyecektir. En önemlisi alınmış kararı tekrar gözden mi geçirecektir.

Adalet "Karar aldım bitti, konu kapanmıştır " deme hakkını kendinde görmesi ne anlama gelmektedir ? Kararını tekrar gözden geçirmek için temyizde işlemezse halkın itirazları hangi boyutta olması gerekir ki adaletin otoritesi ve gücü aldığı kararları tekrar gözden geçirme gereğinde bulunsun.

Kaç milyon insanın, halkın itiraz etmesini bekleyecek. Bir milyon mu  ?
On milyon itiraz eden halk ikna eder mi ?
Hala mı yetmez, (Söyleyin! bu da mı gol değil )
Hadi meydanda elli milyon, internet de yüz milyon itiraz olduğu gerçekleşirse "Eh, halkımızın kararımız hakkında hassasiyetinden emin olduk, artık bizde kararımızı tekrar gözden geçirelim bari " mi denecek.

Adalet, devletin güç (polis) ve otoritesini(yürütme, yasama ve kanunları) kullanırken aldığı kararlara halkın tepkisi oluşuyorsa bu tepkilere kayıtsız kalmamalı ve kendi içinde kanunların yenilenmesi, değiştirilmesi teklifini daha iyi bir adalet oluşması için madde madde kanun yapıcılara hatırlatması gerekir.

Devlet vergileri arttırırsa halk vergi, faiz ve ekonomik ceza uygulamalarına itiraz ederse devlet yönetimi ne yapmalı ? (Brezilya)

Çağımızda devlet sistemleri halkın bilgisi, mantığı ve vicdanının gerisinde kalmaktadır.

Halklar akıl ve vicdanlarıyla devlet güç ve otoritesinin yanlış uygulamalarına itiraz etmektedirler.

Yanlış vergi, faiz ve ekonomik ceza uygulamaları halkları fena halde bunaltmıştır.

Devletin durgun kanunları, düzenlemeleri, uygulamaları, dinamik halkın ihtiyaç ve haklarına yetişememektedir.

Serbest piyasa ortamında kurum ve işletmelerin halkı maddi olarak aldatması artmış olduğu halde bunu önleyici kanunlar geç gelmekte ve yeterli olamamaktadır.

Devlet ise vergilerini gün be gün arttırma yoluna gitmektedir.

Halk kendisini vergi, faiz ve ekonomik ceza kıskacına alınmış halde bulunca en doğru davranış olan itiraz kültürü oluşmaktadır.

Halkın mesajları, yönetimler tarafından doğru olarak algılanmalıdır. Görmezden gelme, önemsememe ve hatta sindirme çabaları gibi yanlış yöntemleri seçmemeleri gerekmektedir.

Çağımız, akıl ve vicdanın(halk) güç ve Otorite(devlet) ile yeni ilişkilerini belirlemeye çalıştığını gösteriyor.

Devlet halk için var olan bir sistem olduğunu hatırlamalı ve kendisini halkın çağdaş amaç, ihtiyaç ve hakları için hızla ve doğru yenilemelidir.

Doğada en önemli unsur güç değildir, Güç ve enerji sabit değil değişkendir. Yaşamanın amacı değil sadece unsurlarından biridir.

Devlet otoritesi, güç unsuruna güvenmeyi bırakıp ağır ve hantal yapısından kendini dinamik bir hizmet sistemine halk için çevirmelidir.

Özkan Salman   

10 Temmuz 2013 Çarşamba

DEMOKRASİ

Halk unutmaz,doğruları yanlışları,
Sabırlıdır, bitirmez ümit, umutları,
Oy vermiş sineye çeker hataları,
Vermemişler, sayarlar yapılanları.

Yönetimler, temsiller belli süreler,
Programla, planlar hep yönetirler,
Yollarını halkla, halk için çizerler,
Halk takipte,ne yapar ne ederler.

Demokrasi övgü de olur yergi de,
Eleştiri doğrusu da olur yanlışı da,
İktidar bir haksa muhalif olmakda,
Halk söyler, son sözü sandıkda.

Her yerde duyulur, iktidar sesleri,
Bir yanılgı, sindirmek muhalifleri,
Her adımını doğru saymak gafleti,
Halk not eder, iyi kötü hareketleri.

Kalıcıdır izlenen iyi yol, yöntemler,
Geçicidir, yöneten işleten liderler,
İyiler anılır, yaşatılır, hiçtir kötüler,
Halklar kalıcıdır, yaşarlar, görürler.

Özkan Salman

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Sigmund Freud Yanılıyor muydu ?

Bir insan ömrü boyunca kendisine sunulan bilgi akışına ilgi gösterir ve düşünme sürecine girerse sonuç aydınlanmaya doğru gidecektir. Fakat bir insan kendisine sunulan bilgiyi almaz, kendini gelişen ve değişen bilgiye kapatırsa düşünme süreci çok az ilerleyecek hatta duracaktır. Bu bireyin dünyanın fikirsel alandaki gelişimlerini anlama kapasitesi düşecek, hatta her şeyin anlamsız ve saçma olduğu fikrine kapılacağı tahmini zor değildir. Kendini, zihnini yeni bilgilere kapatmış eski kuşak insanların örneği capcanlı durmaktadır.

Değişmeyen fikir, gelişmeyen bilginin ürünüdür.

İnsanların yönlendirilir olması mümkündür, ancak süresinin uzun olması mümkün değildir. Faydalı ve yararlı yönlendirmeler sürekli, kurgu ve belli amaçlar için yapılan yapay, uzun vadede zararlı olanlar ise ortaya çıkar, anlaşılır ve süresi biter.

Günümüzde internet klasik haber alma ve kitleleri yönlendirme aracı olan tv tekelini, belli otoriter merkezli bilgi verme yöntemlerini bitirmiştir. Diploma, ünvan ve ödül merkezlerinin belirleyiciliğini kaldırmıştır. Reklam sektörü kitlelere ulaşma hedefinden bireysel, bölgesel ve ilgisel alanlara yönelmektedir. Tüketici kullandığı mal ve hizmeti unutmaz, rakiplerini de bilir. Alternatiflerini de kıyaslar, kayıtsız değildir.

Reklamlar insanların biyolojik ihtiyacının belirlenmiş sınırlarından psikolojik belirlenmemiş sınırsızlığında hala dolaşmaya devam etmektedir. Ta ki psikolojik sınırların belirlenmesine kadar gidebilirler. İşte şu an yapılan Freud'un alaca karanlıkta gördüğü günümüzde apaydınlanacak olan psikolojik sınırlarımızın belirlenecek olmasıdır.

İsimlerin tartışılmasının bittiği, olay ve kavramların genel anlamlarını yitirip isim gibi netleştiği dönemlere giriyoruz. Özgürlük, demokrasi, barış, ruh gibi önceki geniş kavramların içinin doldurulması, lokal isimlere dönüşmesi, belirli konulara hitap etmesi gibi.(Düşünme, konuşma ve yazma özğürlüğü, Taksim ruhu vb.)

İnsanın "Altbenlik" denen karanlığın, su altındaki büyük buz dağı benzetmesinin açılması: Öncelikle doğal, genetik, biyolojik yanımızı anlatır. Doğadaki canlıların davranışı nasılsa insandaki bilinçaltı odur. Yani canlının doğadaki duruşudur. Varolma, genetik, dna'sal gelişmesi, aktarmasıdır.

Benlik: Bireyin doğumdan itibaren ve ömrümüz boyunca öğrenme ve davranma şekli.

Üstbenlik : Bireyin toplumla olan etkileşim içindeki oluşan ve gelişen davranışları.

Şartlı(hal) benlik : Bir bireyin toplumdaki diğer insanlar tarafından belli şartların etkisini belirleyici kılması. Mevki, ünvan, ödül ve ceza yolları ile. Toplumun kendi diktatörlerini, demokratik liderlerini, kahramanlarını vb. oluşturması gibi. Oluşturulan ortamdaki insanın psikolojik yapısı. İnsanlık hali değil, halin, ortamın insanı. Bu durumdaki insanın daha önce belirlenmiş olan davranış ve düşünce kalıplarına göre davranma eğilimi.

Sigmun Freud genel anlamda yanılmamıştı. Ama olayları alacakaranlıkta görebildi.

Şimdi psikolojide aydınlama ve bir insanı, bireyi tümden psikolojik aydınlatma zamanı. Teknolojide uzaya çıkan insan, sosyal bilimlerde hala emekliyor, bocalıyor. Büyük bir çelişki. Bunu aşmalıyız.

Rüyalarımız uykudaki düşüncelerimizdir. Geleceğin kehanetleri değildir.

Özkan Salman

2 Temmuz 2013 Salı

Özgürce Haykıracağım (şiir)

Varsın olmasın, milyonlarım,
Olmasın ikinci evim yazlığım,
Hiç dinleyici, dalkavuklarım,
Olmasın çevremde soytarım,
Ben sakinliği, huzuru ararım.

Varsın olmasın lüks bineklik,
Olmasın hiç borçlu zenginlik,
Faizi bekler, cimri tembellik,
Borçsuz yaşam evlere şenlik.

Varsın olmasın değişen cebim,
Moda aranırsa benimki derim,
Olmasın hava atma gösterişim,
İnsanlık, sadelik bunu isterim.

Varsın olmasın yarısı bardağın,
Doysun biraz da karnı açların,
Olmaz olsun haksız kazancım,
Yalana, özgürce haykıracağım.

Özkan Salman

30 Haziran 2013 Pazar

Üçlem Psikolojisi

Üçlem psikolojisi benim ürettiğim bir tanım. Psikoloji ve sosyal psikoloji bilimine bir katkı olarak felsefik çabamla ortaya çıkardığım bir olgu ve kavram. Geliştirilmeye ve eleştirilmeye açık. Çünkü yeni.
Üçlem psikolojisi,

Üçlem olarak insan üç faktörün içinde bulunuyor.

1.Doğa(evren)
2.İnsan
3.Toplum

1.Doğayı genel hatlarıyla biliyoruz ve hala çözmeye çalışıyoruz. İnsan şu an doğanın içinde temel ihtiyaçlarıyla ona bağımlı, her türlü yaşam bağı bulunmakta.

2.İnsan : Yeni fikirlerimle Pskinalizin bir adım önüne geçtiğimi tahmin ediyorum. Psikanalizde altbenlik, benlik ve üstbenlik kavramlarına netlik kazandırma açısından fikirlerimin psikolojiye yeni bir yön ve gelişim kazandıracağına inanıyorum. Şöyle ki;

Ben insanı öncelikle öncelikli olarak iki temel haline indirgiyorum. Genetik ve öğrenme olarak.
a) Genetik: Dna'mızla yani genetiğimizle gelen fiziksel hal, davranışlarımız.

Psikanaliz'deki altbenlik artık bilinmezliğine son verilmiştir bu yeni fikrimle. Çözülmesi de o kadar zor değildir.

Evet o bilinmez resim olan suyun altındaki dev buzdağı eridi ve sabit hale geldi. Dna ve genetik özelliklerimizin biz insanlara neler söylediği ortadır.Temel ihtiyaçlar
1.Nefes almak
2.Su içmek
3.Yemek
4.Cinsellik
5.Boşaltım (temizlik)
6.Uyku

b) Öğrenme : Doğumla başlayıp ömür boyu sürecek olan öğrenme ve bilme hali ile davranışlarımız.

Öğrenme ömrümüze yayıldığı ve toplumla bütünleştiği için daha anlaşılması araştırılması gerekmektedir.

Öğrenme ile ilgili ihtiyaçlar bu kadar az ve net değildir. Zannedildiği gibi kültürel ve lüks ayrımı yeterli değildir. Çünkü duygular bu kategoride yer almaktadır. Duygular öğrenilmiş davranışlar olduğu için daha geniş incelenmesi ve ayıklanması gerekir.

Bu saptamalardan psikinalizin yanlış yerde araştırma yaptığını yani genetiğimizde dolaşıp durduğunu görüyoruz. Halbukisi öğrenilmiş davranışlar, alışkanlıklar, ilişkilere eğilmesi gerekiyordu. Artık bu yeni açılımla yeni bölümlere veya mevcut bölümlerin alanlarını belirlemeye ihtiyaç olabilir.

3.Toplum; bireyin ikili, grup ve kitleler ile ilgili tutum ve davranışları.

Konunun ana unsurlarını sundum. Düzeltilecek, gözden geçirilecek çok unsur var.

Yeni detaylar, saptamalar, tanımlamalar olabilir.

Bunu zaman gösterecek.

Özkan Salman

29 Haziran 2013 Cumartesi

Barış Yüzyılı

Geçen yüzyıl savaş yüzyılı idi. Birinci dünya savaşı 1914 yılında başladı. Yüzyılını 2014 de tamamlamaktadır. Savaşların başlangıçlarının bir çok çeşitleri (bahaneleri) olduğu halde nedenleri azdır. Tarihteki savaşların nedenlerini saymaya kalkarsak ana nedenleri buluruz hem de bu nedenleri çözümleyerek savaşların çıkmasını engelleyebiliriz.

Geçen yüzyıl tüm dünyada yıkım yapan iki büyük dünya savaşı gerçekleşti. Bu savaşların olmaması için BM ve AB kuruldu.

Şu an kurulan bu birlikler amaçlarına uygun şekilde işliyor mu ? Bu yüzyılda çıkabilecek dünya savaşı veya savaşlarını durdurmak için ne gibi çalışmaları ve tedbirleri vardır ? Varsa bunları dünya ile paylaşmayı ne zaman gerçekleştirecekler.

Savaşın en önemli nedenleri

1. Enerji
2. Ekonomik
3. Nüfus çoğalması

Enerji : Geçen yüzyıl savaşlarının en önemli nedeniydi. Enerjinin başında petrol gibi hazır bir enerji geliyor.

Ekonomi: Üretim liderlerinin devletler üzerindeki olumsuz etkisinden kaynaklanıyor.

Nüfus : Canlılar için doğal bir kural vardır. Yiyecek yetmiyorsa düşmanlık, kavga, savaş artar.İnsan için ise yiyecek yettiği halde paylaşma bilinmiyor, yöntem aranmıyor veya biliniyor da uygulanmıyorsa eninde sonunda savaş kaçınılmaz olacaktır.

Bu yüzyılın barış yüzyılı olmasını hepimiz arzu ederiz. Geçen yüzyılın ibret verici olaylarını, savaşlarını tekrar yaşamayı hak etmiyoruz.

Şimdi internet dünya halklarının her an birbiriyle iletişim kurabildiği ve barışın nabzını tutabilecek özğürlüğündedir. Bir kıvılcımın dünya savaşına neden olacağı anı engellemeye hazırdırlar. Geçen yüzyıldaki liderlerin yanlış bilgiler, yalan vaatleri bu yüzyıla taşınmasını internet önlemektedir.

Halklar hem üsten hem alttan kontrolü devam ettirmekteler. Tavandan Wikileaks, Anonymous, Snowden gibi halk kahramanları Tabandan da bireysel, grup, kalabalık, kitleler halinde halklar (Geziparkı, Brezilya ve onları destekleyenler) Geçen yüzyıl liderlerinin hatalarını tekrar etmemeleri konusunda bir tepki, bir uyarı vermektedirler konuyu küresel olarak alırsak.

Halkın bu uyarıları, tepkileri dünya liderlerin tutumuna göre artıp azalacaktır. Geçen yüzyıldaki soğuk savaşın uzun sürmesi halk üzerinde ciddi bir baskı, stress, istediğini söyleyememe, hatta düşünememe gibi olumsuz etkiler oluşturmuştur. Düşünce ve konuşma özğürlüğünden yoksunlaşma modern insan için çok büyük bir mutsuzluk getirmiş, bireysel ve toplumsal sorunlar çözülebileceği halde gecikmeye sebep olmuştur.

Dünyadaki her konudaki gelişme insanlığın mutluluğunu sağlayabileceği halde iken geçen yüzyılın korkunç travmasından hala kurtulmaya çalıştığı için olanaklarını tam kullanma aşamasına gelememiştir.

Özgürlük denilince sınırsız düşünce ve konuşma anlaşılmalıdır. Bir vatandaş herhangi bir lideri eleştiremiyorsa o ortamda düşünce ve konuşma özgürlüğü yok demektir. Her vatandaşın her konu ve alandaki liderlerini övdüğü gibi eleştirmeye de hakkı vardır. Hiç bir insan veya lider tüm yaptıklarında ve fikirlerinde tümden haklı  veya tüm haksız olamaz.

Demokrasi her fikrin düşüncenin, konuşmanın ortaya konabildiği en uygun ortamı oluşturur.

Tüm dünya liderleri geçen yüzyılda meslektaşlarının yaptığı hataları asla unutmamalıdırlar.

O kötü liderler halklara, toplumlara kin ve nefret tohumları ektiler, savaş ve ölüm biçtiler.

Peki bunu nasıl başardılar. Yanlış bilgiler, yalan vaatler içeren bir tek kavramı konuşarak : Güç

Bu yüzyılımızın barış içinde geçeceğine inanıyorum. Bunu da sağlayacak olanlar da bireysel ve kitlesel halklardır.

Halklar barış, özgürlük, adalet  istiyorlar. Ekonomi yani ihtiyaçların adil paylaşılmasını istiyorlar.

Bu isteklerini başarmalarını hiçbir güç (çünkü güç temel unsur değil) engelleyemeyecektir.

Bedenin esareti bitti, şimdi sıra düşünmenin ve konuşmanın özgürlüğünde.


Özkan Salman



   

27 Haziran 2013 Perşembe

Zihinsel Köleliğin Bitişi

Bedensel kölelik bitmişti, şimdi zihinsel köleliğin bitiş zamanıdır.

Evet tüm zihinlerimiz esaret altında duruyor hala. İnsanlık tarihinden gelen kölelik davranışı canlılar arasında sadece insanda bulunmaktadır. Bulunmaktaydı. Kölelik güç üzerine kurulmuş insanlık düzeninin bir üründür. "En güçlü benim, en büyük benim " diyerek Allah'a şirk koşan firavun köleliğin en önemli temsilcisi olarak tarihte anılmaktadır.

İnsanlık savaşları hep güç göstergesi ile doludur. Sadece savunma ve kötülüklüklerle savaşanlar haklı olmuşlardır.

Günümüzde kölelik kanunlarla kaldırılmıştır. Zihinsel özgürlük sürekli kanunlarda bulunmasına rağmen hala gerçekleşmemiş bir durumdadır.

Çocukluktan itibaren düşüncelerimiz tarihten gelen yanlış bir kavramın esareti altına alınmakta, eğitim ve çevre  bu durumu pekiştirmektedir. Belli zamanlarda bazı kişilerce ortaya konan özgürlük istekleri ve davranışları kaynağı net anlaşılamamasına rağmen gündemden düşmedi. Herkes hissediyor fakat tam olarak açıklayamıyordu.

Hissedilen fakat açıklanamayan bu yanlış kavram "güç" idi.

Güç kavramı eski çağlardan günümüze kadar sinsice zihinlerimize yerleşmiş ve oradan çıkmak istemiyordu.

Silahların gücü, sevginin gücü, devlet gücü, erkek gücü, kadın gücü, aşk gücü, gücü,gücü,gücü....

Bu kavram kölelik, savaş ve vahşilik çağlarından günümüze miras kalmış en son geçen yüzyılda ABD ve Rusya devlet tekeline girmiş haliyle yüzyılımıza taşınmıştır.

Serbest piyasa liderleri, devlet liderleri gücün zirve haline gelişinin son temsilcileridir. Tabi ki inanç liderlerini de unutmamak gerekir.

Gücü eline geçirmiş bu liderler savaş ve bireysel ceza tehdidi ile dünya insanların zihnen ve davranış açısından özgürlüğünü gün geçtikçe ister bilerek ister farkında olmadan azaltmaya, set çekmeye ve özgürce konuşamamaya ve düşünememeye sebep olmuşlardır. İnternetin gelişimi ile Wikileaks, anonymous, en son konuşan gizli teşkilat memuru ve Geziparkı, Brezilya, duranadam ve parkform demokratik hareketleri ve zihinsel kölelik ve engellemenin baskısını kaldırmaya yönelik başlamış ve gelişmektedir. Ve dikkat durdurulmasını da kimse şahsi yara almazsa istemeyecektir.

Bu fikirsel, zihinsel özgürlük hareketlerinin gelişimi liderlerin makamlarına yapılmak istenirken arada şahsiyetlerde sorgulanılmış olmaktadır kazaen.

Çünkü bu makamları kullananlarda bir çok gücün yanıltan zaaflarına kapılmaktadırlar.

Zihinsel ve fikirsel kölelikten kurtuluş çabaları makamları hedef alarak devam edecektir. Kişileri değil. Makamlarda bulunan dürüst insanlar bu esen özgürlük rüzgarından ancak bir hafif serinleme etkisi alabilirler bu sıcaklarda.

Üretimde ve yönetimde makam sahiplerindeki zaaf gücün en önemli unsur olduğu ve buna sahip oldukları hissidir.

Liderler sözlerini mi tutacak ve uygulayacaklar yoksa kendileri gelmeden hazırlanmış planlara, hedeflere mi hizmet edecekler. Büyüyen zihinsel özgürlüğü artık yok sayamazlar, dikkate almak zorundalar. Söz verdiklerini uygulamalıdırlar. Yoksa en adilce ve insanca olanı istifa etmek olmalıdır. Berlusconi sendromu, olayı hiç istenilen bir durum değildir.

Yapılması gereken tarihten gelen güç kavramının kullanımını ve eğitimini değiştirmemiz gerekiyor.

Tıp, fen bilimleri uzaya çıktı. İnançlar küreselleşti ve rakipleşti. Sosyal, siyasal bilimler, ekonomi, psikoloji, sosyoloji gibi insan bilimleri hala geçmişi teşhiş ve geleceğe yorumsuz bakar haldeler.

Bilim bilginin ve insanlığın hizmetine girmeli, makam ve yetkilerin istediği şekil ve hizmetine değil.

Sanat zihinsel ve fikirsel özgürlüğünde çoğalarak devam etmelidir.

Zihinsel ve fikirsel özgürlükler kazanılınca insanlık daha iyi bir dünya gerçekleştirecektir.

İnsanlık bedensel köleliği bitirme iradesine kavuştu şimdi zihin ve fikir özgürlüğü gerçekleşmeli.

Gücün insan zihnindeki yanlış durduğu zirveden alınıp diğer özelliklerin yanına taşıma vakti geldi.

Haydi, dünya insanları birleşin ! Düşünün ! Konuşun !  Yeni bir tarih başlatın.




24 Haziran 2013 Pazartesi

Daha iyi bir dünya mümkündür

Evet. Daha iyi ve daha güzel bir dünyada yaşamamız mümkün. Yaşadığımız dünyayı tüm insanlığın barışçıl, yardımlaşmanın, dayanışmanın, paylaşımının olduğu bir dünyaya çevirmenin mümkün olduğunu hayal etmiyorum artık bunun gerçekleşeceğine inanıyorum.

Gençlerimiz ve genç kalanlarımız son günlerdeki demokratik ve özgürlükçü hareketleriyle tüm dünyaya örnek ve ilham verici olduklarını gösterdiler. İktidar grubu bu hareketi anlayamadı maalesef. Çünkü onlar klasik politikaların izinden gitmeye devam ediyorlardı. Muhalefetler ise bu hareketi anladı yardım da etti ama sınırı bir yere kadar olduğunu biliyordu. Muhalefetlerin hiç küresel bir politika tecrübesi olmamıştı. Hep muhalefette kalma alışkanlığı geliştirmişlerdi.

Gençler ses ve hareketlerini küresel hale getirdikleri halde, Dünyadaki tüm politikalar tirübinlere (her zaman ki) oynayarak eski klasik davranışlarını devam ettirdiler.

Yeni ve daha iyi bir dünya oluşturmanın en önemli kriteri "İlişkiler" dir. Başta psikoloji, sosyoloji ile ilgili tüm bilim dalları bu konuda eksiklerini kapatmalılar. Tıp ve fen bilimleri uzaya çıkarken insan bilimleri hala kaçıncı yüzyılda kaldı bunun nedenleri nelerdir. Neler onların önünü tıkamaktadır düşünüp o yolları açmalılar. Bir çok yolu tıkayan şeyler bulunmakta elbette ben en önemli olanı söylemekle başlayayım. P-o-l-i-t-i-k-a, yönetme ve yönetilme sanatı. Bunları kimler düzenliyor hala. Parti liderler mi. Onlar her konuda bilgili mi ya da bilgili insanları hangi yönde kullanmaktalar.

İlişkilerin DNA dan gelen ve öğrenme(eğitim) ile ilgili olanları ayırmakla ilişkilerin düzelebileceğini öngörebiliriz..

DNA            ÖĞRENME
------            ------------

Temel             Tercih

Zorunluluk       İstek

Kurallar         Özgürlükler


Tüm insanların birbiriyle ilişki analizlerini mercek altına alırsak ele alınabilecek ortak noktaları olduğunu görürüz. Birey sonucunu bildiği bir davranış şeklinin gidişatını iyi davranışa sevk etme eğiliminde olması tabiatındandır. Önemli olan etki-tepki olayının her iki tarafça bilinmesi ve yönetilme yeteneğinin geliştirilmesidir.

Tıp ve fen bilimleri uzayda gezerken, başta politika, mesleki organizasyon ve sosyal bilimler (ekonomi dahil) hala geçen yüzyıldan kalma teknik ve yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar yenilenmelidir. Tüm akademisyen, sanatçılar, politikacılar, şirket yöneticileri, işçi, esnaf vb tüm kuruluşlar bu konulara eğilmeli veya çalışmalara teşvik etmelidirler.

Bir aydır gençlerin demokrasi ve özgürlük hareketlerinin nedenlerini dünya düşünürken ben kendime ait felsefik bilgimle aldığım en önemli ilham budur.

Olanların bende düşündürdüğü,

Sonuç: Daha iyi bir dünya mümkündür.

Özkan Salman

11 Haziran 2013 Salı

Geçmişe özlem ve geleceğe bakış

Ruh: Oluşum, yaşam etkinliği. Canlının zihinsel ve bedensel etkinliği. Bilginin tamamlanma çabası.

Bilgi bedenden yeni bedenlere zaten kalıtsal ve öğrenme yoluyla aktarılmaktadır. Bilgi bireylere takılıp kalmaz. Evren kuralları ve sistemini baz alır. İnsanın fiziksel ve düşünsel etkinlikleri aktarılır. Bendensel tekrarlar ve düşünce olanağına sahip boş hücreler aktarılır. Biz yeni nesiller o boş hücreleri doldurursak tamamlanır ve bir sonraki adıma hazırlanır ve yeni bir gelişmeye yöneliriz.

Geçmiş değişerek günümüze geldiği için hep eksiktir evrensel olarak. Değişim artmaktır canlılar için. Canlının temel amacı varlığını kalıcı yapmak için onu korumak ve çoğaltmaktır. Geçmiş yaşantılar o nedenle yeniden tekrar edilemez. Çünkü onlar basamaktır. Eğer kim ki geçmişi yaşamak isteyip günümüz dünyasına uyarlamak isterse, bulunduğu merdivenin yedinci basamağından beşincide veya üçüncüde olmak istiyor anlamına gelir. Geçmişin yaşantılarını alt basamaklar gibi günümüze üst basamaklara getiremeyiz.  Bir yaşlı insanın gençliğe dönmesi hatta aynı şeyleri yaşaması maalesef mümkün değildir. Çünkü gençlik döneme dönmesi ve yaşaması için sadece kendi üzerinde yaptığı değişiklik yetmeyecek yaşadığı ortamı da oluşturması gerekecektir. Evren yasaları buna izin vermez.

Geçmişe çok sıkı bağlanıp onu yeniden yaşamaya zorlamak bir şizofren davranışına götürür insanı yani kendi iç dünyası gerçeklik dünyasıyla uyuşmaz. Zihin gücünde bu olgu hakimdir. Dış gerçekliği küçümser. Mantık hataları artar. Çevresiyle uyumu zorlaşır. Geçmişe ait saplantılardan kurtulmadıkça bu hal devam edecektir.

Geçmişi geri getirmek, aynısını yaşamaya, yaşatmaya çalışmak, gelişen dünyayı anlama çabasına girip yeni oluşumlar ortaya koyamamanın etkisidir. Ya da gelişen dünyanın zorluklarına yeni yollar aramayıp veya aradığı halde bulamayıp geçmiş yöntemlere sığınmak bir kaçış işaretidir.

Geçen zaman geri gelmez, nehir geri akmaz,  sabit bir alt merdiveni  üste koyamaz, onu basamak yapamazsınız.

 Zamanı günümüzde saat ve dünyanın döngüsüyle temsil ediyor ve algılıyoruz. Zamana hareket ve yaşamak gözüyle bakılırsa bir merdiven şekline veya gidilen bir yol şekliyle algılamak mümkün. Bu mantıkla geri dönmek söz konusu olamaz çünkü yoldan geriye dönerseniz aynı yol, merdivende aşağı inerseniz aynı basamak olmayacaktır. Ayak izleriniz bile bunu bozacaktır.

Geçmişteki sistem ve yöntemleri de günümüze uyarlamaya çalışırsak şartlar ve oluşumlar açısından hep eksik kalan bir şeyler olacak bu da yeni şartlara ve özelliklere uyum göstermeyecektir.

Reenkarnasyon ve ruh bedenlenmesi canlının hareket ve düşünmeye yatkın hali ile olmaktadır. İsim, konum, mevki, eskinin yeniyle yarım kalmış işlerin hesaplaşması şeklinde hiç değildir.

Hareket bedenle, düşünce doldurulmayı bekleyen hücrelerle yeni bedene geçmektedir.

Sonuç : Geçmiş tecrübe, gelecek ise inşadır.

Özkan Salman

31 Mayıs 2013 Cuma

Doğa ve İnsan - 3 (Bilgi'nin İzinde)

Kalıcılık Felsefesi

Doğaya baktığımızda tarih boyunca canlılar arasında  güçlü olma mücadelesini gördük. Bu yanılgı ile doğa kanunlarının ana konusuna güçlü olmayı koyduk. Güçlü olan hayatta kalır, zayıf olan elenir gibi kemikleşmiş yanlış bir anlayışla eğitim verdik. Bu eğitimle büyüyen çocuklarımız, gençlerimiz yaşıtları ile rekabet etme konusunda güçlü olmak için her yolun yapılabileceği inancıyla hareket eder oldular. Ülkenin siyaset, iş ve diğer kollarında görevler alan bu çocuklarımız artık tamamiyle güç merkezli zihinlerini kullanır oldular.

Para kazanma ve mevki edinme konusunda yarışırken her türlü yolun ahlaka ve inanca uymasa da uygulanabileciğini hafızalarına kazımıştılar. Ve bu zihniyetle dolu iken hem zamanlarını kısaltıp hemde en iyi performansı sergileyememenin kaynağını bilemeden kötü bir icraatla emekliliğe ayrılırken kendileriyle aynı zihniyeti taşıyan yenilere yerlerini verdiler. Güç değil de kalıcılık merkeziyetindeki zihniyetleri al aşağı etmenin yolların aradılar ve bunda çoğunlukta oldukları için başarılı oldular.

Sihirli Bir Değnek

Tarihteki başarılı insanlara bakarsak onların zihin merkezlerindeki en önemli unsurun güç değil kalıcılık olduğunu görürüz. Kalıcılık bir sihirli değnek değildir. Bu düşünce şekli belli bir aşama ve çabayla oluşmaktadır. Yaratıcı zihinlerin oluşmasına bu yaklaşım tarzı yol açmaktadır.

Dünyada savaşları bitirmenin sihirli bir değneği yok. Dünya dönüyor, yerkürenin bir bölümü gece iken bir bölümü gündüz, hava şartları, iklim koşulları her coğrafyada farklı, insanların iklim ve coğrafyalarda yaşayış şekil ve kültürleri çok farklı. Bizler barışla meşgul olurken, diğer bölümlerdeki insanlar savaşmak için bir şeylerle meşguller.Barışı düşünenlerin zihinlerine kalıcılık  hakimken, savaşı düşünenlerin zihniyetine güç hakim durumda.

Kalıcılığı bir güç merkezli zihin kullanmaya çalışırsa ne olur. Eskiye bakarsak firavun, yakın geçmiş tarihimize bakarsak tüm yerküredeki kötü olarak anılan diktatör yönetimler olur. Firavunun uzun süre kalıcı olması onun her dönem güç zihniyetini taşımadığı düşüncesini veya yönetimdekilerinin kalıcılığı yaşarken güç zihniyetinin zararını tam anlamıyla anlamadıklarını da tahmin edebiliriz.

İnsanlığın sağduyusu güç değil kalıcılıktır. Kalıcılık zihniyeti sabırlı ve emin adımlarla ilerler. Güç zihniyetinin kötü baskılarına dayanır fakat belli bir dönemde emin olarak ona son verir. Kendisi kalıcılığına devam eder. Tarih zorbalıklarla doludur. Güç zihniyetinin ve ona hizmet eden odakların zorbalıkları.

Gelecek nesillerin daha iyi yaşanabilir hayat oluşturmasını istiyorsak, İnançların vicdan dengesini kurmasının yanında onlara kalıcılık zihniyetinin barışçıl, birlik ve dayanışma gibi özelliklerinin başta olmak üzere diğer özelliklerinde(zeka, güzellik, zenginlik, hız ve güç) abartılmadan belli kararda verilmesiyle mümkün olabileceği ortadadır.

Kalıcılık ve Bilgi

Bilgi güç müdür ? hayır. Bilgi kalıcılıktır. Kalıcılık zaten gücü alt etmenlerinde taşır. Güneş bir güçtür, enerji kaynağıdır. Bir tohum kalıcılıktır. Güneşten gerekli ve yeterli gücü enerjiyi alır, tohum halinden bir dev ağaç haline gelir. Sadece güneşi değil, suyu, toprağı ve havayı da kullanarak.

Güç kullanılır kalıcı olmak için. Ama kalıcılığın kaynağı sadece ve en önemli etkeni güç değildir. Bilgidir.

Bilgi : Evrenin insan(canlı)daki izdüşümüdür. (bakınız: Bilgi(izdüşüm) yazım.)

Bilgiyi en iyi kullanacağımız alan kalıcılık alanımızdır. Bilgi başlı başına bir büyük olgudur. varlık ise bilgi sayesinde kalıcılığını korur.

Kalıcılık = Varlık + Bilgi

Sonuç : İnsan olarak medeniyetlerimizin merkezine gücü değil kalıcılığı çıkarmalıyız. Gücü hakkettiği yerde bırakmalıyız artık gerekli ve sıradan diğer unsurların arasına.

Özkan Salman.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Doğa ve İnsan - 2 (Bilgi'nin İzinde)

Kalıcılık Felsefesi

Doğa: Dünya üzerinde canlıların yaşama ve varlıklarını sürdürebilme olanağı olan ortam, zemin, yaşam alanı, yaşam belirtisi bulunan yer, yaşam döngüsünün ve kalıcılığının bulunması.

Bitki: Canlılığın gelişiminde en önemli yeri tutan canlılar topluluğu. Alt kültür ve üst kültür arasındaki dengeleyici unsur.

İnsan : Canlılığın şu an bilinen en gelişmiş ve en üst temsilcisi.

Doğaya çok dikkatli baktığımızda göreceğimiz en önemli özellik güç değil, kalıcılıktır. Kalıcılık kelimesinin kısa bir araştırmasını yaptım üstad google'dan bir iki felsefe sayfalarını mercek altına aldım. Kalıcılık felsefesi veya kalıcılığın felsefik anlamına rastlayamadım. Varlık felsefesi bulunmakta ama bu fesefe varlığın olup olmadığı bölümüne takılıp kalmış, şüpheciler yolunu kesip durmuşlar.

Doğal yenilenme(seleksiyon) gücü kazanarak varlığını sürdürmek değil, ortama uyum yeteneğini kazanarak kalıcı olmak adına yapılmaktadır.

Varlık felsefesinin en önemli eksiği kalıcılık olgusu olduğu ortadır. Kalıcılığın güçden daha önemli olduğunun kanıtı gözümüzün önündeki bitkilerdir. Sabit halde ve yavaş büyüyen insan öğrenmesine göre zayıf yapıda olan bitkiler. Biz insanların gücü olmasına karşın onları yok edemeyiz. Bu konuda güç işe yaramaz. Dolayısı ile önemli olan aslanın yırtıcı gücü değil, otçulun sayısının kalıcılığı önemlidir. Otçulun beslenme ve üreme gücü değil, bitkinin yeterli sayıda genişliği ve varlığını kalıcı olarak sürdürmesi önemlidir.

Kalıcılık felsefesi'ne giriş yapmış bulunmaktayız.  Bu önemli olguyu, düşünceyi dünya tarihinde ortaya çıkarmış, düşünür, felsefeci, politikacı, askeri, sanatçı belki olmuştur. Felsefe ile ilgilenen bir kişi olarak neden şu ana kadar "kalıcılık" gibi önemli bir olguyu hep basit cümleler içinde gördüm, okudum ve algıladım. Demek ki bu önemli olgu hakkettiği yerde bulunamadı, gizlendi veya önemsenmedi.

Serbest piyasa ekonomisi içinde eğitim ve seminerlerde işletmenin "kalıcılı"ğı temel kavramlar arasında bulunması onun önemi yansıtmaktadır.

Devletlerin anayasalarında "kalıcılık" unsuru önemli ve vazgeçilmezdir.

İnsanlık tarihine bakalım kalıcılık kavramı yönünden; İnsanlık gelişiminin ve kalıcılığının temellerini tarımla uğraşmak  üzerine başlatmıştır. Otçulu(avlanma, evcilleştirme) arada tutup beslenmenin kaynağına bitkilere bakmak yetiştirmek üzerine yönelmiştir.

Kalıcılık kendini sağlayan tüm unsurların ana hedefi, başı, önde geleni olmaktadır.

Doğada her türlü canlı gelip gider, türler gelir, gelişir kalıcı olmanın yolunu bulurlarsa devam ederler. Bulamazlarsa yok olurlar. Günümüz kalıcıları bakteriler, bitkiler ve biz insanlarız. Diğer türler numunelik gibi ara form gibi durmaktalar.

Yeni çağda insanlığın en önemli unsuru güçlü, zeki, hızlı, zengin, ünlü olmak değil kalıcılık olmalıdır. çünkü kalıcılık diğer unsurlarının sonucu ve birleşenidir. Hepsini içinde barındırır.

Zeki, zengin, güçlü, hızlı, ünlü, güzel olmak değil, onları bünyesinde barındırabilen en önemli unsur kalıcı olmaktır.

İster bir işletme, ister bir aile, isterse bir devlet. Bir birey olarak, birlik, dernek olarak kalıcılık, kalıcılık, kalıcılık.

Bu olgu doğa da var ve doğadan aldığımız her doğal olgu bize yararlıdır, tabi ki doğru algılamak şartıyla.
Tüm ihtiyaçlarımızı şu ana kadar ondan alıyoruz ve alacağız.
Kalıcılık olgusunu doğadan örnekle açıklamaya çalıştım. Amacım doğayı tanrılaştırmak değil tabi ki. Panteizmle bir ilgisi yok. Doğa ile karşılıklı ve zorunlu bir ilişkimiz olduğu açısından yaklaşıyor ve örnek veriyorum.

Sonuç :  Kalıcılık başlı başına çok önemli bir olgudur. İnsana ait her alanda, eğitim, sanat, siyaset, devletler arası, insanlararası ilişki ve iletişimde ana unsur olması birlikte kalıcı olmanın sürdürebilirliğini keşfetmemizi sağlayacaktır.

Özkan Salman

28 Mayıs 2013 Salı

3.dünya savaşı (savaşları)

Birinci ve ikinci dünya savaşı gelişmiş dünya ülkelerin kendi aralarında yaptıkları savaşlardı.
Üçüncü dünya savaşı ise gelişmemiş, gelişmek istemeyen( geliştirilmesine izin verilmeyen) ülkeler arasında olduğu gözlenmekte.
Birinci ve ikinci dünya ülkelerinin savaşları geçen yüzyıldaydı.
Üçüncü dünya ülkelerin kendi iç savaşları halen devam ediyor.
Şeytanla, melek kılığına girmiş iblis anlaşmış 3. dünya savaşını çıkarmışlar. Şeytanlar silah üretiyor, Melek kılığındakiler ise ilaç taşıyor. Arada tohumları saklamış ve ellerini oğuşturup müşteri gelmesini bekleyen simsar kılığındaki sansarlar.
Çok garip bir tablo oluştu. Bu dünya portresini hangi ressam çizebilir acaba ? Picasso, Vinci mi ? Yoksa "Bana mutsuzluğun bir resmini çizebilir misin " diye sorabileceğimiz Abidin Dino mu ?

Bu iç savaşlar hep mi vardı da biz mi bilmiyorduk ?
Yoksa bu kadar değil miydi de soğuk savaşta görev alanlar(casuslar) eski görevlerini bırakıp canları sıkılmasın diye yeni görevlere başlayıp her yerde cirit atar mı oldular ?

James bond ilk bölümlerindeki soğuk savaş figürünü bırakmış dünya barışını korumak için (süpermeni saf dışı bırakıp ( süpermen de bencilin biriydi sadece kendi şehrini koruyordu, diğer dünya umurunda değildi)) her heryerde ping atmaya başlamış. Dünya barışını korumak mı yoksa karıştırmak mı tam anlayamadım.

Filimle gerçek bu kadar zıt olabilir mi ?

Dünyada ki bu kötü tablonun adı " Medeniyetler çatışması" denilse de  " İç savaş çatışmaları " adı daha doğru  duruyor.

Dönemini kapatmış bir Birleşmiş Milletler yerini Birleşmiş Medeniyetlere bırakma zamanı geliyor galiba.

Dünya şu an çok garip olarak, vahşet, hüzün, komik olan herşey aynı anda ve içiçe geçmiş halde yaşanıyor. Sıra yok, tarih yok. zaman ve mekan sınırı yok. İyi ve kötü olarak tüm bilgilere hızlıca ulaşmamızın şu an yaşanılanları bu hale getirdiğini söylemek mümkün. bir tık savaş haberi, yorumu, gelişmesi bir tık komik insan ve hayvanlar bir tık.,,,, sihirbazlık gibi ne dilersen dile benden savaş mı barış mı, zenginlik mi kıtlık mı tıkla görüş ve duyuş alanına gelsin ama etkide bulunamazsın. Bunu yapmak istiyorsan bir iki milyarcık insanın seninle aynı düşünceyi paylaşmanı sağlamalısın, bunu başarırsan her tıkladığına etki edebilirsin. Ama dikkat kötü olursan bu geri teper, iyi olursan kötülükler biter.  

Sonuç : Yolculuğumuz tıklama (ing: clik) çağına gireceğimizin sinyalini veriyor. Soğuk savaştan kalan bir kişinin veya az sayıdaki kişilerin kırmızı düğmeye basma yetkisini kaldırmak üzerine.
   

Doyum (şiir)

Yavaş yavaş yemeğimi yedim,
Ağır ağır türk kahvemi içtim,
Rahat bir koltuğa gömüldüm,
Derin derin bir uykuya daldım.

Şeytanlarla, iblislerle savaştım,
Cinleri, perileri, kinleri kovdum,
Hayaletleri, hortlakları savurdum
Meleklerle birlikte arşa uzandım,

Cahilliği, kötülüğü, zulmü bitirdim,
Bilgelik, iyilik, dayanışma getirdim,
Adaleti, ahlakı, hakkı savundum,
Aşka, sevgiye, saygıya doydum.

Boşlukta uçtum, suda yüzdüm,
Dağları geçtim, çölleri aştım,
Ormana daldım, uzaya baktım,
Aşkımı buldum, doydum, doydum.

Yavaş yürüdüm, rüzgarı dinledim,
Ağır ağır çıktım, evreni seyrettim,
Torunumu sevdim, hep şükrettim,
Doydum, hayata gözlerimi yumdum.

Özkan Salman

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Doğa ve İnsan (Bilgi'nin İzinde)

Bir Deyim

"Dağ fare doğurdu." Deyiminde anlatılmak istenen büyük bir beklentiden ufak bir sonuç çıkmasıdır. Bu deyim yaşantı içerisinde şaşkınlığı anlatmak adına güzel bir yorumdur. Dağ büyük fare küçüktür. Dağın bir fare doğurması değil, bir fil veya balina doğurması beklenirdi değil mi ? Bu deyime farklı açıdan bakalım, Büyük bir cansız kütle küçük bir canlı kütlesi doğurdu dersek anlam tamamiyle değişir. Büyük dağ küçülür, küçük fare büyür. Dağ fare olur, fare dağ olur.

Yasaların Uyumluluğu

Doğa yasaları, insanlık yasaları, bir ülke anayasası, bir grup,birlik, insan kuralları, prensipleri olarak tümünü ortak noktada buluşturulabilir miyiz ? Evrendeki tüm yasaları bir formülle açıklayabilir miyiz. (bakınız " Her şeyin teorisi, sicim teorisi, higgs bozonunun formülde tam gerçekte ise kanıtlanmaya çalışılan teorisi).

Suçun Kaynağı

İnsanlar tarıma başladıktan sonra binlerce yıl köleliği kabullendiler veya öyle olmaya zorlandılar. Yeter artık demeleri neden bu kadar uzun sürdü. Yüz elli yıl önce kölelik ülkeler yasalarında kaldırılması ancak kesinlik kazandı. Neden bu kadar geç oldu. Adalet neden geç geliyor. Özgürlüğün yapımızda olması doğadan geliyor. Bir canlının var olması için mekan genişliği ve nüfus yoğunluğu çok önemlidir. En az yeri en çok nüfusla  boyutlarına göre bakteri gibi küçük canlılar kaplamakta. Onlar da belli bir kalabalığa ulaşıp alanlarını genişletemezlerse ölürler. Neden, tüketecekleri kalmaz, atıkları mezarları olur.

Suçlarımız, kötülüklerimiz tarihte doğa açısından ne ifade eder. Sadece toprağı eşeleyen fare kadar değerimiz var mıydı ona göre. Hep ondan işaret bekledik. Varlığımızın kaynağını ondan aldığımızı öğrenmiştik Nefesi ondan alıyorduk, besini, suyu ondan alıyorduk. Avlarımızı o veriyordu. Bize kızarsa deprem, sel, kıtlık gibi işaretler veriyordu. Bizi severse bolluk, bereket yılı sunuyordu. Zamanla şunu gördük. Kızgınlığı sevgisinden fazla idi. Çünkü hepimizi ölümle cezalandırıyordu. Bu en büyük ceza idi bizim için. Sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluyorduk. Her birimizin sonunun öyle olacağını öğrenmiştik. Suç ve kötülük avcılık genlerimizde saklı hala. Avcılık doğamızda olan ve hala onu kendimize, birbirimize zarar vermeyecek hale getirmekle meşguluz.

Suçu ve kötülüğü Önlemenin Yolu

Tarihte çiftcilerin savaş ilan ettiği veya saldırganlığına dair bilgiler var mı, pek yok, mevcut olanlar savunmaya yöneliktir. Saldırılara veya kötü yönetimlere karşıdır. Eski mısır yüzlerce yıl tarımını yaparken firavununa itaat etti. Tarihteki kölelik neden uzun döneme yayıldı. Tarım ve hizmet eden bu kitle avcılık dürtüsünün bastırılmasının sonucu mekana ve ilişkilerin sınırlılığını kabullenmekle özgürlüğünün sınırlarını çizmiş olmakla itaatkar olmuşlardır. Değişkenin ve zorlukların olduğu bu yaşantıdaki seçimini tarım ve hizmete adayanlar, sakin ve uyumlu bir yaşamı seçerken yönetilmeyi de kabullenmiş olmaktadırlar. İster bir sahip, ister bir kral isterse bir sistem(devlet). Tarih bize insanoğlunun avcılıktan tarımcılığa geçişindeki birbirine yaptığı kötülükleri anlatıyor. Her konudaki yeni gelişime giren toplumların avcı kimliğine girerek eskileri değişimlere zorlamalarının gerçek öykülerini sunuyor. Yanlış uygulamaların kötü denemelerini gösteriyor. Suçlu ve kötü olayların günümüze gelmesi vahşet ve dehşet şeklinde yaşanması büyük bir işaret fişeği olarak tarihe yansıyor.

Tarımcılık hala devam ederken avcılık tarzını değiştirerek devam ediyor.Azalan avcılık yanımız nasıl hortluyor peki günümüzde. Suç işleyerek. birbirimizi aldatarak kanunlara uymayarak, ülkesel ve ülkelerarası kanunları hiçe sayarak avcılık dürtümüzün baskınlığın etkisinde kalıyoruz. Sakin ve basit yaşarken para, mevki, çevre güçlerine sahip olduğumuz kararına varınca, buyrun size gaddar, zalim, hırslarının esirindeki bir avcı ruh,dna. Dünya bana zalim ben sana zihniyeti. Bu duyguları yaşayıp zarar görmeden, zararlı olmadan kenara çekilenlere, çekilebilenlere ne mutlu.

Kaynağı avcılık dürtüsüne dayanan tüm suçları önlemenin yolu onu tarım veya tarım zihniyetinin olgunluğuyla uyumlulaştırmaktır. Mahkumları planlı programlı bir şekilde tarım ve zihniyeti ile rehabilite (insanı ölçülerle) etmek gerekir.

Eğitimimiz, bilgi ve meslek vermenin yanında, zararlı avcılık zihniyetini bilip tarım zihniyetinin erdemliliğini düşünce ve davranışlarda yansımasını sağlamak şeklinde olmalıdır.

Adaletin Hızı

Biz insanlar doğanın yasaları ile toplum yasalarını uyumlu hale getirme konusunda hala emekliyoruz.

Tarihin belli dönemlerindeki bireysel ve kitlesel yaşanılan korkunç ve dehşet olaylar bir sinyal olarak zaman ve mekanda asılı kalıyor. Sonraki dönemdeki yaşayanlar için işaret fişeği haline geliyor, ateş düştüğü yeri yakarken tarihe girmesi için ateş kıvılcımlarının fişek haline dönüşmesi zaman alıyor. Bu eski tarihlerde daha uzun ( binlerce yıl) yakın tarihlerimizden itibaren orta (yüzyıllar) bugünlerde ise yıllar haline geliyor. Gelecekte aylık, günlük ve nihayet saatlik hale gelecek. (Adalet hızlı olacak)

Avcılığın genlerimizde keşfetme, öğrenme, merak ve mücadele etme şeklinde devamının yollarını arıyoruz. Doğanın içindeyiz ama onun kurallarına göre yaşamamızı şekillendirmekten uzaklaşmak istiyoruz. Sonucu(ölümü) değiştirmek üzerine bilgimizi kullanmaya çalışırken bilgi bizi uzaya doğru itmekte.

Doğanın verdiğini biz yapmaya çalışıyoruz ona bağımlılığımızı azaltma planlarımızın parçası haline geliyor. Nüfusumuzun artması tüketim konusunda bizleri kafası karışık, kararsız ve çekimser hale getiriyor. Şimdilik atıklarımız  bize değil doğaya zarar veriyorken doğa bize yansıtmanın birikimini yapıyor.

Bilgi Çağı

"Dağ fare doğurdu" " Bu mucize nasıl oldu"

Eğer yeni olguları açıklayacak yeni kelime ve deyim bulamıyor, ekleyemiyorsak o zaman mevcut kelimeleri farklı açılardan yeniden yorumlamaya mecburuz demektir, bu da bizi yeni kelimeleri oluşturmaya yöneltecektir. Olay, yorum ve sonuç döngüsünde, bilginin gelişiminde...

Özkan Salman





14 Mayıs 2013 Salı

Serbest Piyasa Ekonomisi Kritiği

Birinci dünya savaşına kadar serbest piyasa ekonomisi tüm dünyaya yayılma ve yerleşme dönemlerini ana hatlarıyla tamamlamıştı. Yeryüzü nimetleri keşfedilmiş ve kullanılmıştı. Sıra yeraltı enerji ve madenleri çıkarmaya ve serbest piyasaya sürme zamanı gelmişti.

Hala bu süreç devam etmekte. Yeraltı zenginliklerine sahip ülkelerin yönetim sistemi eski olup yeni dünyanın serbest piyasa ekonomisine girmekte zorlanıyorsa. Onu ikna etmek nasıl olacaktır. Doğu ve batı girişimciler onu nasıl dünya piyasasına sürecektir.  Önce kapalı kapılar arkasında, basına kapalı, gizli anlaşmalar yapılmaya çalışılacak. İhaleler, anlaşmalar, ilişkiler o kadar karışık hala gelecek ki artık dünya gündeminden saklanamaz olacaktır.

Orta doğu ülkeleri liderlerinin bu saklı anlaşmaları uzun süredir kötüye kullandıkları anlaşılıyor. Karasızlık, sözden dönme, ikili, üçlü oynama, anlaşmalara uymama keyfiyeti sonunda istikrarsız bir enerji pazarlama politikaları oluşurup serbest piyasa aktörlerini canını bezdirir. Onlarda merkezi hükümetlerine şikayet ederler. Yönetimlerde devreye girer. Olaylar gizli halinden uluslararası açık bir siyasi ve ticari çekişmelerin yaşandığı bir arenaya dönüşür.

Ortadoğunun son elli yıldaki sorunu budur. Hem halkını hem de enerji kaynaklarını yönetme başarızlığı. Yönetim sistemlerini yenileyememeleri yani demokrasiye geçememeleri ve serbest piyasa ekonomisine uyarlayamamalarıdır.

Serbest piyasa ekonomisi tüm dünya ekonomik sistemlerini altüst ediyor. Değişime zorluyor. Gücü yetmediğine ise siyasi aktörlerini devreye sokuyor şikayet ediyor. Oyuncağına ulaşmayıp babasına, annesine şikayet edip ağlayan bir çocuk gibi davranıyor. Sonrası malüm siyaset şartların olgunlaşmasını beklemeden filin züccaciye dükkanına girişi gibi olayı çözmeye çalışıyor ve günah keçisi haline geliyor.

Serbest piyasa ekonomisi tabiatında insanın temel ihtiyaçlarını nüfüsa göre hızla üretme ve pazarlama rekabetini taşır.

Üretimi yaparken önce insan ağırlıktayken şimdi otomasyona yönelmiştir. Elektirk, elektronik araçları kullanmaktadır.

Misyonu ortadadır. İnsanlığın tüketimini, yaşamasını kolaylaştırmak. Bunu yaparken rakipleriyle yarışmak ve durumunu sürekli kılmak.

Peki serbest piyasa ekonomisi neden kötü görünüyor ya da öyle algılanıyor.

Geçmişe ait tüm sistem, kültür ve değerleri hiçe sayıp silip süpürdüğü düşünülüyor.

Kendini tüm dünyaya kabul ettirmeye çalışırken her türlü siyasi ve askeri gücü kullanarak insanlığa yakışmayacak hatta lanetlenecek derecede zalimce davranması tarihe yansımış durumda.

Serbest piyasa kendini iyi kullanan kesimleri refaha kavuşturup, iyi kullanamayanlara karşı haksızca davranıyormuş gibi algılanıyor, yani adalet terazi olmadığı söyleniyor.

Serbest piyasa ekonomisinin temeli üretim ve pazarlama sistemleri gibi basit ve yararlı olmasına karşın kötü bir imajını hala üstünden atamamıştır. O da Amerikanın ilk keşfinden başlayıp tüm dünyaya yayılma sürecindeki serbest piyasa ekonomisinin insanlığa yaptığı olumsuz etkilerinin hala zihinlerde yaşıyor olması ve bu tutumunu devam ettiriyor havasındadır.

Serbest piyasa ekonomisi diyor ki, dünyadaki üretim şekli ve araçları bunların pazarlanma sistemleri artık değişecektir. Siz eski pazarlama ve yönetim sistemlerini kullanan ülkeler ya gönüllü değişeceksiniz ya da zorla değiştirileceksiniz.

Serbest piyasa ekonomisinin aşamaları,

1. Kuruluş ve gelişme (Doğası iyi olmasına rağmen çalışanlarına iyi olmaması tartışma yaratmıştı. Bakınız. Karl Marks)
2. Dünyaya yayılma. ( Amerikanın keşfiyle başlayan insanlığa zararlı etkileri.)

3. Dünyaca kabullenmesi ve uygulanması (Bugün bu süreci yaşıyoruz.)

Yarın.

4. Amacına uygun şekilde kullanılması ( Tüm Siyasi, sosyal ve kültürel yöntem ve sistemlerden ayıklanması sadeleştirilmesi.Amaç değil araç olması)

5.Standart ve prensiplerinin sabitlenmesi. (Devlet hizmeti altında kullanılması sağlık, eğitim gibi temel yapı içine girmesi)


Sonuç : Serbest piyasa ekonomisi, bir sistem, bir araçtır. Ona hakim olan ve kullananlarca iyi veya kötü olması belirlenir.

Özkan Salman