29 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 14

 Kalbimiz

Günümüzde kalbimiz yaşadığımız olaylara ve ilişkilere yetememektedir.

Sağlıksız beslenme, uykusuzluk, aşırı yorgunluk, kirli hava, gürültü, kalabalık, sıkışıklık, stres gibi önemli etken kalbimizi işleyişini zorlaştırmakta uzun ve sağlıklı yaşam konusunda dikkatlerimizi üzerine çekmektedir.

Kalbimizin çalışmasını kolaylaştırmalı ve ona destek olmalıyız. Öncelikle onun iyi ve rahat çalışmasına engel olmamakla başlamalıyız. 

Tutunmalarımızdan olan tutkularımız ve bağımlılıklarımız bizler için birinci sırada olsa da onların ayarında kalbimizin de iyi olmasını da hatırlamalıyız. 

Günümüzde yaşantılarımızda tutumlarımızın oluşmasında rol alan faktörler bulunmaktadır. Bu faktörlerin başında organlarımız gelmekte olup organları dışında tutumlar kültürün kazandırdığı faktörlerdir. 

Mide ile yaşamak, zihin ile yaşamak, cinsel organıyla yaşamak, kilo ile yaşamak, boy uzunluğu ile yaşamak, vücut çalışması ile yaşamak, güzel göğüs, güzel kalça ile yaşamak gibi başlıca birinci sırada tutulan organlar ve ben algısı bulunmaktadır.

Bizlerde sağlıklı ve uzun yaşama için zihnimiz, kalbimiz ve omurgamız ile yaşamak tutumunu başa almalıyız. Bu üç ana unsurdan sonra diğer organlarımızın sağlıklı ve iyi olmasına dikkat etmeliyiz.

Tutumlarını kültürden alan kişiler ise arabam ve ben, evim ve ben, eşim ve ben, işim ve ben gibi bir çok beden ve organ dışı tutumlarını kültürden almışlardır. 

Biz sağlıklı ve uzun yaşama yolcuları olarak sağlığım, insanlığım ve canlılığım üçlemesine dikkat etmeliyiz.

Sağlıklı ve uzun yaşama olanaklarının sırlarını felsefece araştırmaya devam ediyoruz.  

Kalbimize yardım etmeliyiz. Öncelikle onun iyi ve sağlıklı çalışmasını engel olmamalıyız. Sonra onun bu çalışmasına katkı yapmalıyız. 

Kalbimize katkımız uyku dışında bedenimizi bayılmış veya uyuyor gibi sabit ve durmuş halde bırakmayalım. sürekli hareket etmeliyiz. Ufak ve kısa hareketler böylelikle kanımızın bedenimizde dolaşımına katkı yapmış ve kalbimizin işini kolaylaştırmış oluruz. 

Zihinsel engellilerin sürekli aynı hareketleri yapmalarının nedeni reklesif hareket ile bedenin kalbin çalışmasına destek olması içindir. Kültür içinde engelli belli bir duruşta oturmaya zorlanmakta olduğu için veya kendi bedensel duruşu belli şeklide olduğu için kalp bedeni kendisine yardımcı olması için rekleksif olarak yönlendirmektedir. 

Sıralarda bekleme, bir işin olmasını bekleme gibi günümüzde çok bekleme anlarımız bulunmaktadır. O sıralarda odun ve direk gibi sabit beklemek yerine el, ayak parmaklarını oynatmak, kolları ve bacakları hafifçe esnetmek ve kasmak, göğüsün içeri çekip bırakmak, başımızı sağa sola ileri yukarı aşağıya doğru dikkat çekmeden ağır çekimde oynatmak, kendimizde,  başkaları tarafından "zihinsel engelli galiba" önyargısını oluşturmalarına neden olmadan  küçük ve kısa tüm hareketleri denemeliyiz.

Bulunduğumuz ortam ve mekanlarda oksijen durumunu, rüzgar akımını, sıcaklık oranını ve ufak, büyük kazaların olmasına neden olabilecek şartları kontrol etmeliyiz. Bu gibi dikkat edilecek konular sadece kendimiz için değil toplu yaşamamızın gereği diğer kişiler içinde gereklidir.

Azalan göz kırpma ve yutkunma reflekslerini zihnimizle hatırlayıp sık sık uygulamalıyız.

Uzun izleme ve dinleme faaliyetlerinde bedenimizin durgun ve donuk olmasına izin vermemeli bedenimizin içsel kıpır kıpır hareketini devam ettirerek kalbimize destek olmalıyız.


..............

24 Ağustos 2021 Salı

Yaşam Döngüsü - 13

 Uzun ve sağlıklı yaşama yolunda belli bir başlangıç yapmış bulunmaktayız. 

Başlangıç evresinde bazı özelliklere önem vermeli ve sindirmeliyiz. 

* Özgürlük 

Kendimizi en azından fiziksel ve zihinsel sınırlarımızı esnek hale getirme, bilinçli olmaya çalışma, davranışlarımızın sorumluluğunu taşıma gibi temel kişisel karekteristik özelliklerini edinmeye çalışmalıyız. Bağlantılarımızın, etkinliklerimizin, ilişkilerimizin şeklini, şartlarını ve sınırlarını belirleme özgünlüğünü ve yetkisini taşımayı sürdürebilmeliyiz. Tüm iyi ve gerekli özelliklere sahip olup onu kullanabilmemiz kendimizi tanımamızla olanaklı olabilir.

* Yönelme ve tutum

Bakış açımızın yönünü, tutumlarımızın biçimini şimdi ve gelecek açısından geliştirici özelliklerde olmasına çaba gerekmektedir. 

* Ana konu "rotamız"

Amacımızın ve hedefimizin ana konusuna başlangıç, duraklar ve dönüş şeklinde zihnimizi hazırlamamız gerekmektedir. " Sağlık olsun " " Allah uzun ömürler versin " deyimlerindeki olumlu sonuç dileklerinin basit olmadığının, her fiziksel ve zihinsel etkinliklerin yolu sağlıklı ve uzun yaşamaya doğru ilerlemekte olduğu ve bu konuda sonlanmakta olduğu görülmektedir. 

Bedensel ve zihinsel her nerede, her ne konuda ve nasıl bir etkinlik yapılırsa yapılsın sonunda bedenimizin ve zihnimizin son  konusu rotamıza yani uzun ve sağlıklı yaşama ulaşmaktadır.

*Yaşam basıncı

Yaşam basıncını dengede tutmak amacında ürettiğimiz tüm bedensel ve zihinsel enerji potansiyelinin ne tümünü harcamalı ne de tümünü tutmaya çalışmalıyız. Üretilen potansiyelin yeterli bir kısmını harcamalı ve gerekli olduğu oranda da yaşam basıncı olması için bedene ve zihne geri vermek üzere sakinleşmeli ve durgunlaşmalıyız (dinlenme hali ).

............

23 Ağustos 2021 Pazartesi

Yaşam Döngüsü - 12

 Olasılıklar

Canlılık ve doğa sınırsız olasılıklar taşıyan kozmolojik işleyişin kendisine olacak zararını en aza indirmek için kendi oluşum, gelişim, dayanıklılık, sürdürebilir olma, büyüme, uzun süre varlığını koruma ve yayılma olasılık ve olanaklarını arttırmaya çalışmaktadır. 

Bizler de mekan ve zaman yönünden nerede ve ne zaman bulunmalarımızı gözden geçirmeliyiz. Her yerde ve her zaman bulunmaya çalışamayız.  Her mekanda bulunma ve zamanı göz ardı etme lüksümüz bulunmamaktadır. Gençlerin bu konularda özen göstermemelerinin nedeni yaşamaya ve tecrübeye ihtiyaç duymalarındandır. 

Sağlık ve uzun yaşama araştırmamızı kırk yaş ve üzeri üzerine yapmamız üzerine gençlik ve öncesi bizim için gözlem ve inceleme alanımızdır. Yaşamaya ve tecrübe etmeye ihtiyaçlarımızın azaldığı ve belli bir seviyeye gelmemizle birlikte öngörü ve önyargıların çoğaldığı yaşlarda bulunmaktayız.

Öngörü ve önyargılarımız çelikten ve taştan olmamalıdır. Yanlışlama veya doğrulama testlerinin sonucunda kırılgan veya kırılamaz bir yapıya evrilmelidir.  

Olasılıklar için ne imkansız ne de değişmez doğru teşhisi koyamayız. 

Olasılık, mekan ve zaman gibi kendisi bir önemli unsurdur. 

Olasılık, uzay ve zaman gibi tam çözülmemiş ve ucu açık bir kavramdır. 

Bize gerekli olan kendimizin sağlıklı ve uzun yaşama olasılıklarını mekan ve zaman yönünden değerlendirmektir. Kendimiz ve çevre ile olan hangi mekan ve hangi zamanda oluşacak ilişkilerin olasılıklarıdır.

İlerlediğimiz zamanda, ayrılan yolların nerelere gideceği olasılıkları.

Alacağımız kararların bizleri yaşamda hangi olasılıklara sürükleyeceği.

Seçimini yapacağımız olasılıkların sonuçlarının neler olacağı.

Kabul ve red etmelerimizin bize getireceği iyi ve kötü olasılıkları. 

Tüm olasılıkların sonuçları önemli olursa yaşamımızı etkiler, önemsiz olursa birer tecrübe olurlar.

Sağlıklı ve uzun yaşamanın bir çok yolu ve olasılığı bulunmaktadır. Bir reçete ile veya bir standart bilgi ile olasılıklar sınırlandırılamaz. 

Olasılıkları ciddiye almalı onları önemsemeliyiz. 

Geçmişte olasılık değişkenleri günümüze, günümüz olasılıkları geleceğe etki eder. Fakat biz bugün ve geleceğin olasılıkları üzerine durmalıyız. Geçmişte durulan her olasılık bizim için günümüze ve geleceğimize etki edebilme potansiyeline sahip olmalıdır. Günümüze ve geleceğimize etki etmeyecek geçmiş olasılıkların üzerine durmak bizi oyalar ve yorar. 

Yeryüzünde mekan geniş ve zaman döngüsü ise sonsuzdur bizim algımıza göre.

Mekanı ve zamanımızı seçmeye dikkat etmeliyiz. Kendimizi, mekanda bulunmaya ve zamanı seçmeye hakkımız bulunmaktadır ve bunu kullanmaya, dikkat etmeye önem göstermeliyiz.

Canlılık mekanda ve zamanda volkanik bir patlama ve dev okyanus dalgaları gibi yeryüzünde ilerler iken bizler de bu patlamadaki ve ilerlemedeki yerimizi ve zamanımızı belirlemeye çalışmalıyız.

.................

 

19 Ağustos 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 11

 Heyecan

Heyecan duyguların kabarmasıdır. Duyguların yaşanması sırasında hızla ve yoğun şeklide artması, karışması, bedenin hangi duyguda süreceğine karar verememesi, aklın ise o anda hangi tavır halin olmayı, hangi duruş ve tutum belirlemesi gerektiğini seçememesidir. 

Heyecan halinde iken beden yaşam basıncını biriktirmek için fırsat yakalar ve onu kullanır. Çünkü heyecan, bedenin enerji üretip de tüketemediği veya daha az tüketebildiği anlardır. Heyecan yaşayan beden büyük bir enerji birikimi yapar ama eyleme geçemez veya çok az oranda geçer. 

Heyecan duyguların zirve yapma halidir. 

Dört ana duygudan biri olan öfkenin zirve yapmış ve heyecandan titreyen bir beden ve zihni kısaca inceleyelim. 

Öfkeli halde iken, bedende ve zihinde öfke birikir ve birden patlamaya, eyleme doğru yönelir. Bu duygu biriktirilmesi ve hızla yaşanması bedende olağanüstü bir alarm verir. Saldırmaya, harekete yönelmeye doğru bir enerji birikir. Belli bir birikimden sonra enerji eyleme geçerek beden tarafından fırlatılmaya hazırlanır, bunu nesne, ses ve fiziksel hareketle yapmaya yönelir. Bu yönelmeyi durdurma çabaları da oluşacaktır. Kendisine yönelinilmiş olan hedef kendi engel koyabilir. Çevredeki kişiler tarafından engellenebilir. Bireyin kişilik özelliği ve düşünme, mantığı ve sağduyusu, kendini tanıyorsa, yeterli olduğu ölçüde engelleme yapabilir. Yapılan tüm engellemeler üretilen enerjinin bedene dönüşünü yaşam basıncı olarak yapar. 

O nedenle " Vur dedik, öldür demektik " deyimi. Öfkenin birikmiş enerjisinin adil davranma özelliğini, mantığa, akıla dayanarak yapılmadığını göstermektedir. 

Kin duygusu ise üretilmiş öfkenin saklanması ve ileri de kullanmak üzere hafızaya alınmasını işaret eder. Kin hafızada bekledikçe sahibine zarar verir. " Keskin sirke, küpüne zarar verir " atasözündeki gibi. Kin kişinin ruhsal sağlığını onu taşıdıkça bozar ve kişi sonunda varlık nedeninin bu enerji ve kullanılması üzerine olduğu sanısına ve inancına doğru ilerler. 

Yüzüklerin efendisi filmindeki gibi sihirli yüzüğü arkadaşını öldürerek almış olan karakter bu yüzüğün kendisine gün geçtikçe zarar verdiğini ve yaratığa dönüştüreceğini anlayamayacaktır.

Heyecanın oluş nedenleri

* İlk yaşantı şeklini tecrübe anlarında.

Çocukluktan yetişkinliğe kadar fiziksel ve zihinsel olarak yaşların getirdiği zorunlu yaşantıların ilklerinde heyecan duyulur. Zaman ve mekan algılarında heyecan duyulmaktadır. Yaşlar ve ilk gidilen mekanlar gibi. Tüm ilklerde, az veya çok heyecan oluşmaktadır.

* Bedensel ve zihinsel zarar verme ve görme riski taşıyan yaşayış şekillerinde.

Her yaşta kazanma ve kaybetme, birlikte olma veya ayrılma, amaçların gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi, başarıların olması veya olmaması, kabuller ve reddetmeler gibi. 

Heyecanlar yaşam basıncını beslemektedir. Uzun ve sağlıklı yaşam için gereklidir, fakat büyük risk içiren heyecanlar bedensel ve zihinsel yapıya zarar verdiği için alınmamalıdır. Bedenimizin ve zihnimizin olumsuz etkilenmeyeceği orandaki heyecanlar alınabilir. Heyecan her konuda oluşturulabilir bu kişinin tecrübe, hayal gücü ve öngörüsü ile ortaya konabilir.  

Kapitalizm mutluluğun anahtarı olarak heyecanı sıkça kullanır. Bir heyecan makinesi olan gençleri heyecanla yönlendirmek ve ikna etmek daha kolaydır. 

Heyecanın temelinde bedenin ihtiyacı olan yaşam basıncının kaynağı olması bulunmaktadır. Beden ve zihnimiz heyecanla eylem öncesi duygu kabarmasını yaşarken kullanılacak enerjiden daha fazla üreterek enerji kullanımından artan ve kullanılmamış enerjiyi kendisine tekrar alır. Bu fikirden beden ve zihnimizin fizyolojik ve psikolojik dışardan enerji kazanımından çok kendi ürettiği fazla enerjiden arttırarak dönüşmüş olan enerjiyi tekrar kendisine katmasıdır. Bedensel ve zihinsel enerji üretme, arttırma ve bir kısmını harcama, harcanmayan bir kısmını geri kazandırma yolu ile tam bir güneş gibi çalışmaktadır. Bu fikirden de canlıların enerjiyi oluşturma ve geri dönüşümünü sağlama yönünden minik bir güneş temsili olabilecekleri düşüncesine ulaşabiliriz. 

Minik bir yıldız gibi çalışma sistemimiz var ise neden ömrümüzü sağlıklı ve uzun hale getirmeyelim. Yeter ki bu potansiyelimizi keşfedelim ve öğrenilmiş çaresizliğimizi aşalım.

Böylelikle doğanın kaynağının güneş, güneşin kaynağının da evren olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk.

Heyecanın yaşamımızdaki oranı azalması bedenin ve zihin yaşam basıncını biriktirememesine ve kendisini yenileme için önemli bir olanaktan yoksun kalmasına neden olmaktadır. 

Büyük risk taşımayan heyecanlar sağlıklı yaşam için gereklidir.  


.............

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Yaşam Döngüsü - 10

 Duygularımız

Duygularımızın oluşmasında iki önemli faktör bulunmaktadır.

1. İçsel Etkenler

Bedenimizden gelen etkilerle oluşur duygularımız. İtkilerden başlayıp duygularda tamamlanan bir süreçtir bu. Bedenimiz besin, su, mineral ve oksijen alımlarını sentezleyerek tüm hücrelerini beslemek, onarmak, korumak ve bunların devamını sağlamak için ısı ve enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Kanın hızla tüm hücreye yayılması, kalbin buna olanak vermesi, midenin ve sindiriminde kaynak sağlaması sonucunda başlangıç gelişme ve tamamlama aşamaları için bedenin bütünsel olarak bu çalışmaya katılması gerekmektedir. Bunun için itkilerden başlayan ve duygularda biten hareket ve enerji potansiyelinin son basamağı duygular bizleri bu sürece göre hareket etmeye ve tutum almaya zorlarlar biz farkında olmadan. Bedenimizin bizi yönlendirerek  (bir çok etki çeşidi ile)  ve bizim bunun farkında olmadan duygulanmaları yaşayıp ve eyleme geçmemize neden olduğu söylenebilir.

2. Dışsal Etkenler

Duygularımızın çevre, toplum tarafından olumlu ve olumsuz etkileriyle oluşması ve devam etmesidir. 

Örnek olarak öfkelendiğimizi ele alalım. 

Öfkemizin kaynağının içsel mi yoksa dışsal mı olduğunu nasıl anlarız. Tabi ki kendimize sorular sorarak.

Neden öfkeliyim ? Sihirli sorusunu sorar ve cevap ararsak bu duygunun içsel mi yoksa dışsal mı olduğunu verileri değerlendirerek bulabiliriz. Bir duyguyu yaşarken onu incelemek zordur. Çünkü duygu yaşamak üzerinedir. Onu zihinle incelemek ise onu yaşamayı durdurmaya çalışmaktır geçici de olsa. Burada ikilem vardır. Yaşamak mı yoksa onu değerlendirmek üzere dondurmak mı. Öfke duygusunun içten mi dıştan mı olduğunu bu duygu geçince anlamak daha kolaydır.

Önümüzde bir duygu yaşanmışlığı bulunmaktadır. Onu detayları ile masaya yatırarak inceleme altına alınabilir. Kendimizi tanımamız halinde bu duygunun içten mi yoksa dıştan mı geldiğini kolayca anlamaya başlarız.

Duygularımızın içten mi yoksa dıştan mı olduğunu anlamak bize fayda sağlar.

İçten gelen duyguların bedensel olduğunu anlarsak kendimizi (fiziksel ve duygusal) tanımamızda bir adım atmış oluruz. 

Dıştan geliyorsa, ilişkilerin ve tüm olasılıkların taranması gerekmektedir. Bu durumda kendimizin  çevre, toplum ilişkilerini gözden geçirmemiz anlamına gelmektedir. İnceleme ve araştırma sonuçlarında ise yeni kural, karar ve ilkelerimizi oluşturmamız gerekmektedir. 

Konusunda uzman kişilerden de yardım almamız gerekebilir. Duygularımızın bize stres, sıkıntı ve bulanım olarak dış etkenlerin bir etkisi olarak olduğunu saptamamız bu konuların uzmanlarca değerlendirmesi tekerleği tekrar icat etmeye çalışmamızı veya Amerika kıtasını yine keşfetmeye çalışmak gibi sıkıcı ve yorucu uğraşlardan koruyabilir.

............

Yaşam Döngüsü -9

 İkinci Yaşam Döngüsüne Yönelme ve Hazırlıklar

Yönelim

İçimizdeki enerjiyi tutmak ve basınç miktarını arttırmak amacında olmalıyız. 

Çocuklara bakınız, en iyi örnekler onlarda. Bizim gibi akıcı ve hızlı konuşmak istiyorlar. Fakat yapamıyorlar, çünkü enerji var deneyim ve bilgi yok. İstek var fakat beden yapısının uygulama, pratik eksiliği var. Potansiyel var, eylemler ise eksik ve yarım kalmakta. 

Çocuklar, gençler ve yetişkinler gibi rahat ve akıcı konuşamazlar. Çünkü bedenleri mevcut enerjisini bunun için harcamaya alışkın değil. İlerleyen zamanla eğitim ve öğretimle onların bu alışkanlığını edindirmeye çalışıyoruz. Doğasıyla bulunan saf bedenin içinde saklı duran kültüre yatkınlığını aralıklı ve uzun bir süreçte toplum için ortaya çıkartıyoruz. Yani bedenindeki gizli kalmış bir özelliğini büyük bir çaba ile ortaya çıkarıyoruz eğitim ve öğretimle. Bu süreç uzun ve zorludur. 

Belli bir yetişkinlik yaşında da aynı yöntemi kullanabiliriz. Çok konuşmak isteyip de az konuşarak, çok hareket etmek isteyip de az hareket etmek gibi. Zihnimizin bedenden toplum standardı enerjisinin akışına baraj oluşturmak. Olanaklarımızın elverdiği fakat yapmadığımız veya azını, belli miktarını yaptığımız eylemlerimizin arta kalan kısmını tekrar bedene aktarmak. Bedenin potansiyeline artı değer oluşturmak.

Yönelme - 100 enerji potansiyeli    Eyleme geçen miktar - 50  Bedene dönen enerji (Basınç) -50 şeklinde  bir örnek verebiliriz. Önce potansiyel bir enerji oluşturup sonra bu enerjinin belli bir oranının kullanarak kalan potansiyel enerjinin bedene iadesi şeklinde. Bunu başta çocuklar, gençler ve yetişkin öncesi bireyler yapmaktadır. Buna enerjinin basınca dönüşmesi ve bedene iadesi olarak alabiliriz. İlerleyen yaşlarda bu refleksif hareket azalmakta bedenin basınç oranı düşmektedir. 

"İçimde uhde kaldı, istedim yapamadım " gibi deyimlere olumlu yaklaşmalıyız. Çünkü yaşanan tecrübelerde beden ve zihnimizin ürettiği enerji tüm den tüketilmemiş olup beden ve zihne basınç enerjisi olarak geri dönmüştür. Bu durum beden ve zihnin ihtiyacı olan bir olaydır. Eğer tüm ürettiğimiz beden ve zihin enerjisini tümden tüketirsek bu hal bizlerde büyük bir boşluk, yorgunluk ve hiçlik ruhsal hale sürükler. Bu olayın tam tersi de aynı kötü etkiyi yapar, ürettiğimiz enerjiyi hiç kullanamaz veya çok az kullanabilir isek (Nihilist ve yılgın gençlik).

Toplum kültürel yapısı aslında bizlerin  kendimizi tümden tükenmekten korumaktadır. Freud'un iddiası olan bilinçaltımızın tatmin edilememesi bizde mutsuzluk yaratmaktadır tezi, eğer bilinçaltımızın tüm isteklerini tamamı ile tatmin etse idik beden ve zihin olarak büyük bir boşluk içine girerdik. Buradaki denge bilinç altımızın etkilerini uygun ve oranda zaman ve mekanda yeterince yaşamaktır. Yaşayışımızdaki mutsuzluk kaynaklarımızın nedenlerini bilinçaltımızda değil, yaşadığımız çevre ve ilişkilerde, kendimizi tanımamızda aramalıyız. Bilinçaltımızdan gelen veriler canlılığın temel unsurlarıdır, onların kültürel yapı içinde sağlıklı yönetilememesi ve işleyiş sürecindeki itkiden akıla olan ilerlemesinde sıkıntılar oluşması, tıkanıklık yaşanmasıyla mutsuzlukların oluşma durumu olabilir. İtkiden başlayan bir kıvılcım sağlıklı olarak zihne, akıla ulaşınca  yaşam döngüsü tamamlanmış ve sağlıklı işlemektedir diyebiliriz. 

İtkiden akıla ulaşan veya ulaşamayan bilmediğimiz canlılığın temel yapısına ait bir çok bilgi bulunmakta iken şu an bize gerekli olan ve aklımızla zihnimizle kavrayabildiklerimiz bireysel ve toplumsal yaşamın insanca ve doğa ile aynı yönde olan akışa ilerlemesine şu an için yeterli olabileceği tezini oluşturulabiliriz.

Bilinç altı süreçleri biliyoruz. En altta canlılığın temel aksiyonu itki, itkinin büyümesi ve hızlanması ile dürtüler aktif olmakta dürtülerin büyümesi ve artması ile güdüler devreye girmekte, güdülerin sağlıklı olması ve durgunlaşması için insanda duygular oluşmaktadır. Duyguların da sağlıklı ve sürdürebilir olması içinde akıl, zihin, mantık, düşünme devreye girmektedir. 

Aklın ve zihnin gelişmesi, büyümesi ise çalışma sınırlarına ilerlemekte ve geriye yani içinde bulunulan kendini tanımaya, çevreyi, toplumu, doğayı, canlılığı öğrenmeye ve gelişmeler ile kozmolojiyi de takip etmeye devam etmektedir.  Ve belli bir uzmanlığa ilerlemektedir akıl. Uzmanlıkla sınırlarını belirlemektedir. 

Sanat, bilim, felsefe, inanç, iş, hobi gibi bireyin uğraşmaktan keyif aldığı ve yetisinin uygun olduğu alanda ömrünce zaman geçirmekten bıkmayacağı uzmanlaşma sürecini geliştirmeye devam edeceği şeklinde sürmektedir.    

Güneşin çalışma yönetimi olan enerjiyi en uygun ve büyük potansiyeline çıkarıp birden bu potansiyele baskı uygulayıp kendinde koruması ve basınç olarak kendinde tutmasıdır. Bu eylemden kaçan enerjinin uzaya yansıması şeklinde bir uzun bir devinimi bulunmaktadır. 

Bedenimizden çıkmaya hazırlanan enerji potansiyelini baskılayarak çıkan enerjiyi azaltıp geri kalanını tekrar bedenimize yönelterek enerjinin basınca dönüşmesini sağlayabiliriz. Buna örnek, kızıp da eyleme geçmemek gibi. Hızlı ve uzun bir yürüyüşe çıkma potansiyelini içimizde hazırlayıp bize yeterli ölçüde bir yürüyüşü gerçekleştirmek gibi. Burada önemli olan nokta bedenimizi kandırmamaktır. Bedenle anlaşarak bu uygulamaya yönelmek önemlidir. Diğer bir uygulama ise duygularımızı sonuna kadar yaşamamaktır. Sonuna kadar sevinmek, dibine kadar üzülmek gibi duygulanımları yaşamamaktır. Çok ve uzun sevinecekmiş gibi halden birden sevinci yeterli bulup diğer duyguya geçmek gibi. 

Duygularımızın akışına yön vermede bilinçli ve kendinde olmak ve duyguların ilişkilerimize olumlu yansımasını sağlamak. Huysuz ve geçimsiz bir duygusal ruh halini kimse istemez. Bu konuda en pratik sahipleri tiyatro ve film sanatçılarıdır. Onlar bir role hazırlanırken tam duygusal yükleme ve boşaltma antremanı yapmaktadırlar. Sahnede duygudan duyguya geçişlerinde hızlanan sesleri ve hareketleriyle tam bir çocuk performansı göstermektedirler. Biz izleyiciler onları izlerken birer çocuksu hareketler görürüz, etkilenmemizin nedeni ise söz ve hareketlerden sonraki gelen onlara verdiğimiz anlamlar sayesindedir. Sahnedeki oyuncunun hareketlerini izleyin ve kulağınızı duyamayacak kadar tıkayın ne görürüz. Şımarık bir yetişkinin çocuksu hareketlerini görürüz. Sözlerini tamamlayan rolleriyle bizler onlara anlam verdiğimiz için iyi bir tiyatro ve film izlemiş oluyoruz. 

Dört ana duygunun duygusal salınımını bedenimizde bulunmasına gayret etmeliyiz. Bunlar öfke, korku, sevinç ve üzüntü. 

Bu duygularımızı hem kendimiz için hem ilişkilerimizde faydalı halde kullanmamız gerekmektedir. Bedenimizin itki, dürtü ve güdü özellikleri duygularda birikmekte olup görünür olmaktadır. 

Duyguların bizde tükenmesi demek olan duygusuzluk hali geriye doğru eksilmelere ve yokluklara doğru ilerler. Duyguların eksikliği önce güdülerimiz azaltır, güdünün azalması dürtüleri azaltır, dürtülerin azalması da itkileri azaltır. İtki ile duygu arasındakileri ket vurmak sakıncalıdır. 

Duygularımızın taşmasını önlemek adına bir takım faydalı yönelimler oluşturulabilir. Sanat, inanç, bilim, iş, hobi gibi kişisel yeteneklerin aktif olunmasına yönlendirilebilir. Böyle olursa hem duyguları baskılamak ya da yok etmeye çalışma gibi yanlış bir yönelme durdurulabilir. 

Duygularımızı yaşamalı ama onların yanlış, zararlı ve kötü sonuçlara bizi ve çevremizi götürmesini de engellemeliyiz. "Öfkeyle kalkan zararla oturur." atasözü gibi olmamak için, öfkelenmeli ama fayda için olmalı. Haklı olunmalı. Dozunda olmalı. Dengeli olmalı. 

Bedenimiz duygularımızı aktif etmek için " incir çekirdeğini doldurmayacak " kadar basit olayları kullanabilmektedir. Bunu yaparken bir ölçeği, birimi, oranı bulunmamaktadır. Gerekli ölçüyü, birimi ve oranı mantığımız, zekamız ve sağduyumuz belirlemesi gerekmektedir. Duygularımızın kontrolünü ele almalıyız derken bunları kast etmekteyim. Duygularımızı baskılamayı, azaltmayı, yok etmeyi değil. 

Bedenimizdeki, azalan yaşam basınç miktarını, arttırmanın bir yolu olarak bu yöntemi kullanabilir miyiz. (Bakınız sayfa https://ozkansalman.blogspot.com/2021/02/basnc-uzerine-eytisimsel-dusunmeler.html 18. paragraf)

Bunu yapabilir miyiz ? Yapmamız halinde bize sağlığımıza olumlu ve iyi yansıma olabilir mi ? Nereden ve nasıl başlayacağız ?

.................

15 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 8

 Dengeli yaşamak

Kendimizi yani bedenimizin fiziki yapısını ve duygusal salınımlarımızı tanımamızla birlikte ilişkilerimizin oluşumu, gelişimi ve sınırları konusunda da bir denge oluşturmaya çalışırız.

Organizma, canlı ve insan olarak yaşamda dengemizi oluşturmanın standardı ve sabitliği bulunamaz.

Bunun nedeni köklerimizden gelen canlılığın temsilinde hareket etme, mekana ve şartlara uyum, zamanın içinde olma gibi bir çok önemli faktörün ve dıştan gelen hareket ettirme, mekan, zaman şartlarının parçalayıcı, ayırıcı ve dağıtıcı özelliklerinin bir arada bulunmasıdır. Bizler çok değişen, dönüşen devasa bir oluşumun içinde ufak bir parça halinde bulunmaktayız. İnsan olarak bu kaosa direnmemiz türümüzün işbirliği ve canlılıktan aldığımız ilkelerin bizlerde bir adım öne geçmesi sayesinde mümkün olmaktadır. 

İnsan olarak canlı yaşamının gelişmesi, büyümesi ve yayılması adına evrende her olasılığı deneyeceğiz. Canlılığın yapısında mekanda genişlemek, yayılmak ve varlığının devamı için her türlü olasılıkları deneme vardır. Dolayısı ile kimi insan gidilmiş veya gidilmemiş dağlara, denizlere, kıtalara ve uzaya gidecek, kimi insan o gidenleri yönlendirecek, kimi insan yeni buluşlar ve icatlar yapacak. Türümüz her olasılığı denemektedir. Bundaki amaç tekil ve tikel gibi görünse de alttaki amaç daha büyük bir kaynaktan yani doğadan, canlılıktan ve onların temelinden gelmektedir.

Bir Doğa Tasviri

Doğayı daha iyi anlamak için bir tasvir yapmak istiyorum. Topraktan çıkan bir tohumun normal büyümesine gözümüz ve zihnimiz alışıktır. Çiçeklerinde öyle, onları önce tomurcuk olarak görürüz ve daha sonra bir bakarız çiçek olmuş ve açmış. Tohum ve tomurcuğun tüm hareketlerini kamera ile çekip bizim algımıza göre hız verdiğimizde onların gelişimin tümden kavrar ve hayran kalırız. 

Dünyaya doğru uzatılmış bir dev kamera olsaydı ve ilk canlılığın başladığı anlardan günümüze kadar gelişimini hızla bizim algımıza göre verilebilseydi donup kalır, beyin tutulması yaşardık. Bir ay kendimize gelemezdik. Çünkü o izlediklerimizde bir çok sorunun cevabını görür hangisinden başlayacağımıza karar verme konusunda beynimiz kısa devre yapardı.

Canlılığı yeryüzünde patlayan volkanlardan havaya, suya ve karaya yayılan lavlar gibi hayal edebiliriz. Ama bu lavlar ayrı sıcaklıkta, katılıkta,  farklı renk, şekilde bulunmaktadır. Bir bütün halinde ama dağınık bir şekilde hızla hareket etmektedirler. Birbirlerinin içine geçmekte ve değişime uğramaktadırlar. Birbirlerini çekmekte, itmekte ve dağıtmaktadırlar. Sığ sulardaki otlar gibi sallanmakta, balık ve kuş sürüleri gibi dolaşmakta, kediler gibi yalnız gezmektedirler.

Canlılık yeryüzünü yeraltından, yerüstünden, sudan ve havadan tümden kuşatmaya çalışmaktadır. Zaman zaman belli bir mekanda sıkışmakta ve kendi içinde yeni genetik olasılıklarını test etmektedir. O testlerden sonra yayılımını ve gelişimini daha hızlı ve dayanıklı olarak sürdürmektedir.

Biz insanlar, türümüz, canlılık, doğa okyanusu karşısında küçük bir göl gibiyiz. 

Bu doğa tasvirinden sonra denge kurmamızın ne kadar zor olduğunu tahmin etmek zor değildir. 

Bu devasa canlılık içinde ufak bir türüz, doğanın bir dal uzantısıyız. Varlığımız doğaya, canlılığa dayanmaktadır. Ona saniyeler (nefes) ile bağlıyız. Ömrümüz bu saniyelerin uzaması ile ortaya çıkıyor. Genetiğimizin bu zamana kadar bize sunduğu olanakları arttırabiliriz. Bu olanak var ise kullanmamız aklımızın, insanlığımızın bir özelliğidir. 

Türler arasındaki rekabetin canlılık için amacı doğanın evren karşısında kozmolojik etkilere, yasalara karşı daha dayanıklı olması, varlığını sürdürmesi, geliştirmesi ve yayılması üzerinedir.

Bizlerin sağlıklı ve uzun yaşama amacı da canlılığın ve doğanın ortak amaç ve ilkelerine uygundur. Bitkilerin bin, iki bin yaşamaları çevre şartların olanakları ve kendilerinde var olan veya geliştirdikleri yetileri ile gerçekleşmiştir.

Bugün teknoloji sayesinde ömrümüzü uzatma olanağı var iken kısaltma veya yarıda kesilme riskini de taşıyoruz.

Kontrolsüz ve denetlenemez bir hızla büyüyen teknoloji hem türümüze hem de doğaya zarar vermektedir. Fayda ve zarar dengesi ne durumda henüz bilemiyoruz. Takip edilemez bir hızda ilerleyen "bilginin varlık bulmuş hali" olan teknoloji bizleri uzaya fırlatmaya doğru ilerler iken doğa(canlılık) ve tür(insan) içinde testlerini yapmaktadır. 

Dengeli yaşamak bir süreçtir. Kendimizi tanıma ve dengeli yaşama canlılığın temel ilkeleri ile paralel ilerleyen bir süreçtir. Bu sürecin bir standart haline gelmesi onun dinamik yapısına aykırıdır.  

Bizim bu süreci en iyi yaşamamız ancak yönünü ve şeklini bilmemizle ilgili olup kişisel sınırlarımızla en iyi dengeyi kendimize göre oluşturma çabasıyla olabilir. Dolayısı ile amacım yaşam koçluğu yapmak değil felsefe ile uzun ve sağlıklı yaşamanın olanaklarını araştırmaktır. Felsefenin günlük hayatımıza dokunmasını, etki etmesini sağlamaya çalışmaktır. 


............... 

8 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 7

 " Kendini Tanı ! " (İlişkilerin)

Kendi bedeni ve duygularımızı bilmek, bizim günlük yaşamda nasıl bir ilişki pozisyonları almamızı sağlar.

Kendimize ait ilkeler ve kurallar oluşturur ilerleyen zamanlar. Mekan ve zaman olarak kendimizin nerede ve nasıl bulunmamız, etki-tepkilerimiz, fiziksel gelişim ve duygusal salınımlarımızın yönünü tahmin etme ve o duruma göre kısa ve uzun öngörülerimizin oluşmasını sağlarız.

Hoşgörü ve fedakarlık sınırlarımız, kalıplaşmış sorumluluk duygularının bize olan olumlu ve olumsuz etkileri, eksiklerimiz, fazlalarımız ve bunlar üzerine sağlıklı ve mutlu olma dengesini oluşturma çabalarımız gibi bir çok ilişkilerin etkilerini gözden geçirmeliyiz. 

Canlı ve cansız her türlü ilişkilerimizin için en iyi kıyas ve referans noktası kendimizi tanımamız sonucu oluşmaktadır.

Bizden çok önce oluşturulmuş toplum düzenleri ve onun üzerine işleyen ilişkiler bizlerde kalıplaşmış duygu kalıpları yüklenmemizi sağlamaktadır. 

Günümüze gelene kadar ki toplum düzenleri gerekli ve zorunlu olarak kültür temellerini oluşturmuştur. Onları önemsemeliyiz. Hafife almamalı ve görmezden gelemeyiz. Fakat geçmiş yaşantılarımızdan gelen dürtü ve güdü etkilerini barındıran duygu kalıplarımızı gözden geçirmeliyiz, kendimizi tanımaya, başladığımızda. 

Kendimizi tanıyarak kontrolü ele almalı ve kendimizi bilinçli  yaşamaya ve ilişkiler ağını çözümlemeye yöneltmeliyiz. Bunu başardığımızda her ilişki biçimi bizim seçimimiz, kabullenmemiz, sorumluluğunu taşımamız anlamına gelecektir. 

Kendimize " Ben böyle mi yapmışım, neden böyle yaptım, bunu nasıl yaptım veya söyledim " gibi soruların azalacağı bir ilişkiler ağına doğru ilerleriz. Bilinmeyenlerin ve karmaşıklığın azaldığı bir ilişkiler ağını yaşarız. 

Kendimizi tanıdıkça ilişkilerde bulunduğumuz her kişinin bulunduğu duygusal ve fiziksel hallerini anlamaya ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurmayı tercih etmeye başlarız.

............

7 Ağustos 2021 Cumartesi

Yaşam Döngüsü - 6

 " Kendini Tanı ! " (Duygularını)

Duygularımız

Tüm canlılarda itki, dürtü, güdü ve duyu temel özellikleri hazır genetik olarak bulunmaktadır.

Biz insanlarda ise güdü ve duyu çok aktif, yoğun olarak bulunmaktadır. Bu iki özellik bizim türümüzde adeta taşma yapmış ve bir üst aşama olan duygu ve akıl özelliklerine ilerleme zorunluluğuna girmiştir.

Konuşmalarımızda ve dinlemelerimizde üç faktör aktif hale gelir. 

1. Güdü (Bedensel)

2. Duygusal (kişisel duygusal özellikler)

3. Nesnel (akıl, mantık, sağduyu, bilimsel vb. özellikler)

Kendi konuşmalarınızdaki kelimeleri tartınız. Bu üç kategorinin hangisi sizde ağırlıklı olarak bulunmaktadır. Ya da başkalarını dinler iken her ne konu üzerine olursa olsun konuşulan kelimelerin ve konuşma tarzının sizde etkisi hangi kategori üzerinde yoğunlaşmaktadır. 

Güdü

Bu özellik tüm canlılarda bulunmaktadır. Biz insanların tümünde de ortaktır.

Duygular 

Bu özellik sadece insan ve onunla yaşayan evcil hale gelen dolayısı ile zorunlu bağ oluşturulan canlılarda bulunmaktadır. Bir çok duygu bulunmakta olup her kişi için duygu önceliği ve yoğunluğu farklılık göstermektedir. 

Nesnellik

Bu özellik belli bir eğitimle ve öğretimle oluşmakta ve gelişmektedir. Kişilerin bu özelliğe özel ilgi göstermesi onların kendi çabalarıyla gelişmesini sağlamanın yolunu açmaktadır. Bu özelliğin kişiye zorla verilmeye çalışılması belli bir sınıra kadardır. O sınırdan sonra kişi kendi gayreti ve çabasıyla ilerletebilir.

Duygularımızı bilmek bizim tüm ilişkilerimizin iyi ve sorun çözücü hale dönüştürür. Sorunlara boğulma, anlamama, anlaşılmama ve sıkıcı, kötü kısır döngüleri yaşama gibi mutsuzluk kaynaklarını kurutur ve engeller. 

................

5 Ağustos 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 5

"Kendini Tanı !" (Fiziki Bedenini)

Fiziksel duruşlarımız ve organlarımız 

Uzun ve sağlıklı yaşamanın temel unsurlarına kısaca değindikten sonra artık pratiğe, güncel zamana ait medyada ve genelde duyulmayan ama uzun ve sağlıklı yaşamanın olanağına yaklaştıran ilk bakışta basit gibi görünen ama detayını incelemeye başlayınca çok önemli olacağını anlayacağımız  bilgilere. 

İnsan olarak mekan ve zaman içinde fiziksel ayakta duruş, oturuş, yatışlardaki şeklimizi düzenleme

Ayakta duruşumuzu sağlığımıza en uygun şekilde düzenlemeliyiz. Ayaklarımızın tabanları (ayağımıza giydiğimiz ayakkabı veya terlik olsa bile) yer ile tam temas içinde olmalı, ayaklarımızın yeri tam olarak kapladığını bedenimizle hissetmeliyiz. Ayak üstü kaslarımız (baldır) ve diz altı kemiklerimizle ayaklarımızın yere tam dayandığını hissetmeliyiz bir sütun gibi.  Dizlerimiz bir yay gibi düz ve eğik şekilde hareket edebileceğimiz potansiyeli taşımalı. Omuzlarımız kısa hareketler ile omurgamızı ve ona ağırlığını tartıyormuşçasına bulunmalı, başımızın ağırlığını omuzlarımıza vermeliyiz. Göğsümüzü sırt omurganın üst tarafına ağırlığını ve dayanmasını verecekmiş gibi yukarıda tutmalıyız. kollar ve eller yanda rahat ve her an bir eylem yapmaya hazır gibi olmalıdır. 

Otururken ayakların duruşunda kan dolaşımını engelleyecek bir biçim olmamalıdır. Dizlerin bükülüp uzun süre durması kan akışını engellemektedir. Ayakların yan ve yamuk duruş alışkanlığı damarların sağlığı açısında ilerleyen zamanda sorunlar yaratmaktadır.

Yatarken de dikkat edilmesi gereken kan akışının tüm bedende olmasına engel olacak şekilde olmamasıdır. Aynı yatış şeklinde uzun saatler uyumak bizlerin yorgun uyanmasına neden olacaktır. 

İç organlarınızı rahat bırakın, onlara eziyet etmeyin

Ayakta duruşumuz, oturuşumuz, yatışımız ve eylemde bulunduğumuz her durumda iç organlarımızı sıkıştırmak, onlara farkında olmadan baskı uygulamak, onlara diğer organlarla (kol, el, ayak, baş vb.) ağırlık vermeyiniz. İç organların en sağlıklı hali bir bütün olarak çalışırken size kendilerini hissettirmemeleridir. Özellikle mide, bu beslenme başlangıcı organımızı ne kadar rahat bırakırsanız o kadar sessiz olur ve size varlığını hissettirmeden çalışır. Bunu sağlamak için tıka basa doldurulmamalı ve her öğünde ana menü çeşidi az tutulmalıdır. Midemize bir mikser muamelesi yapmamalıyız. Ana menü yanında ikinci menüyü değil tamamlayıcı gıdaları tüketmeliyiz. Örneğin bir sebze ana menü yemeğinin (fasulye, nohut vb.) yanında ikinci olarak geleneksel karbonhidrat (pilav, bulgur) tüketiminden kaçınmalıyız. Kalsiyum (yoğurt) içerikli ve hafif, az olarak diğer gıdalar (salata) alınabilir. Ana menüyü mideyi doldurmak üzerine (karın doyurmak) değil açlığın giderilmesi amacına gidilmelidir. Yemekler ne kadar lezzetli ve iştah açıcı olursa olsun geleneksel doyum noktasını referans almamalı kendi bedeninizin ihtiyaç miktarına, oranına göre referans belirlenmelidir. Bedeninizin  iç titreşimsel beden enerjisini hissetmeli ve en sağlıklı halinizi korumak üzerine beslenmelisiniz. Kendimde denediğim tekli beslenme şeklinin çok sağlıklı olduğunu ve mide üzerindeki baskıyı ve zorlayıcı çalışmayı kaldırdığını gördüm. Öğlen vakti bir ana yemeği tek ve az olarak tükettim. Öğle sonrası ilerleyen saatlerde ikinci farklı bir gıdayı aldım yine az miktarda. Akşam yemeği olarak öğlen yemeğinden farklı ama yine az olarak farklı bir yemek yedim. Bu denemede midemin kendini unutturmaya başladığın fark ettim. Artık midem diğer iç organlar gibi sessizliğe ve hafifliğe bürünmüştü. Fakat ben yılların getirdiği midem ve ben algısının kendi içimizde hızla yıkılmasının zor olduğunu far ettim.  Yaşamamızın göstergesinin midemizin sürekli çalışıyor olması ve kendini bize sürekli hissettirmesi gerektiği alışkanlığını gidermek zor idi. Hala bu konu üzerinde çalışıyorum. Amacım midemin varlığını sürekli hissetmem gerekir alışkanlığını bırakmak. Bu sürekli çaba ve dikkat  isteyen bir çalışma. 

Midemiz günlük gıda deposu değildir. Gıda depomuz, dolaplarımız veya gıda arz eden kuruluşlardır. 

Göğüs kafesimizin ağırlığını karnımıza dolayısı ile iç organlara değil sırt omurgamızın üst noktasına veriniz. Böylelikle midemiz ve diğer iç organlarımız baskı hissetmeyip  rahat  bir şekilde çalışıp kendilerini hissettirmezler. Göğüs kafesi içi organlarımızın tutunma ve korunma olanağı daha fazla olurken, göğüs kafesi altı iç organlarımız hem tutunma hem de korunma olanakları azdır. Birbirlerine bağlı ve dayanarak çalışmalarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle bu organlarımızın sağlıklı olmasına daha fazla dikkat etmeliyiz. Karın kaslarımızı güçlü tutmaya ve iç organlarımızın esnek yapısının (iyi çalışması için) bozulmamasına özen göstermeliyiz. 

Göğüs kafesimiz ile başımızı, sırtımızı ve üst omurgayı bir tutmalıyız. Karın bölgesi yani iç organlarımızı da bir bölge olarak almalıyız. Ayaklarımızı da üç bölge olarak almalıyız. Belden dizlere kadar olan bölge, diz ve altı bölge ve ayaklar şeklinde.

Bir çok sağlık sorunlarımız duruşumuz, oturuşumuz ve yatış şekillerinden kaynaklamaktadır. Bu konulara değinmemin nedeni bu nedenle oluşacak bir çok rahatsızlıkların oluşmasını engellemek içindir. Bedenimizdeki fazla kiloların en büyük zararı iç organlarımıza baskı, ağırlık yolu ile en iyi ve sağlıklı şekilde çalışmasına engel olmasıdır.

Kendimden, bedenimle iletişim kurma konusunda gerçek yaşanmışlık örneği vermek istiyorum. 

Mesleğim gereği büro çalışanı olduğum için meslek hastalığı adı verilen boyun ve sırt konusunda sorunlar yaşadım şu an bu sorunu büyük bir oranda atlatmış durumdayım bilgi edinmem sayesinde. Çalıştığım kurumun verdiği iş sağlığı bilgileri sayesinde. 

Bir gün yürüyüşüm sırasında sol ayak orta parmağımın kramp geçirmesiyle durmak zorunda kaldım. Beş dakika bekledikten sonra yavaş yavaş yürüyerek on dakika içinde ağrının ve krampın geçtiğine tanık oldum. Kendi kendime sordum neden oldu acaba diye. Şeker mi, tansiyon mu, nikotin mi, kafein miydi acaba. Ani hareket mi etmiştim. Yoksa yorgun olarak mı yürümüştüm. Cevaplarını da düşünme gereği duymadım. Bir hafta sonra aynı durumu yaşayınca artık cevapları aramam gerektiğini düşünmeye başladım. Doktora danıştım. Parmak krampının bilinen daha büyük bir rahatsızlığın bir işaret göstergesi olmadığını söyledi. Bedenim bana bir mesaj, sinyal gönderiyordu ve bunu ben anlamıyordum. Zihnim bütün olasılıkları değerlendirmeye başlamıştı. Şekeri bıraktım. Önce ondan başlayacaktım.

Bir hafta sonra aynı parmak krampını tekrar yaşamıştım. Demek ki şeker değildi. Tansiyonum düşüktü. O da olamazdı. Aradan bir ay geçti, parmak krampını da arada yaşıyordum ve yine düşünüyordum. Rahatsızlığın tekrarlanması beni endişelendirmişti. Tüm olasılıkları tekrar gözden geçirmeme neden oluyordu. 

Bedenim bana bir mesaj, sinyal gönderiyor fakat zihnim buna mantıklı bir anlam ve neden veremiyordu. Bir gün masamda otururken işi bitirmiş kısa bir dinlenme anında, kramp girmediği halde rahatça otururken parmak krampın neden olduğunu düşünmeye başladım. 

Bu düşünme sırasında inanılmaz bir deneyim yaşadım. Bedenim rahat ve sakin bir pozisyonda oturuyordum. Ama zihnim inanılmaz bir hızla parmak krampının nedenleri üzerine yoğunlaşmıştım. Düşünmeye öyle dalmışım ki geriye yaslamış ve kendimi sol ayağıma dikkatle  bakar halde buldum. Ayakkabıma ve  ayağıma bakarken birden düşüncelerimden sıyrıldım. Artık düşünmem durmuş sadece ayaklarıma bakıyordum. 

Ve o an gözlerimle gördüğüm ayağımın durumuna bakarak parmak krampımın nedenini görmüş ve anlamış oldum. Sol ayağımı yamuk basıyordum. Yana doğru yatırarak yıllarca öyle oturduğumu ara sıra ayaklarıma baktığımda biliyordum ama parmak krampına neden olduğunu yeni fark ediyordum. 

Soruna önce düşünce yoluyla ulaşmaya çalışmış bulmaya çalışırken ayağım mı yoksa gözüm mü beni harekete geçirmiş yoksa düşündüğüm parmağa ve ayağa bakma düşüncesi mi beni sevk ederek sorunumun çözümünü bulmuştum. Büyük olasılıkla, genellikle düşündüğümüz ne olursa olsun ona doğru bakma isteği duyarız, böylelikle hem odaklanmış hem de yönelmiş oluruz. Sanırım düşünmem sonrası ona bakmaya yönelmem sonucu onu öyle görmemle birlikte sorunu ve nedenini görmüş oldum. 

Oturuşumdaki sol ayak şeklini düzelttim hala yıllarca edindiği alışkanlıktan onu alıkoymaya çalışıyorum bunda da ısrarcıyım. Çünkü o sayede sağlığımı devam ettireceğimi biliyorum. Parmak krampım ayağımın oturma pozisyonunu düzeltince önce çok kısa sürdü ve bir daha olmadı. Bu sorunla bir daha karşılaşmamam sol ayağımın otururken düzgün tutmama bağlı durumda. Bende kendim için sağlıklı oturuş, duruş ve yatış şeklini keşfetmeye böylece yönelmiş oldum. Bu benim ömür boyunca bedenimle iletişim kurma ve devam ettirme alışkanlığı, gerekliliği üzerine durmam anlamına geliyordu ve buna çok sevindim. Bedenimle konuşmaya ve onu dinlemeye devam ediyorum. Ona soruyorum " Sağlıklı ve uzun yaşamaya var mısın ? " O da bana hemen cevap veriyor " Neden olmasın ? " diye.

Bu örnekle önemli bir konuya giriş yapıyoruz. 

Bedeninizle iletişim kurunuz. Beden ile zihniniz arasında iletişim kurmaya çalışınız. Dolayısı ile kendinizi tanımaya başlayacaksınız. Bedenin seslerini, duruşunu, sinyallerini zihninizce değerlendirin. "Bedenim bu rahatsızlığı ile bana ne demek istiyor ? " Sorunu sorunuz zihninize. Zihniniz araştıracak, bakacak, dinleyecek,  bedeninizi inceleyecek ve bedeninizin size anlatmak istediği sinyali, uyarıyı, mesajı alacak ve çözecektir.

"Kendini Tanı" Felsefik ve kadim öğretiye giriş yapınız.  

.............

Yaşam Döngüsü - 4

 Genetik Etkenler

Canlılığın birbirine bağlanarak temel genetik bilgileri aktardığını biliyoruz. Yaşam boyunca bu bilgiler bedenimizin ve zihnimizin işleyişine etki etmekte olmasına rağmen, çevre, ortam ve yaşama şart, şekillerine göre değişim gösterme potansiyeli bulunmaktadır.

Yaşam İçindeki Etkileşimler

Canlılar diğer canlı veya cansız varlıklar ile sürekli etkileşim halinde bulunmaktadırlar. Bu oluşum canlıların yaşamdaki varlıklarını en çok meşgul ve etki eden bir unsurdur.


......................

2 Ağustos 2021 Pazartesi

Yaşam Döngüsü - 3

 Diğer canlılar

Tüm canlılar birbirinin yaşam zinciridir. 

Bu zincir canlılığın kozmolojik evren işleyişi üzerinde varlığını korumasını, sürmesini, gelişmesini ve yayılmasını sağlar. 

Dünyada yeryüzünde tüm canlılar birlikte, iç içe, alt alta, üst üste, yan yana yaşamaktadır. Bu yaşama biçimi en temel ve en gerekli olan bir yapıdadır. 

Tüm canlılar birbirine hem yararlı hem de zararlı olabilmektedir. Bu durum doğanın, canlılığın temellerinden gelmektedir. Beraber her mekanda ve zamanda bulunmamız bu durumu zorunlu kılmakta, canlılığın gelişimi ve değişimi de bu duruma dayanmaktadır.

Bizler için hangi canlı faydalı hangi canlı zararlı bilmek zorundayız. Bunu bilmemizin amacı diğer canlıyı, canlıları yok etmek için değil kendimizi korumak içindir. 

Günümüzde bizler için tehlikeli olabilen iki canlı türü bulunmaktadır. Birincisi kendi türümüz ikincisi ise mikrobiyolojik canlılardır. Bu saydığımız iki tür hem faydayı hem de zararı içinde barındırmaktadır.

Kendi türümüzün kendi içindeki zaafları zararlı hale dönüştüğünü biliyoruz. 

Özellikle iki ana unsur bu zaafımızı oluşturmaktadır.

1. İhtiyaçlar.

2. Hakimiyet isteği.

İhtiyaçlar temel canlılık ilkelerinden gelmektedir. Fakat bunun sınırlarının, miktarının belirlenmesi ve doğru, gerekli ihtiyaçların önceliklerin tercihi, bizlerin bilinçli seçimiyle olmaktadır.

Hakimiyet isteği de zaten ihtiyaçlara sahip olmanın sürekliliği üzerinedir.

..............

Yaşam Döngüsü - 2

 Kozmolojik evren işleyişi

Kozmolojik evren işleyiş deyimini canlılık dışındaki tüm madde ve enerjiyi ifade etmek için kullanmaktayım.

Isı miktarı, basınç, çarpışma, birleşme, ayrışma, termodinamik yasalar, canlı tanımına uymayan her türlü  madde  ve enerji şekli, türü, biçimi, etkileşimlerini kozmolojik evren işleyişi adı altında değerlendirmekteyim. 

Canlılık öncesi oluşmuş ve devam eden devasa bir işleyiştir bu. Evrenin, (canlı ve doğadan bağımsız) oluşmasını ve devamını sağlayan bir işleyiş.

Kazalar, afetler gibi canlı için tehlikeli etkenler, bu işleyişe günlük yaşam için örnek olarak verilebilir.

Bizler organizma olarak kazalar ve afetlerden korumamız gerekmektedir. 

Kaza kavramı çok geniş bir anlam taşır. Ev, iş, kamu alanları vb. gibi zaman ve mekan olarak çok geniş ve şekilde bulunmaktadır. 

Kazalara karşı; 

1. Elimizden gelen korunma ve en aza indirme hali.

2. Elimizde olmayan ve kazaya maruz kalma hali.

gibi iki şekilde olay tanımı oluşmakta.

Elimizden gelen koruma ve en aza indirme halinde olmak için kendimizin bulunduğu mekanları genişleyen bir dairesel bir döngü içinde çevrenin kaza olasılıklarını hesaplamaktan geçer. Dikkatle bakmak ve görülen her türlü olası oluşabilecek kaza risklerini değerlendirmek gerekmektedir. Bu durum sanıldığı kadar zor değildir. Eşyaların konumu, enerji hatları, kimyasalların durumu, elektromanyetik etkiler gibi bir çok unsurun güvenli bir durumda olduğunun kontrolü yapılabilmektedir. Sadece bunu için kısa süreler harcanması yeterlidir.

Elimizde olmayan, kontrolümüzün dışındaki kazalara  maruz kalma riskini tahmin etme, olasılıkların genişliğini değerlendirme ile azaltma veya en aza indirme olanağımız bulunmaktadır. Bu ise zordur. Çaba ve dikkat gerektirir. Elimizde olan kazalara karşı korunma için bir iki hamle ilerisini tahmin etmek yeterli olurken, elimizde olmayan kazalar için üç veya daha fazla oluşacak hareketleri ve etkileşimleri tahmin etmek gerekmektedir. Satranç oyunundaki hamleler gibidir kazalara karşı önlem ve korunma sağlamak. Kozmolojik evren işleyişi satranç oyunu gibidir. İlk hamlelerden sonraki hamleler hesap edilebilir. Bunun için biraz çaba harcamak gerekmektedir. Ben dahil bir çoğumuz elimizden gelen korunma olanağı olan kazaları tahmin edebilirken, korunma olanağı zor kazaları tahmin etmeye henüz hazır değiliz. Bu çaba bir yetenek haline gelebilir, tercih eden kişiler için. Bu önemli konu bir meslek bile olabilir bu konudaki bilgi ve bilinçlerin artması ile. Görülmesi zor ve kontrolümüz dışındaki kaza risklerinin boyutu daha geniştir. Dairesel olarak  yakın çevremizden daha ileri bir mekan ve zamana ait incelemeler gereklidir. Bulunulan mekanın çevresi, yakın çevresi veya küresel bazda değerlendirmek gerekmektedir. Bu da uzmanlık gerektiren bir alandır. Bu tür kazaların olasılıklarının tahmini geniş bir mekanı, zamanı ve olası geçmişten gelen ve geleceğe yansıyabilecek olay hikayesini ( Tıp deyiminden alınmıştır, örnek; hasta hikayesi) kapsamaktadır.

Geçmiş, şu an ve gelecek olayları tahmin etme ve değerlendirme olanağı bizi tarihin ünlü " Hızır" kavramına götürmektedir. İnsanlık tarihi boyunca mekan ve zaman içindeki madde ve enerji hareket tahminleri biz insanların sürekli uğraştığı bir alandır. Doğamızdan gelen bir yetenek olmasına rağmen hala bunun için gerekli çabayı verdiğimiz söylenemez. Artık bu tahminleri bilimsel ve bilgisayarlar aracılığı ile almak zorunda kalıyoruz. Çünkü bu olayların tahmini zor, etkileşim miktarı fazla, olasılıkları ise çoktur. 

..............

1 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü

 Yaşam döngüsü, yazı serimde uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını açığa çıkarmaya çalışacağım. Bu özgün fikir ve düşünce çalışmalarımla genel, bilinen ve standart uzun ve sağlıklı yaşam bilgilerini dışına çıkacağım. Araştırdığım her yeni fikir ve düşünceyi önce kendimde test edecek ve sonuçlarından ilham alarak bu yazı dizimde yer vereceğim.

Doğa yaşamı desteklemektedir. Canlılığın kozmolojik evren karşısında her zaman varlığını korumasını, sürdürmesini ve yaşamasını ister. 

Dolayısı ile biz insanlar uzun ve sağlıklı yaşamaktan çekinmemeli, suçluluk duymamalı ve kendimizi fazlalık olarak veya yaşlı bir hayalet olarak görmemeliyiz. 

Önce bir çok " Öğrenilmiş çaresizlik" fikirlerini zihnimizdeki yerlerini zayıflatmalı ve yeni fikirlere, saptama ve tecrübelere olanak vermeliyiz. 

Canlı olarak düşmanımız diğer canlı değildir. Canlı olarak düşmanımız, bize zarar verdiğini bile bilmeyen varlığına karşı dikkatli olmamız gereken kozmolojik evrensel işleyiş yasalarıdır. Canlılık ve doğa bu yasalar üzerine oluşmuş olup ve canlılığın bu oluşumu kendini geliştirmek üzerine kullandığını bilmekteyiz. 

Uzun ve sağlıklı yaşamanın temelinde iki unsur ortaya çıkmaktadır. 

* Organizma dışı etkenler

1. Kozmolojik evren işleyişi.

2. Diğer canlılar.

* Organizma içi etkenler

1. Genetik etkenler.

2. Yaşam içindeki etkileşimler.

............