31 Mayıs 2013 Cuma

Doğa ve İnsan - 3 (Bilgi'nin İzinde)

Kalıcılık Felsefesi

Doğaya baktığımızda tarih boyunca canlılar arasında  güçlü olma mücadelesini gördük. Bu yanılgı ile doğa kanunlarının ana konusuna güçlü olmayı koyduk. Güçlü olan hayatta kalır, zayıf olan elenir gibi kemikleşmiş yanlış bir anlayışla eğitim verdik. Bu eğitimle büyüyen çocuklarımız, gençlerimiz yaşıtları ile rekabet etme konusunda güçlü olmak için her yolun yapılabileceği inancıyla hareket eder oldular. Ülkenin siyaset, iş ve diğer kollarında görevler alan bu çocuklarımız artık tamamiyle güç merkezli zihinlerini kullanır oldular.

Para kazanma ve mevki edinme konusunda yarışırken her türlü yolun ahlaka ve inanca uymasa da uygulanabileciğini hafızalarına kazımıştılar. Ve bu zihniyetle dolu iken hem zamanlarını kısaltıp hemde en iyi performansı sergileyememenin kaynağını bilemeden kötü bir icraatla emekliliğe ayrılırken kendileriyle aynı zihniyeti taşıyan yenilere yerlerini verdiler. Güç değil de kalıcılık merkeziyetindeki zihniyetleri al aşağı etmenin yolların aradılar ve bunda çoğunlukta oldukları için başarılı oldular.

Sihirli Bir Değnek

Tarihteki başarılı insanlara bakarsak onların zihin merkezlerindeki en önemli unsurun güç değil kalıcılık olduğunu görürüz. Kalıcılık bir sihirli değnek değildir. Bu düşünce şekli belli bir aşama ve çabayla oluşmaktadır. Yaratıcı zihinlerin oluşmasına bu yaklaşım tarzı yol açmaktadır.

Dünyada savaşları bitirmenin sihirli bir değneği yok. Dünya dönüyor, yerkürenin bir bölümü gece iken bir bölümü gündüz, hava şartları, iklim koşulları her coğrafyada farklı, insanların iklim ve coğrafyalarda yaşayış şekil ve kültürleri çok farklı. Bizler barışla meşgul olurken, diğer bölümlerdeki insanlar savaşmak için bir şeylerle meşguller.Barışı düşünenlerin zihinlerine kalıcılık  hakimken, savaşı düşünenlerin zihniyetine güç hakim durumda.

Kalıcılığı bir güç merkezli zihin kullanmaya çalışırsa ne olur. Eskiye bakarsak firavun, yakın geçmiş tarihimize bakarsak tüm yerküredeki kötü olarak anılan diktatör yönetimler olur. Firavunun uzun süre kalıcı olması onun her dönem güç zihniyetini taşımadığı düşüncesini veya yönetimdekilerinin kalıcılığı yaşarken güç zihniyetinin zararını tam anlamıyla anlamadıklarını da tahmin edebiliriz.

İnsanlığın sağduyusu güç değil kalıcılıktır. Kalıcılık zihniyeti sabırlı ve emin adımlarla ilerler. Güç zihniyetinin kötü baskılarına dayanır fakat belli bir dönemde emin olarak ona son verir. Kendisi kalıcılığına devam eder. Tarih zorbalıklarla doludur. Güç zihniyetinin ve ona hizmet eden odakların zorbalıkları.

Gelecek nesillerin daha iyi yaşanabilir hayat oluşturmasını istiyorsak, İnançların vicdan dengesini kurmasının yanında onlara kalıcılık zihniyetinin barışçıl, birlik ve dayanışma gibi özelliklerinin başta olmak üzere diğer özelliklerinde(zeka, güzellik, zenginlik, hız ve güç) abartılmadan belli kararda verilmesiyle mümkün olabileceği ortadadır.

Kalıcılık ve Bilgi

Bilgi güç müdür ? hayır. Bilgi kalıcılıktır. Kalıcılık zaten gücü alt etmenlerinde taşır. Güneş bir güçtür, enerji kaynağıdır. Bir tohum kalıcılıktır. Güneşten gerekli ve yeterli gücü enerjiyi alır, tohum halinden bir dev ağaç haline gelir. Sadece güneşi değil, suyu, toprağı ve havayı da kullanarak.

Güç kullanılır kalıcı olmak için. Ama kalıcılığın kaynağı sadece ve en önemli etkeni güç değildir. Bilgidir.

Bilgi : Evrenin insan(canlı)daki izdüşümüdür. (bakınız: Bilgi(izdüşüm) yazım.)

Bilgiyi en iyi kullanacağımız alan kalıcılık alanımızdır. Bilgi başlı başına bir büyük olgudur. varlık ise bilgi sayesinde kalıcılığını korur.

Kalıcılık = Varlık + Bilgi

Sonuç : İnsan olarak medeniyetlerimizin merkezine gücü değil kalıcılığı çıkarmalıyız. Gücü hakkettiği yerde bırakmalıyız artık gerekli ve sıradan diğer unsurların arasına.

Özkan Salman.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Doğa ve İnsan - 2 (Bilgi'nin İzinde)

Kalıcılık Felsefesi

Doğa: Dünya üzerinde canlıların yaşama ve varlıklarını sürdürebilme olanağı olan ortam, zemin, yaşam alanı, yaşam belirtisi bulunan yer, yaşam döngüsünün ve kalıcılığının bulunması.

Bitki: Canlılığın gelişiminde en önemli yeri tutan canlılar topluluğu. Alt kültür ve üst kültür arasındaki dengeleyici unsur.

İnsan : Canlılığın şu an bilinen en gelişmiş ve en üst temsilcisi.

Doğaya çok dikkatli baktığımızda göreceğimiz en önemli özellik güç değil, kalıcılıktır. Kalıcılık kelimesinin kısa bir araştırmasını yaptım üstad google'dan bir iki felsefe sayfalarını mercek altına aldım. Kalıcılık felsefesi veya kalıcılığın felsefik anlamına rastlayamadım. Varlık felsefesi bulunmakta ama bu fesefe varlığın olup olmadığı bölümüne takılıp kalmış, şüpheciler yolunu kesip durmuşlar.

Doğal yenilenme(seleksiyon) gücü kazanarak varlığını sürdürmek değil, ortama uyum yeteneğini kazanarak kalıcı olmak adına yapılmaktadır.

Varlık felsefesinin en önemli eksiği kalıcılık olgusu olduğu ortadır. Kalıcılığın güçden daha önemli olduğunun kanıtı gözümüzün önündeki bitkilerdir. Sabit halde ve yavaş büyüyen insan öğrenmesine göre zayıf yapıda olan bitkiler. Biz insanların gücü olmasına karşın onları yok edemeyiz. Bu konuda güç işe yaramaz. Dolayısı ile önemli olan aslanın yırtıcı gücü değil, otçulun sayısının kalıcılığı önemlidir. Otçulun beslenme ve üreme gücü değil, bitkinin yeterli sayıda genişliği ve varlığını kalıcı olarak sürdürmesi önemlidir.

Kalıcılık felsefesi'ne giriş yapmış bulunmaktayız.  Bu önemli olguyu, düşünceyi dünya tarihinde ortaya çıkarmış, düşünür, felsefeci, politikacı, askeri, sanatçı belki olmuştur. Felsefe ile ilgilenen bir kişi olarak neden şu ana kadar "kalıcılık" gibi önemli bir olguyu hep basit cümleler içinde gördüm, okudum ve algıladım. Demek ki bu önemli olgu hakkettiği yerde bulunamadı, gizlendi veya önemsenmedi.

Serbest piyasa ekonomisi içinde eğitim ve seminerlerde işletmenin "kalıcılı"ğı temel kavramlar arasında bulunması onun önemi yansıtmaktadır.

Devletlerin anayasalarında "kalıcılık" unsuru önemli ve vazgeçilmezdir.

İnsanlık tarihine bakalım kalıcılık kavramı yönünden; İnsanlık gelişiminin ve kalıcılığının temellerini tarımla uğraşmak  üzerine başlatmıştır. Otçulu(avlanma, evcilleştirme) arada tutup beslenmenin kaynağına bitkilere bakmak yetiştirmek üzerine yönelmiştir.

Kalıcılık kendini sağlayan tüm unsurların ana hedefi, başı, önde geleni olmaktadır.

Doğada her türlü canlı gelip gider, türler gelir, gelişir kalıcı olmanın yolunu bulurlarsa devam ederler. Bulamazlarsa yok olurlar. Günümüz kalıcıları bakteriler, bitkiler ve biz insanlarız. Diğer türler numunelik gibi ara form gibi durmaktalar.

Yeni çağda insanlığın en önemli unsuru güçlü, zeki, hızlı, zengin, ünlü olmak değil kalıcılık olmalıdır. çünkü kalıcılık diğer unsurlarının sonucu ve birleşenidir. Hepsini içinde barındırır.

Zeki, zengin, güçlü, hızlı, ünlü, güzel olmak değil, onları bünyesinde barındırabilen en önemli unsur kalıcı olmaktır.

İster bir işletme, ister bir aile, isterse bir devlet. Bir birey olarak, birlik, dernek olarak kalıcılık, kalıcılık, kalıcılık.

Bu olgu doğa da var ve doğadan aldığımız her doğal olgu bize yararlıdır, tabi ki doğru algılamak şartıyla.
Tüm ihtiyaçlarımızı şu ana kadar ondan alıyoruz ve alacağız.
Kalıcılık olgusunu doğadan örnekle açıklamaya çalıştım. Amacım doğayı tanrılaştırmak değil tabi ki. Panteizmle bir ilgisi yok. Doğa ile karşılıklı ve zorunlu bir ilişkimiz olduğu açısından yaklaşıyor ve örnek veriyorum.

Sonuç :  Kalıcılık başlı başına çok önemli bir olgudur. İnsana ait her alanda, eğitim, sanat, siyaset, devletler arası, insanlararası ilişki ve iletişimde ana unsur olması birlikte kalıcı olmanın sürdürebilirliğini keşfetmemizi sağlayacaktır.

Özkan Salman

28 Mayıs 2013 Salı

3.dünya savaşı (savaşları)

Birinci ve ikinci dünya savaşı gelişmiş dünya ülkelerin kendi aralarında yaptıkları savaşlardı.
Üçüncü dünya savaşı ise gelişmemiş, gelişmek istemeyen( geliştirilmesine izin verilmeyen) ülkeler arasında olduğu gözlenmekte.
Birinci ve ikinci dünya ülkelerinin savaşları geçen yüzyıldaydı.
Üçüncü dünya ülkelerin kendi iç savaşları halen devam ediyor.
Şeytanla, melek kılığına girmiş iblis anlaşmış 3. dünya savaşını çıkarmışlar. Şeytanlar silah üretiyor, Melek kılığındakiler ise ilaç taşıyor. Arada tohumları saklamış ve ellerini oğuşturup müşteri gelmesini bekleyen simsar kılığındaki sansarlar.
Çok garip bir tablo oluştu. Bu dünya portresini hangi ressam çizebilir acaba ? Picasso, Vinci mi ? Yoksa "Bana mutsuzluğun bir resmini çizebilir misin " diye sorabileceğimiz Abidin Dino mu ?

Bu iç savaşlar hep mi vardı da biz mi bilmiyorduk ?
Yoksa bu kadar değil miydi de soğuk savaşta görev alanlar(casuslar) eski görevlerini bırakıp canları sıkılmasın diye yeni görevlere başlayıp her yerde cirit atar mı oldular ?

James bond ilk bölümlerindeki soğuk savaş figürünü bırakmış dünya barışını korumak için (süpermeni saf dışı bırakıp ( süpermen de bencilin biriydi sadece kendi şehrini koruyordu, diğer dünya umurunda değildi)) her heryerde ping atmaya başlamış. Dünya barışını korumak mı yoksa karıştırmak mı tam anlayamadım.

Filimle gerçek bu kadar zıt olabilir mi ?

Dünyada ki bu kötü tablonun adı " Medeniyetler çatışması" denilse de  " İç savaş çatışmaları " adı daha doğru  duruyor.

Dönemini kapatmış bir Birleşmiş Milletler yerini Birleşmiş Medeniyetlere bırakma zamanı geliyor galiba.

Dünya şu an çok garip olarak, vahşet, hüzün, komik olan herşey aynı anda ve içiçe geçmiş halde yaşanıyor. Sıra yok, tarih yok. zaman ve mekan sınırı yok. İyi ve kötü olarak tüm bilgilere hızlıca ulaşmamızın şu an yaşanılanları bu hale getirdiğini söylemek mümkün. bir tık savaş haberi, yorumu, gelişmesi bir tık komik insan ve hayvanlar bir tık.,,,, sihirbazlık gibi ne dilersen dile benden savaş mı barış mı, zenginlik mi kıtlık mı tıkla görüş ve duyuş alanına gelsin ama etkide bulunamazsın. Bunu yapmak istiyorsan bir iki milyarcık insanın seninle aynı düşünceyi paylaşmanı sağlamalısın, bunu başarırsan her tıkladığına etki edebilirsin. Ama dikkat kötü olursan bu geri teper, iyi olursan kötülükler biter.  

Sonuç : Yolculuğumuz tıklama (ing: clik) çağına gireceğimizin sinyalini veriyor. Soğuk savaştan kalan bir kişinin veya az sayıdaki kişilerin kırmızı düğmeye basma yetkisini kaldırmak üzerine.
   

Doyum (şiir)

Yavaş yavaş yemeğimi yedim,
Ağır ağır türk kahvemi içtim,
Rahat bir koltuğa gömüldüm,
Derin derin bir uykuya daldım.

Şeytanlarla, iblislerle savaştım,
Cinleri, perileri, kinleri kovdum,
Hayaletleri, hortlakları savurdum
Meleklerle birlikte arşa uzandım,

Cahilliği, kötülüğü, zulmü bitirdim,
Bilgelik, iyilik, dayanışma getirdim,
Adaleti, ahlakı, hakkı savundum,
Aşka, sevgiye, saygıya doydum.

Boşlukta uçtum, suda yüzdüm,
Dağları geçtim, çölleri aştım,
Ormana daldım, uzaya baktım,
Aşkımı buldum, doydum, doydum.

Yavaş yürüdüm, rüzgarı dinledim,
Ağır ağır çıktım, evreni seyrettim,
Torunumu sevdim, hep şükrettim,
Doydum, hayata gözlerimi yumdum.

Özkan Salman

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Doğa ve İnsan (Bilgi'nin İzinde)

Bir Deyim

"Dağ fare doğurdu." Deyiminde anlatılmak istenen büyük bir beklentiden ufak bir sonuç çıkmasıdır. Bu deyim yaşantı içerisinde şaşkınlığı anlatmak adına güzel bir yorumdur. Dağ büyük fare küçüktür. Dağın bir fare doğurması değil, bir fil veya balina doğurması beklenirdi değil mi ? Bu deyime farklı açıdan bakalım, Büyük bir cansız kütle küçük bir canlı kütlesi doğurdu dersek anlam tamamiyle değişir. Büyük dağ küçülür, küçük fare büyür. Dağ fare olur, fare dağ olur.

Yasaların Uyumluluğu

Doğa yasaları, insanlık yasaları, bir ülke anayasası, bir grup,birlik, insan kuralları, prensipleri olarak tümünü ortak noktada buluşturulabilir miyiz ? Evrendeki tüm yasaları bir formülle açıklayabilir miyiz. (bakınız " Her şeyin teorisi, sicim teorisi, higgs bozonunun formülde tam gerçekte ise kanıtlanmaya çalışılan teorisi).

Suçun Kaynağı

İnsanlar tarıma başladıktan sonra binlerce yıl köleliği kabullendiler veya öyle olmaya zorlandılar. Yeter artık demeleri neden bu kadar uzun sürdü. Yüz elli yıl önce kölelik ülkeler yasalarında kaldırılması ancak kesinlik kazandı. Neden bu kadar geç oldu. Adalet neden geç geliyor. Özgürlüğün yapımızda olması doğadan geliyor. Bir canlının var olması için mekan genişliği ve nüfus yoğunluğu çok önemlidir. En az yeri en çok nüfusla  boyutlarına göre bakteri gibi küçük canlılar kaplamakta. Onlar da belli bir kalabalığa ulaşıp alanlarını genişletemezlerse ölürler. Neden, tüketecekleri kalmaz, atıkları mezarları olur.

Suçlarımız, kötülüklerimiz tarihte doğa açısından ne ifade eder. Sadece toprağı eşeleyen fare kadar değerimiz var mıydı ona göre. Hep ondan işaret bekledik. Varlığımızın kaynağını ondan aldığımızı öğrenmiştik Nefesi ondan alıyorduk, besini, suyu ondan alıyorduk. Avlarımızı o veriyordu. Bize kızarsa deprem, sel, kıtlık gibi işaretler veriyordu. Bizi severse bolluk, bereket yılı sunuyordu. Zamanla şunu gördük. Kızgınlığı sevgisinden fazla idi. Çünkü hepimizi ölümle cezalandırıyordu. Bu en büyük ceza idi bizim için. Sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluyorduk. Her birimizin sonunun öyle olacağını öğrenmiştik. Suç ve kötülük avcılık genlerimizde saklı hala. Avcılık doğamızda olan ve hala onu kendimize, birbirimize zarar vermeyecek hale getirmekle meşguluz.

Suçu ve kötülüğü Önlemenin Yolu

Tarihte çiftcilerin savaş ilan ettiği veya saldırganlığına dair bilgiler var mı, pek yok, mevcut olanlar savunmaya yöneliktir. Saldırılara veya kötü yönetimlere karşıdır. Eski mısır yüzlerce yıl tarımını yaparken firavununa itaat etti. Tarihteki kölelik neden uzun döneme yayıldı. Tarım ve hizmet eden bu kitle avcılık dürtüsünün bastırılmasının sonucu mekana ve ilişkilerin sınırlılığını kabullenmekle özgürlüğünün sınırlarını çizmiş olmakla itaatkar olmuşlardır. Değişkenin ve zorlukların olduğu bu yaşantıdaki seçimini tarım ve hizmete adayanlar, sakin ve uyumlu bir yaşamı seçerken yönetilmeyi de kabullenmiş olmaktadırlar. İster bir sahip, ister bir kral isterse bir sistem(devlet). Tarih bize insanoğlunun avcılıktan tarımcılığa geçişindeki birbirine yaptığı kötülükleri anlatıyor. Her konudaki yeni gelişime giren toplumların avcı kimliğine girerek eskileri değişimlere zorlamalarının gerçek öykülerini sunuyor. Yanlış uygulamaların kötü denemelerini gösteriyor. Suçlu ve kötü olayların günümüze gelmesi vahşet ve dehşet şeklinde yaşanması büyük bir işaret fişeği olarak tarihe yansıyor.

Tarımcılık hala devam ederken avcılık tarzını değiştirerek devam ediyor.Azalan avcılık yanımız nasıl hortluyor peki günümüzde. Suç işleyerek. birbirimizi aldatarak kanunlara uymayarak, ülkesel ve ülkelerarası kanunları hiçe sayarak avcılık dürtümüzün baskınlığın etkisinde kalıyoruz. Sakin ve basit yaşarken para, mevki, çevre güçlerine sahip olduğumuz kararına varınca, buyrun size gaddar, zalim, hırslarının esirindeki bir avcı ruh,dna. Dünya bana zalim ben sana zihniyeti. Bu duyguları yaşayıp zarar görmeden, zararlı olmadan kenara çekilenlere, çekilebilenlere ne mutlu.

Kaynağı avcılık dürtüsüne dayanan tüm suçları önlemenin yolu onu tarım veya tarım zihniyetinin olgunluğuyla uyumlulaştırmaktır. Mahkumları planlı programlı bir şekilde tarım ve zihniyeti ile rehabilite (insanı ölçülerle) etmek gerekir.

Eğitimimiz, bilgi ve meslek vermenin yanında, zararlı avcılık zihniyetini bilip tarım zihniyetinin erdemliliğini düşünce ve davranışlarda yansımasını sağlamak şeklinde olmalıdır.

Adaletin Hızı

Biz insanlar doğanın yasaları ile toplum yasalarını uyumlu hale getirme konusunda hala emekliyoruz.

Tarihin belli dönemlerindeki bireysel ve kitlesel yaşanılan korkunç ve dehşet olaylar bir sinyal olarak zaman ve mekanda asılı kalıyor. Sonraki dönemdeki yaşayanlar için işaret fişeği haline geliyor, ateş düştüğü yeri yakarken tarihe girmesi için ateş kıvılcımlarının fişek haline dönüşmesi zaman alıyor. Bu eski tarihlerde daha uzun ( binlerce yıl) yakın tarihlerimizden itibaren orta (yüzyıllar) bugünlerde ise yıllar haline geliyor. Gelecekte aylık, günlük ve nihayet saatlik hale gelecek. (Adalet hızlı olacak)

Avcılığın genlerimizde keşfetme, öğrenme, merak ve mücadele etme şeklinde devamının yollarını arıyoruz. Doğanın içindeyiz ama onun kurallarına göre yaşamamızı şekillendirmekten uzaklaşmak istiyoruz. Sonucu(ölümü) değiştirmek üzerine bilgimizi kullanmaya çalışırken bilgi bizi uzaya doğru itmekte.

Doğanın verdiğini biz yapmaya çalışıyoruz ona bağımlılığımızı azaltma planlarımızın parçası haline geliyor. Nüfusumuzun artması tüketim konusunda bizleri kafası karışık, kararsız ve çekimser hale getiriyor. Şimdilik atıklarımız  bize değil doğaya zarar veriyorken doğa bize yansıtmanın birikimini yapıyor.

Bilgi Çağı

"Dağ fare doğurdu" " Bu mucize nasıl oldu"

Eğer yeni olguları açıklayacak yeni kelime ve deyim bulamıyor, ekleyemiyorsak o zaman mevcut kelimeleri farklı açılardan yeniden yorumlamaya mecburuz demektir, bu da bizi yeni kelimeleri oluşturmaya yöneltecektir. Olay, yorum ve sonuç döngüsünde, bilginin gelişiminde...

Özkan Salman





14 Mayıs 2013 Salı

Serbest Piyasa Ekonomisi Kritiği

Birinci dünya savaşına kadar serbest piyasa ekonomisi tüm dünyaya yayılma ve yerleşme dönemlerini ana hatlarıyla tamamlamıştı. Yeryüzü nimetleri keşfedilmiş ve kullanılmıştı. Sıra yeraltı enerji ve madenleri çıkarmaya ve serbest piyasaya sürme zamanı gelmişti.

Hala bu süreç devam etmekte. Yeraltı zenginliklerine sahip ülkelerin yönetim sistemi eski olup yeni dünyanın serbest piyasa ekonomisine girmekte zorlanıyorsa. Onu ikna etmek nasıl olacaktır. Doğu ve batı girişimciler onu nasıl dünya piyasasına sürecektir.  Önce kapalı kapılar arkasında, basına kapalı, gizli anlaşmalar yapılmaya çalışılacak. İhaleler, anlaşmalar, ilişkiler o kadar karışık hala gelecek ki artık dünya gündeminden saklanamaz olacaktır.

Orta doğu ülkeleri liderlerinin bu saklı anlaşmaları uzun süredir kötüye kullandıkları anlaşılıyor. Karasızlık, sözden dönme, ikili, üçlü oynama, anlaşmalara uymama keyfiyeti sonunda istikrarsız bir enerji pazarlama politikaları oluşurup serbest piyasa aktörlerini canını bezdirir. Onlarda merkezi hükümetlerine şikayet ederler. Yönetimlerde devreye girer. Olaylar gizli halinden uluslararası açık bir siyasi ve ticari çekişmelerin yaşandığı bir arenaya dönüşür.

Ortadoğunun son elli yıldaki sorunu budur. Hem halkını hem de enerji kaynaklarını yönetme başarızlığı. Yönetim sistemlerini yenileyememeleri yani demokrasiye geçememeleri ve serbest piyasa ekonomisine uyarlayamamalarıdır.

Serbest piyasa ekonomisi tüm dünya ekonomik sistemlerini altüst ediyor. Değişime zorluyor. Gücü yetmediğine ise siyasi aktörlerini devreye sokuyor şikayet ediyor. Oyuncağına ulaşmayıp babasına, annesine şikayet edip ağlayan bir çocuk gibi davranıyor. Sonrası malüm siyaset şartların olgunlaşmasını beklemeden filin züccaciye dükkanına girişi gibi olayı çözmeye çalışıyor ve günah keçisi haline geliyor.

Serbest piyasa ekonomisi tabiatında insanın temel ihtiyaçlarını nüfüsa göre hızla üretme ve pazarlama rekabetini taşır.

Üretimi yaparken önce insan ağırlıktayken şimdi otomasyona yönelmiştir. Elektirk, elektronik araçları kullanmaktadır.

Misyonu ortadadır. İnsanlığın tüketimini, yaşamasını kolaylaştırmak. Bunu yaparken rakipleriyle yarışmak ve durumunu sürekli kılmak.

Peki serbest piyasa ekonomisi neden kötü görünüyor ya da öyle algılanıyor.

Geçmişe ait tüm sistem, kültür ve değerleri hiçe sayıp silip süpürdüğü düşünülüyor.

Kendini tüm dünyaya kabul ettirmeye çalışırken her türlü siyasi ve askeri gücü kullanarak insanlığa yakışmayacak hatta lanetlenecek derecede zalimce davranması tarihe yansımış durumda.

Serbest piyasa kendini iyi kullanan kesimleri refaha kavuşturup, iyi kullanamayanlara karşı haksızca davranıyormuş gibi algılanıyor, yani adalet terazi olmadığı söyleniyor.

Serbest piyasa ekonomisinin temeli üretim ve pazarlama sistemleri gibi basit ve yararlı olmasına karşın kötü bir imajını hala üstünden atamamıştır. O da Amerikanın ilk keşfinden başlayıp tüm dünyaya yayılma sürecindeki serbest piyasa ekonomisinin insanlığa yaptığı olumsuz etkilerinin hala zihinlerde yaşıyor olması ve bu tutumunu devam ettiriyor havasındadır.

Serbest piyasa ekonomisi diyor ki, dünyadaki üretim şekli ve araçları bunların pazarlanma sistemleri artık değişecektir. Siz eski pazarlama ve yönetim sistemlerini kullanan ülkeler ya gönüllü değişeceksiniz ya da zorla değiştirileceksiniz.

Serbest piyasa ekonomisinin aşamaları,

1. Kuruluş ve gelişme (Doğası iyi olmasına rağmen çalışanlarına iyi olmaması tartışma yaratmıştı. Bakınız. Karl Marks)
2. Dünyaya yayılma. ( Amerikanın keşfiyle başlayan insanlığa zararlı etkileri.)

3. Dünyaca kabullenmesi ve uygulanması (Bugün bu süreci yaşıyoruz.)

Yarın.

4. Amacına uygun şekilde kullanılması ( Tüm Siyasi, sosyal ve kültürel yöntem ve sistemlerden ayıklanması sadeleştirilmesi.Amaç değil araç olması)

5.Standart ve prensiplerinin sabitlenmesi. (Devlet hizmeti altında kullanılması sağlık, eğitim gibi temel yapı içine girmesi)


Sonuç : Serbest piyasa ekonomisi, bir sistem, bir araçtır. Ona hakim olan ve kullananlarca iyi veya kötü olması belirlenir.

Özkan Salman





12 Mayıs 2013 Pazar

Bireyler ve Devletler

Canlı organizma küçük ölçekte iken bölünerek çoğalırken, büyümüş hale geçince bu davranışı bırakıp eşeyli üreme yoluna gittiği görülmektedir. Boyutu büyüdüğünde bölünerek çoğalma ve üreme zorluğu ortadadır. Çok miktarda hücreler birleşerek dokulara, dokular organlara, organlarda vücudu meydana getirmektedir. Böyle oluşmuş bir canlının kendini bölerek çoğalmaya çalışması alıştığı ve bildiği tek ve küçük halindeki kadar başarılı, sürekli olamayacağını belirlediğinden olabilir. Tabi ki bu davranış şeklinin dünyamızın şartlarıyla ilgisi olabilir. Klonlama çabaları yine de küçük boyutta bölünmeyle başladığını düşünürsek büyük bölünmeye bir örnek davranış şekli olmadığı ortadadır.

Bireyler aileleri, aileler, mahalleyi, köyü, mahalleler, köyler ilçeyi, ilçeler şehirleri, şehirler seçim bölgelerini seçim bölgeleri de seçimle yasama ve yürütmeyi oluştururlar. Yani devletin en önemli bölümünü, bir insan vücudunda beyin ne ise yasama ve yürütme o dur.

Devletlerin devletlerle nasıl davranış içine girdiğini, bireylerinkiyle kıyaslamak ve karşılaştırmak.

Bireyler sağlıklı olmak ister, mutlu olmak, zengin olmak isterler. Aile kurup ailesinin varlıklı, sağlıklı ve mutlu devam etmesini isterler.Kendileri için istediklerini çocukları ve onların çocukları içinde isterler. İşleriyle zenginleşen ve büyüyen bireyler ülke dışına açılırlar bir çok ülkede iş yapmaya çalışırlar. Küresel bazda diğer kültür ve iş merkezi bireyleriyle ilişkileri olur. Buyrun size dünya insanı. Küresel birey, insan, aile.

Devletler ise doğuştan küreseldir.Tabiatlarında bu vardır. Diğer dünya devletleriyle, kültürel, iş, sosyal vb. bir çok alanda bağlantı kurma potansiyelini taşır. Yeni çağda bireyler karıncanın esnekliği devletlerin ise ağaçların sabitliği gibi yaşaması yeryüzünde barışı sağlayabileceği bir model olabilir. Sistemler kullanılabildiği sürece sabittirler. Devletler de insana göre sabit kalırlar.

Devlet halkının adil ve güven içinde sağlıklı, işinde eğitiminde olmasını sağlamaya çalışır. Devlet ile halk birbirinden bağımsız olamaz. Devlet bir sistem onu yöneten yine halkın seçtiği temsilcilerdir.

Devletlerin sistem temeli hala denenmektedir. Tarihte bir çok şekillerini ortaya çıkmış ve tecrübe edinilmiştir. Hala bu süreç devam etmektedir.

İktidarı on yıllarca aynı kalan bir devlet sistemi ile iktidarı perde arkasından on yıllarca yöneten bir devlet sisteminin birbirinden farkı azdır. Bu şartlarda kominizm, sosyal kapitalizm ve liberal kapitalizm sistemleriyle yönetilen devletlerin birbirinden fazlaca farkları yoktur.

Devletlerin devletlere, bireylerin bireylerle davranış şeklindeki gibi yaklaşmasının hata olduğunu tarih bize anlatmaktadır.Dünya devlet liderleri insanlık adına karar verirler, günü kurtaran, kıskanç, bencil  bireyler gibi değil. Üretimde ve tüketimde birbiriyle yarışan karınca kararınca olan bir birey gibi davranmamaya dikkat etmeliler. Devlet İhale peşinde koşan, silahlarını, ilaçlarını, enerjilerini pazarlamaya çalışan holding yöneticilerinden farklı olmalıdır. Zenginliğine zenginlik, gücüne güç katmaya çalışan bireyler gibi davranmaktan  kaçınmalıdır. Devlet toplumunun işleyişini adil, güven içinde sağlamak ve sürdürmek birinci görevidir. Elbette uluslararası düzenin ve işleyişinin en iyi şartlarda olmasına çalışacaktır. Bir devletin en iyi olmak bir yana dünyayı yönetmeye çalışmak ve bunu sağlamak adına bir bireyin her türlü bencilce davranışlarını sergilemesi  o devletin sistemini ya da yönetenlerini kendi içinde ve dünya genelinde sorgulanmasını getirir. Bu davranış şekliyle ne yaparsa yapsın hep hatalara düşecek ve bu hatalar da gerileme sürecini başlatacaktır.

Marjinal yönetime ulaşmış bir devlet bu sürecini aynı noktada tutmaya çalışmalıdır. Marjinal noktasını saptayamayıp hala grafiğini yükseltmeye çalışması boşlukta kalmasına yol açacaktır. Sonrası hem insan hem de doğa kanunlarına göre düşüştür.

Sonuç: Devletin davranışı bir birey gibi olamaz. Devlet insanlık için, insan kendisi ve ailesi için yaşar.

Özkan Salman 

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kıyamet (şiir)



Kötülük, şiddet uçuyor gökyüzüne doğru,
Yerden ayakları, bedeninden kesik ruhu,
Elektrikle kaplanmış, metal yorgunluğu,
Patlamayla bitecek, yerde alınca soluğu.

Dilinden düşürmez, iyiliği, doğruyu, barışı,
Eyleminden esirgemez kötü, yanlış savaşı,
Yalanlı vaatler, dolanlı sözlerle bulur aracı,
Zalimlik, vahşet, tehditlerle doludur kitabı.

Adalet yolunu şaşırır, doğrudan giderse güçlüye,
Barış aranır olur, vicdanlar bürünürse sessizliğe,
Karanlık kötülük bulutları dolaşır dört mevsimde,
Kıyametler kopmaya hazırlanır tüm yeryüzünde.

Özkan Salman

5 Mayıs 2013 Pazar

Bilgi (İzdüşüm)


Bilgi; Evrenin beynimize, bedenimize, hafızamıza izdüşümü, yansıması.

Evrenin beynimize yedeklenmesi, özetlenmesi, tanımlanması.

Canlının varlığını korumak ve sürdürmek amacıyla taşıdığı, kullandığı ve aktardığı bir olgu.

Bilgi, özne ile nesne arasındaki bağlantının akıl ile kurulması ile oluşan soyut bir iz ve sonuç.

Bilgi, canlının var olma halinde evrenin antitezinden senteze ulaşma amacının ana unsur kavramı.

Biz insanlar (bilindik tüm canlılarda ise bizden az olmakla beraber bulunan)  evrenin bir maddeki (canlı, organik) izdüşümünü oluşturmaktayız. 

Bizden önceki canlı türleri bu aşamayı geçemediler. Biz insanlar evrenin bedenimizdeki izdüşümünü büyük bir oranda (özellikle beynimizde) araçlar kullanarak ileri bir boyuta doğru taşıdık ve taşıyoruz.

Önümüzdeki zaman sürecinde insanın amacı; varlığını korumaya ve sürdürmeye çalışırken evrene ait (dünya süreci büyük bir oranda tamamlandı şimdi dünya dışındaki evren) izdüşümü nasıl devam ettireceğidir.

Doğa, canlıya tamamiyle yardım etmez. 

Günümüze kadar canlının gelişimi canlıdan olmuşken insan bu durumu değiştirmiş madde ve enerji daha çok kullanır olmuştur. 

Dünyamızdaki canlılığın sürmesinin temeli bitkiye dayanır. 

Atmosferin oluşması ve beslenme kaynağı olarak başta olmak üzere. 

Etçiller sonradan türemiştir. 

İnsanın hem etçil hem otçul olması varlığını tüm zamanlarda korumanın bir yöntemini geliştirmiştir. Hem otçul hem etçil olan hayvan sayısı oldukça azdır hem de kullanma oranları insan kadar fazla değildir.

Canlının amacı varlığını korumak ve sürdürmek iken insanda belirginleşen bilgi kendini ön plana taşımaktadır.

Yeryüzü bir köy evren bir dünya ise biz insanlar köyümüzde kalmakta ısrar edersek, iki tehdide maruz kalırız. 

Birincisi birbirimizle olan iç kavgaya, ikincisi ise dışarıdan gelecek bir tehlikeye.

Her iki tehdit de bizi köyden uzaklaşmaya dışarıları keşfetmeye itecektir.

Birinci tehdit en kolay çözümlenebilecek bir süreçtir. İkinci tehditi çözmek ise kolay olmayabilir. Dış tehdit geldiğinde kurtulursak bu bizim köyden çıkmaya zorlandığımız anlama gelebilir.

Kurtulamazsak bu gelişmemizin yetersiz olduğu, gerektiği gibi işe yaramadığımızın göstergesi olduğunu, bizden başka bir türün(uzaylı) öne geçtiği anlamı gelir ki dış tehdide ölümcül olarak maruz kalmamız halinde bizler de bunu görecek durumda olamayız.

Bilgi, bizleri evreni keşfetmeye çağıyor, var olma amacımızı da içinde taşırken.






4 Mayıs 2013 Cumartesi

Evrensel Sözlerim

* Bir insanın istediği üç temel unsur;  Sağlık, aile ve zenginliktir. Bir ülkenin istediği üç temel unsur; Barış, düzen ve adalettir. Bir ülkenin sağlığı barış, mutluluğu düzen, zenginliği ise adaletidir.

* Kadın kahkahasının olduğu yerde gelişmiş bir medeniyet vardır.

* Doğal kendini yeniler, kendini yenileyebilen yapay doğallaşır.

* Gerçek ile yanılsama arasındaki en önemli fark, gerçeğin olması yanılsamanın olma olasılığıdır.

* Her yeni bir bilgi evrene bakışımızı geliştiren bir mercek gibidir.

* Beden tekrarı, zihin ise yeniyi ister.

* Bir şey biliyorum, o da her şeyi bilmediğimdir.

* Bütünden bir parça ben varım, tüm parça ben bütünde varım.

* Herkes bana farklı yanlarımı hatırlatırken, ben herkesin benzer yanlarını unutmuyorum.

* Duygularımız kaynağını doğadan almıştır, onu yansıtır.
   Dört ana duygumuz, sevinç, üzüntü, korku ve öfke,
   Dört belirgin renk yeşil, sarı, mavi ve kırmızı,
   Dört belirgin mevsim, ilkbahar, sonbahar, kış ve yaz,
   Dört duygu, renk ve mevsim hepsi iç içedir sanki.

* Düşmanım yoktur, bildiğim varsa,
   Dostum vardır, bilmediğim yoksa.

* Kadın korkularına, erkek ise kızgınlıklarına hakim olursa kendini tanıyıp, geliştirebilir.
   Kadını korku, erkeği ise kızgınlık yönetir çoğunlukla.

* Sabah yaşlıların, öğlen olgunların, akşam ise gençlerin sevdiği zamanlardır. Yaşlı taze başlangıçların   bitmemesini, olgun başlangıç ve sona uzak olmayı, genç ise sonları merak ve tecrübe etmek ister.

* Sakin olmak, beyaz renk gibidir, beyaz rengin tüm renkleri içinde barındırdığı gibi, sakin olmak da tüm duyguların uyumunu içinde taşır.

* Para ile kazanılmış sevgi, saygı uçucu bir gaz gibidir, ilk fırsatını bulduğu yerden uçar, gider.

* Her insan için hayal kurmak bir ihtiyaçtır. İyi, doğru ve güzel hayal dahiyi,  gerçekleşmeyen hayal şizofreniyi kötü, zararlı ve çirkin hayaller ise caniyi yaratır.

* Çağımız insanı kendini yalnız hissediyorsa ya istemediği bir yalnızlık türünü ya da fark etmediği bir lüksü yaşamaktadır. Çünkü istesek de kolayca yalnız kalamayacağımız bir zamanda yaşıyoruz.

* Karanlıkta bütün bilinmeyen ve görülmeyenler aynı mesafededir.

* Aşkta reddedilmek yaralanmak, yok sayılmak ise ölüm kadar acı vericidir, tedavisi ise yine yeni bir aşktır.

* Kin ve nefret ruhu zehirler, tedavisi ise kötü inadın bir erdem olmadığını hatırlayıp bağışlamak ve bağışlanmayı ummaktır.

* İnsanlara övülecekler ve yerilecekler, olaylara ya hep ya hiç, kavramlara siyah ve beyaz diye bakmak kendini sınırlamaktır.

* Düşüncenin besini bilgidir.