27 Ekim 2019 Pazar

Toplum olmak bir doğal zorunluluk, onu sürdürmek ise kültürdür.

Canlıların toplu yaşaması, insanların toplum olarak yaşaması doğal bir zorunluluktur. Toplumdaki iletişim, düzen, sistem vb. gibi tüm unsurlar ise insanların oluşturduğu kültürdür.

Biz insanlara insan olma özelliğimizi kazandıran toplum ve onun düzenidir. Birlikte olmak bize güven ve mutluluk verir. Sorunlu ve kazaları olsa da toplum en doğal ve en iyi yaşama biçimidir biz insanlar için. Toplumda yaşamak insan ömrünü uzatır, varlığını büyütür.  Toplum varlığını korumak için bir çok kültür oluşturmamız gereklidir. Vatan, millet, ülke, halklar gibi kültürler tarih boyunca deneyimlerle oluşturulmuştur.

Canlılığın ortaya çıkışı ve gelişimi zaten birleşme, bölünme ve birlikte yaşama üzerine kurulu başlamıştır. Dna birleşerek hücreyi sonra dokuları ve organlara doğru ilerlemiştir.

Canlılar çoğalmasıyla avlanma ve kaçınma güdüsü başlamış, aynı türler birlikte yaşayarak korunma ve çoğalmaya devam etmişlerdir.

En kalabalık ve çeşitlilik önce bakteri ve virüslerde sonra bitkilerde görülmektedir.

Büyük canlılar olarak bitkiler doğanın temelinde bulunmaktadır. Gezegenimizin yer örtüsü ve hava yastığı konumundadır.

Sonra en kalabalık otçullar gelmektedir. Bu kadar bitki olunca ondan beslenen canlı da fazla olacaktır haliyle. Ama bir şartla bitki varlığını tehlikeye düşürmemeleri gerekmektedir. Bitki biterse otçul da biter. Çoğalan otçullarla onlara avcı olması gecikmemiştir. Çoğalan canlının düşmanı hemen gelişmektedir. Onlardan beslenen bir tane tür olsa gerisi çorap söküğü gibi gelir. Besinin bolluğu karşında o tür büyür dallanır budaklanır.

Yeryüzü örtüsünde bulunan mantar, bakteri, virüsler flora dan fauna ya geçişi sağlamış sonraki bitkiler çoğalmış ve uzun süre yeryüzünün en büyük canlıları olmuşlardır. Rüzgar, ısı, su ve kimyasalları kullanarak varlıklarını geliştirmişlerdir. İklimleri etkilemiş atmosferi şekillendirmişlerdir. Önce bitkilerden beslenme ve ortaklık kuran bakteriden büyüyen böcekler olduğunu tahmin ediyorum. Böcekler hem bitkiden beslenme hemde ortaklık yapmışlardır.

Bitki temelindeki bu düzen  uzun bir süre sürmüştür. Böceklerden beslenen canlılar daha da büyümüş bitkilerden de beslenmeye başlamışlardır. Dinazorlar bu bitki bolluğunda devleşmişler ve bitki miktarına zarar verir olmuşlardır. Bitkilerin azalmasıyla atmosfer direnci düşmüş gezegenimiz dış tehlikelere açık hale gelmiştir. Meteor ve tehlikeli güneş ışınları canlılara zarar vermeye başlamıştır.

O dönemler yeryüzüne tek bir meteor düşmesi değil yüzlerce yıl milyarlaca meteorun düşmesi mümkündü. Atmosfer paramparça olmuş haldeydi bitkilerin azalmasıyla, güneş ışınları direk geldiği için tüm canlılarda öldürücü bir etki bırakması doğal bir süreçti. Dinazorlar küçülmeye başladılar beslenmeleri kısıtlanınca böceklere yöneldiler. Kuşların önceki dinazor oldukları biliniyor.

Bitkilerden beslenen canlılarda bir azalma olup bitkiler için risk kalkınca atmosfer koruması tekrar düzelmiştir.

Ekolojik sistemde çağolan bir canlının düşmanları oluşmakta olup o canlıdan beslenme olanağı bulan türler gelişir, çoğalırlar.

Amaç beslendikleri türü yok etmek değildir. Varlıklarını artırmak büyütmektir.

Dinazorlar bilinçli ve özellikle bitkilere zarar vermediler. Aşırı büyümeleri bitki oranın çok olmasıyla kendilerinin devleşmesi ve düşmanların kendilerine zarar verememesiydi.  Yeryüzündeki hiç bir canlının dinazorlardan beslenerek sayısını azaltması imkanı yoktu.

Bitkiler tekrar çoğalınca otçullar da devasa olamasa da arttılar, onların artması düşmanların ortaya çıkması anlamına gelmekteydi. Etçiller otçulların artmasıyla ortaya çıkmıştır.

Bitkiler, otçullar ve etçiller hepsi toplu yaşamaktadırlar. Ekolojik düzen böyledir. Canlıların birlikte yaşaması dna dan başlayan bir doğal bir temele sahiptir.

İnsan ise hem otçul hemde etçil olarak daha önce ortaya çıkmamış iki özelliği bir arada bulundurmaktadır. İnsanların çoğalmasıyla toplum olmaları çok uzun bir süre sürmüştür.

Toplum olmak doğal bir zorunluluk olup düzen, sistem, iletişim gibi toplum olmayı sürdüren araçlar, eylemler, edimler kültürdür.

Sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi tüm sosyal bilimleri kozmolojik temel yasalara göre değil, canlılığın kozmolojik temel yasalar üzerine oluşturduğu kendine özel yasalarına göre yorumlayıp, araştırıp geliştirilmesi referansının ona göre alması gerekmektedir. Böyle yapıldığı takdirde doğru bilgiler ışığında sorunların çözülmesi ve geleceğe dair doğru politikaların oluşmasına hizmet edilebilir.

24 Ekim 2019 Perşembe

Hücrelerdeki Yaşam Döngüsü

Ölürüz aslında yaşarken, ölürüz de öldüğümüzün farkına varmayız. Derler ya " Sen ölmüşsün de ağlayanın yok". Birbirimizin ölümüne ve dirilişine şahit oluruz o önemli anlarda.

Ölüm bir değişimdir. Değişen her canlı aynı zamanda ölmüştür. Eski hali yoktur. Yetişkin bir insan için çocukluğu ölmüştür bitmiştir. Diş macunu çıktığı zaman artık tüpüne geri dönemez, dağlardan akan dere suları artık dağlara geri dönemez. Yaşlı bir insan gençliğine dönemez, onun için gençliği ölmüş bitmiştir.

Anne karnında büyüyen bir cenin zamanı gelip de oradan çıktığında cenin ölnüştür aslında. Karındaki yaşantısı bitmiştir. Farklı bir konuma geçmiştir.

Vücudumuzdaki tüm hücreler ölmektedir birer birer, yerlerine yenileri gelirken. Organlarımız belli yıllar sonra tümden hücre yenilemesini tamamlamaktadır. Ölmekteyiz aslında her an hücrelerimizde, tekrar dirilerek, tekrar ölürüz. Canlılık böyle bir şeydir aslında her gün ölüp her gün dirilmektir.

Ölmeyi ve dirilmeyi her an ve her an tecrübe etmeyiz hücrelerimizde. Bunu anlayabilmek için çok küçük düşünmek ve hücrelerin dünyasına dokunmak gerekir hislerimizle. Aklımız bunu rahatça yapabilir çünkü aklımız onların hizmetindedir aslında. Onlar için çalışır, çünkü onu oluşturan, çalışmasını sağlayan yine hücrelerimizdir.

Serin sulara girerken sıcak vücudumuzun soğukluk karşısında ürpermesidir ölümü yaşamak, Kış mevsiminde uykumuzu yeterince alamadığımız soğuk sabahlara sıcak yatağımızdan uykusuz kalmak ölümü tecrübe etmek gibidir aslında.

Anaokuluna ilk kez giden çocuklar için evdeki huzurlu hali ölmektedir yavaş yavaş. Anaokulunun bilinmez haline alışması gerekmektedir. Yabacı insanlarla tanışma anı, bir ceylanın aslanları göremeyip de kokusunu alıp ölüm korkusunu yaşaması gibidir. Sağlık kontrolündeki ilk iğne bir yırtıcının dişlerini hatırlatır belli belirsiz.

Her okul ve sınıf değişimi bir ölüş bir diriliştir.  Eski hali bitmekte yeni hali gelmektedir. Orta öğrenimde ilki bitmiştir hatırlanmaz, lisede ise orta hatırlanmaz, üniversite de ise geride hiçbiri kalmamıştır. Sadece zihinlerde isimler ve ders bilgileri varlığını korumaktadır.

Askerlik geçmişe bir sünger çekmektir. Disiplin bir çok hatırayı siler, hücrelerini öldürür yerine yenilerine koyarken, öldürme ve ölme halinin en açık ve gerçek halini savaşları izleyerek ve dinleyerek öğreniriz.

Aileden kopuş anları birer ölümdür genç için,  güvenli bir ortamdan ayrılış bilinmez ortama geçiş anı bir ölümdür. Sürüden ayrılmış korku içinde ve tehlikeye açık olan bir ceylan gibi hissedilir. Çevreden her an gelebilecek saldırı ve ölüm korkusu vardır hücrelerinde.

Evlilikle aileden kopuş da öyledir. Artık yeni bir hayat başlamıştır genç için eski korunulan halinden kendi ve eşi ile birlikte korunacaktır tehlikelere ve sorunlara karşı.

Evliliklerin bitmesi de birer ölümdür aslında, alışılmış düzenin  bozulması yönünden. Evli iken edinilen çevrenin ve kazanımların bitmesidir ayrılıkta. Eski haller ve insanlar ölmüştür kişiler için " O yok artık benim için " derken onu içimizdeki taşıdığımız hafıza hücrelerini öldürmeye başlamışızdır. O hatıraları taşıyan hücrelerimizi dışlamaya diğer hücreler ile uyumunu bozmaya başlamışızdır o anlarda. " onu unutamıyorum " dediğimizde onu taşıyan hafıza hücreleri hala direnmektedir ölüme karşı. Olaylar ilerleyip de barışmanın olmayacağı kesinleşince ölmeye başlar birer birer bilgi taşıyan hücrelerimiz. Bize fiziksel bir acı verir her hücrenin ölümü içimizde. Zamanla yeni kişiler ve olayları bünyesine alan yeni hücrelerimiz oluşur eskileri kaybolup giderken. Yeni hücrelerle yeni umut ve gelecek planları oluşur.

Annemiz, babamız, kardeşimiz ve eşimiz gibi yakın akraba, eş, dostumuzun ölümü bizlere büyük üzüntü verir. Artık onların olmayacağı düşüncesiyle onlara ait bilgilerin depolandığı bilgi hücrelerinde de hissedilir. Derinden üzüntü duymak bu haldir. Hücrelerinde duyulur bu his. Onlara ait bilgilerin bulunduğu hafıza hücreleri artık yenilenmeyecektir. Hücrelerimiz ölürken yerine yenileri gelmez artık   o sevdiğimiz kişilerle iletişim, bağlantı yenilenmesi olamayacağı için mevcut hücrelerde yavaş yavaş birer birer ölecektir. İşte yas tutarken acı hissetmemiz o hücrelerin ölüm anını yaşamamızdır sevdiklerimizi hatırlarken. Aynı anda olur onları hatırlamamız onlara ait bilgilerin taşındığı hücre ölümleri. O anı "bir yıldız kaydı" gibi tasvir edebiliriz. Kaybettiğimiz sevdiğimiz insanları daha az anar olacağımızdır hüzün veren, onlara ait bilgi taşıyan hücrelerimiz de ölürken.

Bizler her an ölmekteyiz sıvı olup atılan ve dirilmekteyiz bölünerek çoğalıp gelen hücrelerimizle.

Yok olma ve var olma her an bulunmaktadır içimizde, hücrelerimizde.

Bizler hala hücre temelinde yaşıyoruz  İçimizde milyarca hücrenin birlikteliği ile varız. Toplu yaşamak hücre dayanışması temelinden geliyor. Canlıların toplu yaşaması doğal halleridir haliyle.Temel yapımızda var.

İş hayatına başlayıp alışınca emekli olmakta bir ölümdür aslında. " Emekliler cenneti " boşuna söylenmemiştir değil mi. Emeklilik bilinen bir kalabalıktan uzaklaşmak, sürüden ayrılmak, unutulmak, gereksizlik gibi olumsuzlukları aşmayı gerektirir zihinde hücrelerde. Çalışma hayatına ait anıları, bilgileri taşıyan hücrelerin birer birer ölmesi acı verir bazı kimselerde, emekli olsa da boş durmazlar çalışırlar o hücreleri korumak için. Gün sayıp emekli olanlar ise  iş hayatına ait hücrelerini emekliliğine yakın öldürmüşlerdir zaten. Emekli olunduktan sonraki yaşantı planlarını taşıyan hücrelerini çoğaltmaya başlarlar.

İlerlemiş yaşa gelip de yaşama ait yeni bilgileri almak istemeyen insanlar artık bilgi depolayan hücre üretimini durdurmuş olup son ölüme hazırlanmaya başlamışlardır. Artık öl, diril kıskacından çıkmayı kabullenmeye başlarlar. Hareket, ilgi, merak azalır, içe kapanma başlar, sönmüş bir yıldız gibi içe çöküş yaşanır. Ölen hücre artar, bölünme azalır. Zihin son ölümü beklemeye başlar. " Öleyim de kurtulayım " sözleri bizlere hiç yabancı değildir. Bu zamanlara organlarda yenilenmesini azaltır. Hücre ölümleri artar, bölünmeler azalır. Ölüp, ölüp dirilmek, ölümü hissetmek, dirilmeyi tecrübe etmek artık sona ermektedir. Son ölüm geldiğinde vücut hücreleri teker teker ölür, bölünme durur. Birlik, dayanışma bozulur. Doğadan gelen doğaya gider.

Bizler aslında her an ölüp her an diriliyoruz canlılar arasında. Yok birbirimizden farkımız canlı olarak.

Bir canlı için gerçek ölüm küçük hücrelerinin ölüp ölüp dirilmesinin bitmesidir.

Tüm canlılarda ise sayılamayacak kadar canlının oluşumunun ve ölmesinin bitmesidir.

Biz insanlar birer birey olarak toplumun bize verdiği kültür nedeniyle ölümü istemiyor ve korkuyoruz. Eğer toplum bize bu kültürü vermeseydi ölümden korkmazdık. Ölmemek bizim için bir iç güdü olarak kalırdı. toplumun bize verdiği kültür yaşamamızın daha sürmesini istememizi sağlamaktadır. Sağlıklı ve iyi hal ile yaşamak bize toplumun verdiği bir anlayıştır.

Toplum içinde doğmamız kültürü de alıp kullanmamız bize mutluluk vermektedir. Hücrelerimizin birliği beraberliği gibi toplumda birey hücreleriyle yaşamak bizlere mutluluk vermektedir.

Toplu yaşamanın huzur ve mutluluğu sıkıntılarına rağmen bizlerin ölüme karşı " Ölmek Allah'ın emri ayrılık olmasaydı" dedirtmektedir.

Ölümden sonra da toplumla yeniden buluşma kavramı bize ölümü aşma anlayışını vermektedir.





23 Ekim 2019 Çarşamba

Felsefik büyük sorular....

* Canlılık için evren ne anlama gelmektedir ?  Evren için canlı ne anlama gelmektedir ?

* Canlı ile evren arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır ?

* Canlının dünyaya bağımlı olması evrenden kopuk bir bağımlılık mıdır ?

* Canlının dünyadaki varlığı başlangıç ve son mudur yoksa  evrende ilerlemesinden önceki durak yeri midir ?

*İnsanlığın ilerleme aşaması yapay zekayı, sentetik biyoloji ve nano teknolojiyi ortaya çıkarmakla bitmekte midir ?

* İnsanlık bu görev aşamasına ulaşmak için mi tarihsel gelişim sürecini yaşamıştır ?

* Bitkiler ile iletişim kurabilir miyiz ?

* Dünya üzerinde canlılık ile canlanıyor mu, canlandı da uyuyor mu ?

* Sentetik biyoloji, nano teknoloji ve yapay zeka insanlığın intihar araçları mı yoksa uzaya açılacağı araçları mı ?

......

15 Ekim 2019 Salı

Her şey el ile başladı....

Canlılar arasında sıkı bir zincir vardır. Bu zincir dna zinciri kadar sıkı ve yakındır. Bir ceylan kendisine saldıran bir aslana kin duymaz düşmanı olarak görmez. Yaradılışının farklı bir versiyonu olduğunu sanki bilircesine sadece savunma amacını güder.  Bu aslan bana saldırmıştı zar zor kurtuldum şimdi intikam almak için ne yapmalı diye düşünmez bir ceylan. Ancak bir saldırı olduğunda nasıl kurtulması veya yakalanmaması için nasıl bir savunma sistemi geliştireceğini hedefler. Aslan ise ceylanı besini olarak gördüğü için vicdan azabı duymaz bir başka canlıya zarar verdiği için üzülmez. Canlıdan beslenen canlı zinciri saldırı ve savunma odaklı gelişir. Sağlıklı olmanın enerjisi zayıf ve hasta olmanın durgunluğu, acısı yaşanır sadece. üzüntü, sevinç gibi kültür duyguları yoktur o aşamada.

Ağaçlar arasında bir canlı gezmektedir. Ana besini meyvedir. Bu canlı meyveyi eliyle tutup yeme alışkanlığı edinmiştir. Bu alışkanlığını dallar arasında ilerlerken geliştirip büyüttüğü kolları ayakları ve parmaklarının tutma sıklığının artması ile başlamıştır. Artık el ve ayağı ile dallar arasında ilerlemiyor besinini de el ve ayak parmaklarıyla tutar olmuştur.

Ellerini kullanması bir canlı için beden ile dış dünya arasında ara bölümü oluşturması anlamına gelmektedir. Sıradan canlı kendi ile doğa arasında bir çizgi çizmez, ara form oluşturmaz. o canlı doğadır, doğada o canlıdır. o canlı başka canlıdır. Başka canlı odur.

Ot ve yaprak yiyen ceylan bitkiye başka canlı diye bakmaz, besini olarak bakar. Aslan ceylanı yerken besini olarak görür. Ceylanı farklı bir canlı kimliği ile görmez.  Av avcıya karşı savunma geliştirir. Ona saldırıp yok etmeye ve tehlikeyi ortadan kaldırma planı kurmaz. Haliyle ceylan aslana savunma geliştirir. Hızlı kaçmak, kokusunu hızlı almak ve onu hızla görmek, arazi rengine uyum sağlamak gibi bir çok savunma mekanizmaları geliştirir. Bitki kendisini yiyen ceylana karşı nasıl bir savunma şekilleri oluşturur. Acı bir tat, dikenli dallar, hızla büyümek gibi savunmalar oluşturur. Bitki ceylanın aslandan kaçması gibi ceylandan kaçamaz. Yere sabittir ve savunmasızdır. Ceylan ise bitkiyi tümden bitirmez budar. Her ottan bir tutam, her ağaçtan bir kaç tutam yaprak yer.

Ağaçlardan meyveleri eliyle koparıp yiyen canlı kendi ile ağaç arasına bir araç koymuş böylelikle kendinin ve ağacın farklı olduğunun farkına varma yolunda bir adım atmıştır. Aradaki araç eli, kolu parmaklarıdır. Besinini tüm bedeni ile değil araç olarak kullandığı eli ile almıştır. Sonraları kızgınlık zamanlarında rakip cinslerine ve grup dışından gelen yabancı rakiplere karşı taş sopa kullanmaya başlayacak ve bu kullanım gelişecektir. Grup kendi arasında parazit temizliğini de eli parmaklarıyla yapacaktır.

Elin kullanımı ağaç ve beslenme şekli ile başladığını söyleyebiliriz. Bitkiler kendisine zarar vermeyen sadece meyvelerini yiyen bu canlıya dost olmuşlardır. savunma geliştirme yoluna gitmemişlerdir. El kullanımı ile beyindeki nöronlar bu karmaşık hali çözmek için gelişmiş ve yeni oluşuma girmiştir. Dolayısıyla beyin yapısı bedenin dış doğa ile hareketiyle gelişmiştir. Önce beden sonra beyin oluşmuştur.

Beyin dna da temsilini canlının hayatta kalması varlığını devam etmesi  temeliyle vardı. Bedenin sinirsel hücresiydi. Sonraki bedenin doğa ile karmaşık ilişkilerini düzeninin devamı için gelişmiş ve başlı başına bir organ haline gelmiştir. Akıl ise bedenin doğa ve başka bedenlerle ilişkilerini düzenlemek üzere beyinde gelişti. Toplu yaşamanın mümkün olabilirliği üzerine akıl gelişti. Canlıda benlik bilinci oluştu gelişti. İş bölümü akılı geliştirdi. Ben, biz  onlar gibi çoğul unsurlar akılın gelişimini zorunlu kıldı. Bölünen hücrelerin bedendeki uyumu gibi bedenlerinde diğer bedenlerle birlikte yaşama uyumluluğun temelimizde bulunduğunu söyleyebiliriz.

Elimiz beynimizin dış bölümüdür diyebiliriz. Önce elimiz beynimize şekil verdi ve geliştirdi. Şimdi ise onun hizmetinde hareket etmektedir refleks haricinde. Beynimizin direk yönettiği iki organdan biridir. Dil ve el beynimizin uzantısıdır, reflekslerini saklı tutarak, beynin, aklın emrindedir.

Dil iletişim için el ise kullanmak için.