22 Aralık 2019 Pazar

KÜRESEL YAŞAM (POSTMODERNZİM, POSTYAPISALCILIK)

Postmodernzim küreselizmdir. Küresel zamanlarda yaşıyoruz. Yeryüzünde bireysel ve toplumsal olarak ne olup bittiğinden tüm dünya insanların haberdar olduğu ve tepki gösterdiği zamanlardayız. Modern hayatın tüm dünyaya yayılmaya başladığı dönemlerdeyiz.

Modern yaşam, felsefik anlamda, kent insanın doğa karşısında kendine ait bir koza oluşturması ve bu kozasında rahat ve iyi yaşamasıdır. Çamurlu topraklara basmadığı, kar engeline takılmadığı, hızla seyahat edebildiği, hızla haberleşebileceği, düzenli bir yaşam oluşturabildiği, bakteri, virüs, haşere, kemirgenlere karşı korunabildiği, uzun dönem planlamalar yapabildiği, ömrünü nasıl yaşayabileceğini planlayabildiği, sanata, bilime, eğitime kolayca ulaşabildiği, düzenli çalışabildiği, özel bir hayat yaşayabildiği yaşamdır, modern yaşam.

Küresel yaşam aşamasında ise neler değişmektedir.

Dünyanın bir kısmı modern yaşarken diğer kısımları modern olma yolunda ilerlemektedir. Batı, modern zamanları yaşarken diğer ülkeler modern yaşamı ülkelerinde oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Modern yaşam batıda ikinci dünya savaşından sonra başlamıştır. Altyapıyı oluşturacak bilgi ve tecrübe bulunmaktaydı.

Modern yaşam önce altyapıdan başlamaktadır. Yol, su, elektrik, ulaşım, konutlar, kurumlar, yönetim sistemi ve işleyişi, hizmet, üretim, ticaretin kolaylaşması, ihtiyaçları giderecek tercihlerin artması, sanatın, bilimin, teknolojinin yaygınlaşmasıyla devam etmektedir.

Modern yaşamın temeli iyi bir belediyecilikle oluşmaktadır. Alt yapının oluşumundan sonra insanların bu güzel ortamda mutlu yaşayabileceği bir kültür oluşturma aşaması gelmektedir. Kent insanı mutlu olmalıdır, modern yaşam standardına ulaştığında.

Modern yaşamda üst yapı insan mutluluğudur. Sakin, düzenli, keyifli bir yaşam sürme isteğidir. Eğlenmek, iyi ilişkiler kurmak ve sürdürmek. Mutlu kalabalıkların arasında dolaşmak, sanatla iç içe olmak, çocuklarının iyi bir geleceğini olduğunu düşünmek, ailesiyle mutlu olmak, tüm yeryüzü insanların da aynı mutluluğa ulaşmasını dileyip kendince ufak bir katkıda bulunmak.

Öyle olması gerekirken neden olunamıyor ?

Çünkü kentlerin enerji ihtiyacı bulunmakta doğal gaz, petrol ürünleri, elektrik gibi. İhtiyacı karşılayacak enerji miktarı yeterli bulunmamaktadır. Çözüm modern olmaya çalışan ve henüz enerjiyi en üst düzeyde kullanmayan, altyapısını oluşturmakla meşgul olan ve üst yapıya ulaşamamış ülkelerden bu enerjiyi almak gerekmektedir. Almanın iki yolu bulunmaktadır. Birinci yol en adil olan yoldur, satın almak, bir çok ülkenin yaptığı budur. İkinci yol ise adil olmayan yollardır. İnsan insanın kurdu tavrıdır.

Küresel yaşam postmodernizmdir. Modern yaşamın altyapısını tamamlamış ülkeler ile tamamlamaya çalışanların yüz yüze olduğu, özel hayatların azaldığı, sakinliğin yerini rekabete bıraktığı, bireyin basitliği, insanın değersizliği gibi yanlış yargılara götürdüğü zamanlardır. Modern yaşamı yeterli bulmayıp lüks yaşamı isteğini kışkırtan bir yapısı bulunmaktadır. Kalabalıklar içinde mutlu olamayan fil dişi kulesinde veya malikanelerde kendini değerli hale getirebileceği hissi oluşuyor insanlarda. Modern yaşamı yeterli bulmayıp özel lüks yaşamı hayal edenler artıyor, küresel yaşam tarzında.Haykırmak istiyorlar adeta "Ben değersiz değilim, bakın kalabalıklardan uzakta her olanağım bulunmakta, krallar, kraliçeler gibiyim, onlar gibi yaşıyorum. Evet ben özel ve önemli biriyim". Ülke nüfusuna göre şekillenmiş zihinler tüm dünya nüfusu karşısında kendini değersiz bulma yanılgısına düşebilmektedirler. Tıpkı bir çok düşünürün evren karşısında dünyanın küçüklüğünü ve önemsizliğini düşünme aşamasına ulaşması gibi. Sekiz milyon nüfuslu ülke insanlarının birden sekiz milyar insanca düşünmeye başlaması gibi bir olay. Bir milyar nüfuslu ülkelerin sekiz katı nüfusu düşünmesi gibi.

Enerji kaynakları bol bulunup bundan tam yararlanamayan ülkelere bakınız. Hem kendileri tam kullanamıyor, hem de küresel olarak satamıyorlar.

Küresel yaşamda korkularımız artabilir, modern yaşamımızın kaybolması korkusu başta olmak üzere, dünya barışın korunamaması, modern yaşama ulaşıp da onu sindirememiş ülkelerin çıkaracağı mızıkçılığın rahatsızlığını hissetme korkusu gibi.

Küresel yaşamda mal, hizmetin dolaşımı hızlı ve kolay olurken insanın dolaşımında turist, sermaye, beyin göçü desteklenirken vatandaşlık için göçmen, iltica ve sığınma olgularına direnç bulunmaktadır. Küresel yaşamda insan dolaşımı duvarlarla, sınırlarla engellenemez olması doğallığından gelmektedir. Doğa türlerin kaynaşmasını ister. Türlerin çeşitliliği canlılığın varlığını koruması, bağışıklığı için gerekli olduğu genlerde yazılıdır.

Modern yaşam insanlığın mutluluk standardıdır. Modern yaşam içinde lüks yaşayıp da bunu diğer insanlara hava atmak için kullananlar ise modern yaşamın özünü anlayamamış veya küçümsemiş sistemle savaşıp kazandığını göstermek isteyen kişilerdir.

Kimileri de modern yaşamda zenginliği yakalamış bunu gizli toplum mühendisliği için kullanmaktalar. Kar amaçlarını devam ettirmek adına klasik müşteriye reklam yapıp onu beklemek yerine, müşterilerin yanlarına temsilcilerini gönderip onların alışveriş etmesini zorunlu hale getirmek için çalışmaktadırlar.

İdeal olan ümidimiz küresel yaşamın, modern yaşamın küresel olarak yaşanmasına devam etmesidir. Modern alt ve üst yapıyı tamamlamış ülkelerin tüm dünya ülkelerinin modern yaşam seviyesine gelmesini istemesi, yardım etmesi, rekabeti hayvancıl değil insancıl yöntemlerle devam ettirmesidir.

Küresel yaşamı, modern ötesi değil, modern yaşamanın yeryüzünde tamamlanması şeklinde görmeyi ümit ediyorum, benim gibi düşünenler açısından ümit ediyoruz.

Araştırılması, yenilenmesi gereken ve İsim verilmeyi bekleyen olgular

Bir çok olay ve olgu vardır ki henüz adı, ismi konulmamıştır. Belirteceğim olay ve olguların isimleri var ise henüz ben öğrenememişim demektir. Eğer gerçekten de yok ise bu olay ve olgulara isim vermemiz gerekmektedir.

* Hücreni bölünerek çoğalması ve sonunda olgun bir beden ulaşma haline olgusunun bir ismi olmalı. Bir ağaç tohumunun büyüyerek olgun bir ağaç olma durumunun bir ismi olmalı.

* Halkın toplandığı yerlere bir isim verilmeli. Halkın bölüm olarak da toplandığı yerlere meydan ismi yeterli olmamaktadır.

* Dünya ile insan arasındaki bağı tanımlamak ve adlandırmak gereklidir.

* Doğa ile insan arasındaki bağı tanımlamak ve adlandırmak.

* Doğa ile dünya arasındaki bağı tanımlamak ve adlandırmak gereklidir.

* Duygularımızın oluşmasındaki tarihi süreçler ve birbirini oluşturan duygular. Duyguların tablosu yapılmalıdır. Periyodik duygu tablosu gibi. Temel duygular ve temel duygulardan oluşan tarihi süreçle yeni duygular. Duyguların evrimi.

* Duyuların evrimi. Canlılıkta ve insanlıkta duyuların gelişimindeki tarihi süreç, oluşma ve gelişme aşamaları.

* Ekonomik olarak bireysel ve kurumsal kar ve kazançların bir üst limitini oluşturmak. Bireysel, ailesel, kurumsal, şirketsel ve devletsel bir üst standart belirlemek.

Kar ve kazançları günümüz şekli olan " Piramit" şeklinden " Pasta " şeklinde, iş alanlarını da " Pasta " şeklinde düzenlemeliyiz. Bireylerin, kurumların, şirketlerin ve devletin kazançlarının bir üst limitini çıkartmalıyız. Bireylerin, kurumların, şirketlerin üst kazanç limitini aşan gelirler devlete, devletin üst limitini aşan gelirleri halka ve halklara döndürmeliyiz. 

16 Aralık 2019 Pazartesi

Bedenimizin merkezleri

Kalp, omurga ve beyin bedenin üç merkezi.

 Büyük canlı olarak hareket ve denge yeteneğimiz omurga ve omurilikle mümkündür. Canlının büyümesi için omurga gereklidir.

Sarmaşıkların ağaç olamaması gibi omurgasızların da büyük ve hızlı hareket eden canlıya dönüşmeleri mümkün görünmemektedir.

Beynimizdeki yumuşak doku kaynağını kemik iliği, omurilik sıvısından almaktadır. Kaynağı orasıdır. Hareketli ve büyük canlılardaki beyin gelişimi omurganın ve omuriliğin tamamlanma sürecinden sonra oluşmuş olması olasıdır.

Akıl, zeka oluşumu ise beynin gelişimi ile ilgilidir.

Beynin gelişimi sürecinde bedenin hareket şekillerindeki karmaşıklık önce beyin hücrelerini tetiklemiş büyümesi ve artması yönünden omurilikten kaynak aktarımı sağlanmış olması olasıdır.

Omurgamız, omurilik sayesinde beyin ile bedenimizin iletişimini  sağlamaktadır. Ağrı ve keyif sinyalleri bu yol ile bedenden beyine, beyinden bedene iletilmektedir.

Omurga ve omurilik vücudumuzun en sağlam organıdır. Omurgamız iskelet sistemi ve kemik yapısıyla tüm bedeni kuşatmaktadır. Beyni kafatası ile iç organları göğüs kafesiyle korumaktadır. El, kol ve ayak yapısı ile hareket ve denge yeteneğini sağlamaktadır.

Sağlıklı yaşamda omurga ve omuriliği önemseyip korumalıyız.


29 Kasım 2019 Cuma

DEĞER

Çok olan ve kolay bulunanlar değersiz, az olan ve zor bulunanlar değerli midir ?

Su, yeryüzünde çok bulunan ama değerini hiç yitirmeyecek olan değil midir ?

Bedenimizin su ve hava  ihtiyacı temelinden başlayıp temizlik, keyif, şifa için alınan önemli bir değerdir, su.

Doğayı oluşturan ve sürdürmesini sağlayan her türlü canlı çok olmasına rağmen değerlidir. Her türlü canlı, doğanın akışına, sürdürülmesine hizmet eder farkında olmadan.

Günümüzde insan çokluğu değerini azaltmakta mıdır ?

Çok insan olması insanı değersiz mi kılmaktadır ?

İnsanların çok olması onları kesinlikle değersiz kılmaz.

Bu gerçeğe rağmen günlük hayatımızda bazen insanların çok olması nedeniyle değerinin azaldığını hissederiz. Onlara kızar, onlardan uzaklaşmak,. yalnız kalmak, kafamızı dinlemek isteriz.

Biz insanların günlük dinleme, konuşma, eyleme ve düşünme sınırlarımız bulunmaktadır. Bu özelliklerimizi yeterince kullanınca dinlenmemiz gereklidir. Bu sınırlar insandan insana değişiklik göstermektedir.  Kimilerimiz uzun süre başkalarını dinleyebilir, başkalarına konuşabilir, uzun süre çalışabilir, izleyebilir ve düşünebilir. İlişkilerimiz yazısız ilke ve kurallar ile doludur. Adap, ahlak, gelenek değerleriyle doludur. Bu değerler insanın gölgesi gibi yanındadır. İnsan insanın kurdu tavrında bu insani değerler bir çok insan tarafından yok sayılır veya onlara uygun düşmeyen davranışlar sergilenir. Haksızlıklar, kötü sözler söylenir, kötü hareketler yapılır. Saygısızlık, sevgisizlik tavırları gösterilir. Kıskançlık, küçümseme, değersizlik biçme, önemsizleştirme, engelleme, tehdit, kışkırtma, tahrik etme, kızdırma, alay gibi olumsuz tavır ve davranışlar iletişime ve ilişkilere zarar verir.

Tüm bu olumsuz insani davranış ve tutumlara kişinin kendine, yakın çevresine ve topluma tek değer olarak her şeyin kendi yararına olması gerektiğine inanarak varlığını devam ettirmeye çalışması hoşgörü, nezaket, duygudaşlık, adap, görgü, ahlak gibi değerlerin güncel yaşantıda etkin olmasını, yükselmesini, artmasını engeller.

Böyle bir toplumda yaşayan birey hem kendisinin hem de diğer bireylerin,  toplumun değersiz olduğu izlenimine kapılır. Karamsar hislere kapılır. Ön yargılar oluşturur. Günlük yaşantısını bu ön yargılar üzerinden yaşar. Olumlu yaşantılar bu ön yargıların üstünü örter, yok etmez. İyi hallerin az, kötü hallerin ise çok olduğu izlenimi düşünce sistemini sınırlar. Hayata, dünyaya ve insanlara bu dar pencereden bakmak alışkanlığında yaşamaya devam eder.

Sorun insanların çokluğunda değildir. Ahenk veya karmaşıklık olmasındadır. Kalabalık olması sorun değildir. Kalabalığın düzenli bir gündelik yaşaması veya yaşayamaması durumudur.

Şehrin meydanlarında bir amaç için toplanan kalabalığı hatırlayalım. Orada bir düzen bir ahenk vardır. Orada bulunan her insan diğer insanların varlığından mutluluk duyar. Kalabalık bir iş yerinde çalışma usul ve gerekleri sağlanırsa orada çalışan insanlar diğer insanlarla çalıştığı için mutluluk duyar.

Konser alanları, alışveriş merkezleri, seçim meydanları, önemli günler kutlamaları, Kültür etkinlikleri, Tatil kalabalıkları gibi bir çok örnekler, insan olarak sayımızın çok olmamıza rağmen insanın değerinin azalmadığını hissettirir.

Mekanlar, şartlar, olanaklar ve amaçlar uyumu gereklidir. Düzenli kalabalıklar ne yorucu ne de rahatsız edicidir. Aksine kalabalıkların bir üyesi olmanın mutluluğunu yaşarız.

Tam olma duygusunu yaşarız o anlarda. Bir bütünün parçası olma hissi sarar içimizi, kanımızdaki yakamozlar bir müziğin ritmi gibi bedenimizin bir ucundan diğer bölgelerine hızla ve ahenkle titreşir canlılığın, var olmanın sihirli dokunuşlarıyla, yaşam çoşkusu akar kanımızdan hücrelerimize, aşkın bir his dolar içimize tüm insanlığı, tüm canlılığı kutlarcasına, kutsarcasına.




25 Kasım 2019 Pazartesi

Yapay Zeka

Bildiğimiz gibi yapay zeka felsefik anlamda aklın bedenden ayrılmış halidir. Yine bildiğimiz gibi akılın oluştuğu yer canlının en küçük parçası dna'dır. Dolayısıyla yapay zeka kendine canlılık özelliği kazandırmadığı sürece İnsan aklı yöntemiyle çalışamıyacaktır. Ancak bir bedene yüklenirse  yeni bir oluşuma girebilir.

Yapay zekanın ilk kuruluş amacını hatırlayalım. Bilgi toplama, hesaplama ve bilgiyi tutma idi. Bilimin en son ürünü haline geldi. Bilim bize bilgi sunmaktadır. Doğa ve evren hakkındaki bilgiyi, insana ve topluma ait bilgileri de tabi ki evren ve içindeki her şey hakkındaki bilgiyi.

Bilgi bir araçtır insan için. Bireylerin ve toplumun daha iyi yaşaması için bir araçtır.

Bireyin ve toplumun temel amacı birbiriyle uyumlu, barışık ve ilişkiler kurmak, mutlu bir ömür sürmektir.

Birey ve toplum asıl değerlerini hatırlayalım. Dayanışma, işbirliği, iş bölümü, görev paylaşımı, saygı, sevgi, yardımlaşma, sorunları çözme, üzüntü ve sorunları azaltma, sevinçleri birlikte paylaşma, kutlamalar, eğlenmeler, etkinlikler, sanat, sıkı çalışmalar, herkesin görevini yapması, hakların korunması, adil olunması, adilce paylaşma, sorunlu bireylere, canlılara yardım etme, insan haklarının korunması, konuşma ve düşünme özgürlüğü, Özel hayatın, ailenin korunması, ahlakın, erdemlerin toplum hayatındaki önemi yaşatma. Etik değerlerin önemsenmesi, geliştirilmesi gibi önemli değerler birey ve toplumlar için olmazsa olmazlarıdır.

Bilim bilgi, inançlar moraldir. Bunlar  da gereklidir ve önemlidir. Bilgimizi eğitimle, inançlarımızı her zaman koruyabilir ve yaşatabiliriz.

Bireylerin ve toplumların gelişmesi aynı olmamakta. Hep birlikte tüm bilgilere sahip olamayız. İnsanlık gelişimi tek düze ve her yerde aynı olmamıştır. Tüm insanların benim gibi düşünmesini ne isteyebilirim ne de buna hakkın bulunmamaktadır. Bunu isteyen kimse de başaramaz zaten.

Yapay zekaya bir bedeni olacaksa madde ve enerji den olur. Biz canlılarda madde ve enerjiyi kullanıyoruz. Fakat temel yapımız aynı değil.


Ticaret ve teknoloji küreselleşmeyi yönlendirmektedir.

Biz birey ve toplumlar yeryüzündeki oluşan şiddeti ve olumsuz olayları istemiyorsak. Bununla ilgili haberlere kayıtsız kalmamalıyız. Hemen o konuyu gündeme getirip diyalektiğini yapabilmeliyiz.

Gelişmelerin iyi olup olmadığının en iyi referans noktası doğadır. İçinde bulunduğumuz ve bizim var olmamızı sağlayan, sürdüren doğadır. Bizler dünyamızın ve canlılığın işleyiş biçiminden ayrılamayız bu ortamda.. Özümüz, varlığımızı temel almalıyız.

Yapay zeka, teknoloji ve ticaretin işbirliği ile küreselleşmeyi hızlandırdığını söyleyebiliriz. Bilgi yönetimi ve geri bildirim olarak  yapay zeka etkili bir araçtır. Yapay zekanın bilgi trafik uzmanı olduğunu söyleyebiliriz.

Bilim teknolojiye dönüşmüş birey ve toplum ilişkilerini düzenlemeye çalışmaktadır. Teknoloji birey ve toplum yaşantısını yönetir ve yönlendirir olmuştur.

Sermaye ve teknoloji, bireyin toplumdaki insani kültür kazanımları olan iletişim, etkileşim, tutum ve davranışlarına öncül olarak eşyalar, mekanlar ve araçları getirmektedir.

Bireyin geleceğe ait planlarının temsili olmuş, zihinsel ve düşünsel faliyetlerini mekanla, eşya ve araçla sınırlandırmıştır.

Çağımız modernizmin tanımı birey ve toplumun eşya, mekan ve araç edinmekle rahat yaşama olanaklarıdır.

İnsan olmanın ana gereği olan düşünceden (felsefe) ve miras olan geleneğinden kaçarak bedenen ve zihnen yaşamaya odaklanarak özgürlüğünü yaşamak istemesidir.

Doğaya ve diğer insan ve toplumlara karşı verdiği mücadeleden bıkmış tarihin ağır sorumluluklarını taşımaktan  yorgun düşmüş modernizmi bir durak, sığınma, rahatlama, barış, mücadeleye mola olarak yaşamaktadır. Modernizmi ticaret ve teknoloji kurmuş, sanat da taçlandırmıştır.

Modernizm savaşı engellemiştir, ikinci dünya sıcak savaşından günümüze.

Soğuk savaşların gölgesinde gelişen modernizm savaşların yerini ticaret ve teknoloji rekabetine dönüşmüştür günümüze gelişim sürecinde. Hala bu süreç devam etmektedir bir çok ülkenin modernizmi keşfetmesi ve ulaşmaya başlama aşmasında.

Teknoloji birey ve toplumda iletişimi kolaylaştırmıştır. Ticaret bu iletişimle küreselleşmiştir.

Felsefe, sanat ve sosyal bilimler reklam ve tüketici bilgisi, davranışı yoluna girerek birey ve topluma modernizmin aşıcısı olma göreviyle gerçek amacından sapmış teknoloji ve ticarete hizmet eder görünmekteler.

İnançlarda teknoloji ve ticaretin etkisinden paylarını almaktadırlar. İnanç rekabeti sakinleşmiş olmasına rağmen terör belasıyla bu sakinlik bozulmaya çalışılmaktadır.

Rekabet modernizmin yakıtı, enerjisi olurken,  yeni yakıta ve enerjiye ulaşmak için varlığını riske atması da onun çelişkisidir. Rekabet ve risk yan yana yürümektedir. Orta doğunun karıştırılması bu yüzden olsa gerek oradaki enerjiye ulaşmak için terör ve kargaşa yaratmakta olan bu muhteşem ikili hem o ülkelerin hemde dünya ülkelerinin oluşacak tepkisine, geri bildirimine kayıtsız davranmaktalar hala.

Küresel gelişme inançların, geleneklerin ve insani değerlerin küresel anlamda ticaret ve teknolojinin içinde erimesi şeklinde ilerliyor. Ya da insanlığın ticaret ve teknolojiyi hazmetmeye, sindirmeye çalışması da olabilir. Mutfakta teknoloji ve ticaret ahçılarının önümüze verdiği menülere bakıyoruz. Bu büyük menüdeki yemekleri test etmekteyiz. Bu ikili bir menüye bakmayı bitirmeden bize ikinci menüyü sunmaktalar sanki. Nefes aldırmıyorlar.

Yapay zeka ise teknoloji ve ticaretin toplum yaşantısına bilgi ve tüketim olarak etkin olma halinin devamı etmekte olduğunun göstergesidir. Hala geleceği planlıyorlar ve bireylere, toplumlara nefes aldırmıyorlar. Bir durun kardeşim demek yetmiyor. Biraz birey ve toplum olarak nefes alalım nerede duruyoruz. Nereye gidiyoruz. Bir konuşalım, tespit yapalım. Bir günde medyadan kötü haber almayalım. Uluslararası sorunlar yaşamayalım. En büyük hayalimiz haberleri izlerken " Evet sayın izleyiciler, dinleyiciler bugün yeryüzünde herhangi kötü bir olay olmadı. Şiddet yaşanmadı. Uluslararası gerginlik görülmedi" diyen bir spiker olması. Takvime bakıp dünya barış günü olmamasını da görmemiz gerekir tabi ki.

Yapay zeka, robot ve internet geçen yüzyıla hakim olan teknoloji ve ticaretin bu yüzyılda da hakimiyetini sürdürme çabasıdır. Küreselleşme için iyi bir olay olmasına rağmen birey ve toplum düzenlemeleri maalesef doğasına aykırı olduğu için birey ve topluma kalıcı huzuru ve mutluluğu getirmemektedir. Aksine huzursuz ve istikrasızlık oluşturmaktadırlar.

Çözümü var tabi ki. Artık bir durun yavaşlayın demek gerekiyor. teknolojiye ve ticarete. Birey, toplum ve devletin bu konuya önem vermesi gerekiyor.

Moderniteyi teknoloji ve ticaret oluşturdu hala onlar ön planda olmaya devam ediyorlar. 

24 Kasım 2019 Pazar

Gidiyorsun

Demek gidiyorsun,
Bu şehirden, 
Bu bahar vaktinde,
Umutlarını yarım bıraktığın
Bir kalp varken peşinde,
Sana biraz kızgın,
Biraz kırgın
Bir çift göz üstünde,
Sonu belirsizliklerle,
Bilinmezliklerle dolu gizlerinde.
Biliyorum geleceksin,
Bahar bitmeden bu şehre yine.
Seni bırakmayacak, 
Çağıracak, 
Geri dönmelisin diye,
Hatırlayıp gülümseyeceksin, 
Seni hala anan birisine,
Kalbini bıraktığın gibi, 
Aynı bulacaksın döndüğünde.
Cevapsız, şüpheli sorular
Zihninde giderken şehirden,
Bir şeyleri eksik, 
Kırık bıraktığını, 
Düşüneceksin bazen,
Üzülmene bir sebep yokken,
 Bir hüzün esecek birden,
Uzağı sana yakın eden, 
Bir sıcaklık, 
Geçerken kalbinden.

22 Kasım 2019 Cuma

Küresel Yaşam (Beden ve zihin bütünlüğüne doğru ilerleyiş)

Bizler yeryüzündeki canlılığın en son temsili olan varlıklarız.

Bedensel yapımız doğuştan aynı özelliklere sahipken zihinsel özelliklerimizi hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren şekillendirmeye başlarız.

Yok aslında birbirimizden farkımız, farkımız gibi görünen ise bilgidir, edindiğimiz veya henüz öğrenmediğimiz.

Birbirimizde görüp de gidemediğimiz yerler, mekanlardır, yaşayamadığımız yaşantılardır farkımız.

Duyup da dinleyemediğimiz güzel şarkılardır, bizlerde farkı oluşturan.
Bilindiği halde söyleyemediğimiz sırlarımızdadır, farklarımız.
Anlatıldığı halde okuyamadığımız kitaplardır farkımız.
Beğenilip de izleyemediğimiz filimlerdir.
İzlediğimiz halde bulunamadığımız mekanlardır.

Farklı gibi görünen zihinsel yapımız aslında bedenimizin yetişemediği yaşantılardır. Her bedenin ulaşabildiği ve yetişebildiği yaşantılar küresel yaşamda birliğe, aynılığa ulaşırlar.
Böylelikle beden birliği, aynılığı zihinsel birlikteliğe, bütünlüğe ulaşır.

Var mıdır bu yeryüzünde bir insan başka bir insanın yaşantısını görerek onu birebir tecrübe etmese bile onun gibi yaşantıyı hissedebilsin.
Hangi beden bunu başarabilir.
Sadece göz duyusu yetebilir mi gördüklerini bedenine yaşantı olarak tattırabilsin.

Duyulmuşların anlatımını dinleyen hangi kulak kalbine birebir dinlemiş gibi duyguları iletebilsin.
Hangi göz uzaktan gördüğü mekan ve güzelliklere yakından ve içinden bakıyormuşçasına zihnine yaşantı olarak kaydedebilsin, kokuları zihninde canlandırabilsin.

Hangi duyma ve görme dokunma hissini tüm bedene iletip hissettirebilsin.

Aynı bedene sahip olmamız benzer yaşantıya hazır olmamızdan, farklı zihne sahip olmamız ise tüm yaşantılara ulaşamamızdan kaynaklanmakta.

Kendimizi yarım, eksik hissetmemiz bu yüzden. Tam hissetmemiz zihnimizde biriktirdiğimiz yaşantı örneklerini bedenimizin duyumlaması, yaşamasıyla olabilir.

Bedenimiz duyumlamak birebir yaşamak istiyor, zihnimiz o yaşantıya ulaştığı halde beden ulaşamıyor ve acı çekiyor.

Beden ve zihnimle bu yeryüzünde her duyu ve her duyguyu yaşadım diyen bir insan var mıdır.

Bedenlerimiz duyu ve duyguları tekrar tekrar yaşamak isterken, zihnin edindiği yenilerini de deneylemek istiyor.

Sisifos efsanesini hem bedenen hem zihnen yaşıyoruz.

Evrene her bakışımızda beden duyumlamayı ve duygulanmayı yeniliyor, zihin ise yeni bilgiler ekliyor.

Her beden ve zihin deneyiminden sonra başa dönüyoruz, tekrar, tekrar, tekrarlıyoruz bir döngü sonsuzluğunda.




20 Kasım 2019 Çarşamba

Var Olmanın Dayanılmaz Rekabeti

Büyüme, Genişleme, Bölünme

Rekabet tüm canlılarda bulunur. Canlı için rekabet varlığını en iyi konuma getirmek, o durumunu korumak ve sonraki nesline aktarmak amacına yöneliktir.

Ağaçlar güneşten olduğunca yararlanmak için sık bir ormanda her açıyı ve yönü kullanırlar. Kökleri sulara ulaşmak için uzanırken gövde ve dallar güneşe doğru ilerler.

Sürüler halinde yaşayan otçullar ve yırtıcılar alfa olmaya, kuşlar ise daha iyi ötme ve güzel renklere sahip olmaya çalışırlar.

Doğadaki canlılarda rekabet türün önce varlığını geliştirmesi ve koruması sonra da yeni nesillere bu özelliklerini aktarması şeklinde olur. Bulunulan alanda canlıların çok kaynakların ise az olması nedeniyle rekabet oluşmaktadır. Önce kaynak çok canlı az iken sonra canlı çok kaynak az olmaya başlar. Böyle olunca canlı fazlası birbiriyle rekabete başlar, dışa itme olur. Taşma halidir. Canlılık bir alandan çevreye yayılmaya genişlemeye başlar. Merkezdekiler kenardakileri iterler. Kenar üstün olursa merkeze geçer, merkezdeki kenara itilir. Merkez büyüdükçe kenarlar genişler, kenar büyüdükçe merkezden uzaklığına göre o grupla bağlantısı şekillenir. Merkeze yakınsa genişlemeye devam eder, belli bir uzaklığa ulaşınca artık merkezle bağlantısı zayıflamış olduğu için bölünür ve kendi merkezini oluşturmaya başlar. İkinci bir merkez oluşturup kenarlarını genişletmeye, büyümeye başlar.

İnsanlık tarihinde insan toplulukları böyle olmuş yeryüzünde yayılmışlardır.

Canlılardaki bu rekabet hücredeki büyüme ve bölünme aşamalarının temsili gibidir. Hücre olgunluğa ve belli bir büyüklüğe ulaşınca daha fazla büyüyemez ve bölünür. Canlılarda ise yaşam alanındaki canlı ve kaynaklar dengesi belirleyici olur bölünme, yayılma, genişleme, dışa itilme yönlerinden.

Canlının hücre bölünmesi de merkez ve kenar genişliğinin belli bir orana ulaştığında oluşmaktadır.

Tekrar Birleşme

Canlılar bölünüp, ayrıldıktan sonra belli bir süre sonra ayrı gruplar halinde iken bu gruplarda değişimler olur. Bazı gruplar azalır ve zayıflar. İklim, yeryüzü hareketleri ve salgın hastalık gibi önemli olaylar ayrı gruplardaki canlıları azalmış veya yok olmuş canlıların bulunduğu alana sürükler. Dışarıdan merkeze gelen canlı değişime uğramış olup merkezde kalmış olan canlıdan farklı olmuştur. Bu ikisi aynı tür olmasına karşın farklı olmuşlardır.

Tarihteki keşifler de hep bu farklıları ortaya koyar. Kıtaların keşfi çoğalan nüfusun dışa taşması şeklinde olmuş yeni alan arama çabaları oluşmuştur. Arayan medeniyetler bulunan medeniyetleri kapsamı altına almış sınırlarını genişletmişlerdir. Rekabet bilgisi ve araçları gelişmiş olan ülkeler hızlı hareket ederek durağan ve geri kalmış kıtaları ve toplulukları kapsamış birleşme hareketini başlatmışlardır. Küresel birleşme aşamasına doğru ilerlenmektedir şu an insanlık.

Hücreler ise bir çok bölünmenin ardından dokuyu oluşturarak tekrar birleşme yoluna giderler. Dokular da organlarda birleşmeyi sağlarlar. Organlar ise bedende, beden ise topluluk veya toplumda birleşir.

Evreninde genişlemekte olduğunu bilmekteyiz.



10 Kasım 2019 Pazar

Felsefik Serbest Düşünce Esinti ve Çağrışımları -8


Bilgi yolculuğunun hangi düşünce durağındayız.

Hala dünya durağındayız.

Dünyayı ve kendimiz olan canlıyı keşfediyoruz.

İnsan suretinde yeryüzüne bakıyoruz canlıları temsilen.

Doğa bir ahenk içinde.

Dünya kendi ve güneş etrafında dönerken biz canlılar da bu doğa ahenginde yaşıyoruz.

Evrenin en küçük parçasına her yerindeki gibi yakınız ama evrenin diğer uçlarına çok uzağız. Bu en ufak parçaya göre büyüğüz ama evrenin büyüklüğüne göre ortada yokuz. Atoma göre büyüğüz, evrene göre yokuz. Aslında hem varlığı hem de yokluğu aynı anda yaşıyoruz. Dünyadan ayrılan bir kimse için burası zihinlerde var olmaya devam edebileceği halde uzaklaştıkça evreni diğer bölgelerine dünya hala yerinde duruyor mudur, duruyorsa hangi zamandadır diye sorular kalır. Çünkü haber alamayınca, iletişim kuramayınca artık dünya onun için bir hayaldir, bir bilgidir.

Yeryüzünde canlıların rekabeti devam etmektedir. Bakteri virüsler büyümenin yollarını aramaktadırlar. Sanki sıralarını beklemektedirler. Ey insan şimdilik hadi iyisin yeryüzünde, ama bizlerde varız ve büyümek istiyoruz der gibiler. Salgın tehlikesini hatırlatıyorlar bizlere her an.

Bitkiler de sesleniyorlar bize ey insan doğayı koru yoksa sen de dinazorlar gibi yeryüzünde felakete uğrarsın.

Biz insanlar hala küresel barışı nasıl mümkün olabileceğini araştırırken savaşıyoruz yeryüzünde birbirimizle. Birbirimizle rekabet halindeyiz. En çok üretmek, satmak ve en fazlasına sahip olup hükmetmek istiyoruz diğer insanlara. İnsanları yönlendirmek, yönetmek çobanı olmak istiyoruz birbirimizin. Toplum mühendisliği planlayanlar ayrı, uygulayanlar ayrı olunca farkedilmiyorlar pek toplumca.

Hızla küreselleşmeye doğru ilerliyoruz. Yapılacaklar, edilecekler listemiz çok. Günlük, haftalık , aylık ve yıllık listelerimiz dolu. Meşgulüz çok. Boş zaman bulsak bile içine yeni yapılacak edilecekler listesi giriveriyor. Hobiler görev oluyor. Hafta tatili ne yapsak, nereye gitsek, neler yesek. liste oluşturuyoruz hemen. Yaşam tempomuz farkında olmadan hızlanıyor veya yavaşlıyor.

Oradan oraya gidip geliyoruz. Duramıyoruz hayatı yaşamak istiyoruz. Kaderimiz hareket etmek, duramayız. Hareketin çarpışması mı, yoksa durmanın çürümesi mi ikisini arasında mekik dokuyoruz.

Çürümemek için hareket ediyor,  Çarpışmamak için duruyoruz. Sürekli hareket eden çarpışır, sürekli duran ise çürür. İkisinin ayarını iyi yapmak gerekiyor. Hareket etmek ama hızlı olmamak, Durmak ama sabit olmamak galiba. Ne ağaçlar gibi sabit kalmamak ne de balıklar gibi durmaksızın hareket etmemek. ikisin ortasını bulmak gerek. Gün boyu hareketten sonra düşünce saati olmalı günü, olayları ve kavramları değerlendirmeli. Sonuçlar çıkarmalı, tecrübeleri kaydetmeli.Düşünceleri konuşmaya yazıya dökmeli. Sohbetler ve notlar olmalı. Hayatın, gündemin, yüzyılın konularına değinilmeli. Nereden geldik nereye gidiyoruz denmeli.Önce insanlar sonra olaylar en sonunda ise kavramlar konuşulmalı, düşünülmeli.

Son durum nedir ?

On milyar insan sayısıyla yeryüzünde yaşıyoruz. Hala birbirimizle sorunsuz yaşamayı sağlayacak bir sistem kuramadık, o kültürü oluşturamadık. Çabalıyoruz hala. Arıyoruz. Hala bedenimiz hücre yaşantısında, toplumlarımız yeryüzünde ateşi kontrolüne alıp da etrafında klan oluşturma seviyesinde.

Hedefimiz bedenimizin milyarca hücresinin bir büyük hücre gibi sağlıklı, toplumlarımızın milyarlarca insanın bir toplum olarak uyumlu, barışık ve iş bölümünde yaşamasıdır.



8 Kasım 2019 Cuma

Yeni Dünya Düzeni

Küreselleşme hızla yayılıyor, internette kullanılan haberleşme ağları dünyadaki ve yereldeki gelişmeleri hızla tüm dünya meraklısına ulaştırmak için yarışıyor. Yayılan haberler çoğunlukla kişisel bilgilere dayanmaktadır. Kamera çekimleriyle insanlar kendilerini ve bulundukları mekanları küresel olarak diğer insanlara gönderiyorlar. Ticaret, kültür, bilim gibi bir çok konuda kolayca yayınlanmaktadır.

Küreselleşmeyi inşaa edenler şu konular üzerine yoğunlaşmaktadır.

1 Karşılıklı iletişimin hızlı olması ve tüm dünyaya duyurulabilir olması gerekmektedir.Bunu için internet alt yapısı ve araçları ucuza satılmalı tüm insanlarca kullanılmalıdır. Telefonlar sürekli yenilenmeli ve oluşan yeni taleplere cevap verilmelidir.
2. Küresel bazda ticaretin hızla yapılması ve ulaştırılması gerekmektedir. Mal ve insan dolaşımı hızlı olamalıdır.
3. İnsanlar  küresel gelişmeyi haz ve mutlulukla kabul edip süreci hızlandırmalıdırlar. Gençler oyuna ve müziğe, yetişkinler ise flimlere ve haberlere kolay ulaşmalılar.
4. Ülkelere finans yardımı yaparak ulaşım, haberleşme ve altyapı alanlarında yenilenmelerini sağlarken borçlandırılıp işbirliğine katılmaları kolaylaştırılmalıdır.
5. Küresel bazda ülkelerin güç dengelerinin eşitlenmesi gerekmektedir. İkili zıt güç gerilimin kaldırılıması gerekmektedir.

Küreselleşme insanlık tarihi boyunca doğal ama yavaş ilerleyen bir süreçti. Savaşlar ve katı ideolojiler bu süreci hep yavaşlatmış ve duraklatmıştır. Teknolojinin artması bu oluşumu hızlandırmaktadır.

Küreselleşme doğal bir olgu olmasına karşı oluşması kültüreldir.  İyi haliyle olması tabi ki tercih edilendir tüm insanlar için. Eşit imkanlar ve işbirliği ile oluşması çok önemlidir.

7 Kasım 2019 Perşembe

Beden Akıl İletişimi

Bedenimizin sağlıklı çalışması bizlere farketmesek de mutluluk verir, organlarımızın sorunsuz çalışması sağlıklı olduğumuz fikri ve düşüncesini unutturur. Hareket etme ve duyu organlarımızın daha fazla deneyim isteğini arttırır. İçimizde bir çoşku, huzur ve harcanacak bir enerjiyi hissederiz.

Ne zaman ki başımızda ve bedenimizin bir yerinde ağrı, mide bulantısı, halsizlik, baş dönmesi gibi bir çok rahatsızlık oluştuğunda aklımız, zihnimiz dış dünya ile bağlantısını azaltır. Aklımız bedene yoğunlaşır. Havanın güzel olduğu, sevdiğimiz insanların çevremizde olduğu, iyi haberler, iyi olaylar olması bize mutluluk vermez. Aklın dış dünya ile ilgilenmesi ve dıştaki mutlulukları hissetmesi bedenin sağlıklı olmasıyla mümkündür.

Aklımız, zihnimiz o  rahatsızlık anlarında sorular sorar kendi kendine bu rahatsızlığım nedir, nedeni nedir ? Beden bir sorunla karşılaşmış ve rahatsız olmuştur.

Bedenin rahatsız olduğu bölge ilgili olarak bilgi sahibi olan doktorlardır. Teşhis ve tedavi yöntemleri çağımızda gelişmiştir.  Teşhis önemli bir başlangıçtır. Rahatsızlığın ne olduğu konusunda doktor tarafından hastaya sorular sorulur. Hasta detaylı ve net bilgi verdiğinde doktor hedef belirler emin olmak için testler yapar. Sonunda teşhis netleşir ve tedaviye geçilir. Tıp alanındaki mevcut teşhis ve tedavi yöntemleri elverdiği ölçüde rahatsızlık giderilir tedavi olunur.

Kış mevsimine girerken grip, nezle ve üşütme rahatsızlıkları çok olmaktadır. Ben de her yıl bir kere bu rahatsızlığı yaşamaktayım. Doktora görünüp rahatsızlığımın teşhisi ve tedavisi kolayca olmaktadır. Fakat o soğuk ter ve üşüme aklımı dış dünyadan alıkoymaktadır. O rahatsız olduğum günlerde dış dünya mutlulukları bana keyif ve mutluluk vermemektedir. Duyu organların iyi çalışmaması, halsizlik ve üşüme bana sağlıklı olmanın  dış dünya ile sorunsuz bir bağlantı kurarak mutlu olduğumu hatırlatmaktadır. Sağlığın kıymetini rahatsızlandığımızda daha iyi anlıyoruz.

Bedenimiz rahatsızken zihnimiz ve aklımızın çalışması aksıyor. Çalışmalar aksıyor, kültürel faaliyetlere ilgi duruyor, insanlarla iletişim zayıflıyor, hareket isteği kalmıyor bütün dikkatimiz bedenimize odaklanıyor. Dikkatle onu takip eder oluyoruz. Ateş artışı, ağrının seyri, rahatlama isteği, dış dünyadan gelen ses, koku, ışık ve tatlar değişiyor, sağlıklı olduğumuz haldeki duyu ve algılarımızı hatırlamaz oluyoruz. En sevdiğimiz yemek kokusu bile bize yabancı ve itici geliyor. Çevremizdeki tüm tanıdık sesler rahatsızlık anında yabancılaşıyor, rahatsız edici oluyorlar.

Bedenimizin rahatsızlığı sırasında duyu organlarımız ve algılarımız normal çalışmadığı için dış dünyayı farklı hissediyor ve algılıyoruz hasta olunca.

Rutin olmayan iki rahatsızlık yaşadım bu iki rahatsızlık geçici olmasına rağmen dış dünya ile bağlantının ne kadar kötü olacağına örnek olabilir.

İlkinde baş dönmesiyle başladı, mide bulantısı ona eşlik etti, birden bir şey yokken kendimi kötü hissetmeye başladım. Baş dönmesi ve mide bulantısı devam ederken dış dünya ile bağlantım zayıfladı. Kendi kendime neden diye sormaya başladım.

Yediğim bir şey mi dokundu ve zehirlendim mi ?
Alerji miydi ? O anlara yakın yaptıklarımı ve yediklerimi düşündüm. Bu rahatsızlığıma ne neden olmuştu. Zihnim telaşlı ve hızlı çalışmaya başladı. Gözlerim etrafı tarıyor neyin rahatsızlık verdiğini arıyordu, kulağım çevredeki sesleri tarıyor nasıl böyle olduğumu araştırıyordu adeta. Koku duyum etrafımda tehlikeli bir gaz veya hava olup olmadığını araştırıyordu. Zihnim bedenimin rahatsızlığına odaklanmış sefer olmuştu. Akıl soru soruyor Neden ? Nasıl ? Bedenin rahatsızlık sinyali neydi ? Beden mide bulantısı, baş dönmesi ve halsizlik sinyali veriyordu ama nedeni açıklayamazdı. Aklım zihnim bunu anlamalıydı. Bahsettiğim olay bir saat sürdü. Bir saat zihnim bedene odaklanmış ve rahatsızlığın nedenini araştırmıştı.

Beden sinyal gönderdiği halde akıl, zihin anlamakta zorlanmıştı. Teşhis edilemiyordu. Bedenimiz acıkmayı, susamayı, uykuyu, tuvalet giderme ihtiyacını sinyallerle vermekte idi ama her rahatsızlığının sinyalini verdiği halde akıl, zihin onu anlamamaktadır. Beynin bedeni yönettiği söylenir bu acaba doğru muydu ? Eğer tümden yönetseydi bedenin sorunlarını beyindeki oluşan zihin, akıla bir sinyalle sorunu iletirdi. Demek ki tümden yönetmiyor. Beyin özellikle duyu organlarına ev sahipliği yapıyor gibi duruyor. Görmek, koklamak, duymak ve ses çıkarmak gibi duyu organlarının en iyi halde çalışmasını sağlıyor gibi görünüyor. Zihin ve akıl bu bilgileri değerlendiriyor ve son durum canlının hareket tarzını ortaya çıkarıyor. Canlı o etkilere göre tepki veriyor. Bir ceylan bitkinin kokusunu alarak yiyebileceğine karar veriyor ve yeme eylemini yapıyor. Bir aslanın kokusunu aldığında zihni savunma yollarını araştırıyor. Kaçma veya araziye uyum gibi. Hedefin kendisi olduğundan emin olunca kaçma eylemine başlıyor.

 Sonunda aklım bedenimin rahatsızlığının nedeni buldu. Hemen çözümünü de uyguladım. Rahatsızlığım yarım saatte geçti.

Eğer çözümü bulamasaydım hemen doktora gidecektim haliyle.

Rahatsızlığımın kaynağı bedenimin direncinin düşmesi idi. Önceki gece az uyumuştum. Ve bulunduğum ortamda rüzgar akımı vardı. Cereyana kapılmıştım. Yaz sonlarıydı. Bunaltıcı sıcakların gittiği dönemdi. Hava serinlemeye başlamıştı. İlginç ki bedenim üşüdüğümün sinyalini vermişti ama aklım bunu hemen algılamadı. Kışın soğukta tüylerimiz diken diken olur, o dönem sıcaktan soğuğa yavaş geçiş olduğu için tüylerim sinyali vermemişti. Olay ısınmakta olan suya kurbağanın girmesi hikayesine dönmüştü.  Rahatsızlığı teşhis edince hemen üstüme bir şeyler daha giydim. Rüzgar akımını engelledim evimde. Bedenim hızla iyileşme sürecine girdi yarım saatte kendime gelmiştim. Artık yaz bitmiş mevsim sonbahardı.

İkinci rahatsızlığım ise daha zor ve karmaşıktı.

Hafta sonu öğleye doğru uyandığımda başım müthiş bir şekilde ağrıyarak kalktım yatağımdan. Başım adeta zonkluyordu. Ağrı iki üç saat sürdü birden geçti.Tam doktora gitmeyi planlıyordum birden bıçak kesilir gibi geçti. Nedenini anlayamadım. Yine sorular vardı. Neden ?  Ne sebep olmuştu. Zihin fırtınası çıktı zihnimde. Toz alerjisi, az su içmek mi, yediğim içtiğim bir şey mi, geç yatmak mı nedir ?

Bir sonraki hafta sonu bir daha tekrarladı. Sabah ağrı ile uyanır olmuştum. Teşhis belli oldu gibi migren, baş ağrısı sıklığı yine iki üç saat sürdü ve geçti.

Bir iki hafta sonra hafta sonu öğlene doğru ağrıyla kalkınca artık bunun unutulacak bir durum olmadığını düşündüm. Nedeni bulmalıydım. Bilgisayar kullanıyordum. Gece boyunca  ekran gözlerime ışık gönderirken tozları da gözüme yapıştırıyordu. Göz kuruluğuna ve kirlenmesine neden olduğu için göz tansiyonum olabileceğini düşündüm. Ekranı uzaklaştırdım ve tozunu aldım. Işığını azalttım. ekranın yukarı eğimini artırdım. Daha fazla su içtim. Gözlerimdeki titreşim yok olmuş, göz tansiyonundan kurtulmuştum ertesi gün ağrı olmadı.

Bir sonraki hafta ağrı ile tekrar uyandım. Göz tansiyonundan başka bir neden aramaya başladım. Evim yol kenarı olduğu için toz riski vardı. Binamızın yanında okul vardı. Gençler, çocuklar hafta sonu okulun bahçesinde erken saatlerde gelip futbol oynuyorlardı bağıra çağıra ve toz vardı haliyle. Toz alerjisi olabileceğini düşündüm. Gündüz uykusunun gecekini tutmayacağını düşündüm. Gece sessiz, gündüz ise trafik ve gençler çok gürültülüydü.

Sonunda buldum. Ne gürültü ne toz ne de göz tansiyonu  idi sorun, onlar sorunun birazını oluşturuyordu.

Bulduğum bu teşhis kolay bulunacak cinsten değildi. Sanıyorum ki migren ve baş ağrılarının yüzde onu bulduğum teşhisle ilgili olabileceğini düşündüm. Bu yüzde onluk oranın azaltılması anlamına gelmekteydi. Teşhisim ve çözümü bende iyileşme sağladı. Onlarda da sağlayabilir.

En azından yüzde doksan migren ve kronik baş ağısı çeken kesim benim teşhisimi olasılık dışına çıkarabilir uygulanır ise.

Teşhisi netleştirmek için biraz açıklama yapayım.

İnsanoğlu iki ayak üzerine yürümeye başladığında kafası yeni duruşuna göre şekillenmeye başlamıştı tarihler boyunca beyni büyümüş ve boynu kafa ile beden arası dik durumdan eğik duruma yönelmek zorunda kalmıştır. Kafatasımızın ağırlığı çağlar boyu artmıştır, beynin büyümesiyle. Başımızın ağırlığı boynumuza ve omuz iskelet yapısına  etki etmektedir.  Başımızın ağırlığını taşırken boyun kaslarına ve sinirlerine zararlı etkisi olmayacak şekilde duruşumuzu ve dengemizi ayarlamalıyız. Başımızın ağırlığın omuzlarımıza yüklemeliyiz. Aksi takdirde başımızın ağırlını boynumuz ve haliyle omur iliğe yükleyince başımıza uzana sinirler gergin ve yorgun hale gelmektedir. Migren veya kronik baş ağrılarının yüzde onu bundan dolayı oluştuğunu düşünmekteyim.

Teşhis:  Baş ağırlığının omuzlara yüklenmesi yerine boyun sinirlerine yüklenildiği için omurilik merkezin de rahatsızlık başlayıp beynimize uzanan sinirlerde gerilmeler baş ağrılarına dönüşmektedir.

Tedavi : Başımız öne eğik değil omuz hizasında tutmaya çalışmak ve başımızın ağırlığını boyuna değil omuzlarıma vermek. Göz kırpma refleksi azalmasına çözüm akıla gelindikçe göz kırpma hareketi yapmak, yutkunma refleksinin de azalmasına çözüm su içmeden de ya da korku yaşamadan da yutkunma hareketleri yapmak gerekir. Göz refleksi ve yutkunma nefes yollarını, göz çevresin ve alnın bölgesini nemlendirmekte olup kan akışını da düzenlemektedir.

Görüldüğü gibi beden akıl iletişimimiz bedenin temel ve hemen gerçekleştirilmesi gereken hayati ihtiyaçlar konusunda gelişmiş olup bedenin rahatsızlık başlangıçları ve gelişimlerinde bu iletişim gelişmemiştir.

Bu durum bize beynin temel işlevinin bedeni yönetmek değil canlının dış dünyadan aldığı her türlü duyumları işlemek ve canlının son eylemini belirlemesine yardımcı olmaktır. Haliyle beynimiz bedenimizden de sağlıklı olma ve rahatsızlık sinyalleri almakta olup zihnin ve aklın bu sinyalleri anlaması sorunu yaşanmaktadır. Beynimiz bedenden gelen bir sinyali acı veya haz şeklinde zihne iletmektedir. Acı ve haz dışındaki olumlu ve olumsuz iletiyi ise iletiyor olup zihin mi anlamıyor yoksa iletmiyor mu bunu açıklığa çıkarmamız gerekmektedir. Nörologların bu konuyu açıklığa kavuşturması gerekmektedir.


4 Kasım 2019 Pazartesi

Topluma Giriş (Gençliğe Çağrı)

Toplum orada uzakta olan bir şey, yer değil, içinde yaşadığımız sokak, mahalle, köy, semt, kasaba, şehir, ülke, kıta ve tüm yeryüzünde yaşayan insanların oluşturduğu ortamdır.

Ailemizde doğar, toplum içinde oluşuruz. Oluşum sürecine eğitim diyoruz. Ben dediğimizde bütün benliğimizi toplumdan alırız. Benlikten toplumu çıkarın, benden bir şey kalmaz geride.

Ailemizde alırız ilk temel etkileşimleri, büyürüz onlarla, beslenir, sevgiyi, sıcaklığı alır, üzülmeyi, kızmayı, yalanı, doğruyu onlardan, konuşmayı, hareket etmeyi, yürümeyi onlardan öğreniriz. Bunları yaparken zorlanmayız pek, Yapımızda bulunmaktır bu yetenekler. Beynimizde doldurulmayı bekleyen hücreler, kol ve ayaklarımızda bölünmeye ve çoğalmaya hazır bekleyen hücrelerimiz vardır.

Ailenden topluma giden o yol uzun sanılsa da kısadır aslında ömür yolunda.

Genç nasıl girecektir topluma ?

Ailede iken her şey planlı programlıdır. Artık büyüyen genç aile gölünden toplum denizine nasıl geçecektir. Küçük ve planlı bir çevreden büyük ve karmaşık ortama geçiş gibi bir durumdur genç için.

Toplum denizine gitmek için bir meslek adında bir sandala ihtiyacı vardır.

Gençlerin önünde duran önemli bir seçim bulunmaktadır. Meslek seçmek !

Toplum denizinde hangi meslek sandalıyla yol alacaktır ömür boyu. Buna karar vermelidir.

Ya bir karar verecek ya da ailenin vereceği meslek kararı ile yola devam edecektir.

Meslek konusunda yol ikiye ayrılmaktadır.  Eğitimle şekillenen meslek(üniversite) ve tecrübeyle şekillenen meslek (hizmet ve üretim sektörüne eğitimsiz giriş).

Bu iki yol dışındaki tercihler toplumun onaylamadığı ama görmezden gelebildiği mesleklerdir. Kanun dışı yollar. Bu üçüncü yol gencin tercihi olmayıp o yoldaki insanların gençleri çektiği bilinmektedir.Toplumda yaşayıp da ona ait olmadığını düşündüren ve hissettiren yoldur bu üçüncü yol. Toplumun akıl tutulmasıdır bu yol. Onu bilip de yok sayması en önemli özelliğidir. Bu üçüncü yoldaki kişileri bilip de mesleklerini görmezden gelme şeklinde de olur.

Bu yazım aile gölünden toplum denizine gitmeye hazırlanan gençlere. Sizin için en önemli olay budur.

Kısa süren aileden sonra ömür boyu yaşayacağınız toplum içinde mesleğinizi seçmenizdir.

Toplumda meslek ile var oluruz. Mesleğin diğer adı " iş bölümü" dür.

Toplumla var olmak, onun bir parçası olduğunu hissetmek ve yaşamak bu iş bölümüne katılacağın tercihle oluşacaktır. Bu senin en önemli amacındır. Toplumda mutlu olmanın ve kendinle barışık olmanın temelinde meslek seçimi yapman bulunmaktadır.

Aile gölünden toplum denizine oradan da insanlık okyanusuna giden uzun bir yol bulunmaktadır önünde.

Yeteneğine, aklına ve sezgine göre mesleğini seçmelisin. Meslek seçimini tamamlayınca yol ikiye ayrılacak. Meslekteki normal çalışma ve görevleri yeterli bulmak veya aynı meslekteki diğer insanlarla rekabet etmek. Meslek az onu yapacak insan çok olunca bu seçim kaçınılmaz haliyle.

Mesleğini yapamamaktan korkma, toplum sana görev verecektir. Yeter ki mesleğini yaparken önemse ve sabırlı ol. Araştır, seni göreve bekleyenlerin muhakkak olacağını kesinlikle unutma.

Ey gençlik ilk görevin toplumuna katılmak, onunla yaşamını sürdürmek ve onu korumak üzere mesleğini, iş bölümünü seçmektir.     

27 Ekim 2019 Pazar

Toplum olmak bir doğal zorunluluk, onu sürdürmek ise kültürdür.

Canlıların toplu yaşaması, insanların toplum olarak yaşaması doğal bir zorunluluktur. Toplumdaki iletişim, düzen, sistem vb. gibi tüm unsurlar ise insanların oluşturduğu kültürdür.

Biz insanlara insan olma özelliğimizi kazandıran toplum ve onun düzenidir. Birlikte olmak bize güven ve mutluluk verir. Sorunlu ve kazaları olsa da toplum en doğal ve en iyi yaşama biçimidir biz insanlar için. Toplumda yaşamak insan ömrünü uzatır, varlığını büyütür.  Toplum varlığını korumak için bir çok kültür oluşturmamız gereklidir. Vatan, millet, ülke, halklar gibi kültürler tarih boyunca deneyimlerle oluşturulmuştur.

Canlılığın ortaya çıkışı ve gelişimi zaten birleşme, bölünme ve birlikte yaşama üzerine kurulu başlamıştır. Dna birleşerek hücreyi sonra dokuları ve organlara doğru ilerlemiştir.

Canlılar çoğalmasıyla avlanma ve kaçınma güdüsü başlamış, aynı türler birlikte yaşayarak korunma ve çoğalmaya devam etmişlerdir.

En kalabalık ve çeşitlilik önce bakteri ve virüslerde sonra bitkilerde görülmektedir.

Büyük canlılar olarak bitkiler doğanın temelinde bulunmaktadır. Gezegenimizin yer örtüsü ve hava yastığı konumundadır.

Sonra en kalabalık otçullar gelmektedir. Bu kadar bitki olunca ondan beslenen canlı da fazla olacaktır haliyle. Ama bir şartla bitki varlığını tehlikeye düşürmemeleri gerekmektedir. Bitki biterse otçul da biter. Çoğalan otçullarla onlara avcı olması gecikmemiştir. Çoğalan canlının düşmanı hemen gelişmektedir. Onlardan beslenen bir tane tür olsa gerisi çorap söküğü gibi gelir. Besinin bolluğu karşında o tür büyür dallanır budaklanır.

Yeryüzü örtüsünde bulunan mantar, bakteri, virüsler flora dan fauna ya geçişi sağlamış sonraki bitkiler çoğalmış ve uzun süre yeryüzünün en büyük canlıları olmuşlardır. Rüzgar, ısı, su ve kimyasalları kullanarak varlıklarını geliştirmişlerdir. İklimleri etkilemiş atmosferi şekillendirmişlerdir. Önce bitkilerden beslenme ve ortaklık kuran bakteriden büyüyen böcekler olduğunu tahmin ediyorum. Böcekler hem bitkiden beslenme hemde ortaklık yapmışlardır.

Bitki temelindeki bu düzen  uzun bir süre sürmüştür. Böceklerden beslenen canlılar daha da büyümüş bitkilerden de beslenmeye başlamışlardır. Dinazorlar bu bitki bolluğunda devleşmişler ve bitki miktarına zarar verir olmuşlardır. Bitkilerin azalmasıyla atmosfer direnci düşmüş gezegenimiz dış tehlikelere açık hale gelmiştir. Meteor ve tehlikeli güneş ışınları canlılara zarar vermeye başlamıştır.

O dönemler yeryüzüne tek bir meteor düşmesi değil yüzlerce yıl milyarlaca meteorun düşmesi mümkündü. Atmosfer paramparça olmuş haldeydi bitkilerin azalmasıyla, güneş ışınları direk geldiği için tüm canlılarda öldürücü bir etki bırakması doğal bir süreçti. Dinazorlar küçülmeye başladılar beslenmeleri kısıtlanınca böceklere yöneldiler. Kuşların önceki dinazor oldukları biliniyor.

Bitkilerden beslenen canlılarda bir azalma olup bitkiler için risk kalkınca atmosfer koruması tekrar düzelmiştir.

Ekolojik sistemde çağolan bir canlının düşmanları oluşmakta olup o canlıdan beslenme olanağı bulan türler gelişir, çoğalırlar.

Amaç beslendikleri türü yok etmek değildir. Varlıklarını artırmak büyütmektir.

Dinazorlar bilinçli ve özellikle bitkilere zarar vermediler. Aşırı büyümeleri bitki oranın çok olmasıyla kendilerinin devleşmesi ve düşmanların kendilerine zarar verememesiydi.  Yeryüzündeki hiç bir canlının dinazorlardan beslenerek sayısını azaltması imkanı yoktu.

Bitkiler tekrar çoğalınca otçullar da devasa olamasa da arttılar, onların artması düşmanların ortaya çıkması anlamına gelmekteydi. Etçiller otçulların artmasıyla ortaya çıkmıştır.

Bitkiler, otçullar ve etçiller hepsi toplu yaşamaktadırlar. Ekolojik düzen böyledir. Canlıların birlikte yaşaması dna dan başlayan bir doğal bir temele sahiptir.

İnsan ise hem otçul hemde etçil olarak daha önce ortaya çıkmamış iki özelliği bir arada bulundurmaktadır. İnsanların çoğalmasıyla toplum olmaları çok uzun bir süre sürmüştür.

Toplum olmak doğal bir zorunluluk olup düzen, sistem, iletişim gibi toplum olmayı sürdüren araçlar, eylemler, edimler kültürdür.

Sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi tüm sosyal bilimleri kozmolojik temel yasalara göre değil, canlılığın kozmolojik temel yasalar üzerine oluşturduğu kendine özel yasalarına göre yorumlayıp, araştırıp geliştirilmesi referansının ona göre alması gerekmektedir. Böyle yapıldığı takdirde doğru bilgiler ışığında sorunların çözülmesi ve geleceğe dair doğru politikaların oluşmasına hizmet edilebilir.

24 Ekim 2019 Perşembe

Hücrelerdeki Yaşam Döngüsü

Ölürüz aslında yaşarken, ölürüz de öldüğümüzün farkına varmayız. Derler ya " Sen ölmüşsün de ağlayanın yok". Birbirimizin ölümüne ve dirilişine şahit oluruz o önemli anlarda.

Ölüm bir değişimdir. Değişen her canlı aynı zamanda ölmüştür. Eski hali yoktur. Yetişkin bir insan için çocukluğu ölmüştür bitmiştir. Diş macunu çıktığı zaman artık tüpüne geri dönemez, dağlardan akan dere suları artık dağlara geri dönemez. Yaşlı bir insan gençliğine dönemez, onun için gençliği ölmüş bitmiştir.

Anne karnında büyüyen bir cenin zamanı gelip de oradan çıktığında cenin ölnüştür aslında. Karındaki yaşantısı bitmiştir. Farklı bir konuma geçmiştir.

Vücudumuzdaki tüm hücreler ölmektedir birer birer, yerlerine yenileri gelirken. Organlarımız belli yıllar sonra tümden hücre yenilemesini tamamlamaktadır. Ölmekteyiz aslında her an hücrelerimizde, tekrar dirilerek, tekrar ölürüz. Canlılık böyle bir şeydir aslında her gün ölüp her gün dirilmektir.

Ölmeyi ve dirilmeyi her an ve her an tecrübe etmeyiz hücrelerimizde. Bunu anlayabilmek için çok küçük düşünmek ve hücrelerin dünyasına dokunmak gerekir hislerimizle. Aklımız bunu rahatça yapabilir çünkü aklımız onların hizmetindedir aslında. Onlar için çalışır, çünkü onu oluşturan, çalışmasını sağlayan yine hücrelerimizdir.

Serin sulara girerken sıcak vücudumuzun soğukluk karşısında ürpermesidir ölümü yaşamak, Kış mevsiminde uykumuzu yeterince alamadığımız soğuk sabahlara sıcak yatağımızdan uykusuz kalmak ölümü tecrübe etmek gibidir aslında.

Anaokuluna ilk kez giden çocuklar için evdeki huzurlu hali ölmektedir yavaş yavaş. Anaokulunun bilinmez haline alışması gerekmektedir. Yabacı insanlarla tanışma anı, bir ceylanın aslanları göremeyip de kokusunu alıp ölüm korkusunu yaşaması gibidir. Sağlık kontrolündeki ilk iğne bir yırtıcının dişlerini hatırlatır belli belirsiz.

Her okul ve sınıf değişimi bir ölüş bir diriliştir.  Eski hali bitmekte yeni hali gelmektedir. Orta öğrenimde ilki bitmiştir hatırlanmaz, lisede ise orta hatırlanmaz, üniversite de ise geride hiçbiri kalmamıştır. Sadece zihinlerde isimler ve ders bilgileri varlığını korumaktadır.

Askerlik geçmişe bir sünger çekmektir. Disiplin bir çok hatırayı siler, hücrelerini öldürür yerine yenilerine koyarken, öldürme ve ölme halinin en açık ve gerçek halini savaşları izleyerek ve dinleyerek öğreniriz.

Aileden kopuş anları birer ölümdür genç için,  güvenli bir ortamdan ayrılış bilinmez ortama geçiş anı bir ölümdür. Sürüden ayrılmış korku içinde ve tehlikeye açık olan bir ceylan gibi hissedilir. Çevreden her an gelebilecek saldırı ve ölüm korkusu vardır hücrelerinde.

Evlilikle aileden kopuş da öyledir. Artık yeni bir hayat başlamıştır genç için eski korunulan halinden kendi ve eşi ile birlikte korunacaktır tehlikelere ve sorunlara karşı.

Evliliklerin bitmesi de birer ölümdür aslında, alışılmış düzenin  bozulması yönünden. Evli iken edinilen çevrenin ve kazanımların bitmesidir ayrılıkta. Eski haller ve insanlar ölmüştür kişiler için " O yok artık benim için " derken onu içimizdeki taşıdığımız hafıza hücrelerini öldürmeye başlamışızdır. O hatıraları taşıyan hücrelerimizi dışlamaya diğer hücreler ile uyumunu bozmaya başlamışızdır o anlarda. " onu unutamıyorum " dediğimizde onu taşıyan hafıza hücreleri hala direnmektedir ölüme karşı. Olaylar ilerleyip de barışmanın olmayacağı kesinleşince ölmeye başlar birer birer bilgi taşıyan hücrelerimiz. Bize fiziksel bir acı verir her hücrenin ölümü içimizde. Zamanla yeni kişiler ve olayları bünyesine alan yeni hücrelerimiz oluşur eskileri kaybolup giderken. Yeni hücrelerle yeni umut ve gelecek planları oluşur.

Annemiz, babamız, kardeşimiz ve eşimiz gibi yakın akraba, eş, dostumuzun ölümü bizlere büyük üzüntü verir. Artık onların olmayacağı düşüncesiyle onlara ait bilgilerin depolandığı bilgi hücrelerinde de hissedilir. Derinden üzüntü duymak bu haldir. Hücrelerinde duyulur bu his. Onlara ait bilgilerin bulunduğu hafıza hücreleri artık yenilenmeyecektir. Hücrelerimiz ölürken yerine yenileri gelmez artık   o sevdiğimiz kişilerle iletişim, bağlantı yenilenmesi olamayacağı için mevcut hücrelerde yavaş yavaş birer birer ölecektir. İşte yas tutarken acı hissetmemiz o hücrelerin ölüm anını yaşamamızdır sevdiklerimizi hatırlarken. Aynı anda olur onları hatırlamamız onlara ait bilgilerin taşındığı hücre ölümleri. O anı "bir yıldız kaydı" gibi tasvir edebiliriz. Kaybettiğimiz sevdiğimiz insanları daha az anar olacağımızdır hüzün veren, onlara ait bilgi taşıyan hücrelerimiz de ölürken.

Bizler her an ölmekteyiz sıvı olup atılan ve dirilmekteyiz bölünerek çoğalıp gelen hücrelerimizle.

Yok olma ve var olma her an bulunmaktadır içimizde, hücrelerimizde.

Bizler hala hücre temelinde yaşıyoruz  İçimizde milyarca hücrenin birlikteliği ile varız. Toplu yaşamak hücre dayanışması temelinden geliyor. Canlıların toplu yaşaması doğal halleridir haliyle.Temel yapımızda var.

İş hayatına başlayıp alışınca emekli olmakta bir ölümdür aslında. " Emekliler cenneti " boşuna söylenmemiştir değil mi. Emeklilik bilinen bir kalabalıktan uzaklaşmak, sürüden ayrılmak, unutulmak, gereksizlik gibi olumsuzlukları aşmayı gerektirir zihinde hücrelerde. Çalışma hayatına ait anıları, bilgileri taşıyan hücrelerin birer birer ölmesi acı verir bazı kimselerde, emekli olsa da boş durmazlar çalışırlar o hücreleri korumak için. Gün sayıp emekli olanlar ise  iş hayatına ait hücrelerini emekliliğine yakın öldürmüşlerdir zaten. Emekli olunduktan sonraki yaşantı planlarını taşıyan hücrelerini çoğaltmaya başlarlar.

İlerlemiş yaşa gelip de yaşama ait yeni bilgileri almak istemeyen insanlar artık bilgi depolayan hücre üretimini durdurmuş olup son ölüme hazırlanmaya başlamışlardır. Artık öl, diril kıskacından çıkmayı kabullenmeye başlarlar. Hareket, ilgi, merak azalır, içe kapanma başlar, sönmüş bir yıldız gibi içe çöküş yaşanır. Ölen hücre artar, bölünme azalır. Zihin son ölümü beklemeye başlar. " Öleyim de kurtulayım " sözleri bizlere hiç yabancı değildir. Bu zamanlara organlarda yenilenmesini azaltır. Hücre ölümleri artar, bölünmeler azalır. Ölüp, ölüp dirilmek, ölümü hissetmek, dirilmeyi tecrübe etmek artık sona ermektedir. Son ölüm geldiğinde vücut hücreleri teker teker ölür, bölünme durur. Birlik, dayanışma bozulur. Doğadan gelen doğaya gider.

Bizler aslında her an ölüp her an diriliyoruz canlılar arasında. Yok birbirimizden farkımız canlı olarak.

Bir canlı için gerçek ölüm küçük hücrelerinin ölüp ölüp dirilmesinin bitmesidir.

Tüm canlılarda ise sayılamayacak kadar canlının oluşumunun ve ölmesinin bitmesidir.

Biz insanlar birer birey olarak toplumun bize verdiği kültür nedeniyle ölümü istemiyor ve korkuyoruz. Eğer toplum bize bu kültürü vermeseydi ölümden korkmazdık. Ölmemek bizim için bir iç güdü olarak kalırdı. toplumun bize verdiği kültür yaşamamızın daha sürmesini istememizi sağlamaktadır. Sağlıklı ve iyi hal ile yaşamak bize toplumun verdiği bir anlayıştır.

Toplum içinde doğmamız kültürü de alıp kullanmamız bize mutluluk vermektedir. Hücrelerimizin birliği beraberliği gibi toplumda birey hücreleriyle yaşamak bizlere mutluluk vermektedir.

Toplu yaşamanın huzur ve mutluluğu sıkıntılarına rağmen bizlerin ölüme karşı " Ölmek Allah'ın emri ayrılık olmasaydı" dedirtmektedir.

Ölümden sonra da toplumla yeniden buluşma kavramı bize ölümü aşma anlayışını vermektedir.





23 Ekim 2019 Çarşamba

Felsefik büyük sorular....

* Canlılık için evren ne anlama gelmektedir ?  Evren için canlı ne anlama gelmektedir ?

* Canlı ile evren arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır ?

* Canlının dünyaya bağımlı olması evrenden kopuk bir bağımlılık mıdır ?

* Canlının dünyadaki varlığı başlangıç ve son mudur yoksa  evrende ilerlemesinden önceki durak yeri midir ?

*İnsanlığın ilerleme aşaması yapay zekayı, sentetik biyoloji ve nano teknolojiyi ortaya çıkarmakla bitmekte midir ?

* İnsanlık bu görev aşamasına ulaşmak için mi tarihsel gelişim sürecini yaşamıştır ?

* Bitkiler ile iletişim kurabilir miyiz ?

* Dünya üzerinde canlılık ile canlanıyor mu, canlandı da uyuyor mu ?

* Sentetik biyoloji, nano teknoloji ve yapay zeka insanlığın intihar araçları mı yoksa uzaya açılacağı araçları mı ?

......

15 Ekim 2019 Salı

Her şey el ile başladı....

Canlılar arasında sıkı bir zincir vardır. Bu zincir dna zinciri kadar sıkı ve yakındır. Bir ceylan kendisine saldıran bir aslana kin duymaz düşmanı olarak görmez. Yaradılışının farklı bir versiyonu olduğunu sanki bilircesine sadece savunma amacını güder.  Bu aslan bana saldırmıştı zar zor kurtuldum şimdi intikam almak için ne yapmalı diye düşünmez bir ceylan. Ancak bir saldırı olduğunda nasıl kurtulması veya yakalanmaması için nasıl bir savunma sistemi geliştireceğini hedefler. Aslan ise ceylanı besini olarak gördüğü için vicdan azabı duymaz bir başka canlıya zarar verdiği için üzülmez. Canlıdan beslenen canlı zinciri saldırı ve savunma odaklı gelişir. Sağlıklı olmanın enerjisi zayıf ve hasta olmanın durgunluğu, acısı yaşanır sadece. üzüntü, sevinç gibi kültür duyguları yoktur o aşamada.

Ağaçlar arasında bir canlı gezmektedir. Ana besini meyvedir. Bu canlı meyveyi eliyle tutup yeme alışkanlığı edinmiştir. Bu alışkanlığını dallar arasında ilerlerken geliştirip büyüttüğü kolları ayakları ve parmaklarının tutma sıklığının artması ile başlamıştır. Artık el ve ayağı ile dallar arasında ilerlemiyor besinini de el ve ayak parmaklarıyla tutar olmuştur.

Ellerini kullanması bir canlı için beden ile dış dünya arasında ara bölümü oluşturması anlamına gelmektedir. Sıradan canlı kendi ile doğa arasında bir çizgi çizmez, ara form oluşturmaz. o canlı doğadır, doğada o canlıdır. o canlı başka canlıdır. Başka canlı odur.

Ot ve yaprak yiyen ceylan bitkiye başka canlı diye bakmaz, besini olarak bakar. Aslan ceylanı yerken besini olarak görür. Ceylanı farklı bir canlı kimliği ile görmez.  Av avcıya karşı savunma geliştirir. Ona saldırıp yok etmeye ve tehlikeyi ortadan kaldırma planı kurmaz. Haliyle ceylan aslana savunma geliştirir. Hızlı kaçmak, kokusunu hızlı almak ve onu hızla görmek, arazi rengine uyum sağlamak gibi bir çok savunma mekanizmaları geliştirir. Bitki kendisini yiyen ceylana karşı nasıl bir savunma şekilleri oluşturur. Acı bir tat, dikenli dallar, hızla büyümek gibi savunmalar oluşturur. Bitki ceylanın aslandan kaçması gibi ceylandan kaçamaz. Yere sabittir ve savunmasızdır. Ceylan ise bitkiyi tümden bitirmez budar. Her ottan bir tutam, her ağaçtan bir kaç tutam yaprak yer.

Ağaçlardan meyveleri eliyle koparıp yiyen canlı kendi ile ağaç arasına bir araç koymuş böylelikle kendinin ve ağacın farklı olduğunun farkına varma yolunda bir adım atmıştır. Aradaki araç eli, kolu parmaklarıdır. Besinini tüm bedeni ile değil araç olarak kullandığı eli ile almıştır. Sonraları kızgınlık zamanlarında rakip cinslerine ve grup dışından gelen yabancı rakiplere karşı taş sopa kullanmaya başlayacak ve bu kullanım gelişecektir. Grup kendi arasında parazit temizliğini de eli parmaklarıyla yapacaktır.

Elin kullanımı ağaç ve beslenme şekli ile başladığını söyleyebiliriz. Bitkiler kendisine zarar vermeyen sadece meyvelerini yiyen bu canlıya dost olmuşlardır. savunma geliştirme yoluna gitmemişlerdir. El kullanımı ile beyindeki nöronlar bu karmaşık hali çözmek için gelişmiş ve yeni oluşuma girmiştir. Dolayısıyla beyin yapısı bedenin dış doğa ile hareketiyle gelişmiştir. Önce beden sonra beyin oluşmuştur.

Beyin dna da temsilini canlının hayatta kalması varlığını devam etmesi  temeliyle vardı. Bedenin sinirsel hücresiydi. Sonraki bedenin doğa ile karmaşık ilişkilerini düzeninin devamı için gelişmiş ve başlı başına bir organ haline gelmiştir. Akıl ise bedenin doğa ve başka bedenlerle ilişkilerini düzenlemek üzere beyinde gelişti. Toplu yaşamanın mümkün olabilirliği üzerine akıl gelişti. Canlıda benlik bilinci oluştu gelişti. İş bölümü akılı geliştirdi. Ben, biz  onlar gibi çoğul unsurlar akılın gelişimini zorunlu kıldı. Bölünen hücrelerin bedendeki uyumu gibi bedenlerinde diğer bedenlerle birlikte yaşama uyumluluğun temelimizde bulunduğunu söyleyebiliriz.

Elimiz beynimizin dış bölümüdür diyebiliriz. Önce elimiz beynimize şekil verdi ve geliştirdi. Şimdi ise onun hizmetinde hareket etmektedir refleks haricinde. Beynimizin direk yönettiği iki organdan biridir. Dil ve el beynimizin uzantısıdır, reflekslerini saklı tutarak, beynin, aklın emrindedir.

Dil iletişim için el ise kullanmak için. 

9 Temmuz 2019 Salı

Evrenin yüzde bir oranı

Denizdeki bir damla gibi dalgalarda savrulmak, sürekli ve sürekli, tekrar ve tekrar her yöne hareket etmek. Rüzgarların bir itmesi ve çekmesiyle, yer kabuğunun suları dalgalandırmasıyla, ayın gel-git etkisiyle, durmaksızın evrenin sıcaklık, soğukluk  manyetik çekim etkisiyle, çarpışma, ayrışma, bölünme parçalanma ve tekrar birleşme etkisi altında bir damlanın haline baktığımızda o da başka bir damlaya çarpıp, birleşip ve ayrılarak evrenin hareketinin bir parçası olduğunu göstermektedir bizlere.

Evren bir şeyler yapmaya çalışıyor sanki, elementleri radyasyon ve manyetizma ile parçalamaya ve  yeni birleşimlere zorluyor gibi. Uzayda henüz evrenin planlarını çözemediğimiz fakat şemasını oluşturabileceğimiz olaylar oluyor. Evrenin amacı bizim amacımızdan farklı olabilir. Bizlerin "ihtiyaç" dediğimize evren "enerji çeşidi" diyebilir.

Evrenin elementleri hamur gibi yoğurup, kayayı parçalara ayırırcasına parçalamasına direnen bir varlık oluşur, bu varlık çevre etkenlerinin kaotik hareketine karşı yüzde yüzlük uymaktan çıkar yüzde bir kendi hareketini ortaya koyar. Evren hala yüzde doksan dokuz hakimiyetini sürdürür. Yüzde bir de zaten kendisinin bir parçasıdır aslında. Ama kurallarına yüzde bir uymayan bu varlığa kayıtsız kalır. Onu engellemeye çalışmaz tümden. Engellemek istese engellerdi. Engellemek istemediğine göre planın bir parçası demektir bu varlık. Bu varlığın temel var olma amacını da varlıkta bilinmesini istemez, vermez ona, varlık varlığını korumakla ve evrenin temel yapısındaki olayları kendi içinde sürdürmekle zaten bir oluşa doğru ilerleyecektir.

Bu varlık elementler içinden gelen manyetizma ve radyasyon etkilerine maruz kalmış olup evrenin zararlı etkilerinden yüzde bir oranını kendinden koruyarak varlığını oluşturan hücre yani canlıdır.

Canlılığın birinci amacı evrenin standart hareketlerinden yüzde birlik bir koruma sağlamak olmuştur.
İkinci amacı ise korumanın etkisiyle varlığını sürdürürken boyutu dengeleme çabası olmuştur. Belli bir boyuta ulaşınca koruma kalkmakta ve yok olma tehlikesi oluşmaktadır. Buna çözüm bölünmek yani çoğalmak ortaya çıkmıştır. Çoğalmayla hem mekan sorunu hemde beslenme sorunu oluşmuştur. Yani alan ve kaynak sorunu canlının canlıdan beslenmesi zincirini başlattığını söyleyebiliriz. Hücre belli bir alana enerji alımı ve atımı için ihtiyaç duymaktır. İhtiyacı olan bu alanda çoğalma olduğunda alan, kaynak ve atım sorunları başlamıştır. Hücrelerin yenileri oluşturmasındaki amaç varlığı korumak iken oluşturduğu kopyaları her hücrenin varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Bu bizim mantığımıza göre çelişik bir durumdur. Bu durumda hücrelerin en az zararla yapması gereken hareket yenileri kendi alanının dışına ittirmektir. Bunda başarılı olamayınca birbirlerine saldırmaya başlarlar, biri diğerini enerji kaynağı yaparak.

Ve canlılığın varlık ve değişim süreci başlamıştır.

Canlı olarak ilk amacımız yüzde yüz olan evren hareketinden yüzde bir olan korunmayı sürdürmektir.

Canlının nedeninden önce amacını bilmemiz de önemlidir.

Neden varız ? sorusu bir aşama gelince belki cevaplanacaktır. Cevabı bulduğumuzda  ilk halimiz ile son halimiz arasındaki olanların hiç önemli olmadığı olasılığı da bulunmaktadır. 

Amacımız nedir ? sorusunun cevabı ilk canlının oluşunda zaten var. Yüzde bir korunmayı sürdürmek.

Şimdi biz insanlar olarak temel amacımızı tekrar düşünelim. Varlığını evrenin yüzde doksan dokuz olasılığındaki hareketinden yüzde bir oranında korunmayı sürdürmeye çalışmak.

Canlılığın gelişimi ve değişimin bu amaca yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

Bilgi ve teknoloji bu yüzde  bir oranı korumak ve yüzde ikiye geçmek için olabilir.  

12 Haziran 2019 Çarşamba

Zaman Ölüm, Evren Cellat. (Canlılığın Temellerine ait Düşünüşler )

Canlılığın o küçük dünyasından büyüyen dünyasına doğru bir çok değişikler oluşmasına rağmen temelleri hala o ilk ilke ve amaç doğrultusunda varlığını korumaktadır.

Canlılığın en temel ilkesi beslenmesidir. Kendi dışında bulunan diğer canlı veya cansız her türlü besin kaynağını kendisine katma ilkesidir. Tür ve cins hiç önemli değildir. Önemli olan hayatta varlığını sürdür ilkesinin canlıda yarattığı dayanılmaz ve karşı konulamaz güdüsel dürtülerin baskınlığıdır.

Canlılığın temel ilkeleri kültür öncesi döneme aittir. Kültür, temel ilkelerin yerine getirilmesi (doygunluk) sonrasında ortaya çıkmıştır.

İnsanın, diğer canlılara göre üst kültürünü oluşturması doygunluğunun sürekliliği sayesindedir.

Canlılığın temel ilkeleri  hücrenin tekilliğinden hücreler topluğuna doğru ilerlerken kültür ise yeni bir aşama olup hücreler topluğu ile başka hücreler topluluğu arasında iş birliği, anlaşma, kurallar oluşturup zaman ve mekanın üstünde olma amacına yönelmektedir.

Canlı için zaman ölüm, evren ise cellattır.

Zaman canlıyı çürütmek, eritmek, hataya, rekabete zorlayarak(dna zinciri bozulması ve av,avcı ikilemi) evren ise çarpışmak, ısıtmak, dondurmak, parçalamak (madde ve enerji etkileşimleri) ile tehdit etmektedir.

İnsan ölüm olan zamana ve onun celladı olan evrene nasıl direnecek ve bir sonraki aşamaya nasıl geçecektir?

Önümüzde bu büyük felsefe sorusu bulunmaktadır.





27 Mayıs 2019 Pazartesi

Canlılık ve Evren

Biz insanlar canlılık zincirinin bir parçasıyız. Hem kırılgan hem de sınırlıyız. Canlılığın bütünü ise yeryüzünde çok sağlam bir yapı oluşturmuş görünümünde. Günlük yaşantımız bizleri meşgul etse de zihnimizin derinliklerinde canlılığın temeline ilişkin konular hep bizi farkında olmadan yoklamaktadır. Bir an dalgınlık anında gözlerimiz baktığımız yere değilde kendi zihnimizdeki düşünceleri görmeye başlayabilmektedir. Kendi halinde günlük olayları düşünmeye ve değerlendirmeyle başlayan zihnimiz kişilerden olaylara ve oradan da kavramlara doğru yolculuğuna çıkar. Sanki uyanıkken rüya görme sürecine başlamışızdır. Biz bu düşüncelere dalmışken sözünü ikinci ve daha yüksek tonla söyleyen yanımızdaki kişiye bakar ve " Ne demiştin?" diye sorarak üçüncü kez sözünü söylemesini duyarız.

Küçük canlı yapılar birleşir ve büyük vücuda dönüşürler. Bu vücudun büyüklüğünde de bir sınır olacaktır. Yeryüzü yer çekimi, basınç ve sıcaklık etkileri canlılığın gelişimini belli oranda sınırlayacaktır. Yeryüzünde her canlı merkezden çevreye fırlatılmış veya gönderilmiş birer kurye, gazeteci ve temsilci gibidir. Her iklim her arazide araştırma yapan bir kaşif gibidir her canlı. İster diğer canlıdan kaçış olsun ister ise başka bir canlıyı kovalama olsun sınırlarını her zaman genişletme hareketi kaderinde bulunmaktadır.

Evrendeki madde enerji dönüşümü canlıda da oluşmaktadır. Canlılığın arttığı bir bölgede sıcaklık artmakta ve canlılık fazlalılığını  dışarı doğru itmektedir. Canlılığın az olduğu yer ise soğukluğun olduğu yerdir. Canlılığın artması sinyalini taşımaktadır. Üre çoğal ve rekabet et temelindeki canlılığın bulunduğu her ortamda kimyasal maddeleri ve iklimi kendi bu temel amacının faydasına çevirmeye çalışmaktadır.

 Önce eşeysiz üreme vardı. Temeli hücre bölünmesinden gelen bu davranış canlılığın artması ile  tekrarlanan hareketin yeni bir harekete geçici aşaması olarak kendini eşeyli üremeye bıraktı. Yumurta olarak uzun bir süre çoğalma aracı oldu. Uzun süren bu aşama üremenin daha güvenli ve hızlı olması olarak memeli hale geçti. Yumurtayı dışarı çıkarmayıp içte olgunlaşmasını sağlama yöntemi gelişti. Böylelikle mekana bağlılık zayıflığı da azalmış oldu. 27.05.2019


20 Nisan 2019 Cumartesi

Dürtü oluşumuna ve gelişimine ait düşünceler

Canlılardaki dürtü gelişimi öncelikle varlığını korumaya, gelişmeye ve üremeye doğru ilerler. Varlığını koruma yeryüzündeki tehlikeleri öğrenme ve ona karşı bir korunma oluşturmadır. Derinlik algısı, suda yüzme yeteneği, havada uçma davranışları gibi.

Canlının dürtü kodları doğarken oluşmaktadır. Dürtü davranışını gerçekleştirme sinyalini başlatacak olan hücreler dürtü eyleminin adeta negatifi şeklinde hazırda bekler şekilde oluşturuldular. Canlının yeteneğini keşfetme anı işte bu negatif hücre ile dış dünyadaki eylem durumunu farketmesi veya mecbur kalması sonucunda hücre eylemle birleşir. Yani hücre bir kısmıyla boş olan yapısını dış dünyadaki karşılaşılan görme, duyma veya aileden gelen teşvik ile dürtü hücreleri aktifleşir. Dış dünyadaki bir olay veya etki uykudaki hücreyi aktif hale getirir. Hücreler eylem için beyindeki davranış merkezine sinyalleri yollar. Canlı yaptığı davranışı hedef olarak belirler beyinde ama temelde olan duyum ve durumlarla gelen bilginin verinin canlıdaki hücreyi aktif etmesiyle başlamaktadır.

Biz insanlar gelişen türümüz dürtüleri taşıyan hücrelerimizin azalmasına yol açarken hafıza, düşünme, konuşma gibi özelliklerimizi taşıyan hücrelerin çoğalmasına yol açtık tarihimiz boyunca. Kültürümüzle.
Dürtü hücreleri tüm vücuda yayılmışken kütür hücrelerimiz beyinde çoğalmıştır.

Yeteneklerimiz canlılığın temelinden gelen miras iken kültürümüz tarih içinde oluşan bir mirastır.

Atlama, koşma, yüzme gibi sporlar dürtü yetenekleri olurken, düşünme, hafıza ve konuşma gibi yeteneklerimiz insanlığın gelişimi sırasında oluşmuştur.

Canlılığın temeli olan soluma, beslenme, hareket gibi özelliklerin dışına çıkan canlı formu farklı bir oluşuma geçme yoluna girer.

Bitkiler  hareket eden ve türünden beslenen canlılardan farklı bir yola girmiş görünüyorlar. Soluma şekli açısından da farklılıkları bulunmakta. Bitkiler gündüz ve gece farklı şekilde solumaktalar.

Dolasıyla bitkiler canlılığın varlığını koruması, gelişmesi ve devamına ilkel halinden çıkmış gibi görünüyorlar. Doğanın temelinde bulunuyorlar. Yeryüzüyle birleşmiş adeta dünyanın koruyucu kabuğu görevini üstlenmiş gibiler. Meteor yağmurlarını engelleyen atmosfere etkileri var.

Milyonlarca yıl birikmiş olan bitki ve hayvan fosillerinin petrol olarak yeryüzünün çekirdeğine ulaştığını bir hayal etsek çekirdekteki patlamaya kömür ve doğal gazında katıldığını eklenirse nasıl bir durum oluşurdu bunu olayın etkisi dünyaya zarar verir miydi acaba, bu varsayımın etkisi  bilimsel hesaplarla ortaya konabilir sanırım. Eğer bu patlama dünyaya zarar verecek olsa idi homo enerjikus (post modern insan türü) bu görevi üstlenir miydi.Yeryüzündeki bitki miktarının sınırlandırmasında hangi canlı görev alırdı. Tabi ki otçullar. Peki otçullar çoğalıp bitkilerin soyunu tüketme riskini ortaya çıkarırsa çözüm ne gelir tabi ki etçiller. Etçiller de bir avlayıp bir hafta yatarlarsa yani yetmezler ise ne ortaya çıkar hem otçulu hem bitkiyi sınırlı tutacak  yeni bir memeli. Dinazorlar bitki soyunu bitirmekle tehdit ederken av olamayacak kadar büyük oldukları için mi cezalandırıldılar. Memelilerde ise durum belli en büyük otçul fil en kalabalık ise  küçük ve büyükbaşlar onları sınırlayan bir başka memeli var. O memeli düzeni bozarsa nasıl cezalandırılır acaba.

Biz insanlar temel canlılık özelliklerinden yeni bir boyuta geçmek istiyorsak.

Zihni sinir öneriler:

1. Türümüzden beslenmeyi bırakmalı kimyasal ve enerjik beslenmeye geçmeliyiz.
2. Soluma yöntemlerimizi oksijen karbondioksit dışına da taşıyabilmeliyiz.
3. Dayanabileceğimiz sıcaklık sınırlarını genişletmeliyiz.
4. Mikroskobik hücre temelinden büyük hücre modellerine yönelmeliyiz.
5. Akıl beden iletişimindeki sorunları çözmeli bu iletişimi kuracak  yeni bir dil veya yöntem geliştirmeliyiz.

Biraz espiri yaptıktan sonra ana konumuza dönelim.

Dürtü canlılığın temelinde vardı. Kültür ise onun üzerine inşa edildi.

Kültür ile dürtüyü barışık tutmalıyız.

Bunu başarırsak yeni ufuklar açılacaktır canlılığın ve evrenin bilgisinde.

........

8 Nisan 2019 Pazartesi

Canlılığın sürekliliği

Canlıların en temel yapısı dna' dır. Dna' yı barındıran ise hücredir. Canlılığın en ufak birimi ve temeli olarak hücreyi ele alabiliriz.

Hücreler zaman içinde süreklidir.

Canlılar hücrelerden meydana gelir,

Canlılar zaman içinde süreklidir.

İnsanlar canlılardır.

İnsanlar zaman içinde süreklidirler.

Süreklilik; sonsuzluk veya ölümsüzlük anlamı taşımamaktadır. Ama sonunun bilinmemesini de kendisinde taşır.

İnsan ve canlıları birey, kişi, hayvan ve bitki değilde hücre tanımına indirgersek bu önermeler mantık içerisinde kalır sanırım.

Canlılık tarihi hücrelerin gelişiminin tarihidir. (Hücre, organ, beden)

İnsanlığın tarihi ise beynin, zekanın, akılın gelişim tarihidir. (Beden, akıl)


...........................



26 Mart 2019 Salı

Canlıdan İnsana, Doğadan Evrene

Doğa canlılığı içinde barındıran, canlılığın yaşamını sürdürdüğü mekandır. Dünyamız bir doğa örneğidir. Ay bir doğa değildir şu an. Ne zaman ki orada canlılık belirtileri başlarsa o zaman bir doğa olur orası. Mars bir doğa mıdır değil midir ? Henüz emin olmasak bile göstergeler olmadığını gösteriyor. Bizler evrende hazır doğa arıyoruz gece gökyüzünü tarayarak, uydu göndererek.

Canlılığın doğa üzerinde yayılmasından ve insanın tüm dünyaya yayılmasından fikir edinmemiz gerekir evrende ilerlememiz için. Önce sanki denizde ilerliyor muşuz gibi teleskoplarla  kara arıyoruz sadece. Bu yeterli olmaz. Canlılığın yayılması milim milim adım adım. olur. Hazır yer buldum hoop ordayım olamaz. İnsanlığın yayılımını hala Amerika!nın keşfi gibi göremeyiz. Evrende canlı var sorusuna cevap arıyoruz tabi ki ama bir canlı varsa hemen hazıra konalım zihniyeti yeterli değil.  Gözlerimiz uzakları tararken önce güneş sistemimizde ilerlemeliyiz. Diğer gezegenleri doğamız yapmalıyız.

Doğamızda canlılığın ortak özellikleri bulunmaktadır. En temel tanımıyla canlı  madde ve enerjiyi kullanarak yaşayan, üreyerek varlığını sürdüren, bilgisini içinde(dna) taşıyan etki-tepki merkezidir, özdür, tözdür, cevherdir.

İnsan düşünen canlıdır. İnsan dışındaki canlılarda beyin düşünme aşaması öncesi temel canlı tanımına hizmet eder, düzenler haldedir, bitkilerde beyin organı olmamakla birlikte tahminim beyin işlevini tüm hücreler yerine getirmektedir. Yani bitkinin belli yerleri veya tüm hücreleri beyin işleyişinin temel yapısını içinde barındırmaktadır.

....................

17 Mart 2019 Pazar

Aklın Sınırsızlık Teorisi ve iki ilkesi

1.Eğer aklımın fikir yürütme ve düşünme sınırı varsa, zaten ben o noktaya kadar ilerleyebilirim.

2.Eğer aklım için bir sınır yok veya konulmamışsa o zaman düşüncede, fikirde ve teoride evrenin sınırlarına kadar gidebilirim.

Yukarıda değindiğim iki önerme "aklın sınırsızlığı" teorime ve iki ilkesine aittir.

Sınırsızlık deyimi dünyanın veya evrenin sınırı gibi algılanmalı. Döngüsel olması yönünden, bir doğru çizgi gibi değil.

Evren ve içindeki her şey hakkında bilgi edinme, anlamlandırma, tanımlama, araştırma, düşünme, fikir oluşturma ve teori oluşturma özgürlüğüm bulunmakta.

Akıl işlevi ile iletişime sunma arasında farklar bulunmaktadır.

1. Sınır: Akıl işlevi sınırsızdır, söz ve yazı sınırlıdır.
2. Zaman : Akıl işlevi her zaman olurken, oluşan bilgiyi yazıya ve söze aktarmak zamana bağımlıdır.

.......

28 Ocak 2019 Pazartesi

Dans Dans Dans

Dans, sağlığın en belirgin göstergesidir.


Dans, canlının özgürlük meşalesidir.


Dans, hareket mutluluğunun en üst zirvesidir.


Dans hücrelerin bedende ışıldadığı, kan akışında en ince damarlara ulaştığı organların yerini sağlamlaştırdığı, varlığını güçlendirdiği madde ve enerjinin birlikte en uyumlu olduğu hareket anıdır.


Dans, canlının yer çekimine meydan okumasıdır. Doğa kural ve kanunlarına bedenin karşı duruşudur.


Dans aşkın dışa vurumları, görünümleridir. Aşka davettir. Sevgiliyi etkileme ve onu kendine bağlamaktır.


Dans bedenin müzik eşliğinde sonsuzluğu ulaşma arzusudur.


Dans, dans, dans...

20 Ocak 2019 Pazar

Bitkiler büyük canlıların ilkleri midir ?

Bütün canlılarda  birbirine bağlanan beslenme zinciri bulunmaktadır.  Mikroskobik olmayan canlıların beslenme zincirinin en altında bitkiler bulunmaktadır.

Dünyanın bugünkü canlıların yaşamasına olanak veren ortamını hazırlayanlar bitkiler olabilir.

Gezegenimizde oksijene bağlı su miktarını fazla olması bitkilerin inorganik maddelerden beslenerek havaya  ve iklimlere etki etmesi hiç yabana atılacak fikir değildir.

Doğanın temelinde bakteriler, mantarlar ve bitkiler olması akla aykırı gözükmemektedir,. bu üç önemli faktörün altyapıyı hazırlaması sonucunda hareketli ve büyük canlıların ortaya çıkması  hiç de şaşırtıcı olmaz.

Bu savımıza göre bitkilerin ortaya çıkması ile gezegenimizin  iklim  ve dönme hızında değişimler olması sonucunda dünya eğiminin günümüz şekline gelme olasılığı vardır.


Devam edeceğim...

5 Ocak 2019 Cumartesi

BİLGİ ve VARLIK, DNA ve AKIL

Dna ile akıl arasındaki benzerlik iksininde bilgi taşımasıdır. Dna başlangıç akıl ise sonuçlara ait bilgileri taşırlar daha çok. Bilgi dnada yapısal akılda ise kavramsal olarak bulunur.

Dna'nın dünyada mı oluştuğu yoksa uzaydan mı geldiği tartışması hala bilim tarafından araştırılmakta ve tartışılmaktadır.

Eğer dünyada oluştuysa canlılığın kaynağının dünya olduğunu söyleyebiliriz bilimsel olarak. 

Eğer uzaydan göktaşlarıyla geldiyse kaynağımızın uzaydan geldiğini söyleyebilriz.

Canlılığın varlığının dünyada oluşması insanoğlunun evrene yayılması fikri renksiz ve zayıf kalmaktadır.

Canlılığın uzaydan geldiği savının doğru olması canlılığının köklerinin evrenin bir yerlerinde olduğu ve dünyaya uyum sürecinin sonunda uzaya yani evrene döneceği amacında olduğu fikri içimizi sıcak ve sakin bir ortamdan soğuk ve karmaşık bir ortama geçme zorunluluğunda olduğu gibi ürperti sarar. 

Bu fikir evren ve canlılık hakkında çok çeşitli yeni felsefik teorilerin oluşmasına yol açar.

.......