21 Ocak 2020 Salı

Patent ve Telif

Patent icat edilen, emekle üretilen, yetenekle sergilenen, bireye veya gruba ait sanat, bilim, araç,  ve eşya üzerinde onu ortaya çıkaranın kullanma hakkı olarak biliyoruz.

Patent bireysel olarak ortaya çıkması ve öyle kalmasında bir sorun bulunmamaktadır. Fakat bireysel olarak ortaya çıkması ve kamusal alana taşınması zorunlu olana sistem, yöntem, kurum, işleyiş ve teknoloji ise bireyi aşan boyuta gelebilmektedir. Kamuya mal olan patent artık bireysel anlamını yitirmeye başlamış toplumun, toplumların kullanım hakkı olma aşamasına gelmiş demektir.

Bir mağara adamının bir mağarayı bulması ve ondan hak talep etmesi ne kadar sürebilir. Mağara çevresinde bir köy oluşma aşamasında artık o köyün mağarası olma yoluna girmiştir.

Edison ampulu bulduğunda patenti hala geçerli olmasına rağmen bir çok örneklerinin zorunlu olarak çıkarak toplumların kullanımına geçmesi ampulun bireye ait olduğunu kim savunabilir. Edison ampulu kullanma tekelini ne kadar devam ettirebilir topluma rağmen.

Bir ülkenin yönetim sistemi hakkında bir yöntem ve işleyiş ortaya koymuş bir birey bu patent hakkını nasıl ve ne kadar süre koruyabilir toplumdan. Oluşturulan bu sistem bireyden çıkmış bir topluma ait olma aşamasına gelmiştir. Birey bu sistemi kendisinin kurduğunu ve yüzyıllarca bu sistemin devamını ben ve ailem devam ettirecek diyebilir mi? Bunu kabul eden toplum olabilir mi? Yoksa var mı çağımızda hala !?.

Bir kaşifin güney antartikaya gidip veya marsa gidip sınırlarını çizmesi ve gelen insanlara " Burası benim ülkem, ben ve benim torunlarımın kurallarını kabul edeceksiniz " dese çağımız için geçerli bir söz olabilir mi ? Olamaz tabi ki. Cumhuriyet ve demokrasi buna izin vermez.

Hala veriyor mu yoksa ? Buna izin veriyorsa hangi akıl tutulması yaşayan cumhuriyet ve demokrasidir bu ?

Patent hakları bireysel, grupsal olanları ve öyle kalabilenler, çağımız aklına uygunken kamuya, topluma mal olabileceklerin telif ve patent olmaktan çıkmaları gerekmektedir.

Patent ve telif haklarının hangi oranlarda bireye ve kamuya mı özgü olduğu ayrımını yapmamız gerekmektedir. Telif ve patent hakları sahiplerine sınırsız değil, kamuya mal olması ile bireyin gelir üst sınırları konusunda belirli sınırlamalar konabilir.



20 Ocak 2020 Pazartesi

Döngüsel Ekonomi

Yüksek gelir yani zenginlik bireyin, kurumun veya devletin yaşayabileceği gelir düzeyinin çok üstünde gelir edinmesi ve bu gelirinin stokunu yapmasıdır.

Tarihte ilk kabile şefleri ve büyücüler yüksek gelire sahip oldular. Tarım uygarlıkları besin stoku ve yönetim gibi iki önemli olguyu geliştirmişler,  merkezi kral, tanrı temsilcisi dini lider ve komutan üçlüsü yüksek gelire sahip olmuşlardır. Mısır, Roma, Çin, Osmanlı, Avrupa devletleri kral, dini lider ve komutanlar olarak yönetmişler ve yüksek gelirleri ellerinde bulundurmuşlardır.

İnsanlığın gelişiminde en kadim zamanlarda avlanma aletleri ve ateş belirleyici olmuş, avcılık ve toplayıcılık döneminde aynı etkenler ile yönetici kabile şefleri ve bilgeler toplumlarını yönlendirmişler ganimetlerin aslan payını onlar almışlardır. Göçebe ve barbar olan bu kavimler avlayacakları silahları ve toplayacak meyve, sebzeleri bulunmaktaydı. Bu kabile yaşantılarında reislik babadan oğula geçme olasılığı azken bilgelerin babadan oğula geçme şansı daha fazla idi. Kabilenin azman bir üyesi gözlerini reisliğe dikince tuzak, meydan okuma veya av sırasında reisi avlama vahşiliğini gösterebilirdi. Ama büyücüye, bilgeye kimse cesaret edemezdi. Bilgilerini biriktiren bilge bunları rahatça ve gizlice çocuklarına anlatıp sırları saklamayı becerebildiler. O zamanlar sırlar bilgeye birer gizli bilgiler iken kavim halkı için sihir idi, büyü idi.

Kadim toplumlarda ne zaman ki tarıma geçildi reislik babadan oğula geçer olmuştur. Tarıma geçişin bir çok teorisi bulunmakla birlikte belli bir kabilenin nehir ve verimli topraklarda her mevsim kalmak istemesi veya zorunlu olması sonucu bitkilerdeki değişimleri izleyebilen bir bilgenin kendi halkının reisliği üstlenerek insanlığa sunduğu bir sistem olabilmektedir.

Tarım ile insan yaşam süresi uzamış, düzenli ve sakin hayatın artması ile düşünme ve konuşma etkinliğine bağlı her türlü kültürel faaliyetler artmıştır. Bilge hekim bitkilerin iyileştirici sırrını öğrenir, halkına bu sırrı söylemez ama tedavi eder  " üzümü ye bağını sorma " politikasıyla reisi komutanı yapar ve halkı yönetir bir kaç nesli ile (ölümsüzlük bitkisi efsanesi). Sırrını öğrenen veya sezenleri ölüm ile cezalandırır.

 "Göbekli tepe " Oradaki heykeller büyücülerin heykelleri olup hayvanları kontrol altına aldığını ve tarımın ilk temelini atacağının sinyallerini veren bilge kral zamanlarıdır. Yani tarıma geçişi sağlayanlar bilgeler olup sonra da kendilerine önce bilge kral sonra  çok nüfusu yönetince de tanrı kral olarak  devam etmişlerdir. Tanrı kral imajı büyüyen ülkenin en uç noktalarına kadar kanunlarını uyulur olması içindir. Kendisininden korkulması ve ayaklanma olmamasını sağlaması şeklinde düzenini babadan oğula şeklinde "Mısır" tarım uygarlığının son haline ulaşmıştır. Ürünün, hazinenin stoku ve ilahi yönetim gibi iki önemli olgu tarım uygarlığının varlığını ortaya koymuştur. Zenginlik kavramı ilk olarak tarım toplumu ile ortaya çıkmıştır. Büyücü kral zenginliğin tekeli olmuştu. 

Mısır tarım uygarlığının en son aşamasıydı. Roma ilk sömürgecilik devleti olarak tarım üstü bir yönetim şeklinde ortaya çıktı. Avcılık(devletleri kontrol altına alma) ve toplayıcılığın(vergi ve yaptırımlar) hortlaması şeklinde. Bu tarz yönetim günümüze kadar miras kaldı, cumhuriyete rağmen. Hala yeryüzünde bu miras korunmaya çalışılıyor, sahneye cumhuriyetle girmiş burjuvazinin isim değiştirmiş hali olan "şirket" farkı ile.

İlk cumhuriyet işçi, köylü yardımıyla burjuva (Zengin tüccarlar) tarafından kurularak yüksek gelire sahip olma şekillerine kendilerini de eklemişlerdir.  Aristokrasi zenginliğini tüccara, şirkete bırakmıştır cumhuriyetle. Şirket ise borsa ile halka gelirinden pay verir olmuştur.

Birinci ve ikinci dünya savaşları sonrası şekillenen yüksek gelire sahip olma grafiği şirket ve devlet ikilisinde kalmış ve hala bu ikisinde yüksek gelir varlığını korumaktadır.

Zenginliğin tekeli kadim sırasıyla kabile şefi, büyücü(ilkel kabileler), büyücü kral(Mısır), sömürgeci ilahi kral(Roma), dini liderler (kilise), imparatorlar, burjuva+kral, burjuva+ cumhuriyet(devlet), şirket+ devlet. İnsanlık tarihi boyunca yönetim ve zenginlik beraber yürümüş ve cumhuriyetle kral ve büyücüler, dini liderler ikinci plana bırakılmış son olarak devlet ve şirket alt açılımları ile günümüze gelmiştir.

Küreselleşme aşamasında şirketler bilançosu ve devlet bütçesi en yüksek gelire sahip olma potansiyelini taşımaktadır.

Cumhuriyetin ortaya çıkmasından günümüze kadar olan süreçte batıda bir çok küçük ama önemli değişiklikler olmasına rağmen sadece bilim ve teknoloji alanında dev gelişmeler olması cumhuriyetin gelişim grafiği adına büyük bir atılım olan AB birliği sürecinin devam etmede zorlanması üzücüdür. Çünkü aynı sistemin cumhuriyet ötesi, postcumhuriyet olarak küresel anlamda uygulanabilinirliği test edilememiştir henüz, potansiyeli olmasına karşın.

Batı, ekonomik sisteminin küreselleşmesini sağlamış, fakat yönetim sistemini ve işleyişini genişletmekten çekinmiş olmakla veya çıkarlarına aykırı olduğu zannıyla küreselleşememiştir. Batının ekonomik sisteminin doğuya transfer etmesi kapitalizmin küreselleşmesinin yönetimlerden önce olması onun kendini yönetim üstünde sayması ve sınırlarını belirlememiş olması nedeni iledir. Batı yönetim ve sistemleri ile kapitalizmin çerçevesini sınırlarını sistemin ilkelerini belirleyemediği için kontrolünden kaçırmış yönetim sistemiyle paralel ilerlemesini sağlayamamıştır. Serbest piyasa aktörleri kendilerini sistemin üzerinde görerek kendilerinin maliyetlerini düşürmek, hedefi sınırsız olarak kar ve kazançlarını arttırmak adına dünyada gezer oldular. Batı, küresel olarak ekonomisinin yanında yönetim kurumlarını ve işleyiş tarzını insani merkezinde daha da geliştirerek ihraç etmelidir.

Toplumun üyesi olduğu resmi kurumların ve sivil toplum örgütlerin cumhuriyet ve demokrasinin sağlam temelleri olduğu seçilen liderlerin onların görüşlerini de dikkate alarak ve uygulamalarını o yönde belirleyeceği diyalektik devletin olacağı bir zamana doğru ilerlemekteyiz. Bu diyalektik devletin ana unsuru kurum ve kuruluşların etkin olmasındadır.Halkın her kesimi kendi görüş, fikir ve kararını üye olduğu resmi kurumlara ve sivil toplum kuruluşlarına sunması, kendi üyelerinden alınan geri bildirim ile kararını oluşturan diğer kurum ve kuruşlarla hızlı,açık ve sağlıklı bir bağ içinde, yıkılamaz ve amacından saptırılamaz bir bütünlük kurulmasıyla mümkündür. Böyle bir yapıda ülke ve devlet liderleri yeni planları başlatan, öne süren, geri bildirim alan, son kararı verici, uygulayıcı ve görevi devrederken ise tüm çalışmalarının baştan sona değerlendirilen bir görev tanımında olacaktır. Bu yönetim tarzının belirtileri üyelerinin geri bildirimine dayanılarak iktidarın her icraatına uyumlu olacak şekilde değil, kendi duruşlarıyla yorum ve değerlendirme yapan kurum ve kuruluşların ortaya çıkmasıyla görülebilir. Resmi kurum ve sivil toplum örgütlerin merkezi çarklar olarak dönüyorken ekonomik ve özerk gibi kurumların sınır ve yetkileri belirginleştirilmiş halde her kurum ve kuruluşta üyeliği bulunan tüm halkın her kesimiyle merkezden dışa doğru uzanıp tamamlanan bir devlet mekanizmasında refahın ve düzenin sürekliliğinde evrensel işleyişe doğru ilerlemesi şu an için bir ütopya olarak görülse de gelecekte kendini gerçekleştiren bir kehanet olarak da bulunabilir.


Yüksek gelire tarihte önce krallar, dini liderler, sonra şirketler ve devletler sahip oldular. Gelir adaleti yeryüzünde hiçbir zaman dengeli olmamıştır. İnsanlığın gelişiminde belki de böyle olması  gerekiyordu.

Sınırsızlık hedefi haksız rekabetin en öncül olanıdır.

Bireyin ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısı günümüzde bile geçerliliğini koruması bilimsel önermelerinin doğruluğunu tekrar teste tabi tutmamızı gerekli kılmaktadır.

Ekonominin temellerine inildiğinde aile yaşantısından kaynaklandığını görebiliriz. İnsanlık tarihinde bireylerin ekonomi amaçları ailenin devamı, sürdürülebilir olmasına dayanmaktadır. Aileden obaya, köye, aşirete, kasaba ve şehre ilerlemiş ve sonunda ülkesel, devletsel boyuta ulaşmıştır. Günümüzde tarihten gelen  ve geliri küresel boyutta olan ülkelerin ileri gelen aileleri geçmişten gelen birer resim gibi durmaktadırlar. Nüfusu çoğalan ve gelir paylaşımının en adil olması gereken orta sınıf aileler için onlar birer yaşayan tarihlerdir.

Bireyin ekonomik gelirinin birden sıradan olmayan şekilde arttığını ve bu gelirinin devam ettiğini düşünelim. Bu birey tüm ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Ve bir aile kurmak isteyecektir. Artık kendi ihtiyaç sınırına gelmiş demektir bu noktada evlenerek bir eşin de ihtiyaçlarını karşılamayı kabul etmiştir. Ve çocuklarında tüm ihtiyaçlarına yönelir. Artık bir bireyden değil aile denen toplum temelinden bahsetmemiz gerekmektedir. Ekonominin yeni tanımını ailenin sınırsız ihtiyaçlarını sınırlı imkanlarla karşılama bilimi olarak mı yapmalıyız. Hayır. Çünkü ailenin çocukları evlenecek ve aile genişleyecektir. İkinci aile gruba dahil olmuştur. Ve Bireyin ve ailenin, ailelerinin ihtiyaçlarını aşıp gelecek olan torun ve onların çocukları da bu sınırsız ihtiyaçlar döngüsüne katılacağının hesapları yapılmaya başlayacaktır. Ekonomi biliminin tanımı değişmiştir artık. Bireyin, ailesinin ve gelecek kuşaklarının sınırsız ihtiyaçlarının sınırlı imkanlarla karşılama bilimi olmuştur tanım. Burada etik bir soru aklımıza gelmektedir. Bu aile gelecek kuşaklarının hesabına ekonomiyi planlarken mevcut düzende çalışana birey ve ailelerinin durumunu nasıl tanımlamak gerekecektir. Burada ahlaki ve etik bir sorun bulunmaktadır.  Geliri yüksek aileye gelecek on kuşağının sınırsız ihtiyaçlarını karşılaması için stok hakkını mı vermeliyiz yoksa  mevcut yaşayan birey ve ailelerinin durumlarını dengelemeye mi çalışmalıyız ? Bu soruyu önceki yüzyıllarda soramazdık. Ülke liderlerin gelecek aile  kuşaklarına ayırdıkları servetle ülkeye sahip oldukları aynı şeylerdi. Günümüzde cumhuriyet ve demokrasi ortamında bu soruyu her devlet bütçesini aşan aile için sormamız gerekmez mi ? Gördüğümüz gibi ekonominin temeli aileye dayanmaktadır. Bireyin ve toplumların ekonomik ihtiyaçları sınırsız değildir. Kültürel ihtiyaçları sınırsız olabilir ancak. Temel ihtiyaçların döngüsü ve sayısı bulunmaktadır. Teknolojinin her yeni gün bizlere sunduğu hizmetleri kültürel ihtiyaç içinde değerlendirmeliyiz. Ekonominin iyi yönetilmesiyle bu kültürel ihtiyaçların çok ucuz hatta ücretsiz olma olanağı bulunmaktadır. Bir bireyin ekonomik ihtiyacının sınırı başka bir bireyin ihtiyacını karşılama, giderme amacında belirlenir.  Ekonominin temeli bireyin ve gelecek kuşaklarının ekonomik ihtiyaçlarını karşılama amacına dayanır. Günümüzde ekonomik gelir dengesini oluştururken gelecek kuşak hesaplarından önce mevcut yaşayanlar arasındaki gelir dağılımının önemine değinmemiz gerekmektedir.

Ekonomide hedeflerin sınırsız olarak nitelenmesi her türlü haksız eylem ve davranış şeklini ortaya çıkarma ortamını hazırlamaktadır.

Sınırları, gelişme hedefi ile belirlemek, ekonomik not vermek, güvenilirlik ile derecelendirmek hiç de yeterli olmamaktadır.

Küreselleşme çağında devlet ve şirketlerin avcılık ve toplayıcılık mirasından vazgeçmesi, cumhuriyetin bir üst noktaya geçmesi ve gelir, gider dengesinin yeniden düzenlenmesi, dağıtılması, tasarlanması gerekebilir.

Toplum için yönetim bir zorunluluk(doğal), zenginlik ise bir iradedir. Toplum yönetimi kendi oluşturabilmektedir seçimleriyle(cumhuriyet) ama iradesini(zenginliğini, ekonomisini) iyi kullandığını söyleyemeyiz. Toplum kendini yönetene ilk seçimde tepki verirken, iradesini(zenginliğini, ekonomisini) seçimle, istemeyle değiştiremez. "Kağıtları boz tekrar dağıt" " Tüm ekonomiyi sıfırla tekrar eşit dağıt" " Asgari var, azamiyi de belirle" gibi iradi kararlar ve seçimler alamaz. Yoksa alır mı ? Kapitalizm bunu belli aralıklarla krizlerle yapıyor zaten. Ya krizler veya savaşlarla "Kağıtlar bozulup tekrar dağıtılıyor ", Ekonomi sıfırlanıyor, tekrar dağıtılıyor" Batan zenginlik sahipleriyle yenileri yer değiştiriyor Ama " Asgarisi var, Azamisi de olmalı"  deme zamanı geliyor.

İnternet felsefik tanımla zihnin kendine dönüşüdür, yönelmesidir. Twitter ile anlık, youtube ile uzun haberleşiyoruz. Facebook'la cemiyet haberleri alıyoruz. Tüm insanlık kendimizin değişik hallerini bu üç internet ana yolunda görerek zihnimize, aklımıza, kendimize yönelmiş oluyoruz. İnsanlık internet ile kendi kendiyle konuşuyor, düşünüyor, bilim yapıyor, eğleniyor, kısacası zihinsel olarak yaşıyor.

internet aklın aydınlamasının son ürünüdür. Yapay zeka bu işi yardımcısı, insan hayatını kolaylaştırıcısıdır. Sentetik biyoloji ve robot teknolojisi ise uzaya açılma araçlarıdır. Teknoloji, ekonominin ve devletin hizmetinde sistemin daha iyi olması gereken evrimini geciktiriyor, uzatmalı aşıklar gibi. Post cumhuriyeti, post demokrasinin yolunu tıkamaya çalışıyorlar. Şu modernizmi rahat bırakın artık. Post modernizm yerine postcumhuriyetten( daha iyi bir cumhuriyet) Post demokrasi (daha iyi bir demokrasi) Post ekonomi( daha iyi, daha adil bir ekonomi) bahsedelim.  Gündemi belirleyen küresel odaklar postcumhuriyet, demokrasi, ekonomiden ne zaman bahsetmeyi daha sık yaparlarsa küresel ebedi barışın meşalelerin yakılma sinyali geliyor demektir. Yıllık zirve toplantılarıyla toplumların gazını alarak süreci uzatmaya yönelik çabalar olarak görülmektedir.

Karl Marx'ın emek anlayışı sanayi toplumu için geçerli iken günümüzde ekonominin insan değeri üzerinden tekrar değerlendirilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. İnsanca yaşam standardı amacına yönelik ekonomi oluşturulmalıdır. Yeryüzünde her canlı önemli iken insan ve toplumun varlığı, iş bölümü, işbirliği, beraber yaşama adına, adil paylaşımı, doğa ile uyumu gibi değerleriyle daha önemli olması temel insanlık ilkelerindendir. Birey ve toplum olma zorunluluğunda, barışık, adil, paylaşımcı, işbirliğinde olma ilkelerinde yönetim ve işleyiş sistemleri oluşturmak gerekmektedir. 

Kapalı ekonomi köy, ilçe ve kentlere özgü olarak devam ederken mega kentler ve ulusal alanda küresel açık ekonomi faaliyetleri devam etmektedir. Ücretin, karın, gelirin kapalı ekonomilerde kendini çevirmesi daha kolay ve sınırlı olurken, mega kentler ve ulusal bazda ise ekonomiler döngü içinde sıkıntı yaşayabilmektedirler. Bu sıkıntının en önemli unsuru paranın döngüsel değil, düzlemsel olarak hareket etmesi, ettirilmesidir. Paranın döngüsel hareketi, kapalı ekonomilerde çok istikrarlı olmasına karşın küresel gelişmenin de dışında kalma riski bulunmaktadır. Küresel alanda kapalı ekonomiyi köy, ilçe ve şehir alanların dışında kendi sektörünü oluşturmuş adına kapalı, sınırlı veya döngüsel sektörler diyebileceğimiz alanlarda bulunmaktadır. Elmas, altın, sanat eserleri, tarihi eserler borsaları da kendi içlerinde kapalı satıcının ve alıcının belli bir oranda olduğu genele yayılmadığı alanlardır. Bu kendi içinde kapalı ve sınırlı olan ekonomiler, küresel ekonominin yatay değil dikey olarak gelişmesini sağlayarak paranın tüm piyasalarda genele yayılmasını ve kullanılmasını engellemektedir. Dolayısıyla döngüsel ve kapalı ekonomi çeşitlerin genel ekonomiye hem faydaları hem de zararları bulunmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse bir ilçede pazarlarda, esnaflarda, bina ve hizmetlerde dolaşan para ile o ilçenin gelir ve varlığını ilçeden alan zenginlerinin  mevcut sermayelerini şehirde tutmaları ve ilçe için yatırıma dönüştürmemeleri o ilçede döngüsel ekonominin halk faydasına olmadığını söyleyebiliriz. Temel ihtiyaçların döngüsünde olan para miktarı diğer döngüdeki para miktarından daha fazla olması ekonominin temel ilkelerinden sayılmalıdır. Günümüzdeki ekonomide çıkan krizlerin bir nedeni de temel ihtiyaçlar için harcanan para miktarı diğer tüm harcamalardaki dönen para miktarının oldukça altında olmasındandır. Paranın tekelleşme olayını işaret etmektedir bu durum. Araç sektörü temel ihtiyaç listesinde olmamasına rağmen olduğundan fazla olarak parayı kendi sektöründe hapsederek tekelleşmeye bir örnektir. Yeni bir model aracın maliyet+kar oranı hesabı yapılmaksızın marka ve sektördeki yaratılmış tüketim seviye oranının çok üstünde fiyat oluşmaktadır. Düzlemsel ekonominin akışına dalmış hedefi bu gibi amaçlar ile dolu zihinler sistemi eleştirisini yapamamaktadırlar.

Ekonomistlere Eleştiriler

Ekonomi biliminin bilgisine sahip kişiler, ekonomistler küresel ekonomik sistem eleştirisini yaparak dışlanmayı göze almayıp daha da sistemi taze ve yenilenmiş, iyi bir gelecek vaadi olan (kızdıklarında karamsar tablo çizmekten de kaçınmayan) gelişmelerden söz etmeleri üzücüdür.  Güncel ve yakın gelecekteki ekonomiyi anlatırken adeta psikanalizin geçen yüzyıldaki amacından saparak bunalıma  girmesini hatırlatmaktadırlar.  Bir zamanlar güvenirliği azalmış gibi hissedilen ünlü mesleklere bugün maalesef ekonomistlik de katılmış görünmektedir. Bilmediklerinden değil, eskimiş ve kokusu çıkmakta olan sisteme yeni görüş ve olgularını sunacaklarına ekonominin gazeteciliğini ve kahinliğini yapmakta ısrar etmeleridir. Küresel ekonomik sistemin güncellenmesi, ilkelerin yenilenmesi gerekliliğine, kurallarının post-ekonomi olarak gözden geçirilmesi gerektiğine daha ne kadar göz yumacak ve sessiz kalacaklar. Küresel ekonomi sistemindeki bozulmuş yapıya ne zaman teşhis koyacak ve tedavi planı yapacaklar. 


  Paranın düzlemsel hareketi ise yatırım, faiz gibi unsurların bir merkezden gelmesi ve gelen bu paranın karının tekrar merkeze dönerken terk ettiği yerde boşluk ve sıkıntı oluşturmasıdır. Düzlemsel ekonomi balık avına benzer yanı bulunmaktadır. Balıkçı (küresel yatırımcı) ağlarını atar, yemli oltasını bırakır bunu alan balıkla dolu sudan bir balık balıkçıya ve ağlara takılan balıklar  balıkçıya geri döner. Su da kalan balıklar mevcut durumdan etkilenmezler ise aynen yaşamaya devam ederler. Sorarlar ilse birbirlerini suçlarlar hataların diğerlerinden olduğunu balıkçıdan olduğunu düşünmezler.

Bir ülkenin ekonomik anlamda refah düzeyi diğer ülkelere kıyasla zenginlikleri ile değil, o ülkenin kendi içinde refah unsurlarının dengeli paylaşmasının oranıyla belirlenmelidir.  Yüksek gelir ile düşük gelir arasındaki farkların en aza indirilmesi o ülkenin refah derecesini göstermektedir. 

Bir ülkenin varlık içinde, yokluğu yaşaması, onun bulunduğu doğal kaynaklarının tam bilgisine ve kullanıma girme sürecindeki öncelik, ölçütlük ve verimlilik unsurlarının mekan ve zaman  dengesine sahip olmaması, sahip olunan kadarının bilgisini eyleme koyacak işbirliğini gerektiren sistem ve işleyiş düzenini en uygun şekilde oluşturamamış olmasındandır. Bunlar sağlanırsa her ülke kendi refahını oluşturabilir. Uluslararası refah dengesi ülkelerin ekonomik anlamda birbirine en az ihtiyaç duyduğu ölçüde başarılabilir. Bazı ülkelerde bilgi ve eylem bireye ve piyasa kaderine bırakılırken, bazılarında ise fonlama ile yapılmaktadır. Birinci yavaş gelişmeyi, ikincisi ise çok hızlı ve yıpratıcı bir şekilde başaranları göğe çıkartıp ululaştırma, başaramayanları çöpe atarcasına bir etki oluşturan tutuma girilmektedir. Başaranın bir veya birkaç başaramayanların on bin oranı olan bir yerde dokuz binin zihinsel sağlığını uyuşturcu, alkol ve suç vb. yollarla kaybedilmiş, bölünmüş egosunu tamir etmeye tekrar kazanmaya çalışması modern insan doğasına aykırı bir tutumdur.

Ekonominin istikrarlı ve güvenli olmasını istiyorsak, düzlemsel ekonomiden, döngüsel ekonomiye geçilmesi gerekmektedir. Yabacı yatırımların uzun ve kısa süredeki etkilerini iyice hesaplamamız gerekmektedir.

İtibari para basılmasının enflasyon artışı sağlamamasının en önemli yolu mal ve hizmetlerde fiyatı sabit kılabilmektir. Para miktarı fiyat dengesini bozmaz ise hızlı enflasyon artışı da gerçekleşmez. Fiyatları maliyet+ kar dengesi ile sabitlenirse piyasa fırsatçılığına izin verilmemesi sağlanabilir.

Ülke ekonomilerinde paranın devlet dışında belirli merkezlerde toplanması ekonomik krizi arttırmaktadır. Küresel olarak da paranın devlet bütçeleri dışında birikmesi toplumlarda istikrasızlığın artması, düzensizleşmesi olasılığını arttırmaktadır. Büyük oranda paranın küresel sermayelerinde birikmesini önlemenin yolu bireysel kazanç ve karların bireye aileye ve gruba öyle bir üst sınır konulmalıdır ki bu sermaye birikimin bölge, toplum ve devlet istikrarına zarar vermesini böylelikle engellenmelidir. Özel sermaye birikimlerini belirli iş alanlarıyla sınırlandırılmasıyla başlayabileceği başlangıç uygulamaları düzenli bir ekonomi için atılacak ilk adımdır. Devlet ihalelerinin hep aynı firmalara verilmeyip yeni ve alanında başarısını kanıtlamış belirli gelire sahip ve gelişmeye çalışan şirketlere verilmesi ikinci adım olabilir diyebiliriz. Ekonomi yönetimi eski burjuva tarzındaki devlet altı sermaye birikimini yoğunlaştırma olarak temelleri sağlam olmama olasılığı bulunmaktadır. Başarılı şirketlerin devlet ve uluslararası ihalelere girmesiyle küresel büyük sermaye kurumlarına döndüğü iyi konumundan yerini korumakta ısrarcı olma nedeniyle ekonomiye kötü etkiler bırakarak  devlet ve toplumları istikrarsızlığa sürüklemeye yol açan eski uygulamalardan başarılı ve etkinliğini arttırmak isteyen yeni şirketlere şans verilmesi şirketler arasındaki dengeye oluşturarak belirli alanda iş yapmaları ve sürekli olmaları gelişen ekonomi ile yeni iş alanlarına geçerken eski konumlarından da feragat etmeleri daha sağlıklı olacaktır ekonomi yönünden. Örneğin bir iktidar döneminden belli bir iş alanında uzmanlaşan sermayesini arttıran şirket  yaptığı iş alanın da çalışmaya devam etmesi ömrünü bu alanda sürdürmesi beklenmelidir. İkinci ihalede farklı iş alanı aynı firmaya verilmesi ekonomik krizin yolunu döşeyen taşlardan birini yola koymak demektir. İkinci ihaleyi başarılı farklı bir firmaya verilmesi o alanda ikinci bir firmanın ilerlemesinin sağlanması anlamına gelir. Önceliğin alanında bir numara olana değil, aynı başarıyı sağlayabilecek gelişmek isteyen firmalara verilmesi uzun vadeli istikrarlı ekonomiyi sürdürme çabası olarak değerlendirilebilir.

Döngüsel ekonominin temellerinde uygulanacak ilk iki uygulaması, farklı iş alanların bir çok firma tarafından yürütülmesi ve aynı işlerin aynı firmalara verilmemesidir.

Döngüsel ekonomini en ideal ortamı geliri birbirine yakın bir çok firmanın küresel olarak dağılmasıdır.  Şirket karlarının üst limiti, iş alanlarının üst sınırı, bireysel gelirlerin üst kazancı ve sonunda devletlerin üst bütçesi şeklinde bir yöntem, sistem uygulamaları küresel ekonomik istikrarı sağlamanın bireysel ve toplumsal gelir ortalamasının adil olmasını oluşturmanın yoludur. Mevcut kazanımları olan kişi ve şirketlerin varlıklarına izin verirken yeni gelişmekte olan kişi ve şirketlerin varlık sınırları belirlenmeli, yeni oluşacak iş olanaklarından yeni gelişmeye çalışan kişi ve şirketlere öncelik verilmelidir. Zamanla ilk bölümdeki varlık sahipleriyle yeniler arasındaki fark bu yolla kapana bilecek ekonomik denge genele yayılarak tansiyon azalıp ve tıkanıklık giderilecektir.

Sermayenin tekelleşmesi küresel ekonominin düzlemsel uygulamasının bir sonucu olarak ortaya çıkar ve döngüsel ekonominin istikrarlı yapısına ters olarak belli sürelerdeki büyük kriz duraklamalarına neden olur. Bu krizler ise küresel yaşantıya olumsuz, istenmeyen  savaş, açlık, halkların mutsuzluğu, gelir dengesizliği gibi bir çok kaos ortamını getirir.

Küresel tüketici yönlendirmesi bireyleri tarihinden ve kültüründen kopuk, ülkesi ile bağı zayıflatılmış sadece tüketime ve onun psikolojik yaşayışlarına odaklanmış olmaya yöneliktir.  Geçmişiyle ve mekanla olan bağları koparılmış, geleceğe dair toplumsal hayallerini terk etmiş  tamamı ile bireysel olarak hayaller peşinde koşan, zenginliğe ulaşınca da bunu korumak için yeryüzünde belli merkezleri işaret eden bir yönlendirmenin varlığı mevcut. Bu reklam, sanat (dizi ve sinema) inovasyonun negatif kullanımı(gençlere boş hayaller sunma) ve banka merkezleri( Nakit para, altın ve elmasların belli ülkelerde güvenliği) şeklinde bir kısır döngü. İstikrarsızlığın çıkması veya çıkarılması sonucu mevcut her ülke tarafından kullanılan paralara aşırı talep yaratılması.

Döngüsel Ekonomiye Geçişin aşamaları

Öncelikler mevcut ekonomik düzen içindeki birey, aile, kurum ve şirketlerin varlık ve gelir durumlarına müdahale edilmemelidir. Belirlenen tarih ve kanundan sonraki kurulacak ve gelişecek birey, aile, kurum ve şirketlerin yeni kurallara tabi olacağı belirlenmelidir. Bu yenilik işleyişi daha iyi hale getirmek amacını güden düzenlemedir.

Geçişinin oluşturulması ve benimsenme aşaması

Ekonomide düzenlenecek yeni uygulamaların gelecekte ülke ve küresel etkileri, düzenlemenin faydaları, eksikleri, altyapısının oluşturulması, halka açıklanması, geri bildirimin alınması süreci, örnekleminin oluşturulması gibi aşamalar ekonomi uzmanların bir araya gelerek düzenlemenin her yönünü incelemesi ve bir ortak kararlara bağlanması şeklinde olmalıdır.

Seçimlerde yeni partilere düzenlemenin parti programına alınmasını sivil toplum örgütleri aracılığı ve bireysel istekle ile teşvik edilmesi gerekmektedir.

Küresel bir ekonomik kriz esnasında herhangi bir ülkede de düzenlemeyi uygulamaya geçirebilir halde hazır bulunur yapılmalıdır. Bir paket program şeklinde rafta zamanını beklemelidir.

1.Şirket karlarını, varlık ve sermayesinin bir üst limit ile sınırlandırılması

Asgari gelirin olduğu bir yerde azami de olmalıdır. Şirketlerini üst gelirini saptayacak olan ekonomi uzmanlarıdır. Bireyin, ailenin ve kurumun yaşama refahının ortalaması alınarak adil bir sınır oluşturulabilir. Üst limite örnek olarak aylık kar geliri olarak asgari ücretin bin katı olması gösterilebilir. Varlıkta on bin , sermayede ise beş bin katı örnek verilebilir. Zaman, mekan ve şartlara göre yeni sınırlar belirlenebilir. Amaç sınırların belirlenmesidir.

2. Bu modele geçiş aşaması

Mevcut birey, aile veya kurumların( şirket) varlık ve gelirlerine dokunulmadan kanunlarla yeni kurulmakta olanlara uygulanması geçişi adil yapılmasını ve yapılacak itirazları en aza indirmenin bir yolu olabileceğidir.

3. Bu sistemin incelenmesi ve belirlenmesi

Bu sistemin adının, sınırlarının, ana ögelerinin, kullanımının fayda ve zararları, geleceğe yansımalarının bilgilerini, modelini oluşturmak üzere ekonomi alanından uzman kurulu oluşturmak ve altyapısını ortaya koyup halka anlatmak, tanıtmak, benimsetmek ve halktan bu konuda destek almak.

4. Gelir üst sınırının aşması

Şirket geliri üst aşımında bir çok yol bulunabilir. şirketin vergilerinin peşin ödenmesi olabilir. Gelecek yılın vergisini şimdi edinilen limit aşım kardan ödenmesi gibi. Şirketin üst gelirinin sosyal yardımlar, sanatsal destek gibi bir çok aktarım olabilir en sonunda yine üst limiti devlet bütçesine aktarım olacaktır. Üst aktarımlar devlet fonu ve hazinesinde duracak şirketin iflası veya ihtiyacı durumunda gerekli olduğu miktarın zamanların gerektirdiği bir biçimde şirkete geri dönüşü sağlanabilir. Birey, aile ve kurumların üst aşımlarının da benzer yöntemlerle onları mağdur etmeyecek şekilde düzenlenebilir.

Girişimcilik özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu değildir. Girişimcilerden bireysel ve toplumsal görülebilir ve kabul edilebilir bir hedefin belirlenmesini oluşturmaktır bu düzenleme. Girişimcilerin küresel belirlenmiş en az ülke bütçesinin üstünde bir hedef konamayacağı örneğinde bireyin veya grubun toplum ve devletten daha değerli olamayacağı, yetki ve sınırlarını aşamayacağını göstermektir. Birey, grup veya kurumun hayal edilen zenginliğinin sınırları bulunmaktadır. Bir bireyin, grubun veya kurumun diğer birey, toplumlardan ve devletten daha değerli olduğunu hangi mantık ve değere göre iddiasında bulunabilir. Bir şirketin çalışanlarını, hissedarlarını toplasanız bile aynı mantığa ve değere ulaşamazsınız. Kaldı ki çalışanlar ve hissedarlar şirketin yönetim karına göre kazanımlarının değeri piyasa standardın ne kadar üstünde olabilir ki. Günümüzde büyük varlık ve gelir seviyesi ülke bütçeleri dışında kabul edilmesi çağımızın bilgi, mantık ve ruhuna göre mümkün değildir. Buna rağmen hala hayaletlerin aramızda dolaşması onları söz konusu yapmayıp yokmuş gibi davranmamız kötü günlerin geleceğinin habercisi olabilir. Savaşlar ve devrimler çağının henüz sona ermediğinin bir göstergesi olmaktadırlar. Velayet savaşları, küresel ekonomik krizler, salgın hastalıklar, büyük göçler, siyasi düzensizlikler hala bizlere eskilerin çözülmemiş, karışmış bir yumağın, bakkal defteri karışıklığında gizlenen kaos ve hesapların olduğunu ve günümüze taşındığını düşündürmektedir. Günümüzde birey, toplumların sırrı bulunmazken ülkeler arası ilişkilerin sırları hala fırtınalı bulutlarının hangi rüzgarca getirildiğini, depremlerin hangi fay hatlarıyla oluştuğunu bilememek gibi etki oluşturmaktadır birey ve toplumlara. Adına post-truth deniliyor. Tarihten gelen her türlü aile yönetimleri(ekonomik ve siyasi), devlet yöneticileri ve seçilen iktidarların ilişkilerinin olumlu ve olumsuz görünen sonuçlarıdır. Sistemin en üstünde tarihsel haklarını korumaya çalışan aile yönetimleri, Onların altında devletlerin yerleşik kurumsal düzeni, onların altında halk tarafından (?) seçilmiş kişi veya siyasi partiler, onların altında küresel sermaye grupları, onların altında sivil toplum kuruluşları (din, bilim, felsefe, sanat, meslek ), onların altında birey ve halklar, en altta ise yasa dışı gruplar(mafya), gizli oluşumlar(Ajanlık). Bu tablodaki her türlü ahlaka, inanca ve sağduyu dışındaki amaçların halklardan gizlenmesi ama davranışların ve sonuçların gizlenememesi biz birey ve toplumlara yunan mitolojisindeki titan savaşlarını, filler tepişir, çimler ezilir efsanesini hatırlatırcasına hayaletler gibi dolaşıyorlar yeryüzünde. Bizlerde gölgelerini görüyoruz. Mitoloji devam ediyor, hayaletler hala dolaşıyor.

5. Bir alanda uzmanlaşma sınırı

Birey, aile ve kurumlar bir alanda uzmanlaşıp diğer alanlarda faaliyet göstermeleri sınırlanmalıdır. Bir şirket sağlık alanında uzmanken, hizmet sektöründe bulunmamalıdır. Haliyle holdingleşme sadece sağlık alanında veya hizmet alanında oluşmalıdır. Holding oluşturmaya sınırlamalar getirilmelidir gerektiğinde. İş alanlardaki odalar birliği rekabet yapabilecek mekansal koşulların uygunluğunu denetlerken( yakın yerlerde aynı tür esnafın açılmaması) ihtiyaç olan boş yerlerde de yeni esnaflara bilgi vermesi gerekmektedir. Örneğin ülkenin şu kasabasında şu esnaflığa ihtiyaç bulunmaktadır. "Üyelerimize ve vatandaşa duyurulur" gibi.

6. Yabancı sermaye girişi ve kurumlaşması.

Yabancı sermaye girişindeki amacı saptanmalı. şirket kurulumunda vergi ve personel istihdamı yeterli diyerek olayı hafife almamalıyız. Yıllar içindeki olabilecekleri de hesap etmeliyiz. Onlara da kanunlarımızın gerektirdiğini uygulamalıyız. Varlık ve sermaye miktarının üst sınırı olarak ülke girişimcilerden az veya eşit olması rekabetin adil olması açısından hem de farklı alanlarda yatırım yapılmasını sağlaması bakımından gereklidir.

7. Devlet ihale sisteminde uygulama.

Alanında gelişmekte olan ve güvenilir olan firmalara öncelik verilmelidir. Yeni sistemin uygulandığı yeni firmalara öncelik verilerek yeni kanundan etkilenmemiş firmalar ile dengeleri oluşuncaya kadar bu süreç devam ettirilebilir. Her işin farklı firmalara verilmesi bu amaçla ortaya çıkıp kaybolan geçici girişimci zararlarının önüne geçilmesi ve gelişmekte olan firmalara teşvik edilmesi sağlanabilir. 


En büyük insanlık idealimiz, hayalimiz  yeryüzünde ebedi barıştır. Bunu sağlayacak olan ise insanın toplum ve doğa dengesini sürdürecek en iyi sistem, yönetim ve yaşayışları geliştirmesi işbirliğinde bulunmasıdır. 

18 Ocak 2020 Cumartesi

Üreme üzerine tekrar düşünmek

Üreme için ölüme giden bir balık. Nehri tersine yüzme gibi çok zor bir yolculuğa çıkıp, beslenmeyi bırakıp, yanında yüzdüğü diğer balıklardan önce varmak için hayatını tehlikelere karşı korumaktan vazgeçmiş, hedefine kilitlenmiş olarak varıp üreyen ve orada can veren bir balık.

Van gölü inci kefali bizlere canlı üreme güdüsünün ölüme meydan okuduğunu, bu güdünün ölüm korkusunu önleyen bir kimyasalı yayarak temel beslenme ve kaçma güdülerinden de vazgeçmesini sağladığını, ölümüne rekabet davranışını ortaya çıkarabileceğini göstermektedir.

Van gölünün rahat ortamında yaşarken birden iklim ve olgunluk geldiğinde üreme dürtüsü inci kefallerini harekete geçirmektedir. Van gölünde üreyemeyeceği bilgisi inci kefalinde nasıl bulunmaktadır ?  İlk akla gelen sıcaklık olayı ve balığın üreme yetisinin devreye girmesi ile gölün kimyasından balığın daha serin ve sade sulara gitme amacına yönelmesi olabilir. Sıcak ve kimyasal gölden serin ve sade nehrin tersine yüzmeye başlaması gölden kaçmaya çalıştığı izlenimini oluşturabilmektedir. Bu davranışından sonraki sürü hareketine dönüşerek yola devam ettiği akla gelmektedir. İnci kefali aklı olayları farklı kısımlar şeklinde algılamaktadır.

1. Sıcak ve kimyasal gölden kaçmak, ters nehir akıntısına girmek.
2. Girilen ters nehir akıntısında diğer balıklarla rekabete başlamak.
3. Aç ve yorgun varılan kaynakta toplanmış olgun balıklar olarak son kalan enerjilerini, güçlerini üreme için kullanarak tüketmek.
4. Toplanılan kaynakta kalabalık inci kefal sürüsü nedeniyle oksijen oranının azalması ve besin bulunamaması nedeniyle ölmek. (Kaynakta toplanan ve üreyen balık sürüsü suda yeterli oksijen ve besin olsa, birbirlerini ezme riski ortadan kaldırılsa idi yaşama olanakları olabilir miydi ?) 

Canlının ilk oluştuğu zamanlarını hatırlayalım. Hücre bölünmesinin başlangıcına dönelim. Hücre belli oranda büyüme sınırına ve süreye ulaştığında bölünerek kendisinin diğer aslını oluşturmuş, kendini küçültmüş ve yine büyüme davranışına girmiştir. Tekrar kendisi ve bölündükleri aynı davranışı göstererek birlikte zaman içinde birbirlerini itmek yerine birleşikliği korumuşlar ve sonunda organ, bedene ulaşmışlardır. Bu olay bize hücrenin başlangıcı ve gelişmesi aşamasında bencil olmadığının kanıtını vermektedir.

Üreme bilgisi kesik kesiktir canlıda. Bütün olarak bulunmaz. Birinci eylem, ikinci yeni eylem şeklinde devam eder. Başlangıç, gelişim ve sonuç sadece insan aklında ortaya çıkmıştır yeryüzünde.

Canlıda üreme dürtüsü tetiklemelerle başlar, kimyasal ile devam eder, bedenin dokunma duyusu diğer dürtüleri saf dışı  bırakılmıştır bu kimyasal ile. Önce sıcaklık, basınç değişimleri vardır. Sonra cinslerin hazır olması, koku ve davranışlar ile gösterir kendisini  ve üreme için ölümüne rekabet gelir son olarak. İnsandaki cinsel dürtünün dokunma duyusunun hakimiyeti doğadaki belli sürelerde ortaya çıkan kızışma davranışının aksine yılın her dönemine yayılmış olması onun denetlenmesi, kontrol altında tutulması, denge ve ölçülü olması ahlaki, dini ve yasalar ile sağlanmaya yöneliktir. Sağlıklı bir birey ve toplum açısından bu gereklidir. Cinselliğin en önemli ögesinin dokunma duyusu olduğunu söyleyebiliriz. O duyu hücrelerde başlamış en temel yapılanmanın gerektirdiği, hücrelerin yan yana birleşerek kendilerinden büyük bir oluşuma doğru ilerlemelerini sağlayan bir duyudur. Görme, duyma, koku, tatma duyuları canlılığın varlığını korumaya yönelik gelişirken dokunma duyusunun temelinde üreme, birleşme, bütünleşme dürtüsü bulunmaktadır. İnsan duyularının zihinde sonuçlar oluşturma süreci arttıkça beynin hücre sayısını arttırmış aklın bedensel kullanma oranı gelişmiştir.

Zihnimiz görme, duyma, koku ve tat duyularının sonuçlarına daha çok odaklanmıştır. Bedenin doğadaki sıcaklık farklarını, bulunulan çevredeki kendisine tehlikeli canlıların varlığını, hissetme ve algılama olarak devam eden süreçte, mevsimsel gelen üreme şartlarının oluşmasıyla karşı cinse yönelme davranışının önündeki rakiplere karşı saldırı ve kazanım sonrası dokunma duyuların en yüksek aktif olunması sonucu bedenlerin bir yay gibi hareketlenerek kendisinin temsili suyu karşı cinse bırakma davranışlarıyla sonuçlanmak olup sonrasında normal duyu davranışlarının sürecine dönülmektedir. Burada ilginç ve şaşılacak şey temsili suların kendilerini fırlatmak için bütün bedeni bir yay gibi kullanma gücü ve diğer duyuları kendi amacına seferber edebilme becerisidir. Bu olguda hücresel dokunma davranışın beden ne kadar büyüse bile hücresel davranış temelinden ayrılamayacağının göstergesidir. Dolayısıyla cinsellik hücresel temellerden hareket etmektedir. Bu hareketini belli düzen ve işleyiş halinde yapması, mikro anlamda anlaşılır ve mantıklı bulunurken, makro anlamda bedenlerin ilişkilerine yansıması gelişigüzelliğe bırakılamaz. İnsan, doğanın cinselliği döngüsel yıllık ve mevsimsel sınırlayıcılığından kurtulmuş ancak birey ve toplum ilişkilerinde de yeni bir sınırlayıcılığı oluşturma ihtiyacı duymuştur, ahlaki, dini ve yasalar ile. 

İnci kefalleri önce hareket sonra rekabet ile üremeye ulaşıp tüm enerjisini tüketerek ölmek şeklinde bir döngü ile türün devamını sağlamaktadırlar.

Biz insanlar türümüzün devamından niye endişe ediyoruz hala.

Kırk milyon İnci kefali.

Sekiz milyar insan. Bizler neyin rekabetini yapıyoruz ?

Rekabet doğada saldırı, savunma ve üreme üzerinedir. Saldırı ve savunma canlının varlığını koruma üreme ise ölüme karşı varlığını sürdürme mücadelesidir.

Biz insanlar neden saldırıyor ve neden savunuyoruz ?  Türün ölüme karşı varlığını devam ettirme endişesinin azaldığı bir üreme yüzdesiyle varız günümüzde.

Küresel olarak ilişkilerimizi temel güdülerin bilgilerinden gelişen insani ilkelerin oluşturulması sürecine taşımamız ve doğa, dünya ile varlık dengemizi sürdürmemiz şeklinde düzenlemeliyiz.
   

13 Ocak 2020 Pazartesi

Değer -2

Birey, aile, grup, yöre, bölge, ülke, insanlık olarak neye, nelere değer veriyoruz. Neler öncelikli değerlerimiz olmalı.

Sağlık, bilgi, güç, mevki, para, zenginlik, varlık, aşk, meslek, aile, arkadaşlık, dostluk, barış, savaş, kavga, rekabet, huzur, sakinlik, sevilmek, sevmek, saygı, korkulan olmak, korkmak, öfke, kin, nefret, bencil, takdir, ünlü olmak, lüks yaşamak, mütevazi yaşamak, geçimi sağlamak, kendine yetebilmek, ilgi, merak, keyifli olmak, haz almak gibi bir çok duygu ve hal bulunmaktadır.

Her duygu ve hal önemli olmasına karşın bireylere göre sıralaması, önceliği değişebilmektedir. Bir kaç duygu ve hal durumu saplantı olarak hedeflerine, amaçlarına yerleştirip öyle yaşamaktadırlar.

Hayatı bir kaç ilke ve amaç ile yaşamak nasıl bir seçenektir. İyi mi, kötü mü.

Bireyin, grubun, yörenin, bölgenin, ülkenin, insanlığın öncelik değerleri nelerdir, neler olmalıdır.

Kanunlar, haklar, kurumlar hangi değerlere göre oluşturulur, oluşturulmalıdır.

Mevcut yönetim sistemlerinin değer öncelikleri nelerdir ?  Neler olmalıdır ?

Eğitimde değer ve değerler odağımız nelerdir ? Neler olmalıdır ?

Devletin, birleşik ve birlik devletlerin önem verdiği değerler nelerdir ? Neler olmalıdır ?

Hayaller....Hayatlar....!?

Küresel gündemler nasıl oluşmaktadır ? Nasıl oluşturulmaktadır ? 

Uluslar arası yasalar birey ve toplum yaşantısının mutluluğu üzerine midir yoksa belirli kesimlerin kar, kazanç, serbestlik, tekelleşmek, manipüle olanaklarını devam ettirebilme üzerine midir ?






11 Ocak 2020 Cumartesi

Hücreden Bedene

Hücre belli sürelerde bölünerek kendini çoğaltır. Bölünerek çoğalan hücreler birleşerek yeni bir yapı oluşturur. Burada olan bir mucize hücrelerin çoğalarak birbirinden ayrılmamasıdır. Bir hücre bölündükten sonra diğer aslını kabul etmesi ve onunla birlikte var olması aşaması büyük bir mucizedir canlılığın temelinde.

Hücrelerin bir arada ve dayanışma içinde yeni oluşumlara doğru ilerlemeleri onların birbirlerini kabul ettiği ve tamamlayanları olduğu anlaşılmaktadır.

Organı oluşturmuş hücreler birbirlerine dayanarak, tutunarak varlıklarını devam ettirler. Organ yapısı tek bir hücreden olmayıp hücreler topluluğunun tek bir hücre çalışması gibi ahenk içinde çalışmasıyla oluşmuş ve varlığını öyle devam ettirmektedirler.

Canlılığın temelinde birlik, beraberlik olduğu görülmektedir. Bir bedene ulaşmış her canlı diğer canlılarla birlikte var olmaya devam edebilir. Varlığını sürdürebilir.

Dış fiziksel şartlar canlının gelişiminde, değişiminde önemli bir rol oynasa da canlının özü olan hücre yapısının değişimine etki edememesi canlılığın temeline ulaşmasındaki zorluktur. Hücrelerin çoğalıp yeni yapılar oluşturması ve çeşitlenmesi varlığının korunmasını arttırmaktadır.

Bakteriyel halinden balina, insan hali gibi küçük ve büyük yapılar içinde olması onun korunma ve varlığını sürdürme olanağını arttırır. Küçük ama çok sayıda, büyük ama az sayıda olması onun her zaman alternatif yeni bütünsel büyük canlı çeşidini ortaya çıkarabileceğini göstermektedir.

İnsan canlının sürekliliğinde karmaşık dış ilişkileri düzenlemede ortaya çıkan beyin yapısını  geliştirme olanağını bulan bu amaç yolunda ilerleyip çoğalan ve tarihini oluşturan bir canlı türüdür.

İnsan tarihini oluşturan canlıdır. İnsanın tarihi üç zaman bilincini yansıtır. Geçmiş, şimdi ve gelecek.

İnsan sadece kendi tarihini oluşturmakla kalmaz diğer canlıların ve evrenin tarihini de araştırmaktadır.

İnsan canlının kendisine yönelmesidir. Kendini farketmesi, bilincine ulaşmasıdır.

İnsan dışındaki diğer canlılar kendilerini diğer canlılardan ayırmazlar.

Canlılık bir resim olsa idi, o resme bakan insan olurdu, o resmi yapanı ararken, resimdeki kendini de görürdü.

Resimdeki bir canlı, tablonun dışına da çıkmış hem resimde hem de dışında olma halinde. Resimde iken resme bakanı görmeyen, resme bakar iken resimdekinin kendisini görmediğini varsayan canlı.

Hücreler çoğalıp bir beden sınırına ulaşınca ve gelişen bir beyin yapısını oluşturunca bedenin (akıl ile) hücreye bakması, onu algılaması, hücrenin de bedeni hissetmesi ve yaşaması.

Hücrenin bedeni hissetmesi ve yaşaması, bedenin hücreyi beslemesi ve koruması; canlılık ruhunun en iyi tanımını verir bizlere.

7 Ocak 2020 Salı

Orta doğu düşünceleri

Orta doğu üç bilinen dinin ortaya çıktığı, insanlığın tüm yeryüzüne dağılımının başladığı, üç kıtayı birbirine bağladığı, insanlığın en önemli modern kültürün tüm temellerinin atıldığı yerdir.

Günümüzde ise petrol, maden ve doğal gaz gibi enerji kaynakların bol olduğu, henüz modern yaşama geçememiş, devlet, ülke birliğine ulaşamamış, demokratik, laik yönetim ve kurumlarını oluşturamamış devletlerin çoğunlukta olduğu yerdir. Dini yönetimlerin egemen olduğu, tüketici, kaderci, teknolojik ve bilimsel gelişmeye olanaklı yapıyı, eğitimi oluşturmamış masum çalışkan ve hayatı günlük yaşayan, bireyleşmeye çalışan halkların çoğunlukta olduğu toplumlardır.

Tarihteki haçlı seferleri batının eksik, yokluk içinde olduğu, bulunduğu karanlık ve ümitsiz durumdan çıkmak adına gerçekleştirilmişti.

Birinci ve ikinci dünya savaşında ise Osmanlının eğemenliğinden alınan ülkeleri sömürge haline getirilerek günümüze kadar yönettiler. Uzak batı bu bölgeleri zamanla yakın batıdan teslim aldı. Bir çok ülkeye olduğu gibi buraya haçlı seferleri başlattı. Hala o haçlı seferlerinin yerleşik halini görüyoruz günümüzde. Uzak batı orta doğuda karakollarını çoğaltmış korucu görevinde olduğunu söyleyerek haçlı ideallerini gizlemeyi başarmıştır. Kuzeyden gelen diğer haçlı seferleri ile İslam diğer iki dinin baskısı altına alınmış görünmektedir. Yer altı zenginliklerini uluslararası sermaye ve teknolojileri hortumlarken, yer üstü kültürün gelişmesini engelleyen karakollar haçlı seferlerinin tüm hallerini ortaya koymaktalar.

Orta doğu ülkeleri bu halde birleşme olanağı bulamamaktalar. Kaos, karmaşa görünüyor bizlere bu manzara komşu olarak, uzaktan bakanlar için de.

Orta doğu haçlı seferleri ile kuşatılmışken ona karşı sınırlarını belirlemek varken kendi içinde mezhep, kırsal, kentsel, idari yönlerinden kavga hakim görünmektedir.

Mezhep kavgaları bitirilmeli, AB gibi OB (Ortadoğu Birliği) sağlanmalıdır. Yönetimler oligarşiden, krallıktan, modern yaşam tarzı yönetimlere geçilmelidir. Enerji ortak politikaları oluşturulmalıdır. Orta doğu ülkelerinin alt yapı ve üst yapı aşamalarına geçecek süreçler başlatılmalıdır.

Orta doğuda yapılacak yeni gelişme ve uygulamalarda ülkemize düşen görevleri Osmanlı zihniyeti ile değil modern, çağdaş ve küresel bir ülke olma düzeyinde yerine getirebilmemiz mümkündür.

Kavgalar, çatışmalar ile kaos sürdürülmektedir. Siyasi, bilimsel, kültürel birleştirme çalışmaları daha fazla olmalı, çatışmayı arttıran unsurların ortaya çıkarılarak onların engellenmesi gerekmektedir.

Ortadoğuda  barışın, işbirliğinin, birlikteliğinin ve modern yaşama geçilmesinin temellerinin atılmasını ümit ediyoruz. Din savaşlarının son bulmasını üç dinin de barış içinde kalmasını temenni ediyoruz.  

6 Ocak 2020 Pazartesi

Orta doğu Ülkelerinin Sorunları

Orta doğu ülkelerinin temel sorunu modern yaşama geçmekte zorluk çekmeleridir. Modern yaşam alt yapı ve üst yapı aşamalarına gelme amacını oluşturmak için planlar yapmamalarıdır. Onlar yapmak istese de batı modernleşme yolunda destek olmaya çalışırken engelde olabilmektedir.

Modern yaşam için toplum birlikteliği gereklidir. Sonra hızla kurumlar oluşturmalı ve uygulanması sağlanmalıdır. Mezhep farklılıkları ve yeni yönetim sistemlerine direnç ülkesel birliğe, berberliğe ulaşmayı engellemektedir bir çok orta doğu ülkesinde.

Ülkemiz bu konuda yüz yıllık bir aşamadan geçmiştir. Batı bu süreçte engeller ve destekler ortaya koymuştur.

Orta doğu ülkelerine de hem destek hem de köstek olunmaktadır. Doğal enerji kaynaklarını tümüyle kullanmak ve modern yaşama hızla geçmeleri yavaşlatılmak istenmektedir. Böylelikle kaynaklarını merkezi idare edilmesi yerine dış idare tarafından veya onlarla uyumlu idareciler tarafından yürütülmesine çalışılmaktadır. Ülke içindeki önderler ise kişisel çıkarlarını ön plana alarak ülkesel birleşme yönünde ilerlemeyi ve yeni sisteme geçme girişimlerini engellemektedirler.

Orta doğu ülkelerinde sanayi devrimi olmamış şehirlerde toplanma süreci yaşanmamıştır. Kentsel kültür kurumsal yapı üzerinden gelişememiştir.Alt yapı sürecinin anca tamamlanmaya başladığı ülkemizde birliğin sağlanması ve kurumsal yapının oluşması aşamasına girdiğimiz halde üst kültür oluşması için olanaklar yeni oluşmaktadır.

Diğer ülkeler daha birliği sağlama aşamasındadırlar. Arap halk hareketleri başlangıç olmakla birlikte ülke birliği ve kurumsallaşma aşamasına geçmeye çalışmaktadır. AB ülkeleri sınırlarını belirleyip birliğini sağlaması yüzyıl savaşları ile olmuştur. Arap ülkelerinin bu aşamada olduğu görülmektedir. AB bu aşamalardan geçerken dış müdahale ile karşılaşmamıştı. Avrupa içinde kendi sınırlarını çizerken ve birlik oluştururken kendisine müdahale edecek, gelişimin yavaşlatacak küresel devletler yoktu. Arap ülkelerinin veya diğer ülkelerin modern yaşam koşullarına hızla geçmesi dış ülkeler tarafından hem destek hem de köstek etkisinde bulunmaktadır.

Ülkemiz modern yaşama geçme aşamasında batının desteğini almakla birlikte, engellemelerini de yaşamıştır. Sanayi dönemini yaşamadan kentselleşme ve kurumsallaşmasını tamamlamak üzeredir. Alt yapısını tamamlama sürecindedir.

Günümüzde ülke sınırlarının kalıcı olması yönünden orta doğu ülkelerinin birlik oluşturma ve etkileşime girmesi yolunda ülkemiz önemli bir rol oynamalıdır.

Orta doğu ülkelerinde işbirliği kurumlar üzerinden başlanır ve devam ederse başarılı olabilir.

İnanç boyutu bir gölge gibi zaten her zaman yanımızda bulunmaktadır.

1 Ocak 2020 Çarşamba

III.Dünya savaşını önlemenin yolları

Birinci dünya savaşını devletler çıkardı.

İkinci dünya savaşını liderler çıkardı.

Üçüncü dünya savaşını halkların çıkarması olasılığı bulunmaktadır.

Halkların seçeceği liderler yolu ile savaşın çıkma olasılığından söz ediyorum.

Halkın bir çok yönden küreselleşme aşamasındaki olumsuzluklara tepki olarak savaşacak ülke liderleri seçme riski bulunmaktadır.  Bunun işaretleri çılgınca diyebileceğimiz ülke liderlerindeki hal ve hareketlerinden başlayıp konuşma ve yazma usullerinden anlaşılmaktadır. Liderlerdeki ülke içe ve dışa konuşmalar birbirine karışmaktadır küreselleşme aşamasında. Öyle bir aşama geliyor ki söylenen sözler hem içe hemde dışa aynı anlam içermeye başlamaktadır. İçe dışa ayrımı kalkmaktadır.

Bir çok ülkede görülen itirazcı halk hareketlerini küçümsememek gerekmektedir.

Halkın itirazlarının ana nedenleri :

1. Gelir ve kar adaletsizliği.
2. İşsizlik
3. Mal ve hizmetlere yapılan zamlar.
4. Kazanılan ücretlerin modern yaşam temel ihtiyaçlara yetmemesi.
5. Barış, huzur, güven, refah umudunun azalması aksine korku, şiddet ve baskının artması.

Küreselleşmeyi hızlandıran küresel sermaye ve teknolojinin çalışmalarındaki kar payından önce yukarıdaki sorunları azaltmak yönünde önceliği bulunmaktadır.

Ekonomi dikey yönünden yatay konuma geçmelidir. En yüksek binaların, en büyük dağların üst sınırları bulunmaktadır.  Doğa kanunları ve dünya yapısı daha yükseğe izin vermez. Limitler zorlanırsa yıkılmayla sonuçlanır. Binalarda, dağlarda yıkılır.

Ekonomik düzende sosyal uygulamalar, meslek  ve şirket iş alanlarının heterojen olması, kar ve ücret kazanımlarının yatay olması, modern aile yaşam standardının belirlemesi ve sağlanması gibi bir çok konularda önlem alınması ve uygulanması gerekmektedir.

Yatay ekonomi uygulaması hem rekabet şartlarını hem de sınırların belirlenmesi yönünden kalıcı bir ekonomik modeli sağlayabilir. Klasik ekonominin belli aralarda meydana gelen krizlerini önler. Kalıcı küresel barışı sağlayabilir.

Yatay ekonomi modeli programı nasıl ortaya çıkabilir ?

Kamuoyunun yeterli sayıda birleşerek yönetimlere ve aday yönetimlere sunmasıyla gerçekleşebilir. Bu modelin sürdürülebilir olmasının bir örneği oluşturulmalıdır.Toplum ve devlet olma potansiyeli olup yeni ekonomik modeli araştıran ülkeler için, mevcut modeli olan ve değiştirmek isteyen ülkeler için yatay ekonomi modeli hayata geçebilir. Bunu gerçekleştirebilecek ekonomi bilim insanları yeterince vardır. Sanal ekonominin küreselleşme aşamasındaki reel ekonomiye verdiği zararlı etkileri de en aza indirmek bu modelle mümkün görünmektedir.