16 Kasım 2020 Pazartesi

Doğa ve Canlılığın, öznel ve olay İlkeleri ile Evrensel madde ve enerjinin, Nesnel ve olay İlkeleri arası farklar ve etkileşimleri

 Doğanın Temel ilkeleri

Canlı ile evren (Şimdilik dünya ve güneş sistemimiz) birlikteliğine "doğa " denir. Şu an ki bilgimiz ile dünya dışında (güneş sistemi) bir doğa bulunmamaktadır. 

Canlı ve evren birbirine bir çok etkilerde, etkileşimlerde bulunmaktadır. 

Canlı, evren içinde varlığını ondan aldığı her şeyle oluşturur ve geliştirir.

Canlı evrenden alır ve ona verir, evrendeki maddeyi ve enerjiyi kullanır. Varlık nedeni ona bağlıdır.

Canlı evrende belli sıcaklıkta ve şartlarda var olur. Evrenin canlıya zararlı etkilerinin az olduğu ortamda canlı gelişir, çoğalır ve yayılır. Evren, önce canlı, sonradır. Canlı evrenin belli bir zaman ve oluşumunda ortaya çıkmıştır. Canlı evrenin olumsuz etkilerine karşı kendinde değişimler oluşturma özelliğine sahiptir. 

Canlı, evren içinde hem kendini hem de evreni değiştirme potansiyeline sahiptir.

Evren de canlı üzerinde değişimi zorlar. Evrenin eylemi genel kurallarına göre olurken canlı için özel kurallar oluşturduğunu saptamak ve kanıtlamak zordur. Canlının evrenin kurallarına göre kendinde ve çevresinde değişimler oluşturması ve evren kurallarına karşı savunma geliştirmesi onun yapısında vardır.

Evrenin değişimi, devinimi uzun süren ve yavaş işleyen bir süreçken canlı ise ona göre kısa ve hızlı bir devinim içindedir.

Canlı öznel, evren nesneldir. Canlı öznel halini koruma ve sürdürme ilkesinde iken evren madde ve enerji etkileşimleri işleyişini sürdürme sürecindedir.

Canlı varlık oluşumu, gelişimi ve sürdürme sırasında evren ilkelerinin işleyişine madde ve enerji etkileşimlerinin değişimine neden olabilirken, evren işleyişi ise canlıya öznel halinin uzun dönem devam etmesine olanak vermez. 

Evren işleyişi sonsuzluk yönünden hiçbir madde ve enerjinin sabitlenmesine, durağanlaşmasına olanak vermeyecek şekilde sürekli bir hareket halindedir. 

Canlı öznel varlığını koruma süresini uzatmak amacıyla ilk oluşumunun tekrarlarını sürdürürken, ilk oluşum parçalarını (hücre) birleştirerek evrende büyüme olanağını oluşturmuş. Bu olanağını öznel olarak büyürken içinde bulunduğu evren işleyişinin (yerküre) şartlarının elverdiği oranda sınırlarını belirlemiş ve bu sınırdan sonra öznel halini çoğaltarak çeşitlenme ve çoğalma ilkelerini oluşturmuştur. 

Canlı evren içinde yayılarak evrendeki değişen şartlara (sıcaklık ve basınç) göre kendini özünde aynı fakat biçim ve varlık gelişimleri farklı olarak çoğalmış ve büyümüştür. Bu büyüme cinsler ve türler arasındaki ilişkileri evrenin etkilerinin olanağınca ilerlemiştir. Belli bir çoğalma, büyüme ve yayılma sonunda canlı bulunduğu evrende sınır oluşturma (hücre yöntemi) bu sınırı sağlamlaştırma yolu ile varlığını koruma ve sürdürme ilkesinde ilerleme sağlamıştır. Bitkiler ve diğer canlılar yerküreyi bir hücre örneğindeki gibi atmosferi bir hücre zarı haline dönüştürmüştür. Dünya atmosferi büyük bir canlı organizmasının zarı niteliğini taşımaktadır. 

Doğanın ortaya çıkışı ve gelişmesi bilgisini ilk canlının ortaya çıkış ilkelerinden almaktadır. Dünyanın evren içinde bir hücre olduğu fikrine varabiliriz bu önerme ışığında. 

Canlı evren ilkelerinin gelişiminin bir aşamasında ortaya çıkmış ve doğasını oluşturmuştur.

Canlı ve evren birlikteliği doğayı oluşturmuş ve geliştirmiştir yerkürede.

    

Canlılığın Temel İlkeleri

Canlılığın, varlığını koruma, sürdürme olarak iki temel ilkesi bulunmakla beraber üçüncü ve önemli bir ilke kendisine bir isim verilmeyi beklemektedir. Bu ilke canlının ekosistem üyesi olma zorunluluğunu kapsayan diğer canlılar ile işbirliği, yardımlaşma, bağımlı olma, ortak yaşamı sürdürme, geliştirme ve devam ettirme anlamalarına gelen bir isim konulmalıdır. Ekosistem bağı, bağlantısı, üyesi, zinciri şeklinde bir çok isim verilebilir. Doğa kavramının içinde yer alan bir ilkedir aslında bu. Canlının ekosistem içinde var olma sürecinin zorunluluğunu anlatır. Bu önermeler ışığında canlılığın bu ilkesine bir isim konulması gerekmektedir. Canlılığın oluşma, koruma ve sürdürme ilkelerinin tümünün ekosistem içinde olduğunu düşünürsek, canlının ekosistem içinde olma zorunluluğunun da dikkate değer olduğu fikrine ulaşırız. 

Varlığını koruma

Canlı oluşumu ile varlığının korunmasını engelleyen ve durduran etkenler bulunmaktadır. 

* Evrensel yasaların canlı üzerine oluşturduğu sorunlar.

Isı ve hareket : Hızlı etkenler  

Mekan ve zaman : Yavaş etkenler.

* Kendi oluşumundan gelen varoluş sorunları.

Genetik gelişim aşamalarındaki sorunları.

* Oluşumu aşamasında, diğer canlı veya canlıların verebileceği sorunlar.

Canlı ilk oluşumunda varlığının kaynağını evrenden alırken, cinslerin ve türlerin artması ile içinde bulunduğu evren sınırlarında kaynakları yetmemiş, evrenden aldığı(besin) ve verdiği(atım) sorununu canlının canlıyı kaynak olarak kullanma eylemine yönelerek çoğalmadan büyüme modeline geçmiştir. Canlı canlıdan beslenerek büyüme ve evren içinde hareket etme yetisinin geliştirmiş, sınırlarını aşmıştır. Merkezden dışa taşması büyüme sayesinde olduğu tahmin edilebilir. Av, avcı dönemi başlamış ve küçük ekolojik sistemlerden dışa taşmalar yaşanmıştır. Birçok taşmalar kendi merkezini oluşturarak ayrı merkezlerin çoğalmasını sağlamıştır. Bu ayrı merkezler hareket olanağı artışı ve büyümesi ile birbirlerine yaklaşma ve etki eder olmuş, bir çok sistem hem ayrılarak hem birleşerek  gelişim döngüsüyle doğanın oluşumuna ilerlemiştir. 

Canlı ilk oluşum ve gelişiminde evren işleyişinden çok etkilenirken doğa oluşum ve gelişimi ile bu etkiler azalmaya hatta canlının evrene etkisiyle doğanın evren işleyişine yön verir haline dönüşümü olmuştur.

Canlılar arasında yaşam ilişkileri çok çeşitli şekillerde olabilmektedir. 

Av avcı ilişkisi, diğer canlıların ve evren işleyişinin varlığa zararlı etkilerine karşı iki taraflı yardımlaşma, varlığın korunması ve sürdürülmesinde görev paylaşımı ve birbirine katkıda bulunma, ilerleme ve yayılma işleyişine neden olma, yol açma, aynı cins ve türlerin birbirleriyle üreme yolu ile canlılığın devamını ve yayılımını sağlama gibi bir çok ilişki türleri doğa içinde mekana ve zamana bağlı olarak oluşmakta ve gelişmektedir. 

Canlıların birbiriyle ilişkileri sürekli doğa içinde oluşmakta ve ilerlemektedir. Doğadan kopmuş bir canlı iki sonuçla karşılaşır, ya kendi varlığını koruyup ve geliştirerek doğasını oluşturacak ya da yok olacaktır. 

Canlılara doğada yan yana, üst üste, iç içe, birleşik, geçişken, yapışık, tümleşik gibi bir çok fiziksel bağlantıda bulunurlar. Av, avcı tarafından çoğalmış bir türün başka bir tür tarafından büyümesi kontrol altına alınması davranışına maruz kalmaktadır. Doğa her türün dengeli oranda varlığını ve devamını sağlama ilkesiyle devinim sağlar gibidir. Canlılık doğa içinde her olasılığın denenmesi ile gelişimini ve yayılımını evren ilkelerinin işleyişine karşı savunma ilkesiyle hareket etmektedir. Canlıların doğa içindeki tüm eylem olasılıkları bu amaca ve ilkeye hizmet etmek için oluşmakta ve gelişmektedir.

İnsanın madde ve enerjiyi kullanımı canlının evren ilkeleri işleyişine etki ederek kendi varlığını koruma ve geliştirme üzerine olduğu söylenebilir.

Doğa büyük bir sistem olarak içindeki canlı çarklarıyla evrende hareket etmektedir. 

Evrenin tümü doğanın büyümesine yayılmasına elverişli gibi görünmemektedir. Dünyayı dev bir hücre haline getirmeye çalışan doğa, diğer gezegenlerin de birer dev hücre oluşturması ve birleşimleri sonucunda şu an ki bilinmesi zor bir varlığa dönüşerek evren içindeki eğilimine yönelebilme olasılığına ulaşan bir fikir, "düşün-kurgu" niteliği taşıyabilir.   

İnsan bilimleri incelenirken evren ilkelerinin, doğa ilkelerinin ve canlı ilkelerinin etkilerini de dikkate almalıyız. İnsan ve insanlık, birey ve toplum oluşumunu, gelişimini ve geleceğini bu temel ilkelerin etkileriyle ortaya koymaktadır. 

Varlığını sürdürme

Canlı varlığını sürdürme aşamasında üreme (türün devamı), diğer canlıların tehlikeli olma hallerine karşı savunma, kaçınma ve saldırma ile yayılma ilkelerinden hareket eder. 

Canlının ekosistemdeki bağı süreklidir. Diğer canlılar ile birliktedir. Onlardan alır ve onlara verir. Madde ve enerji değişimi olmaktadır. Bir canlı diğer canlılar ile ekosistem içinde av, avcı, birlikte yaşama (bağlantı çok ) ve ayrı yaşama (bağlantı az) şeklinde yaşamaktadır. 

Av hali, bir canlının diğer canlıyı kendine katmasıdır. Avlanmanın temel unsuru diğer canlıları içine alarak var olmayı koruma ve sürdürme ilklerinden sonra büyüme, kalıcı olma, evren yasalarının olumsuz etkilerine karşı yaşam süresini arttırma amacını taşır.

Avlanma hali, bir canlının ekosistem içindeki varlık ve sürdürme potansiyelinin sınırlarında yaşaması anında dıştan bu sınırları aşmış ve diğer canlıları kapsama yetisini artırmış, genişletmiş ve avlanma şeklini yenilemiş bir canlı tarafından besin haline dönüşmüş durumdur. Otçulların çoğaldığı bir ekosistem mekan ve zamanında ölümlerin ve doğumların çokluğundaki bir dilimde, ölen otçullardan beslenen diğer küçük ve büyük canlıların varlık, sürdürmesini otçullar üzerinden sağlayarak büyümesi ve bedensel gelişimlerini bu bolluk içinde hızla geliştirmesini düşünebiliriz. Burada ilginç bir fikir olarak bir canlının avcılık üzerinden büyümesi ve gelişmesi önce avın doğal ölümün artması, bu artışın devamından ondan beslenme imkanı bulunan diğer canlıların bu ölen canlıdan beslenme miktarının sürekliliği içinde bedensel ve hedefsel  olarak kendini geliştirmesidir. Zamanla kendini büyüten ve geliştiren avcı artık bir aşamadan sonra ölümleri beklemeden ava doğru avı canlı iken yönelmesine doğru ilerler. Buradaki değişim otçulun doğal ölümlerinin çoğalan ve büyüyen avcı canlıya yetmemeye başlamasıdır. Avcının ölmüş avdan canlı ava geçişindeki süreç ölü ile diri aynı canlı olduğunu keşfi ile başlamış ve gelişmiştir. Dolayısı ile av ve avcı süreci birden başlamamıştır. Ölümlerden yeni yaşam formları ortaya çıkmıştır. 

Canlılıktaki av-avcı olgusu canlıların mekansal olarak yayılmasının durduğu fakat çoğalmasının devam ettiği bir ekosistemde türlerin miktarı ve çeşidinin sürdürülebilir bir denge ve oran oluşturma üzerine ortaya çıktığı tahmin edilebilir.

İnsanlığın tarih sürecinde ölülerini gömmesi onun antitezi olan yeni canlı türlerin ortaya çıkmasını engellemiştir bu fikrimize göre. Toprak altında bulunan insan ölülerinin bakteri ve virüslerce beslenilmesi onların gelecekte biz yaşayan insanlara da saldırma hedefinde olabileceğini göstermektedir. İnsan için tehlikeli olan günümüz bakteri ve virüslerin insanlık tarihi boyunca ölen insan cesetlerinden beslenmiş ve ölüden canlıya geçme potansiyellerini içinde taşıyor olabilecekleri ve hatta salgınların kaynaklarının da buraya dayanabileceği tahmininde bulunabiliriz. Bizlerin aşı kullanma mantığı nasıl zayıflatılmış veya ölü virüsün bedene enjekte edilmesi ise insan ölülerinden beslenen virüs ve bakterilerin zamanla canlı insanı konak edinmeleri ve onları hedeflemeleri şaşılacak bir durum değildir. İnsan dışkılarıyla beslenme yoluna giren mikro organizmalar insan bedenine girince ölümcül etkilerde bulunmaları anlaşılabilmektedir. İnsan bedeninin mikroorganizmalara karşı bağışıklık kazanması onu öldürmesi veya avlaması değil, onlarla birlikte birbirine zarar vermeden ortak yaşamayı başarmalarıdır. Günümüz insanın bağışıklık yapısında önce düşman gibi algıladığı mikroorganizmalar ile birlikte yaşama sürecinin uzamasıyla ortaklaşa bir yaşam oluşturma becerisi de bulunmaktadır. Bağışıklık bir yerde birlikte yaşama becerisini kazanma anlamına da gelmektedir. 

Yaşamdan ayrılan bedenlerinden ve dışkılarından beslenecek bakteri ve virüslerin takibi ve kontrol altında tutulması olarak koruma önlemi gelecekte yaşayan insanların bu yolla karşılaşabileceği tehlikelerden büyük bir oranda korunacağı anlamına gelmektedir. Atıklarımızın ve yaşamdan ayrılanların doğaya dönüşü sırasında eski ve yeni antitezlerimizin oluşmaması için önlemler alabilirsek türümüzün yaşam süresinin uzamasına ve  daha sağlıklı kalmasına hizmet etmiş oluruz. Doğa ile bağımız o kadar güçlü ki yaşam için temel gereksinimlerimizi sürekli almamız yanında atıklarımız ve  kendi dönüşümüz sonucunda da bir çok etkileşimlerimiz bulunmakta. Doğaya olumlu ve olumsuz etkilerimizi bir de bu yönden düşünmeli ve değerlendirmeliyiz. Doğanın canlı üzerinde antitezlerinin bir bölümünü canlıların ölümü ve atıklarıyla ortaya çıkarmakta olduğunu söyleyebiliriz.. Dolayısı ile insanlık olarak atıklarımızın doğa içinde ekosisteme faydalı olarak dönüştürmeli, fakat antitezimiz olacak yeni mikro organizmaların artmasına olanak vermemeliyiz. Öyle bir atık bırakmalıyız ki dönüşmüş olan atıklarımızdan beslenecek mikro organizmalar bizlerin bedenleriyle karşılaştıklarında bizleri birer av değil, zarar vermeden yaşayabilecekleri birer konak değil birer durak olarak hedeflesinler. Bizleri kaynaktan denize akan bir dere, nehir gibi algılasınlar. Bedenlerimiz su gibi saydam, cam gibi geçirgen, yağ gibi kaygan olmalı onlar için. Geldikleri gibi kısa bir yolculuktan sonra gitsinler, bir şey anlamadan, kendilerine bir pay almayı öğrenmeden. Beden de onları belki de bir besin veya atılması gereken bir canlı gibi algılasın, savaşması gereken ve onu yok etmeye çalışan olarak değil.  

Birlikte yaşama, ortak yaşam hali ise birbirini av ve avcı olarak değil de bağımlılıklarını paylaşma ve bu paylaşma anında birbirlerine destek sağlama adına, gerek diğer canlılara karşı gerekse evren yasalarına karşı koruma ve fayda oluşturma olanağını kullanmalarıdır. 

Ayrı yaşama  hali ise aynı ekosistem içinde birbirleriyle bağlantıları zayıf  olarak, ilişkilere girmeyen ama ekosistemden karşıladıkları ihtiyaçların ortak olmasıdır. Yeryüzünde farklı ortamlarda yaşayan canlıların su ve havadan ortak faydalanması ama birbirleriyle karşılaşmaması gibi.  

Doğa ve canlı temel ilkeleri ile evrensel nesnel ilkelerin farkları

Evrensel ve nesnel fizik ve matematik'den doğa ve canlı fizik ve matematiğine geçiş

Canlılık ve doğa için yeni bir matematik oluşturmamız gerekmektedir. Günümüz matematiğin temelleri evrenin nesnel, canlılığın haliyle insanın ise niceliksel yönüne yöneliktir. Bu da yeterli olmamaktadır. O nedenle canlılığa yönelik bir matematik oluşturarak ona bağlı olarak da fizik ve kimyayı geliştirmemiz gerekmektedir. Biyomatematik temelinde biyofizik, biyokimya gibi bilimlerin ilerlemesi ve oluşması ile sosyoloji, psikoloji, iletişim, yönetim, eğitim, sağlık vb. gibi canlı, insanbilimlerinin ve uzmanlık alanları başta olmak üzere canlı ve doğanın temelleri, gelişmesi, geleceğe yansımaları gibi bir çok konuda doğru ve gerçek bilgilere, uygulamalarına ulaşılabilecektir. Bu çalışmalar öyle gecikmiştir ki, bir grup anabilim dalı genetik, sentetik biyoloji ve nano teknoloji grupları canlılığın temellerine inmeden sonuçları çıkarmaya çalışmaktadırlar. Canlılığın gelişimi ve evrene yansımasına odaklanmaktan ziyade nasıl sonuçlara ulaşırsak türümüzün faydasına (eko-teknoloji (teknolojinin ekonomiye hizmeti, yönelmesi, adanması )) olur telaşı içindedirler. Her ne alanda olursa olsun tüm yeni bilgilerimiz bizleri uzaya yönlendirmeye bir adım daha hızla yaklaştırmaktadır. Her yeni bilgi ile dünyadan uzaklığımız artmakta ve evrende ilerlemektedir.  

Hareket şekli

Nesneler ve maddeler bilinen fiziksel yapıda yani bilimsel hareket ederler. Dıştan gelen bir etkiler ile ya da içinde biriken (biriktirilen değil) etki ile hareket ederler. 

Canlılar nesnel hareketin üstüne amaçla hareket ederler. Dış etkenlerin yanında içte biriktirdiği (rastgele biriken değil) etki ile hareket eder.

Işık hızı bir nesnel hareket şeklidir. Kuş uçuş hızı, at koşu hızı, balık yüzme hızı canlı hareket şeklidir. Işık hareket ederken dışından bir etki ile veya içinde biriken enerji ile harekete geçer. Canlı hareketi ise bir amaçla ve içinden gelen bir etki ile dışından gelen bir etkiye tepki olarak harekete geçer.

Meteoroloji bilimi bilinen nesnel ve biyofizik konusunda bize, oluşan sıcaklık ve hissedilen sıcaklık şeklinde bilgi vermektedir. Bu bilgi bize nesnel ile yaşamımız arasında  her konuda sıkı bir bağ olduğunu açıklamaktadır.  



...........


Küresel Beden ve Zihin

 İnsanlık yeryüzünde devasa büyüklükte bir canlı organizma haline gelmiştir, günümüzde. Doğa ve dünya için hiçte küçümsenmeyecek orandadır. Bu büyük canlı organizma hala günümüzde dahi hantal bir bedensel bütünlük içindedir. Sekiz milyarlık dev bir canlı bulunmaktadır doğa içinde veya onunla bağlantı halinde. 

İnsanlık doğanın içinden çıkmış dört yüz megaton ağırlığında ve yeryüzünün yüz elli de bir yer kaplayan canlı kütlesi olarak ağır ve hantal bir şekilde hareket ederken hem doğayı hem dünyayı parçalıyor, bir yanda da bu yaptıklarını onarmaya çalışıyor. 

Bu dev canlı bedensel yaşantı geriliminden yeni bir boyuta geçmeye çalışırken, dışına çıkmak istediği yumurtasının sert kabuğunu gagalayan civcive, kozasından çıkmaya çalışan bir kelebeğe, toprak altından ilerlerken doğru kanalla yüzeye çıkmak isteyen köstebeğe benziyor.

Bu dev canlı organizma ormandan geçerken ağaçları birer ot veya çalı gibi sağa solo iterek, devirerek ilerlemeye çalışıyor. Atmosferdeki bulutları iki eliyle bir o yana bir bu yana dağıtmaya çalışıyor. Yeryüzü sularında ve denizinde su ile toprağı karıştırmaya durgunluğu bozmaya çalışan bir çocukçasına oynuyor.

Bu dev organizma temel ihtiyaçlarının karşılanması aşamasından nesneleri ve enerjiyi kullanarak bedensel cennetini kurmaya çalışıyor.

Bu dev organizma bedensel boyutuna rağmen zihinsel yeteneği olduğu halde hala onu yeterince kullanamayan kavgacı, şımarık bir çocuk gibi hareket ediyor yeryüzünde. Uçurtmalarını (Uçan her türlü araç) uçuruyor, kumsalda kumdan kaleler (Tüm inşalar) yapıyor, diğer çocuklarla (Uluslar arası ilişkiler) paylaşımda kavga ediyor, anlaşmamak için bencilce hisle elinden geleni yapıyor.

Zihinsel faaliyetleri, etkinlikleri yapan her türlü bilimsel, dinsel, sanatsal, uzmansal, felsefesel birey ve kurumlar birbirini dışlayan, ilgisizleştiren, ayrık bir biçimde ilerlemeye çalışıyor. 

İnsanlık denen dev organizma daha bedensel bir bütünlüğe ulaşamadığı için zihinsel bedenleşmeye ulaşması uzun süreceğe benziyor. 

Böyle bir durumda önemli bir soru bizi beklemektedir. 

İnsanlık neden bir beden olma zorluğu yaşamaktadır. 

Cevap doğadan geliyor. Doğa diyor ki sizler yeryüzündeki bitki ve diğerleri olan canlı standardının üstüne çıktınız. Bir doğa yasası olan, canlı her şart ve mekanda, cinsler ve türler olarak çeşitliliği ve çokluğu ile yayılır, gelişir. Canlılığın değişim ve gelişimde bulunma olasılığı daralmaz, sürekli genişlemelidir. 

İnsanlık bir tür olarak başka bir çok cins ve türün oluşumun engellemiş, kendi dev organizmasını yeryüzünde büyütüp, doğal standart dışına çıkmaya başlamıştır. Bu hal onun önünde iki seçenek olduğunu göstermektedir.

Birinci seçenek günümüze gelene kadar ve günümüzde yaşadığımız insanlığın büyüdükçe kendi içinde canlılığın var olma ve gelişme potansiyellerini kendi içinde temsil etme zorunluluğudur. 

Bu temsil bir beden olma olanağını engellemektedir. 

Dünya ve doğa koşullarının olanak verdiği canlı yaşam formlarının sınırlarını aşmaya çalışan insanlık bireyden topluma, toplumlara bedensel dinginlik ve durgunluk halini yaşayamamasının en önemli nedenlerinden biri dna dan gelen çeşitlilik ve farklılık gelişimini yaşayışlarında sınırlandırmaya çalışması ve tarihsel zihinsel gelişimlerinde ise bu farklılığı ve çeşitliliğin devamı için bütün çabalarını ortaya koymasındandır.

İnsanlık tür olarak yeryüzünde canlı çeşitlilik ve çokluk ilkesine devasa bedeni (zombi) ile karşı durur ve onu engellemeye çalışırken, canlılığın farklı, çeşitli ve çokluk ilkelerini zihninde (tarih) yaşatarak kendi içinde zihin birliğine (Barış, düzen, doğa ile uyum) varamamaktadır.

İkinci seçenekte bir zihin olma olanağını geciktirmektedir.

Devasa insanlık bedeni, bunalımından zihinsel birliğe geçtikten sonra kurtulabilecektir. 

Tıpkı akıl sarmalındaki ilerleyiş gibi (bknz. " Akıl Sarmalı" yazım ).

Zihinsel etkinlikler hala zayıf bulunmakta bedensel etkinliklerin yanında. Bedensel hareketlilik sağlığın koruma miktarıyla sınırlanıp, zihinsel etkinliklerin artmasını beklemekte tüm bu alanda faaliyet göstermeye çalışanlar ve doğa.

Doğa bize sessizce fısıldamakta. (Az hareket edin, çok düşünün ve doğal görevinizi hatırlayın.)


14 Kasım 2020 Cumartesi

Hedeflerimiz

 Hedeflerimize vardığımızda bir çok şeyden de vazgeçtiğimizi ve kaybettiğimizi kabullenmeyi mi yeğleriz, yoksa hedeflerimizi önemli bir olasılık olarak ele alıp o yolda iken bir çok şeyi de yaşadığımız için mutlu hissetmeyi mi tercih ederiz.

Günlük hedeflerimiz işlerimiz, yapılacak listelerimizdir. Haftalık hedeflerimiz ise isteklerimiz, arzularımız üzerinedir çoğunlukla. Aylık hedefler hem rutinlerimiz hem de yeni değişkenleri içermektedir. Yıllık hedefler ise ömürden pay alırcasına büyümeye başlamışlardır. Beş ve on yıllık hedefler artık ömürlük hedeflerin bölümleri haline gelmişlerdir. 

Yetmiş yılın ardından geriye baktığımızda " Ne yaptım ben " sorusunu sorarız artık. Bu sorunun cevabı " Yaşadım " olmalıdır. Hala bu soruyu sormayan ve cevap aramayan zihinler galiba hedefleri o kadar büyüktür ki kendileri için kendileri iki üç katı ömür yaşasalar idi anca soracaklardı belki de.

Hedeflerimiz, biz insanların yaşayışını otomatik pilot yaşayışına çevirebilmektedir. Gözünü hedeften ayırmayan ve bu arada nelerden vazgeçtiğini, neleri kaybettiğini göremeyen yaşamlara. 

Bir çok kişi hedefe kitlenmiş otomatik yaşayışında iken, ilk karar aldığı, planladığı hedeften ayrıldığını yeni bir çok hedefin ona otomatik yaşam yüklediğini fark etmeden yola devam ettiğini sorgulamamaktadır. Hayatın dalgalarında sürüklenen bir yaşam olarak akışına devam ediyor. Geriye bakmadan, ondan korkarak sadece kıyas ederek yollarına devam ediyorlar.

Hedeflerimiz bedenlerimize hizmet ediyor çoğunlukla zihinlerimize değil, koşuşturmaya geçen ömrümüzde. 

Hedeflerimizi öyle seçmeliyiz ki ona ilerler iken hem bedenimiz hem de zihnimiz de rahat ve mutlu olsun.

Bir ömür sonunda hem bedenen hem de zihnen iyi yaşadım diyebilelim. 

Bunu sağlamak için otomatik pilot arayan bedene zihni ve bilinci pilot olarak görevlendirmekte ısrar etmeli ve beynin tüm bedenin işlerini yürütmediğini hatırlamalıyız.

9 Kasım 2020 Pazartesi

Şehir merkezinde bir hayat ağacı


 Kuşların akşam toplanma, konaklama ve dağılma merkezi olan sarmaşıklı büyük ve yaşlı bir çam ağacı onların hayat ağacı olmuş.

Böyle hayat ağaçlarının miktarı arttırılmalı ve korunmalı.

Süs ağaçları yanında, yaşam barındıran küçük, büyük hayat ağaçları da dikilmeli şehrin dört bir yerine.

Bu tür ağaçlarının en önemli özelliği ağacı saran sarmaşıklarıdır.

Yabani kuş üzümü gibi meyve veren sarmaşıklar kuşları bu ağaçlara çekmektedir.

Hem meyvesini yemekteler hem de ağaç dalları sık ve yumuşak yapraklar ile sarıldığı için geceleri daha rahat uyumaktalar.

Gökyüzünde kalabalık kuş dans uçuşlarına, böyle ağaçlar da zemin hazırlamaktadırlar.

Bu ağacın bulunduğu yer : İzmir, Karabağlar, İhsan Al yanak bulvarı no : 4 adresindeki küçük belediye parkı.

(Bu yazıyı okuyup parkın yanından geçerken el sallayan, ağaca dikkatle bakan okurlarımı geç fark ettim kusura bakmasınlar. İlgileri için teşekkür ederim. Bu dikkatli bakış ve ilgilerine yani geri bildirimlerine sevindim. Yeni yapılacak geri bildirim işareti izci işareti olabilir.

İzci selamına ek anlam olarak doğayı önemsemek, yaşamı ve canlılığı kutlamak, bizlerin doğanın bir parçası olduğunu hatırlamak, türümüz ve diğer canlılar ile doğa birleşiminde evrenle bütünlüğümüz algılamak gibi kendimizin insan, canlı doğa , yaşam ve evren birlikteliğini hatırlamak, canlılık ve yaşamı büyütmek, geliştirmek ve yaymak, türümüzün gelecekteki iyi ve refah yaşamını doğa ile evren arasındaki ilişkiler ağının belirlenmesi ile olacağı bilgisini geliştirmek gibi canlılık ve hayat işareti olarak da ekleyebiliriz. Ümitli, umutlu, olumlama iyi mutlu ve erdemli bir yaşamı isteme, doğanın ve evrenin kötü, tehlikeli olabilecek özelliklerine hazırlıklı olma ve savunma hazırlığında bulunma
anlamları yüklenebilir. Sloganımız ise "doğayla, evrenin izinde" şeklinde olabilir. )

5 Kasım 2020 Perşembe

Canlı ve insan ilişkileri -2

 İlişkilerde çok önemli bir olguya değineceğiz. Bu olgu öylesine önemli ki kişilerin günlük yaşantıda basit ve sıradan algısında olan bu büyük olgu bireysel ruhsal ve fiziksel bulanımlarının kaynağında yani canlılığın temellerinde bulunduğu ve oradan geldiği için saptanması zor ve sürekliliği içinde barındırdığından varoluş gibi önemli bir bütünsel yapıya etki etmektedir.

Günlük yaşantıda kişilerin bu olguya basitçe yaklaşmaları, sıradan bir olgu olarak ele almaları ve haliyle önemsemeyip bilinç düzeyine çıkarmamaları nedeniyle, " içimde bir sıkıntı var, ama nedir bu" diyerek hem yaşamlarında sık sık hissedip zihinsel olarak sezmeleri ama bir türlü açıklayamadıkları, sordukları halde cevaplarını bulamadıkları bu büyük olgu : Bağlantı olgusudur. 

İlişkilerde Bağlantı

Canlılarda ilişkilerin bağlantı özelliği dna gibi canlılığın temellerinden gelmektedir. Canlıların birbiri ile ilişkileri, bağlantıları varoluş temellerindeki başlangıç ilkelerine dayanmaktadır.

İnsan davranışlarında eğitim, yaşantı ve gelişim dönemlerinin çeşitliliğine göre zihinsel olanaklarının yaşamsal bireysel işleyişlerine, ilişkilere yani bağlantılara etki-tepki şekillenmeleri bulunmaktadır bireylerin.

Aklın, dürtülere hizmeti, güdülere hizmeti, duygulara hizmeti  ve kendine hizmeti şeklinde yaşam şekillerine etkisi bulunmaktadır. Canlı ve insan davranışlarının temellerinde beyin yapısının hangi yaşamsal gelişim dayanakların her biri veya kesişimi, birleşimi olarak hizmet içinde olduğunun saptanması o canlı ve insanın hangi yaşama şekillerine nasıl bir tutum oluşturduğunu keşfini sağlayabilecektir. Tutum şekillerini canlı ve insan davranışlarının sonuçlarında görebiliriz.

Canlılığın temellerinden gelen olgular bulunması nedeniyle insanı ve davranışlarını diğer canlılardan ayrı olarak tek başına ele almak yeterli olamayacaktır. Bu tarzdaki bir bilgi arayış disiplini insan davranışlarının temelini sadece insanın başlangıç değerlerinde tutacak ve daha derine inemeyecek yapıda sınırlı kalacaktır. 

Doğada canlının diğer canlılarla bağlantısı temel ihtiyaçlar ile zorunlu halde bulunmaktadır. İnsanın diğer insanlarla bağlantısı da aynı şekilde bir çok ihtiyacının karşılanma görünümlerindedir. 

Bireyler ilişkilerde bağlantılara aileden başlar ve eğitimle devam eder. Gençlerdeki can sıkıntısının kaynaklarından biri de istedikleri bireyler ile bağlantılarının kurulamamasındandır. Kurulup da engellemesinden veya istenilen bağlantının kurmak istediği kişilerce kabul etmemesindendir. Ergenlikte bu bağlantılar istenilen bir biçimde oluşmaz ise rastgele oluşma eğilimine girer. Bu aşamada bağlantıların doğru veya yanlış, iyi veya kötü değerleri sorgulanamaz. İçten gelen dürtünün baskısı ergenlikte bağlantılara doğru bireye baskı uygulamaktadır. Bağlantıların karmaşıklığı çok olmasından da gelebilmektedir. Çok bağlantı bireyde zihin karmaşıklığı ve duygularda ise karışıklığı getirir. İster tanıdık ve sürekli isterse de tanımadık ama kısa ve değişken olup artmış bağlantı şekilleri zihinde karmaşıklık ve kararsızlık, duygularda ise dalgalanmalara neden olmaktadır.

İnsan ilişkilerinde bağlantıların veya bağlantısızlıkların mutsuzluk ve iç sıkıcılığı oluşturması, duygulanımlarda hissedilmesi ve zihinde karışıklık yaratması genellikle bilinç düzeyine taşınmadan iyi, kötü, doğru, yanlış, güzel, çirkin ayırımlarını yapabilecek kadar kişisel ilke ve kurallar oluşturulamamasından kaynaklanmaktadır.  Böyle bir durumda birey dürtü, güdü ve duyguların etkisinde kalma ve tatmin, doyum arayışında içten gelen, hissedilen ama bilinemeyen bir çok iç baskı etkisinin sıkıcılığını yaşayacaktır. Bu sıkıcılıktan kaçmak adına yeni denemeler araştıracak, mekan ve zaman içinde zincirleme bir bağlantılar oluşturmaya çalışacaktır. Bu eylemler sonucunda tecrübe ve deneyim yaşantıları oluşacaktır. Dolayısıyla bir kişinin belli bir mekan ve zamanda kendine soracağı " Neden sıkılıyorum, beni sıkan nedir, can sıkıntımın kaynağı nedir ? " gibi sorulara doğru cevapları bulduğu anda sıkıntılar yerini zihinde oluşan bilgiye dönüşecek ve gerekli düşünce ve eylemler ile bilgisi ve bilinciyle önce kabulleniş sonra çözümler arayışı ve uygulaması seçimleriyle karşılaşacaktır.  



3 Kasım 2020 Salı

Bırak Gizli Kalsın (şiir)

Bırak, gizli kalsın, bazı kelimeler,

Bilinince tadı ekşiyecekler, 

Yaşanılanlar, hissedilenler,

Söylenince, birden gidecekler.


Sessizce yaşanır, çok şeyler, 

Duygular, düşünceler, istekler,

Bırak, gizli kalsın, bazı kelimeler,

Anda kalıp, söze gelmeyenler.


Bırak, gizli kalsın, bazı kelimeler,

Anlama, anlatmaya yetmeyenler,

Hep yaşanılıp içerde bir yerlerde, 

Kalp de kalıp, zihne geçmeyenler.

Özkan salman

1 Kasım 2020 Pazar

Deprem

Depremlerin yer kabuğunun hareketi olduğu, genel anlamda yerküre ve enerji dengesi etkisiyle oluştuğu bilinmektedir. 

Depremin oluşum aşamasında ortaya çıkan büyük hareket enerjisi, bir metal kablodan ilerleyen elektrik akımı gibi yerküre üzerinde ve altında her kütle üzerinden çevreye yayılmaktadır. 

Depremlerin oluşma anılarında büyük enerji miktarının yeryüzünde dolaşması sırasında rastladığı her madde ve canlı üzerinden akımına devam etmektedir. 

Yerkabuğu dağılan büyük miktardaki bu enerjiyi çevreye bitene kadar yaymaktadır. Bu yayma sırasında sarsıntılar oluşmaktadır. 

Deprem merkezinden çevreye yayılan bu büyük miktardaki enerji yakınından itibaren güçlü ve hızlı bir titreşim olarak, uzak ve yüksek yerlerde ise salınım ve yaylanma şeklinde ilerlemektedir. 

Deprem öncesi, oluşumu ve sonrasında artçıları şeklinde oluşmaktadır. 

Depremin insan üzerindeki olumsuz etkisi özellikle oluşum aşamasının ani ve güçlü olarak beklenmedik olarak insanda oluşturduğu şok etkisi yaratmasındandır. 

Bilim, depremin oluş öncesi sinyalleri algılamalı ve deprem bölgesindeki insanlara bilgi vermelidir. Depremin oluşma öncesi hareketliliklerinden büyük ölçekte bir oluşuma doğru ilerleyip ilerlemediğinin tespitlerini yapacak yöntemler oluşturabilmelidir.

Depremin oluş öncesi sinyallerinin belirlenmesi günlük yaşantıda olan insanların ani şok yaşamasını engelleyebilecek ve hazırlıklı olmalarını sağlayacaktır. 

Depremin oluş öncesi önemli sinyallerin tespit edilemesin takip eden birimler bunu o bölgedeki kitle iletişim araçları ile halka iletmelidirler. 

Depremin insanda şok etkisi, panik ve korku yaratması ani ve sert olarak birden ortaya çıkmasındandır. İnsanların hiç beklenemedik bir şekilde büyük enerji dağılımının bir parçası olması onların bedenlerine ve zihinlerine karmaşıklık, korku, şaşkınlık yaratmasına ve zihin, bedenin normal işleyişine olumsuz etki etmesine neden olmaktadır.

Depremler, doğa yasalarına (evren ve canlı yasaları değil. Bakınız : Canlı ve insan ilişkileri yazım, sondan ikinci paragraf) göre oluşan bir yeryüzü hareketidir. Dünya dışında başka gezegen ve uydularda oluşan depremler ise (canlılığın olmadığı) evren yasalarına ait oluşumlardır.

Yerküremizdeki depremlerin oluşumuna canlılarda etkili olmaktadırlar. Canlıların doğa yasalarına etkileri yeryüzündeki enerji oranlarıyla olmaktadır. Deniz, göl, akarsu, yer altı suları, okyanus, atmosfer ve yeraltındaki değişimlere etki eden canlı türleri doğa yasalarının oluşmasını, şekillenmesini ve ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Dünyamızdaki doğa yasaları ne sadece canlı dışı fiziksel koşullarla ne de tümden canlıların etkisindeki etki-tepki sonuçlarıyla oluşmaktadır. Hem evren fiziksel yasalarının hem de canlı hareket ve etkilerinin sonuçlarının birleşmeleriyle, etkileşmeleriyle oluşmaktadır. 

Depremlerin sadece dünyanın kendi halindeki hareketlerinden değil aynı zamanda canlıların (bu dönemde insan başta olmak üzere) yeryüzüne etkilerinin bu oluşumlara neden olduğunu söyleyebiliriz. 

Canlıların yaşam şekillerinin yeryüzüne etkileri sürekli, büyüyen, yayılan, dönüştüren bir ivme ile devam etmektedir.

Depremin bilimde yeni açılımları

Deprem oluşma aşmasıyla yeryüzüne gelmeden bilim ve teknoloji olarak ona ulaşılmalıdır. Bu bilgi ve teknoloji ilgi alanı olabilen bilim dalları kurulmalıdır. 

Deprem oluşma potansiyeli olan bölgelerde kilometrelerce yer altına inilerek teşhis ve çözümler üretilmelidir. Olası büyük deprem oluşum öncesini tespit etmek, sonrasında büyük miktardaki hareket enerjisini emecek hatta bu enerjiyi kullanabilecek teknolojinin alt yapısını hazırlamak gerekmektedir.

Yeraltı Bilimlerinin depremle ilgili araştırma ve geliştirme çalışmaları elektrik ve güneş enerjisinin büyük miktarda ve uzun sürelerde depolama olanağı bilgisinin yolunu açabileceği düşüncesini çağrıştırmaktadır.

Depremlerin devasa hareket enerjisini, elektrik ve güneş enerjilerini de  uzun süre ve büyük miktarda depolama olanağını oluşturacak teknoloji bilgisinin yeraltı bilimlerinden çıkacağı öngörüsünde bulunabiliriz.