26 Ekim 2020 Pazartesi

Estetik'te Güzellik Olgusu

 Güzellik, estetiğin önemli bir parçası olup onun belli görünümlerinde ortaya çıkan bir özelliğidir. 

Güzel olup da estetik değildir diyemeyiz.  Estetik ama güzel değil diyebiliriz. Çirkinlik ise insan kültürünün tanımladığı, doğanın ise yaşam olasılıklarından biri olarak ortaya koyduğu bir tanımdır. Çirkinliğe güzellik yoksunluğu diyemeyiz doğaya göre çünkü çirkin diye tanımladığımız canlı türü, içinde yaşam estetiğini barındırmaktadır özünde.

Estetiği yaşamın farklı gelişim potansiyel özü olarak ele alırsak, güzelliği bu gelişim ve olasılıklar içindeki görünür, duyulur ve algılanır ( tümel olarak dokunma, temas, karşılaşma) olma halleridir diyebiliriz. 

Çiçekler neden güzel koku yaymaktalar ve renge bürünmekteler. Kendi türlerinin karşı cinsine karşı mı yoksa aracı olan diğer canlıları davet amacıyla mı şu an davet olduğunu biliyoruz. Çiçekler bu güzellikleriyle böcekleri aracı etmek ve diğer canlıların kendilerine zarar vermesini azaltmak üzerine oluşturmuş olabilirler. Biz insanların onları bu özellikleriyle yetiştirip, koruduğumuzu biliyoruz zarar vermeme adına.

Kuşlar hem sesleriyle hem de tüy şekil ve renkleriyle karşı cinse karşı güzellik oluşturmaya, karşılaşma, temas ve dokunma için oluşturduklarını biliyoruz. Onların bu halleri biz insanlara da güzel izlenimi vermekte bize özellikle yollamadıkları halde. Ses, renk ve şekillerin yani estetiğin güzel olarak görünümlerinin bizde de kuşlar gibi ortak olmasından kaynaklanmaktadır. Sesin güzelliğini algılıyoruz. Ne karga gibi rahatsız edici tonda ve aralıkta ne de duymaya çabalayacağımız düşük frekans şeklindedir. Karga sesi bize göre çirkin doğaya göre ise bir canlı yaşam şekillenmesinden ortaya çıkan estetiktir. Karga sesini seven insanların o frekans ve şeklini güzel bulmalarına şaşırmamalıyız. O kişinin algı frekansı uyuşmaktadır ve hoşlanmaktadır. Kargaların şekil ve sesleri sanatta belli şekillerde estetize edilerek güzel hale getirilmiştir. 

Estetik sürekliliktedir, güzellik ise belirginliktedir. Estetik yaşamın özünde, güzellik ise görünümlerinde ortaya çıkandır. O nedenle güzellik algısı zamana ve mekan göre değişebilmekte iken estetik özü aynı olup değişim ve olasılıklarla kendini evren içinde kaostan düzene geçme ilkesinin birliğinde farklı hareket ediyormuş gibi görünmektedir.

Güzellik, estetiğin ilerleyişinde, gelişiminde bizlere görünen, karşılaşma (zaman ve mekan aynılığı), dokunma (duyuların çalışma süreci), temas (algılama), tanımlama, tamamlanma (akılda) son olarak da kayıt etme (hafıza) şeklinde oluşur.

Doğada bir aslan bir ceylanı görünce güzellik görmüş olmaz. Av ve besin olarak görür. Varlığının devamının sağlayıcısı olarak. 

Güzellik canlı varlığının devamına yarayan bir özellik midir yoksa  canlı varlığının ilerlemesinde dönüm noktalarında görünen bir özellik midir sorusu aklımıza gelmektedir. 

Canlıların gelişen yaşam şekillerinde sürekli halde görünür olmaması güzelliğin belli aralıklarla ortaya çıktığını göstermektedir. Bir çiçek dönemsel olarak ortaya çıkar ve kaybolur. Bir gül fidanı estetik, gülleri ise güzelliktir. Kuşlar ses, şekil ve renklerini yeni nesillerde değiştirme olasılıklarına açıktırlar. Kuşların bedeni bir estetik, sesleri ve renkleri ise güzelliktir. İnsanın zihin ve bedeni estetik, fiziksel ve ruhsal dışa vurumlarında bir kaç değil, çok sayıda ortaya çıkabilen, güzelliktir. 

Güzelliğin belirli zaman ve mekanlarda estetikte görünür hale gelmesi, güzelliği yerinde ve kaynağında kabul etmek aklın gereğidir. Yani güzellik kullanmak ve tüketmek için değildir. Güzelliğin oluşumunda ve kaynağında görünür olmasının sürecini izlemek gerekir. Güzellik vardır ama dürtü, güdü ve duyguların etkileşiminden akılda son halini alır. İnsan güzelliğe karşı tepkisini dürtü, güdü ve duyguları aşamasında bırakırsa ilerleyen süreçte güzelliği kullanmak ve tüketmek adına güzelliği yok etme eylemine girecektir. Akıla devretmesi ise güzelliğin olabildiğince varlığını sürdürmesine olanak verme anlamına gelir.

İnsan ilişkilerinde güzellik anlayışında tarihsel bir olgu olan güzelliğe sahip olma, onu kullanma ve tüketme anlayışının etkisi devam etmektedir. Asıl amaç güzelliğe sahip olmak, onu kullanmak ve onu tüketmek değil, onunla olan karşılaşma, görsel, işitsel ve bağlantının devam ettirilmesidir. ilişkilerde bir çok güzellik çeşidi kendisini göstermekte olduğu halde bir kaç özelliğin güzel olarak ele alınarak kitlelere sunulmasıyla diğer güzellik şekilleri gölgede kalmaktadırlar. Evren, doğa ve insan yaşayışında ortaya çıkarılamamış, keşfedilmemiş veya gölgede kalmış bir çok güzellik bulunmaktadır. 

Sanat görünen güzelliklerin yanında olup da görünmeyenin arayışı, sanatçının kendinde oluşmuş güzellik algısının dışa vurumunu taşır. 

Kitleler idol olmuş güzellik temsilcilerini sürekli görmek isterler. Bu aşama zihinseldir, dürtü, güdü ve duygusal olarak idol güzellik temsiline yaklaşan fanatik hayran tehlikeli olmasının nedeni o güzelliğe sahip olma, onu kullanma ve tüketme ile güzellik olgusunu estetiğe bağlayan akıl seviyesine ulaşamamış olmasındandır.  

Bedenin doğal estetiğine rağmen idol güzellik biçimleri için müdahale edilme gereği kültürün beden üzerindeki güzellik anlayışı ve algısının alışkanlıklarından dolayı oluşmaktadır. Her insanın estetiksel yapısının ortaya çıkarabileceği bir güzellik yansıması vardır. 

Güzelliği tek tipleştirmek, sınırlamak ve öyleymiş algısını oluşturmaya çalışmak işin kolayına kaçıp, paket haline getirme ve pazarlamanın bir fonu olarak kullanmak büyük bir olguya basit yaklaşmak anlamına gelmektedir.

Güzellik özünde, onunla karşılaşan, onu fark eden tarafından sahip olunacak, kullanılacak ve yok edilecek bir özellik değildir. Aksine onu kendiliğinde, kaynağında olduğu gibi kabul ediliş, karşılaşma (etkileşim zamanı ve mekanı), algılama (duyuların işleyişi), anlama (akıl) ve bağlantı da kalma (etkileşimin devamı, hafıza) ile insanda akıl ve hafızada tamamlanacak bir estetiksel özelliktir.   

Sanat, güzelliği estetiğin gelişim aşamalarının dönemsel görünümlerinden ortaya çıkarır, olduğu gibi veya farklı şekilleriyle eserlerde sunar.  

İnsan ve aklı için doğa, estetikte güzelliğin sürekli görünür olduğu bir ortamdır. Doğadaki güzellik sahip olunacak, kullanılacak ve tüketilerek bitirilecek bir unsur değildir akıl için. Akıl, doğadaki güzellikten pay alabilir, onu kapsayamaz. Çünkü doğa da güzelliğini evrenin estetiğinden aldığı payından ortaya çıkarmaktadır. 

İnsan aklının doğa estetiğine ve güzelliğine yaklaşımı tek taraflı bir etkileşimdir. 

Doğa ile etkileşimimiz karşılıklı değildir. Bir baba, bir anne, bir kardeş, bir eş ve bir dost ilişkisi gibi karşılıklı değildir. 

Köklerimizden gelen bir bağ vardır sadece, insan doğaya seslendiğinde sadece kendi sesinin yankısını duyar. Her şeyimizi ondan alırız, ona bir şey veremeyiz. Onunla savaşsak sonunda kendimizle savaştığımızın gerçeğine varırız. O adeta bizim aynamız gibidir. O aynanın arkasını göremeyeceğiz ve anlayamayacağımız bir aynadır. Ondaki estetiği ve güzelliği ne kullanabilir ne ona sahip olabilir ne de tüketebiliriz. 

Ondan sadece insani ihtiyaçlarımızın (hayalimizin sınırları) olanağınca alabiliriz. Güzelliğin tanımı ihtiyaçlarımız ve onu karşılama şekilleri olamaz. 

Ölümsüzlüğü istemek, kaderimiz olan ihtiyaçlar listesinin sürekli tekrarından başka ne olabilir ki bedenlerimiz için. Fakat aklımız için öyle olmasa gerek, aklımız sonsuzluktan az bir pay almayı tattı. Sonsuzluğun bilinmezliğinden doğaya baktığımızda o küçük görünmekte gözümüze. Küçük bir nokta gibi. Sanki uzun bir zaman önce onu terk edip ondan uzaklaşmış ve uzaktan ona bakarcasına görünen ufak bir nokta. Belki doğanın sırrı yanımızda gibi duruyorken bizden çok uzaklarda bir yerlerde olmasındandır. Ona erişmemizin bizim için bu halimizle (insan olarak) imkansız olacağı bir yerde.

Estetiğe ve belirgin görünümleri olan güzelliğe yaklaşımımızı yenilemeliyiz . Ona ihtiyaç muamelesi yapmak yerine kaynağı, oluşumu kabul edip değer verme, varlık ve zaman olanağına müdahale etmeme, karşılaşma, algılama, anlama ve tek taraflı da olsa bağlantıda kalma şeklinde oluşturmalıyız. 

Kadınlarda estetiğin ve güzelliğin yoğun olması, insanın ilkel zamanlarından bu yana bedenlerinin güç odaklı değişimine gereksinim duymamalarından ve bedenlerine bakımlı olmalarındandır. Erkek ise doğa ile daha çok mücadele içinde olduğundan bedeni güç biriktirmek adına estetiksel dengenin bozulma olasılıklarına daha açık hale gelmektedir. Kadınlar çocuk ve onun yetiştirilmesi yanında erkeğe (kanından olamayan yetişkin bir çocuk gibi) yardımcı olarak görev yapması onu doğa ile mücadelede geri planda bırakmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramı artık insanın doğa ile mücadelesinin değişime uğramasıyla artık görev dağılımında değişmesi ile birlikte cinsiyetin doğaya karşı iki keskin ucundan ayrılarak yeniden tanımlanması ve toplum yaşayışı bakımından kabul edilme sürecine girilmesi gerektiğini göstermektedir.

Artık insan doğa ile mücadelesinde öncesi kadar zorluk çekmemektedir. Günümüzdeki zorluk, doğaya değil çoğalan türün kendi içinde en iyi düzeni oluşturma çalışmalarıdır. Bunu yaparken doğa ile bağını da yeniden tanımlamalı ve türün gelişimi için gelecek için en iyi yaşayışı bulmalıdır.

  

  

25 Ekim 2020 Pazar

Aklın Sarmalı

 Dürtülerde tatmin, güdülerde yönelim, duygularda doyum ve akılda anlama ve bilme sonuçlarına varılmıştı önceki eytişimsel düşünce süreçlerinde (bknz. dürtüler, duygular ve akıl yazısı).

Bu saptamalar sürecine bağlı olarak bir çok anlaşılması zor insani ruh ve his hallerin açılımını ve incelemesini yapabileceğiz. 

Fiziksel gelişen süreçlerin (itkiler ve dürtüler) ruhsal veya his yaşantısı aşamalarına ( güdüler ve duygular) nasıl evrildiğini, tutunma ve tutum aşamasına nasıl ulaştığını ve davranışlara nasıl yansıdığını düşünmeye (akıl) çalışacağız. 

Duyguların doyumlarını ve döngülerini inceleyelim. Duygu, doyum ve döngüsünün insanda her duygunun doğal bir süre içinde oluşarak ve kültürel ortamına göre doyum döngüsü olmasını dikkate alırsak, duyguların oluşması doğal doyum süreçlerinin ise kültüre göre şekillendiğini belirtebiliriz.

Döngülerin sürmesi doğal bir zorunluluk olması fakat kültürel olarak bu döngüyü değişime zorlanıyor olması modern insanda bir takım mutsuzluklara neden olabilmektedir. Doğal oluşan duyguların doyum süreci ve döngüsü ertelenmesi, gecikmesi durumunda, insanda anlayamadığı fakat hissettiği bir takım huzursuzluk ve mutsuzluk oluşturabilmektedir. 

İnsanlık gelişiminde duyguların kültürel ortama yansıması, birikmesi, dallanması ve karmaşıklaşması adeta çözülmeyi bekleyen bir karışık yumak gibidir. Hangi duygular birbirinin devamı, ikamesi, sonucu, kesişimi, birleşimi olduğunu kültürel ortamların zaman ve mekan olarak ele alınarak incelenmesi, araştırılması ve ortaya konması gerekmektedir. 

Kısa saptamalar

Duyguların doyum ve döngü süreci kültürel olarak sürü güdüsünün temelinden toplum yaşantısının şekillerine yansımaktadır. Burada bir güdünün şekil değiştirerek duyguya evrildiğini söyleyebiliriz.

Sağlıklı ve normal işleyen duygu  doyum ve döngüsü, sosyal yaşantı içerinde birden güdü aşamasına gerilemekte, sanki tamamlamamış gibi sahte bir kimliğe bürünebilmektedir. Bu hali anlamayan ve fark etmeyen insan hayali bir duygu doyumu ve döngüsünün baskısıyla karşılaşarak mutsuzluk ve doyumsuzluk duygusunu öne çıkarmaktadır. Sağlıklı ve normal işleyen duygu doyumu ve sürecini kültürel ortamda hangi etkenler bozmakta ve duyuların aldığı veriler ışığında hayali dürtülerin yarattığı yanlış güdülenme sürecinde baskılanan duygu doyum ve döngü süreci başlamaktadır. 

Canlının beslenme kaynağından gelen iki önemli etken biri enerjiye diğeri üreme için fiziksel ortamı hazırlamaya yönelir. enerji harekete, üreme fiziksel yapı ise yumurtaların oluşumuna etki eder. Ayrı cinsellikteki canlılar birbirlerine duyusal yol (ortak olarak dokunma) ile bağlantı kurduklarında anahtar ve kilit gibi bir ileti dürtülerde aktif olur. Enerji bu dürtünün etkisi ile canlıyı harekete geçirir. Hedefe yaklaşma olarak. Artık bir güdü aşamasına geçilmiştir. Bu güdülenme tamamlanmaz ise yani uzar ise duygu ortaya çıkar ve doyum baskısı oluşur. Yine doyum oluşmaz ise canlıda ikamesi oluşurken insanda mutsuzluk olarak ortaya çıkar. Sonraki aşama ikamedir. İkame en ufak bir duyu verisi çölde serap görmüşçesine duygunun yoğunlaşması ve doyumu sürecini hızlandıracaktır. Uykularda  rüya görme ve bu etki ile doyum sağlama buna örnek verilebilir. 

Rüya sürecindeki yaşantıyı bilinç fark etmemiş, dürtü, güdü ve duygu ondan bağımsız olarak bir döngüyü tamamlamıştır. Bilinç bu durumu uyanıklıkta fark eder. Fakat bu doyum rüya yolu ile olduğu için bilinç bunu yeterli bulmaz, kültürel ortamın etkisi ile fiziksel yaşantı ile hafızasına da kaydetmek ister. Bilinç, bu durumda kültürel yaşantının doğal yaşantının önündeymiş gibi bir izlenime kapılır. Yani doğal tatmin yeterli olmamakta o duygunun doyumunu ve sürecini kültürel olarak yaşamak ve hafızasında tutmak ister. İşte bu hal insan duygu doyumu ve döngüsünün doğal ortamından tarihsel olarak kültürle değişime uğradığını göstermektedir. Dolayısıyla insan her duygusuna doğal olarak doyum ve döngü sağlayabildiği halde kültür ortamındaki bir çok uyaran etki ve uzatılmış alışkanlıklar ile bunu yeterli bulmamanın mutsuzluğunu, doyumsuzluğunu yaşamaktadır. 

Tutkuların insanlık için faydalı olanlarını her insan takdir eder. İnsanlığa zarar verenleri ise kin ve nefretle anmak yerine nasıl oluştuğunu araştırmak gerekmektedir ki aynı süreçlerin tekrarının olmaması için ve örnek oluşturulmasını önleyebilmek için. 

Modern insanın çözülebilecek büyütülmüş, karmaşıklaşmış ruhsal sorunlarının temellerinde aslında o kadar da karanlık ve bilinemez olmadığının farkına varabileceğiz.

Ergenlikten yetişkinliğe geçiş aşamasında her insanın hızını alabileceği bir yeni motor ateşlemesi (vites) yapar. Bu ateşleme o insanı yetişkinlik boyunca destekler ve varlığının devamına neden teşkil eder. Ve bir çok insan o başlangıç motorundan yeni bir ateşlemeye geçtiğini veya geçmesi gerektiğini geç fark eder.

O motorun ateşlenme nedeninin önemsiz veya önemli olması aynı değerdedir amacı bakımından. Sonraki aşamalarda ilk nedenin etkisinin devam edip etmediğinin gözden geçirilmesi önem kazanmaktadır.

Ömürlük hallerinin çok farklı ve çeşitli olması canlılığın insanlık üzerindeki her türlü yaşam olasılığının denenmesi ilkesiyle oluşmaktadır.

Kültürel yaşamı, doğal yaşam paralelinde yürütmeye çalışmalıyız. Bağlantıların açık ve belirgin olması mutluluk ve iyi yaşam kavramlarımıza yeni açılımlar oluşturabilmemizi sağlayabilecektir.


11 Ekim 2020 Pazar

Yaşam Olanaklarının Gelişimi


Toplumların gelişiminde kültürel ilerlemesinde sürekli yeni hedefler ve amaçlar ortaya konmaktadır. Bu hedefler ve amaçları kalabalıklardan oluşan bireyler hep birlikte almaları çok zordur. Bir çok nedenle yönetime gelen bireyler bu görevleri üstlenirler. Tarihte bir çok nedenle olan öne çıkan liderler günümüzde seçimler ile bu görevi almaktadırlar. 

Üst düzey yönetimler yanında toplumun üst hedef ve amaçları olan iyi yaşama örnekleri girişim alanında kendisini göstermektedir. Kuşaklar arası aile yaşantı geleneğine sahip gruplar geleneğe ek olarak kendilerinin geliştirdikleri daha iyi yaşam olanaklarını arttırma üzerine denemeler yapma yaşantılarını deneylemek ile karşı karşıya gelirler. Teknolojide, bilimde ve sağlıktaki yenilikleri birebir takip etme ve bu alanlardaki oluşan iyi yaşam olanaklarını test etmek ve kullanma olanakları bulunmaktadır. Toplumun ulaşmak istediği refah ve mutlu yaşam örneklerini sürekli halde yaşama olanağı olan girişim alanı kişi ve kurumları için refah ve mutlu yaşam sınırları bir amaç değil günlük hayatın bir rutini haline gelmesi söz konusudur. Dolayısı ile sanat, moda, seyahat, eğlence, kültürel etkinliklerin en üst düzeyde oluşmasına ön ayak olurlar. Jest sosyete, burjuva, mutlu azınlık gibi isimlerle anılan üst yaşam denemeleri ve yeni tecrübeleri olanağına sahip kesimler toplum adına farkında olmadan yeni iyi yaşam deneyleri yaparlar. Bu kesimlerce kötü yapılmış tercihler birer skandal ve rezalet olarak toplum tarafından yorumlanırken doğru tercih ve denemeler ise birer şaheser ve görkemli bir yaşam örneği olarak toplumun önce hayallerine sonra amaçlarına ve gelecek tasarımlarına dönüşürler. Üst yaşam olanaklarına sahip kesimler bu büyük sorumluluklarını omuzlarında, sırtlarında hissederek yaşamaktadırlar.

Şirketlerin rekabeti ise küresel olarak sermaye birikimine ulaşmak ideasıyla hareket etmektedir. 

Mesleklerde gelirler arası sınıflaşma oluşmaktadır. Bu sınıflar belli mekanları ve zamanları ayrı olarak paylaşmaktadırlar. Meslekler ve gelir grupları sürekli değişim içinde olmaları onları belirgin ve görünür kılmamaktadır. Alt gelirler kişilerarası ilişki yoğunluğundayken, gelirler arttıkça kurumlararası ilişkilerin yoğunluğundan söz edilebilir. Meslek ve gelir sabitliği kurumlarda belirgin, görünür ve süreklilik göstermektedir. 

Her alandaki en üst grup yaşayışlarda bile ekonomik ve onun sağladığı tüm olanaklardan yararlanma açısından kendi aralarında da sınıf oluşmaktadır. Üstten alta doğru birey ve grup sayısı çoğalmakta veya alttan üste doğru sayı azalmaktadır. Bireyler üst aşamalarda kurumların temsilinde görünür olmaktadırlar. Temsil ve iş bölümü için böyle olması gerekmektedir. 

Üst gruplar elde ettikleri bu yaşantı şeklinde, yeni yaşam tarzları denerler. Onların ortaya çıkardıkları yaşam tarzlarından iyi olanlar sonraki zamanlarda kalıcı olur ve alt gruplarda onu benimserler ve hedefleri haline getirirler. Kötü olanlar ise sistem tarafından alaşağı edilerek silinirler. Buradaki belirleyici unsur eski ve kötü bireysel ve grupsal yaşantılardan arınıp toplum için eskinin tecrübe edilmiş iyi ve faydalı yönleriyle geleceğe ait örnek alınabilecek yeni bir iyi ve faydalı yaşam tarzlarının ortaya çıkarılması çabalarıdır. 

Yeni ortaya çıkan iyi yaşam tarzları ilerleyen zamanda alt gelir gruplarının arzusu ve hedefi haline gelir. Teknoloji bu hedef için bilimi öncüller. Örneğin geçen yüzyılın üst iyi yaşantı örnekleri bu yüzyılda teknolojinin bilimi yönlendirmesi ile alt yaşama sunmaktadır. Teknoloji, önce üst tüketim sınıfları için yeni ve pahalı ürünler ortaya koyarken, bu ürünler denemeler ile kalıcılık veya iptal edilme seçenekleri arasında karar oluşur. Kalıcı olanların maliyet azaltılması yoluyla genel tüketime sunumu başlar. 

Uzay çalışmaları ve lüks tüketim araçları yeni iyi yaşam şekillerinin öncülü olmaktadırlar.  

Haliyle gelişme ve ilerleme üst gruplardan alt gruplara doğru zaman içinde ilerler. 

Küresel şirketler sermaye ve iş olanaklarını biriktirmek, sürdürmek isterler. Bunları yaparken bir çok alanın kendilerine yardım etmesini isterler. 

Sınıfların oluşması, yatay olarak yeryüzüne dağılmış nüfusun kurumlar olarak dikey olarak ilerlemesi içindir. 

Doğada bu durum ormanlarda görülmektedir. Yatay dağılan bitki örtüsü belli bir süre sonra dikey rekabete girişir. Amaç güneşten enerjiyi daha fazla almak ve gölgesi ile rakiplerinin dikey büyüme hızını azaltmaktır. Ormanın her yatay ve dikey bölümlerinde çok fazla çeşitlilik ve rekabet vardır. Bu rekabet merkezden yatay ve dikey uçlarına doğru azalır.  

Küresel olarak kurumların olanaklar biriktirmesi ve sürdürmeye çalışmaları tıpkı ormandaki rekabet gibidir. Aradaki fark insanın kendi geliştirdiği kültürle yapıyor olmasıdır. 

Küresel olarak biriken olanakların hedefi daha fazla büyümek ve sürdürmek iken kendileri dışında büyük bir bilinmeyen göreve de hizmet ediyor olabilirler. 

Bu büyük görev onlara dna ile doğa tarafından verilmiş olabilir. 

Çünkü orman da insan da aynı canlılık temelinden hareket etmektedirler. Orman yatay ve dikey ilerlerken köklerine bağlı kalmak durumundadır. İnsan ise köklerini aklında taşıyarak her yöne doğru ilerleme özgürlüğü içindedir.

Dünyadan çıkış ve giriş için madde ve enerjiyi kullanacak günümüzden daha iyi bir teknoloji gereklidir. Bu teknolojiyi de olanakların birleşmesi veya birikmesi hedefi oluşturabilir.

Olanakların birikmesi rekabet, birleşmesi ise küreselleşmenin gerçekleşmesi yolu ile olacaktır.

İki yolunda sonunda bir amaca ulaşacak olması eytişimsel düşüncenin sav ve karşı savın bireşime ilerlemesi gibidir. 


Canlı ve İnsan İlişkileri

 İlişki ilişik olmaktan yani bağlantıdan gelmektedir. Canlılar doğa içinde sürekli birbirleriyle ilişki yani bağlantı halinde olabilmektedirler. Etki- Tepki şeklinde devam bu ilişkilerin temellerini felsefece derin düşünmeye eğileceğiz eyitişimsel düşünce etkinliği ile. 



İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerini ve hayvanların etkileşimlerini yukarıdaki şemanın açılımıyla değineceğiz, genişleteceğiz.

Doğalın hakkını doğala, kültürün hakkını kültüre vermek gerekir.

Doğaldan kültüre geçiş hangi aşamalarda göstermektedir kendisini. Hareketli canlıların hareketsiz canlılardan gelmesi gibi bitkiden hayvana hayvandan insana geçişler gibidir doğaldan kültüre geçişler.

Yine de kültür de kaynağını doğaldan aldığına göre o sadece doğalın değişik görünümüdür aslında. Aynı mekanda fakat farklı zamanda görünen değişik görünümleridir bizlere kendisini saklamış ve farklı gibi görünen.

İnsan ilişkilerin de en uygunu akıla dayanan akılcılık gibi görünse de onu taşıyan beyin bile kendi şeklini bir ağacın köklerini taklit eden fiziksel uzantılarını dar bir alana sığdırmaya çalışırken, doğasından ayrılmadığını gösterir bizlere. Geriye doğru bağlantıları olan hafızası, duygulanımları, güdüleri, dürtüleri ve itkileriyle ne kadarda uzakmış izlenimi verse de hepsi bir arada bir bedende bulunmakta. Yaşantılarımız bütün bu doğal özelliklerin her an çalışmasıyla ilerlemekte zaman ve mekanda.

Bilim çalışmaları yapılırken saf akıl eylemi görülür. İş hayatı öyle. Aklın ürettiği nesne, sistem ve kurallar aklın akılla ilişkilerini sergiler.

Ekonomik sistem de öyle işlemeye meyillidir. Üretim başlangıcı ve gelişmesi hep aklın işleyişi ile ilerler. En son hali tüketim aşaması ise duyguların ve dürtülerin tatmin sürecinde sonlanır.

Akıl diğer akıllarla ilişkilerinde bilgi odaklı ilişkiler kurar. Bu bilgiler kültüre ait bilgilerdir. Bilim ve kurumların işleyişlerinde ve sürdürülmesinde uzmanlığın gelişmesini sağlar. Aklın gelişmesiyle sistem ve eserleriyle toplumların düzen ve işleyişine katkıda bulunur.

Akıl ile duygu ilişkileri çok karmaşık gibi görünse de çözümlenebilir. 

Mitolojiler ve efsaneler tam anlamıyla akıl ile duygunun iç içe olduğu edebi sanatlardır. Duygu yaşantıyla, akılda bilgi ile tamamlanmaya çalışırlar bu örneklerde. Duygudan, akıla geçiş aşamaları görülür bu sanatlarda. Anlatılanlara ve yazılanlara inanan zihinler metafizik düşüncede kalır, hisseden duygular ise yaşamışçasına durgunluk, sakinlik veya yaşamak ister gibi kabarmaya başlarlar, etkilenirler. Duygular sürekli tekrarlanmaya odaklıdır, akıl ise sürekli tekrarlanan bilgiden yeni bilgiye doğru ilerleme eyilimindedir. Duygu bedende sınırlıdır, akıl ise evrenden bilgiyi aldığı için sürekli arayıştadır. Düşüncenin sınırının olmaması evrene ait bilgileri biriktirip, kategori, istatistik, küme, sınıflama ile tümellere doğru gider. Akıl bilgiyi sırayla ve tek tek ele alabilir. Duygular ise dalgalanma şeklinde veya etki-tepki şeklinde kendisini ifade eder. Akıl beden ile evren arasında, duygu ise beden ile akıl arasındadır. Duyguların en etkili işareti kalp, aklın ise şaşmanın ve merakın verdiği bedenin donma ,(nöronların kısa devre yapması) dona kalma halidir.

Kurallar(akıl) ve duygular

Aileden ve eğitimden gelen kurallar ile akıl şekillenir, şekillenmekle kalmaz o kuralları duygular ile de besleriz. Kurallar ile duygular birbirine karışışmış ve iç içe geçmiştir. Kurallar ile duyguları birbirinden ayırmayı başarmak insan ilişkilerinde bir çok sorunların da çözümünü sağlayabilir. 

Bir çok tartışma ve kavgaların kaynağı kurallar ile duyguların karışık hallerinin çözülememesinden kaynaklanmaktadır. Kural ilkeleriyle başlayan diyaloglar duyguların etkilerinin sessizce, gizlice ve hızla girmesiyle diyalogun ilerleyişi ses, mimik, kasılma, hızlı ve kısa hareketlenmeler (tartışma, ağız kavgası) ile başlar ses miktarı artarak (bağırma) çarpışmaya (fiziksel kavga, şiddet)  anlaşamamaya doğru evrilir farkında olmadan. Tartışma ve kavga eylemlerinin genel bir analizi yapıldığında detaylarda bir çok fiziksel ve ruhsal gizli ve bilinmeyen kural, duygu, güdü ve dürtüye kadar ulaşacak olan bilgiler çıkabilir. Hem kişiye özel hem de diğer kişiliklere ait genel kişilik hallerinin psikolojik analizleri tartışma ve kavgalarından yapılabilir. 

Canlılar ve boşluk

Canlıların varoluşuna özgü en önemli sorunu boşlukta olma halidir. Suda yüzerek, karalarda gezerek ve uçarak yaşayan canlılar boşluktadırlar. Yeryüzünde boşluk suda ve havada bulunmaktadır. Evrene ait boşluk ise uzay boşluğudur. Bitkiler kökleriyle maddeye (toprak) bağlanmış olup gelişimlerini hem maddeden hem de boşluktaki enerjiden alarak devam ettirmektedirler. Bitkiler nesil aktarımı ile yeryüzünde hareket etmektedirler. Diğer canlılar ise suda, karada ve havada oluş halleriyle hareket etmek zorundadırlar. Bu hareket hali bedenlenmesini tamamlamış (yerküre şartlarına göre) canlıların boşlukta bulunma sorununu aşmak amacı ile hareket ve duyu organlarının oluşmasını sağlamıştır. Harekete uyumlu (içsel) ve duyu (dışsal) organları da beyin oluşumunu ortaya çıkarmıştır. Haliyle bitkilerde beyin gibi bir oluşumun neden olmadığını anlayabiliyoruz.

(Canlılığın ilk ortaya çıkışı suda mı yoksa toprakta mı olmuştur. İlk canlının suda oluştuğundan emin miyiz. Bitkilerin sudan toprağa geçişi ve şu anki hallerine gelişlerini açıklayan bir tez veya teori bulunmakta mıdır.)

İnsan aile ve toplumda bulunduğu için doğumuyla bu boşluğu hissetmez. Çünkü kendisi için planlanmış bir gelişim süreci ve hedefleri hazırdır. Çocukluk sürecinde boşluğa yer vermeyen iyi bir yetiştirme süreci olursa ergenlikten yetişkinliğe geçişindeki yaşayacağı boşluk sorununu en hafif haliyle atlatabilecek ve hedeflerini yetenekleri doğrultusunda seçerek o yolda ilerleyebilecektir. İyi bir çocukluk yaşayamaz ve boşluk ile karşı karşıya kalırsa karşılaştığı her türlü hedef seçeneğine sarılacaktır. Artık mecbur yaptığı bu tercihlerin iyimi kötü mü olduğu önemli olmayacaktır bu insan için. 

Toplumdaki kötülük sorununun bir bölümü bundan kaynaklanmaktadır. Boşluğu her türlü aşan insan için sırada tutumlar gelmektedir. Toplum içinde yaşayış tutumu gerektirecektir. Hedeflerin ilerleyişinde tutumlarımız bizlere yaşam tarzımızı ve hayata bakışımızı göstermektedir. Seçenekler arttıkça doğru kararı vermek ve yanlış kararları bırakmak için bilgi ve tecrübenin zihinde artarak bilinçlenme, kendindelik haliyle kişi kendinde ve çevresinde doyumsuzluğun ve mutsuzluğun azalarak huzurlu ve mutlu bir yaşam oluşturma çabalarını ömür boyu sürdürecektir.     


Günlük hayatta akıl ile duygu ilişkileri sık sık karşı karşıya gelir. Söz ve davranışlarda izlerine rastlanır. İşbirliği için akıl duyguya kaynağından dolayı hoş görülü davranmalı ve ona zarar vermemeye çalışmalı, duygu ise akıla güvenmeli ve denge oluşturmaya çalışmalıdır. Akılın kötülüğü duyguya zarar verme olasılığı, duygununda kötü tarafı anlayamadığı akılı yok sayması veya onu küçümsemesi, önemsememesidir. Aralarında uyum olmaz ise kötü yöneticiler ve çocukça yaşayan yetişkinler görme olasılığımız artar günlük yaşantıda.

İlişkilerin karmaşık görünmesinin nedeni bir çok bireyin birbiri ile olan ilişkisi yanında dış etkenlerin de ilişkilere etki etmesi ve oran, çeşidinin çok olmasındandır. Bir bireyin diğer birey ve bireylerle ilişkilerine mekan, zaman, sistem işleyişi ve doğa gibi bir çok etken etki eder. Psikoloji ve sosyoloji gibi bilimler sürekli olarak ilişkilerin oluşması, gelişmesi ve sonuçlarını bütünsel olarak ele almanın zorluğu karşısında parça parça olgular oluşturmaya çalışarak ilerlemeye çalışmaktadır. Felsefe bireysel ve toplumsal olaylara tümden gelim çalışmaları uygularken bilimler tümevarım uygularlar. İnsan ve canlı ilişkilerinde değişkenlik oranı çok olması sabitliğin görülmesinin ele alınmasını güçleştirir.

İlişkilerin ilerleyişinde bir çok çatallaşma, birleşme, ayrılma, çakışma, paralel, gizlilik, katmanlaşma gibi bir çok şekiller karmaşık olarak bulunur. İç içe geçmiş, ilgisiz gibi görünen ama ilgili olan bir çok bağlar bulunur. İlişkileri hangi ana konu unsurlarına, kime, neye göre ele alma zorluğu da bulunmaktadır. Canlılarda bir türün artması canlılığın temel temsil özelliklerinin taşınma ve bulundurma olasılıklarının o çoğalan tür tarafından yüklenilmesi anlamına gelmektedir. 

Bitki türlerinin çokluğu canlılığının bitki türünün tüm açılımlarının mekan ve zamanda ortaya çıkmasını sağlar. Bitkilerin yeryüzündeki yer değiştirme hareketi nesilden nesile gibi yavaş ilerlemesi canlılığın hareket konusunda yavaştan hızlıya doğru farklı türlerin yer değiştirme yeteneğinin oluşmasının zeminin hazırlamış gibidir. Tür her türlü açılımını ortaya koymuş ancak belli bir sınırda yeni bir türün gelişimine olanak yaratmıştır. Canlı canlının nedenidir diyebiliriz bu hale. Canlı canlıya canlılığı ekleyen bir zincirdir. Canlılık bir zincir oluşturmaktadır birbirine bağlı şekilde, dna şekili mikro boyutta oluşurken şu an gördüğümüz zincir makro ama karmaşık halde olarak temelinden farklıdır. Bunun nedeni dna bedenlenme sürecini tamamladığında belli büyüklük kriterinin yeryüzü olanakları ile sınırlanmasındandır. 

Dolayısıyla canlı mars veya ayda yaşama ortamı oluşturduğunda oraların özelliklerine göre değişimi çok farklı şekil ve boyutta olabilecektir. Yeryüzündeki şekli bedenlenme sınırında başka bir bedenle birleşerek yeni canlı üretme ve çoğalmaktadır. Haliyle kültürümüz tüm insanları aynı yaşama şekillerine sıkıştırmaya çalışırken (doğaya göre dar bir şekil) doğanın canlılığı temsil etme adına farklı yaşama şekillerinin akışına ters bir yaklaşım içermektedir. Bu durum kültürümüzün ilişkilerimizi bilinir hale getirmesini, doğa bilimleri gibi belirgin ve tekrarlanan bilgilere ulaşılmasını haliyle zorlaştırmaktadır. 

Psikoloji, sosyoloji gibi bilimlerin gelişmesi ve kendi konuları ile ilgili bilgilerin belirgin hale gelmesi canlılığın açılımları üzerinden olmalıdır. Bu fikir bizi bilindik matematik ve fizik ilkelerinden farklı bir yeni sistem ve yöntem arayışına yönelmemizi gerekli kılmaktadır. 

Canlıların evren yasalarına karşı etkileşimleri ile canlılığın kendi gelişim ilkelerinin temellerini açıklayacak, matematik dışında yeni yöntem ve sistemler oluşturmamız gerekmektedir. Evren yasalarına ulaştığımız yöntemler, canlı ilişkilerin ve gelişiminin ilkelerini açıklamaya yetmemektedir. Zaten canlılık evren yasalarına paralel değil onun üstüne oluşan bir olgudur. 

Dolayısı ile bu konuda yapacağımız ilk saptama evren yasalarına doğa yasaları demekten vazgeçmeliyiz. Çünkü evren yasaları, canlılığı kapsayan doğa öncesi oluşan ve gelişen yasalardır. Evren yasalarıyla, doğa yasalarını ayrı tutmalıyız. 

Evren yasaları canlının olamadığı bir evren ortamının ilkeleridir. Doğa ise canlı ve cansızlığın birleşiminden ortaya çıkan yasalardır. Örneğin dünyamız dışında hiçbir canlının olmadığı uzayda sadece evren yasaları bulunmaktadır, Dünyamız ise hem evrenin hem de canlının bir arada olduğu bir doğa yasaları ortaya çıkarmıştır. Canlıların ise kendi aralarındaki ilişkilerinin ve gelişimin de üçüncü yasa biçimi olduğunu söyleyebiliriz. 

* Evren yasaları : Canlının olmadığı evren yasaları
* Doğa yasaları : Canlının bulunduğu evrenin bir parçasında canlı ile evren etkileşimlerini ortaya koyan yasalar.
* Canlılık yasaları : Canlının canlı ile olan etkileşimlerini, sabit değişken evren yasaları dışında ortaya koyan yasalardır. 

İnsan ilişkilerini temellerini ve gelişimlerini belirgin olarak ortaya koymak için bu üç yasanın birbirleriyle olan etkileşimlerinin ilkelerini ortaya çıkarmalıyız. Bunu nasıl, hangi yöntem ve sistemle yapabiliriz, bunu saptamalıyız. 

Öncelikle evren yasalarını temellerinden tekrar ele alarak değerlendirmemiz gerekmektedir.

Uzaya baktığımızda en temel olarak ısının ve enerjinin derecelendirilmelerini görüyoruz. Sıcaklık eksikliğinde soğukluk, ışık eksikliğinde karanlık, hareket eksikliğinde durgun enerji veya sabitleşmiş ısı (madde) görmekteyiz. Bu ısı ve enerji değişimlerinden bir çok madde oluşumunu sürdürmektedir. Özellikle güneş türü oluşumlar madde oluşturma fırınları gibidir. Isı ve enerji bu merkezlerde sürekli kendi içinde döngüsel bir harekette bulunmakta ise de çevresine belli oranda ısı ve enerji yaymaktadırlar. Bu yıldız ve sistemlerinin evren içinde çok sayıda bulunduğuna tanık oluyoruz. Bu sistemler insan hayal gücünün çok ötesinde devasa büyük ve uzaklıktadırlar. Evreni, insan aklı olarak duyularımızın elverdiği ve kullandığımız araç, sistemlerimizin olanağı yanında hayal gücümüzün ötesinde bir oluşum olduğunu fark ediyoruz. Evrene her bakışımızda orada çok şeyler var diyorken, hem aklımızın sınırlarını düşünüyor hem de duyularımızın yetersizliğini hissediyoruz. Oraya her bakışımızda geçmişi görüyoruz. Evrenin geçmişini görmekteyiz. Bu devasa evrenin geleceğini hayal etmek ise ayrı bir konu. Geçmişi tüm ayrıntılarıyla bilince gelece dair en doğru tahminler ancak o halde oluşabilir.  






10 Ekim 2020 Cumartesi

Eytişimsel Düşünme Süreci - 3

Eytişim düşünme sürecinde serbest çağrışımları kullanma aşaması

Düşünce, yapısı yönüyle yaşamla, yaşanılanlar ile sürekli bağlantı halindedir. Duyular duygulara değil de algı ve anlamlara doğru yönelirse düşünce süreci başlatılır serbest çağrışımların. Bu düşünce aşamasında günlük yaşamın güncel konularından, bilgilerden birini seçerek mercek altına alınır. Seçilen bilgi hangi kategori, küme, bilgi dalına ait olduğu saptanmaya çalışılır. 

Eğer konu basit değil ve sınıflandırılamıyorsa işte o halde üzerine eytişimsel düşünme konusu olabilecek özellikte demektir. Bir çok bilgi ve kavram tek anlam içermediği için bir çok kategori, küme ve bilgi dalına kendine yer bulabilmektedir. Aynı zamanda hangi tümele bağlı olduğu da karmaşıklık gösterebilir. 

Serbest çağrışımlar düşüncenin algı yoluyla aldığı bir çok bilgiden üzerine çalıştığı, ilgilendiği fikirleri seçmesi şeklinde başlar. Değişik bilgi kaynaklarından gelen bilgileri araştırması ışığında ölçer. Bu aşamada derinleşme olmaz. Zihin bu aşamalarda adeta not almaktadır. Odaklanılmış konu için ipuçları toplama anlarıdır. Bunu genişletmek için bir çok ilgisiz, yanlış veya doğru sav, karşı sav ve bireşim bilgilerine açık olunur. Fakat hızla bunları temellendirme, ilişkilendirme yolu ile saflaştırmaya, özetlemeye çalışır.  

Örneğin ana konumuz küreselleşme olsun. Bizimde bir çok kaynaktan bu kavramı açıklayacak bilgi aradığımızı varsayalım. 

1. Nedir sorusu bilimsel bir sorudur ve çok sayıda cevapları bulunmaktadır. 

2. Hangi cevaplar doğrudur, sorusu felsefe sorusudur. En kısa ve en doğru tanım nasıl yapılabilir sorusunu felsefe sorar. Bu konu ile ilgili tüm bilim dalları ve kurumlar cevaplamaya çalışır. Başta uluslar arası ilişkiler olmak üzere sosyoloji, siyaset, antropoloji, tarih, ekonomi vb. Bilim ve kurumlar bir tanımda karar kılarsa felsefe son kontrolden geçirir. Doğru tanıma itirazı olamaz tabi ki.

Felsefenin yaptığı bilimin yapamadığı bir düşünme eylemi bulunmaktadır. Felsefe konuyla ilgili olan bilim dalları ve kurumların dışında bu konuyla ilgilenmeyen fakat tanıma yeni fikirler sunabilecek veya o tanımı eksik bırakacak başka bilim dallarının ve kurumların bilgisinden de bakabilme özelliğine, esnekliğine sahiptir. Örneğin felsefe küreselleşme konusuna biyoloji açısından da bakabilir. Ama biyoloji bilim insanları işleri dışında bu konu ile kişisel düşünceleri ile ele alabilirler haliyle onlarda felsefe yöntemlerini kullanma durumundadırlar. Dolayısıyla bilim insanları çalışırken mesleğini yapıp çalışma dışında da o işin felsefesini gönüllü olarak düşünebilirler. 

Küreselleşme nasıl başladı. Neden oluşuyor. Faydaları, zararları nelerdir. Nereye doğru evrilecek. Sonuçları neler olacak. Kimler istiyor, kimler istemiyor. Hızlandıranlar kimler veya hangi eylemler. Engellemeye veya yavaşlatanlar kimler neler yapıyorlar. Engellenebilir mi yoksa kaderimiz mi. Başlangıcı, gelişmesi ve sonuçları sürecinde nerede bulunuyoruz. Faydalı veya kaderimiz ise iyi olarak nasıl yönetilebilir. İnsanlık, doğa, dünya, bireyler, toplumlar vb. için ne anlamlara geliyor. Evren için bu konunun etkileri neler olabilir...

Birinci aşama konu seçme, ikinci aşama bilgi toplama, 

Serbest çağrışımın son hali ve en önemli anları haliyle tanımını aldığı yerdir. Yani düşüncelerin serbest olduğu halde günlük iş dışı zamanlarda yapılan sanatsal, kültürel, iletişim ve ilişkilerde edinilen deneyim, saptama ve sonuçlara ait bilgilerin birikip araştırılan özel konuya ait ilgilerinin saptanarak rahat düşünme halindeyken zihinde belirmesi halini tespit etme, duyu ve duygu verilerinin fikir ve bilgi haline dönüşmesinin yolunu açmak, ilke ve kurallar dışında görünür hale getirilerek kesin olmayan yargılara ve önermelere ilerlemesi için düşünceyi akışa bırakmaktır. Bekleyen bir çok konu ve bilgi serbest halde bulunurken serbest çağrışımda birden aralarında kolayca bağ oluşturma olanağının ortamını ve zamanını değerlendirmek. 

Aslında görüldüğü gibi serbest çağrışım eytişimsel düşünme sürecinin zorlu aşamalarından sonra rahat bir anda bilgilerin duygular yardımıyla da olabilir veya ilgi kaynağından alınan ilhamla da olabilir fikirlere dönüşme halini zihinde yaşama ve fark etme halidir. 

Bilimde zor problemler üzerine çalışılıp da çalışma dışında birden çözümlerin zihinde belirmesi gibi eytişimsel düşünme sürecinde de bilgilerin, kavramların, duygulanımların, duyuların karmaşıkmış görünürken birden açıklığa kavuşması ve netleşmesi gibidir.

Hafızada bulunan bilgilerin taşındığı nöronların birbirine yaklaşarak bir anda bağ kurması (nöron kısa devresi) ve beyinde kıvılcım etkisi oluşturması ile  " Evet, buldum", " Tamam bu " , " Çok ilginç " ," İşte bu " denilecek saptamalar ve anlamalar oluşturarak öğrenme ve bilmenin rahatlamasını yaşamak gibi. Hem fiziksel hem de zihinsel bir rahatlama oluşmaktadır. Teorinin pratikle buluşması ve bilginin kendisini tamamlama süreci. Düşüncenin kendisine daha geniş ve rahat bir alan daha açması. Bilinmeyenlerin ve kaosun biraz daha azalmasının verdiği bedensel ve zihinsel mutluluk. Taşmış duyguların ikamesi, zihinde yeni bilgiler  olarak bilim, sanat, uzmanlık, inanç ve felsefeye eklenmesi. 

Evrene ait doğruya en yakın bilgilerin Akıl'a eklenmesi.  


2 Ekim 2020 Cuma

Bitkilerin Gizemi

 Bitkiler bizlere canlının doğa kanunlarını ve zamanı nasıl algılayıp bu iki önemli olguya karşı bir çok tutum geliştiren ve bu iki olguya nasıl da sıkı sıkıya tutunacağını gösteren çok iyi bir örnektirler. 

Onlar ki yeryüzüne sıkı sıkıya tutunmuş adeta onunla özdeşlemiş canlılardır. Diyalektik felsefemiz, zihnimize bitkiler ile yerküremiz arasında, çok sıkı ve yakın bir ilişki olduğunu düşündürmektedir.

Zamana karşı bu kadar onunla bütünleşmiş bir canlı daha olabilir mi ? Çoğunluğunun yıllık döngüde yaşam sürmekte olması ısı ile ilgili olduğunu bilmekteyiz. İklimlere göre şekillenmeleri bitkilerin en belirgin özellikleri arasındadır. Her iklim koşuluna ayak uydurmaya her zor şartlara dayanmaya çalışmaktadırlar. 

Bitkiler sabit canlılar olduğu için çevrenin tüm hareketlerini ve değişimlerini algılayabilme bu değişimlere karşı kendini dönüştürme özellikleri bulunmaktadır. Kendi türlerini çokluğu ile çevrelerindeki değişimlere kendi yöntemleriyle etkilerde bulunarak doğadaki en önemli unsur veya doğanın merkezinde yer alma özelliğini hak etmektedirler. 

Doğa bir hücre olsaydı bitkiler onun çekirdeği olurdu. Doğa bir atom unsuru olsaydı onun da çekirdeği olurdu. 

Bitkiler sabit olmalarına karşı nesilleri hareket halinde bulunmaktadır. Tohumlarını doğa kanunlarını kullanarak ve başka canlılara taşıtarak nesillerini yeryüzünde hareket ettirmektedirler. Tohumlarını rüzgarın zamanlarını ve etkilerini bilmeden nasıl en iyi şekilde üretip uzak yerlere taşıtabilirlerdi. Diğer canlıları algılamadan onlara sundukları reddedilemez hediyelerin içinde tohumlarını onlara nasıl taşıtabilirlerdi. Hatta diğer canlıların sindirim sistemlerinin farkına varmayıp tohum yapılarının dayanıklılığını nasıl oluşturabilirlerdi. Algılarındaki önemli bir canlı dikkatimizi çekmekte o da insan.

İnsanı kendi bilinci ve iradesi dışında kullanan canlılar hangileridir ?

Öncelikle bitkilerdir. Havayı onlar sayesinde soluyoruz. Bir insan sadece beş dakika kadar nefes almaz ise yaşamı sonlanır. Bitkiler bize bu kadar yakındır. Onlara bu kadar göbek bağı ile bağlıyız. Bu göbek bağını koparmamız için kendi havamızı üretmeliyiz. Fakat yine de özgür olamayız. Çünkü bu göbek bağında sadece hava yoktur. Su da bulunmaktadır. Onu da yapalım yine yetmez. Sırada beslenme geliyor. Beslenmemizde sentetik ve kimyasal yapalım. İşte şimdi özgür olduk diyebilir miyiz. Hayır. Çünkü bunları yapar isek sindirim sistemimizdeki ortak yaşam bakterilerin yokluğunu ikame etmemiz gerekir. Hadi onu da yaptık. Eh artık tüm bunları yapabilirsek dünyada niye duracağız. Kaderimiz olan ilerlemek ise uzaya gidebiliriz. 

Bu halde gidersek bağımızı koparmış olsak da eski kaynağımızı da götürmeli miyiz ?

Ana unsurları saydık ama daha bir çok bilmediğimiz köklerde olan bağlarımız bulunmakta bitkiler ile olan göbek bağımızda. 

Teknoloji bu bağların hepsini keşfedip doğadan tümden ayrılma amacında olabilir mi ?   

Bitkiler yeryüzü yani dünya ile özdeşlemiş gibiler. Dünyanın her fiziksel hareketini takip ediyor, yeryüzündeki her fiziksel oluşumları algılıyor gibiler. Dünyanın kendi çevresindeki ve güneş etrafındaki hareketlerini ve zamanlarını algılıyorlar. Bu arada geçen zamanı da tabi ki. Onun için yavaşlar ve sabırlılar. Kendileri merkezde durgunken, bütün oluşlar çevrelerindedir.  

Biz insanlarda kendi merkezimizi oluşturup çevremizi algılamaya çalışıyoruz. Merkezimizde hareketimizi en aza indirip çevremizi algılıyor, duyumluyor, tutuyor ve değerlendiriyoruz. Merkezden çıkıp çevrede hareket halinde iken tecrübe, yaşantı ve algılanan oluyoruz. 

Felsefe insanın zihinde bir merkez oluşturup, çevresinden bilgi alarak ve kendi tecrübelerinden, bilgisinden sonra eytişimsel derin düşünme sürecinde ilerleyebilir. Zihnin kendi içine kapatmak sınırlamaktır. Sadece çevreye bakmak değerlendirmek ve biriktirmektir. Hem zihne hem de çevreye yönelmek tıpkı sav karşı sav ve bireşim ilişkisinin ilerlemesi gibidir. Geri bildirim de önemlidir. Eleştiri, katılma veya katılmama halleri. Geri bildirim kişiler arası olamayabilir konular ve kavramlar arasında da olabilir. Sunulan savlar çevre incelemesinde karşı savlarla karşılaşabilirler. Tümden ret veya tümde kabul bir karşı sav değildir. Sav olan konuya yapılan her türlü eleştiri karşı savı içinde taşıyabilir.

Bitkiler sanki dünyanın canlı uzantısı gibidirler. Çünkü bitkiler galaksimizdeki her evren yasalarını algılayıp o yasalara kendilerini ve dünyayı korumak adına etkilerde bulunmaktadırlar. 

Bizler insan olarak içinde var olduğumuz dünya için neler yapıyoruz ? 

Şu an her şeyi kendimiz için yaptığımız bencil bir çocuk ruh halinde değil miyiz ?

Bitkilerden öğreneceğimiz çok şey bulunmakta, Onlar bizlerden önce burada vardılar. Doğanın temellerinde bulunmaktalar.  

Uzaya giden bir geminin boş yakıt deposunu bıraktığımız gibi bitki ve bakterileri bırakabilir miyiz? 

Bu soruyu cevaplayabilmemiz için biz insanların evrene ait varsa görevlerimizi öğrenmenin yollarını araştırmalıyız. Eğer boş yakıt deposu gibi bırakmak varsa kaderimizde bitki ve bakterileri. O halde bizler yumurtadan çıkan olur, doğa ise boşta kalan yumurta kabuğu olur. Bu da bizim onlardan bağımsız olunabileceği bir ilerleme yolunda geleceğimizin olduğunu gösterir.

Düşünce yönümüz zihnimizi insan ilerlemesinde iki yol ayrımına getirmekte. 

Evrene yayılmamız doğamızı taşıyarak mı olacak ki bu bizim doğaya hizmet ettiğimiz amacına götürür. Yoksa doğamızı geride bırakarak değişim, dönüşümle yeni insan olarak kaynağımızdan bağımsız olarak mı ilerleyeceğiz ki bu da doğanın bize insana hizmet için var olduğu fikrine götürür. 

Birinci yol hızla plan ve eyleme geçilmesi olanaklıdır ve akla daha yakındır. 

İkinci yol ise daha zor ve uzun bir zamanı işaret etmektedir. Fakat teknolojinin yönünü yolunu doğal akışına bırakıldığında önce insan ve doğaya yönelecek onu bir yönü ile bireşimlemeye çalışırken bir yönden de uzaya açılımına yönelecektir. Doğadan bağımsız olarak uzaya yönelme görüldüğü gibi teknolojinin uzun zaman yeryüzünde kalacağı anlamına gelmektedir. Fakat doğa ile uzaya açılma hem daha kolay hemde bu açılım sırasında teknolojinin hızlanarak gelişmesi daha olanaklı görünmektedir. 

Düşüncemiz yol ayrımında iken yeni gelişmeler ile ip uçlarını araştıracaktır. 

Hangi yolu seçmesi gerektiğini anlamak için. 

Bitkilerin gizemi hala çözülmeyi bekliyor.