Güzellik, estetiğin önemli bir parçası olup onun belli görünümlerinde ortaya çıkan bir özelliğidir.
Güzel olup da estetik değildir diyemeyiz. Estetik ama güzel değil diyebiliriz. Çirkinlik ise insan kültürünün tanımladığı, doğanın ise yaşam olasılıklarından biri olarak ortaya koyduğu bir tanımdır. Çirkinliğe güzellik yoksunluğu diyemeyiz doğaya göre çünkü çirkin diye tanımladığımız canlı türü, içinde yaşam estetiğini barındırmaktadır özünde.
Estetiği yaşamın farklı gelişim potansiyel özü olarak ele alırsak, güzelliği bu gelişim ve olasılıklar içindeki görünür, duyulur ve algılanır ( tümel olarak dokunma, temas, karşılaşma) olma halleridir diyebiliriz.
Çiçekler neden güzel koku yaymaktalar ve renge bürünmekteler. Kendi türlerinin karşı cinsine karşı mı yoksa aracı olan diğer canlıları davet amacıyla mı şu an davet olduğunu biliyoruz. Çiçekler bu güzellikleriyle böcekleri aracı etmek ve diğer canlıların kendilerine zarar vermesini azaltmak üzerine oluşturmuş olabilirler. Biz insanların onları bu özellikleriyle yetiştirip, koruduğumuzu biliyoruz zarar vermeme adına.
Kuşlar hem sesleriyle hem de tüy şekil ve renkleriyle karşı cinse karşı güzellik oluşturmaya, karşılaşma, temas ve dokunma için oluşturduklarını biliyoruz. Onların bu halleri biz insanlara da güzel izlenimi vermekte bize özellikle yollamadıkları halde. Ses, renk ve şekillerin yani estetiğin güzel olarak görünümlerinin bizde de kuşlar gibi ortak olmasından kaynaklanmaktadır. Sesin güzelliğini algılıyoruz. Ne karga gibi rahatsız edici tonda ve aralıkta ne de duymaya çabalayacağımız düşük frekans şeklindedir. Karga sesi bize göre çirkin doğaya göre ise bir canlı yaşam şekillenmesinden ortaya çıkan estetiktir. Karga sesini seven insanların o frekans ve şeklini güzel bulmalarına şaşırmamalıyız. O kişinin algı frekansı uyuşmaktadır ve hoşlanmaktadır. Kargaların şekil ve sesleri sanatta belli şekillerde estetize edilerek güzel hale getirilmiştir.
Estetik sürekliliktedir, güzellik ise belirginliktedir. Estetik yaşamın özünde, güzellik ise görünümlerinde ortaya çıkandır. O nedenle güzellik algısı zamana ve mekan göre değişebilmekte iken estetik özü aynı olup değişim ve olasılıklarla kendini evren içinde kaostan düzene geçme ilkesinin birliğinde farklı hareket ediyormuş gibi görünmektedir.
Güzellik, estetiğin ilerleyişinde, gelişiminde bizlere görünen, karşılaşma (zaman ve mekan aynılığı), dokunma (duyuların çalışma süreci), temas (algılama), tanımlama, tamamlanma (akılda) son olarak da kayıt etme (hafıza) şeklinde oluşur.
Doğada bir aslan bir ceylanı görünce güzellik görmüş olmaz. Av ve besin olarak görür. Varlığının devamının sağlayıcısı olarak.
Güzellik canlı varlığının devamına yarayan bir özellik midir yoksa canlı varlığının ilerlemesinde dönüm noktalarında görünen bir özellik midir sorusu aklımıza gelmektedir.
Canlıların gelişen yaşam şekillerinde sürekli halde görünür olmaması güzelliğin belli aralıklarla ortaya çıktığını göstermektedir. Bir çiçek dönemsel olarak ortaya çıkar ve kaybolur. Bir gül fidanı estetik, gülleri ise güzelliktir. Kuşlar ses, şekil ve renklerini yeni nesillerde değiştirme olasılıklarına açıktırlar. Kuşların bedeni bir estetik, sesleri ve renkleri ise güzelliktir. İnsanın zihin ve bedeni estetik, fiziksel ve ruhsal dışa vurumlarında bir kaç değil, çok sayıda ortaya çıkabilen, güzelliktir.
Güzelliğin belirli zaman ve mekanlarda estetikte görünür hale gelmesi, güzelliği yerinde ve kaynağında kabul etmek aklın gereğidir. Yani güzellik kullanmak ve tüketmek için değildir. Güzelliğin oluşumunda ve kaynağında görünür olmasının sürecini izlemek gerekir. Güzellik vardır ama dürtü, güdü ve duyguların etkileşiminden akılda son halini alır. İnsan güzelliğe karşı tepkisini dürtü, güdü ve duyguları aşamasında bırakırsa ilerleyen süreçte güzelliği kullanmak ve tüketmek adına güzelliği yok etme eylemine girecektir. Akıla devretmesi ise güzelliğin olabildiğince varlığını sürdürmesine olanak verme anlamına gelir.
İnsan ilişkilerinde güzellik anlayışında tarihsel bir olgu olan güzelliğe sahip olma, onu kullanma ve tüketme anlayışının etkisi devam etmektedir. Asıl amaç güzelliğe sahip olmak, onu kullanmak ve onu tüketmek değil, onunla olan karşılaşma, görsel, işitsel ve bağlantının devam ettirilmesidir. ilişkilerde bir çok güzellik çeşidi kendisini göstermekte olduğu halde bir kaç özelliğin güzel olarak ele alınarak kitlelere sunulmasıyla diğer güzellik şekilleri gölgede kalmaktadırlar. Evren, doğa ve insan yaşayışında ortaya çıkarılamamış, keşfedilmemiş veya gölgede kalmış bir çok güzellik bulunmaktadır.
Sanat görünen güzelliklerin yanında olup da görünmeyenin arayışı, sanatçının kendinde oluşmuş güzellik algısının dışa vurumunu taşır.
Kitleler idol olmuş güzellik temsilcilerini sürekli görmek isterler. Bu aşama zihinseldir, dürtü, güdü ve duygusal olarak idol güzellik temsiline yaklaşan fanatik hayran tehlikeli olmasının nedeni o güzelliğe sahip olma, onu kullanma ve tüketme ile güzellik olgusunu estetiğe bağlayan akıl seviyesine ulaşamamış olmasındandır.
Bedenin doğal estetiğine rağmen idol güzellik biçimleri için müdahale edilme gereği kültürün beden üzerindeki güzellik anlayışı ve algısının alışkanlıklarından dolayı oluşmaktadır. Her insanın estetiksel yapısının ortaya çıkarabileceği bir güzellik yansıması vardır.
Güzelliği tek tipleştirmek, sınırlamak ve öyleymiş algısını oluşturmaya çalışmak işin kolayına kaçıp, paket haline getirme ve pazarlamanın bir fonu olarak kullanmak büyük bir olguya basit yaklaşmak anlamına gelmektedir.
Güzellik özünde, onunla karşılaşan, onu fark eden tarafından sahip olunacak, kullanılacak ve yok edilecek bir özellik değildir. Aksine onu kendiliğinde, kaynağında olduğu gibi kabul ediliş, karşılaşma (etkileşim zamanı ve mekanı), algılama (duyuların işleyişi), anlama (akıl) ve bağlantı da kalma (etkileşimin devamı, hafıza) ile insanda akıl ve hafızada tamamlanacak bir estetiksel özelliktir.
Sanat, güzelliği estetiğin gelişim aşamalarının dönemsel görünümlerinden ortaya çıkarır, olduğu gibi veya farklı şekilleriyle eserlerde sunar.
İnsan ve aklı için doğa, estetikte güzelliğin sürekli görünür olduğu bir ortamdır. Doğadaki güzellik sahip olunacak, kullanılacak ve tüketilerek bitirilecek bir unsur değildir akıl için. Akıl, doğadaki güzellikten pay alabilir, onu kapsayamaz. Çünkü doğa da güzelliğini evrenin estetiğinden aldığı payından ortaya çıkarmaktadır.
İnsan aklının doğa estetiğine ve güzelliğine yaklaşımı tek taraflı bir etkileşimdir.
Doğa ile etkileşimimiz karşılıklı değildir. Bir baba, bir anne, bir kardeş, bir eş ve bir dost ilişkisi gibi karşılıklı değildir.
Köklerimizden gelen bir bağ vardır sadece, insan doğaya seslendiğinde sadece kendi sesinin yankısını duyar. Her şeyimizi ondan alırız, ona bir şey veremeyiz. Onunla savaşsak sonunda kendimizle savaştığımızın gerçeğine varırız. O adeta bizim aynamız gibidir. O aynanın arkasını göremeyeceğiz ve anlayamayacağımız bir aynadır. Ondaki estetiği ve güzelliği ne kullanabilir ne ona sahip olabilir ne de tüketebiliriz.
Ondan sadece insani ihtiyaçlarımızın (hayalimizin sınırları) olanağınca alabiliriz. Güzelliğin tanımı ihtiyaçlarımız ve onu karşılama şekilleri olamaz.
Ölümsüzlüğü istemek, kaderimiz olan ihtiyaçlar listesinin sürekli tekrarından başka ne olabilir ki bedenlerimiz için. Fakat aklımız için öyle olmasa gerek, aklımız sonsuzluktan az bir pay almayı tattı. Sonsuzluğun bilinmezliğinden doğaya baktığımızda o küçük görünmekte gözümüze. Küçük bir nokta gibi. Sanki uzun bir zaman önce onu terk edip ondan uzaklaşmış ve uzaktan ona bakarcasına görünen ufak bir nokta. Belki doğanın sırrı yanımızda gibi duruyorken bizden çok uzaklarda bir yerlerde olmasındandır. Ona erişmemizin bizim için bu halimizle (insan olarak) imkansız olacağı bir yerde.
Estetiğe ve belirgin görünümleri olan güzelliğe yaklaşımımızı yenilemeliyiz . Ona ihtiyaç muamelesi yapmak yerine kaynağı, oluşumu kabul edip değer verme, varlık ve zaman olanağına müdahale etmeme, karşılaşma, algılama, anlama ve tek taraflı da olsa bağlantıda kalma şeklinde oluşturmalıyız.
Kadınlarda estetiğin ve güzelliğin yoğun olması, insanın ilkel zamanlarından bu yana bedenlerinin güç odaklı değişimine gereksinim duymamalarından ve bedenlerine bakımlı olmalarındandır. Erkek ise doğa ile daha çok mücadele içinde olduğundan bedeni güç biriktirmek adına estetiksel dengenin bozulma olasılıklarına daha açık hale gelmektedir. Kadınlar çocuk ve onun yetiştirilmesi yanında erkeğe (kanından olamayan yetişkin bir çocuk gibi) yardımcı olarak görev yapması onu doğa ile mücadelede geri planda bırakmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramı artık insanın doğa ile mücadelesinin değişime uğramasıyla artık görev dağılımında değişmesi ile birlikte cinsiyetin doğaya karşı iki keskin ucundan ayrılarak yeniden tanımlanması ve toplum yaşayışı bakımından kabul edilme sürecine girilmesi gerektiğini göstermektedir.
Artık insan doğa ile mücadelesinde öncesi kadar zorluk çekmemektedir. Günümüzdeki zorluk, doğaya değil çoğalan türün kendi içinde en iyi düzeni oluşturma çalışmalarıdır. Bunu yaparken doğa ile bağını da yeniden tanımlamalı ve türün gelişimi için gelecek için en iyi yaşayışı bulmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder