27 Kasım 2021 Cumartesi

Bir İdea, ideal olarak Teknoloji -2

Bilimler ilk bakışlarını doğa ve evrene çevirmiş, onları bilmek amaçları olmuştu. Çalışmalarının ilerlemesi ile bir çok bilgi edindiler. Bu süreç hala devam etmektedir. Bilimlerin içinden bir çok dal ise öğrenilmiş bu bilgilerini insanlığın daha iyi yaşamasına katkı üzerine  odaklanmaya başladı. 

İnsan yaşamına faydalı bilimsel bilgilerin hayata geçirilmesini kapitalizm aracılık etmiştir. 

Bilimin bu çalışmaları hızlı bir rekabet içine girdi. Tüm bu çalışmalar başarılı da oldu.

Günümüzdeki insan yaşamının daha iyi ve kolay olmasından bunu anlıyoruz.

Bilimlerin ilerleme anayolu  olan doğa ve evren bilgisini araştırma çalışmaları hala yavaş ilerler iken insan yaşamına faydalı bilimlerin hızı kapitalizm motorunun sayesinde en üst seviyeye ulaşmıştır.

Bilim iki yöne ayrılmıştır. 

*Doğa ve evreni inceleyen.

* İnsan yaşamına hizmet eden.

İkinci bölümü teknoloji olarak ele alıyoruz. 

Teknoloji temel bilimi kendine hizmete zorlamaktadır. 

Teknoloji, bilginin insan yaşamında madde ve enerji olarak görünür ve kullanılır olmasıdır. 

Bilgi nedir ?

Bilgi, insan zihnindeki doğa ve evren temsilinin, gerçek doğa ve evren ile uyumluluğu, örtüşmesi, aynılığı olanaklarına akıl, mantık ve sağduyu olarak karar verilmesidir.

Bilim, doğa ve evren işleyiş bilgisini arttırmak üzerine çalışırken, teknoloji ise doğa ve evren işleyişine bilimin sahip olduğu bilgi ile insan (canlı) yaşamı için etki etme amacında ve işleyişindedir. 

Sermaye önce ülke yönetimlerinde birikirken, sonra kapitalizm yolu ile girişimcilere yayılmış, girişimciler ise yönlerini belirlemek için bilimi desteklenmesiyle devam eden süreç teknolojiye evrilmiştir. 

Günümüzde teknolojiyi kullanmayan girişicimlerin büyüme ve çoğalma olanağı zordur. 

Teknoloji, girişimci çabasıyla bilimin yeni yönü olarak rotasında ilerlemektedir. 

Bilgi, yönünü teknoloji şeklinde sürdürmektedir. 

Bilim, insan için ana konu iken teknoloji ise bilimin içinden çıkan bir çok bilginin yol değiştirmesidir. 

Bilim, felsefeden ayrılmış olup teknolojide bilimden ayrılmıştır. 

Felsefe, bilimi ortaya çıkarmış, bilimde teknolojiyi ortaya çıkarmıştır. 

Ülke yönetimindeki sermaye, girişimcilere yayılmış ve girişimciler ticari kurumları ortaya çıkarmıştır. 

Sermaye ve bilgi tekel olmaktan çıkmıştır tarih sürecinde. 

Teknolojinin yeni hedefi ve yönü sermaye ve bilgiyi küresel olarak herkese dağıtmaktır. 

Süreç, sermaye ve bilginin insan yaşamı için en yaygın hale dönüşümü üzerine doğru olarak ilerlemektedir. 

Bu ilerleyen sürece ne ülke yönetimleri, ne inançlar ne de statik kurumlar engel olamamaktadır. 

Teknoloji fırtınası, küresel bulutları yeryüzünde hızla ve yoğun olarak engellenemez bir biçimde hareket ettirmektedir.

 

22 Kasım 2021 Pazartesi

Felsefik Serbest Düşünce Esinti ve Çağrışımları -12

Geleceğe ait bir  paradoks

Bir gün sonra çekilecek olan büyük ikramiyeli bir sayısal loto çekilişinde çıkacak numaraları bir gün önceden doğru olarak öngördüğümüzü varsayalım. Fakat sayısal loto çekilişini yapan ekibin de kendine göre bir kuralı olduğu ve belli bir ikramiye ödülü miktarına (yüksek rakamlı ödül) kadar oynanmış numaraları çekmeme planları olduğunu kabul edelim. Bizim tahmin ettiğimiz günün de çekiliş ekibinin oynanmış numaraları çekmeyeceği günlerden olsun. 

Şimdi bizim çekilecek olan numaraları doğru olarak tahmin ettiğimizi ve oynadığımızı düşünelim. Kuponların oynanış saatinin bitiminde çekiliş ekibi çıkmayan numaraya odaklanıyor. Ve bizim gelecekteki çıkacağını gördüğümüz numara yine gelir mi ?

Bu paradoks da çekiliş ekibinin planında başarılı olması sonucunda bir gün önceki doğru tahmin ettiğimiz numaralar değişecek, ekibin başarısız olması durumunda bizim tahmin ettiğimiz numaralar seçilecek ve doğru tahminimiz kanıtlanacak. 

Bu paradoks geleceğe doğru iki giden doğrunun veya etkinin birbiri ile çarpışıp birbirlerini değiştirebileceği üzerinedir.

Yıldızların geçmişini görmekteyiz ve onlara şu an için bir etki edemiyoruz. Fakat kuantum parçacık deneylerinde etki etmemizin nedeni geleceğe bakıyor olmamızdır. Her alet, cihaz ve hareketimiz geleceğe etkiler bırakmaktadır. 

Bu fikirlerden geçmişin ve şimdiki anın, yavaş, geniş ve uzun, geleceğin ise hızlı, dar ve kısa olduğu tezine ulaşmaktayız.

Kuantum parçacıklarının hareket tarzlarına ilişkin:

Parçacık sıçraması hakkında iki teori;

* Parçacıklar, karanlık madde içindeki yoğunluğa göre dağılıp tekrar birleşiyorlar. Yani ilerleyen kuantum enerji parçaları karanlık maddenin yoğunluğu olduğu bölgelerde dağılıp onu aştıktan sonra tekrar bileşiyorlar. Parçacıklar belli aralıklarla karanlık maddeye çarptıklarında karanlık enerjiye dönüşüp görünmez oluyorlar ve karanlık maddenin yoğunluğu azalan yerlerde tekrar karanlık enerjiden parçacık enerjisine dönüşüyorlar.

* Parçacıklar, karanlık maddenin altından ve üstünden hareket tarzına göre bize görünür olup gözden kaybolmaktadırlar. Yani karanlık madde kuantuma göre daha parçalı ve yoğunluğu değişen durumda olup derinliği bulunmaktadır. Parçacıklar bu derinliğin belli aralarından geçerken bize görünüp görünmez oluyorlar.

.............

18 Kasım 2021 Perşembe

Felsefi Diyalog Teorisi -2

 İki veya daha fazla felsefeci veya düşünürün katılımıyla, oturum yönetici ve kayıt edici eşliğinde her türlü konularda felsefi diyalog kurulmasıdır. 

Bir konu iki veya daha fazla fikir sahibi kişinin karşılıklı konuşarak, fikir ve kavramların etkileşime geçtiği planlı diyalog. Katılımcılara bir de düşünce akışı ve yeni fikir takipçisi kişi de eklenebilir. 

Felsefi Diyaloga bir örnek ile konuyu açalım.

Bir konu : Doğa Nedir ?

Birinci düşünürün fikri ve söylemi : Doğa, içinde yaşadığımız canlı ve cansız tüm var olanlara verdiğimiz isim ve kavramdır. 

İkinci düşünürün fikri ve söylemi : Doğa, içinde yaşadığımız evrenin sadece canlı olarak niteleyebileceğimiz var olanlara verebileceğimiz bir isim ve kavramdır. 

Üçüncü düşünürün fikri ve söylemi : Doğa, içinde yaşadığımız evrende, canlı ve cansız varlıkların sadece  birbirine her türlü etkileşimde bulunan kesimleri için verebileceğimiz ve değerlendirebileceğimiz isim ve kavramdır.

 Oturum yönetici birinci bölümün (fikir, düşünce, teori ve tezlerin ortaya konması) tamamlandığını belirtir. 

Kayıtçı tarafından bilgiler görünür şekilde yazılır. 

Konu, düşünce ve fikir takipçisi de birinci bölümün tamamlandığını belirtir. 

Ana konu, üç ayrı fikir, üç düşünür tarafından ortaya konmuştur. 

İkinci bölümde oturum yöneticisi soruları hazırlar. Üç düşünüre sorular sorar. 

Cevaplar kayıt edilir, takipçi tarafından ortaya konulan cevapların mantığa uygunluğu incelenir. Gerekirse fikirler hakkında bilgi araştırması yapılır, sunulur. 

Üçüncü Bölüm

Oturum yönetici tarafından ikinci bölümünden kalan doğru ve yanlış cevaplar tasnif edilir. Son durum olarak ortaya konur. Düşünürlerin son değerlendirmelere ilişkin fikirleri sorulur. 

Düşünürlerin fikirleri alınır ve kayıt edilir. 

Takipçi tarafından konu sapmaları ve mantık hataları ortaya konur tekrar düşünürlere sunulur. 

Düşünürlerin konu ve ortaya çıkan sonuçlar üzerine yanlışlama, dikkat çekme, katkı ve itirazları dinlenir ve kayıt altına alınır. 

Dördüncü Bölüm

Düşünürler sonuçlar üzerinden yeni değerlendirmelerini ve yeni ulaştıkları fikirlerini sunarlar. 

Oturum yönetici, kayıt ve takipçi tarafından dikkate alınır.

Diyalogların sonuçlanması ile son ve yeni fikirler ortaya konur.

Diyaloğun sonuçlanamaması (Bilgi ve kanıt yetersizliği vb.) durumunda diyalog sonra devam etmek üzere dosya, arşiv halinde sabitlenir.

Diyalog da konuşma kuralları 

1. Konuşan kişilerin sözleri kesilmez ve engel olacak şekilde etki edilemez.

2. Konuşmacılar anlaşılır ve kısa cümle kurmaya çalışmalıdır.

3. Tüm katılımcılar nesnel (kişilik özelliğini ortaya koymadan) , objektif (duygusal olmayan, mantıksal), tarafsız (Temsil kimliğini kullanmamak), konuda kalma (konuyu saptırmamak) olarak diyaloğa katılmalıdır. 

Yapılan diyalog çalışmaları ile bir çok yeni kurallar oluşturulabilir.

...................


14 Kasım 2021 Pazar

Metaverse Hakkında Felsefik Yorumlar

Yazının videosu : https://www.youtube.com/watch?v=ZQt43aOW1uQ

Metaverse

* Teknoloji ve bilginin yeni yönü.

* Matematiğin gerçek evren ile yapacağı önemli bir testi.

* Küreselleşmenin hızlanması.

* Doğaya ve çevreye verilen zararlar listesini en aza indirme projelerinden önemli bir tanesi.

* İnsanlığın yaşama kültüründe yeni yöntem arayış denemesi.

* Uzaya açılma öncesi için hazırlık ve sonrası içinde zorunluluk olan büyük bir simülasyon.

* İnsan aklının ve hafızasının enerjiye taşınması.

* Aklın, bedeni yeni yaşam deneyimlerine davet etmesi.

* İnsan kültürünün bir merkezde toplanması büyük projesi.

..........

9 Kasım 2021 Salı

Yaşam Döngüsü - 19

 Bir soğuk algınlığı deneyimi

Sonbahar ılık günlerinden kalma bir günde, bir mekanda oturmuş bir şeyler içiyordum. Hava birden kapandı ve rüzgar esmeye başladı. Hava birden soğumuş ve rüzgar ise sert esmeye başlamıştı. Giyim olarak hazırlıksız yakalanmıştım. 

Soğuk ve sert esen rüzgarlar yaprakları havalandırıyor, çevredeki gevşek metalleri sallıyordu. Kuzeyden gelen soğuk ve sert bir hava akımı olduğunu, o gün orada tüm beden ısımın kaybolup bedenimin direncini kaybedeceğini bir gün sonra anlayacaktım. 

Bir gün sonra kendimde bir halsizlik ve üşüme hissetmeye başladım. Ateşim artmış, burun ve boğazımda kaşıntı başlamıştı. 

Soğuk algınlığı belirtileri kendisini göstermeye başlamıştı. Hafi baş ağrısı da eklenmeye başlamıştı. 

Bedenimin direnci düşmüş ve nefes yollarımdaki bakteriler aktif olmaya ve çoğalmaya başlamışlardı. Önce burnumda sürekli bir akıntı başladı. Bedenim salgı ile bu bakterileri bedenden atmaya çalışıyordu. Sonra boğazımdaki akıntılar da devreye girdi. Artık hem öksürüyor hem de burnumu çekiyordum. 

Rüzgar akımlarını (cereyan) evimde durdurdum. Giyimimi kışlık elbiselere yönelttim. Uyku sırasında örtünmemi de kışlık moda çevirdim. Artık bedenim kışa girmişti. 

Uyuma evresine geçerken ilginç bir saptamam oldu. Yastığa başımı koyar koymaz iki burun deliğimin kapalı olduğunu ve ağızımdan nefes aldığımı fark ettim. 

O an bakterilerle empatiye geçtim. " Ey bakteri ordusu ne yapmak istiyorsun, amacın nedir ? " diye içimden sordum. Hemen cevap geldi. " Ey insan, ölmek istemiyor yaşamak ve çoğalmak istiyorum, lütfen beni öldürme. "  Şok olmuştum.?! Bakteri bedenimde çoğalmaya başlamış ve bedenime savaş açmıştı.

Bu hareket tam isyan hareketi idi. Bedenin direnci yerinde iken sessiz bir şekilde varlığını devam ettirmiş, ne zaman ki beden direnci düştüğünde isyan bayrağını açmış ve hızla çoğalmaya başlamıştı. 

Artık bedenim ile bakteri ordusu arasında bir savaştaydım. Önceki yıllardan bedenimin tecrübesi olduğu için bakteri de kaybedeceğini biliyordu. O nedenle başarısız bir isyan hareketinin sonunda direnç gücü yerine gelmiş bir bedende eski ve sınırlı miktarını geri döneceğini biliyordu. 

Bedenimin daha önceki yıllardaki geçirmiş olduğu tecrübesine bu kez aklımda katılmıştı. Bakteri ile yapılan bu düşünsel iletişim şekli ile birlikte bakteri ordusunun ilk hedefinin ciğerler ve iç organlar bölgesine ulaşmak olduğu ortaya çıktı. 

Akıl devreye girerek bakteri ordusunun ciğerlere ulaşmaması gerektiğini ve bu nedenle ağızdan nefes almayı değil burundan nefes almaya devam edilmesini saptadım. Bakteri ordusu burun bölgesini tümden ele geçirmiş ve boğazda çoğalarak ciğerlere doğru ilerlemeyi amaçlıyordu. En azından nefesle ilgili yolu takip ediyordu. Bir aslanın ceylanı hızla öldürmek için boğazını ısırıp nefessiz bırakmaya çalışması gibi bakterilerde bu savaştan galip çıkmak için bedenimi nefessiz bırakmak istiyorlar idi. 

Bakteri ordusunun planı burun bölgemi kapatarak boğazdan nefes almamı ve boğazdan alımla birlikte orada çoğalarak ciğerlere doğru ilerlemekti. Ciğerlere ulaştıklarında ise kuşatılmışlık hisseden ciğerler bedeni ayakta tutmayacak ve sürekli bir yatış şekline sokacak ve bedenimin ısısını arttırmasına neden olacaktı. Bu ısı artışı tıpkı bal arı kovanına baskın yapan eşek arısı tehlikesine karşı bal arılarının toplu halde hareket ederek ısı üretmesine benzeyecekti. Bedenin bu ısı arttırması terlemeye ve bakteri ordusunu bu terleme ile bedenden atma veya artan sıcaklıkta bakteri miktarını azaltmaya yönelecekti.

Yastıktan başımı hafifçe kaldırdım ve burun deliğimin birinin açılmasını sağladım ve sürekli burnumdan nefes aldım. Bakteri ordusunun planını bozacak ve ciğerlere gitmelerini engelleyecektim.

Öyle de oldu. Önceki yıllardaki yüksek ateş ile yatma alışkanlığım bitmişti. Artık burun ve boğazdaki bakteri miktarının azalmasını beden direncimi artırarak sağlayacaktım. 

Bu davranışımın ardından benim için yeni ve büyük bir keşife ulaşacaktım. 

Burnumdan nefes almaya odaklanınca ve öylece uyumaya çalışırken, normal ve sağlıklı olduğum günlerdeki gibi rahat nefes alamadığımı hatta almadığımı fark ettim. Bunun nedeni üşüdüğümü hissetmem ve dışarıdan aldığım serin havanın bedenimin üşümesini arttıracağı korkusu idi. 

Örtümün altında nefes alıp verirken sıcak hava almaya vermeye çalışıyordum. Böyle yaparken nefes alımlarımdaki oksijen miktarının azaldığını karbondioksit miktarının arttığını düşündüm. Böyle durumda ne kadar derin nefes alsam da bedenimin ihtiyacı olan oksijen miktarını sağlayamadığımı fark ettim. Oksijen miktarını alamayan bedenimde organlarımın aktif ve sağlıklı çalışmadığını fark ettim. 

Burada fark ettiğim ilginç ve önemli konu bedenin üreterek sağlığını koruma amacında olarak ortaya çıkardığı ısıyı kan yolu ile tüm bedene yayıyor ve tüm bedenin ısı miktarının eşit olmasını sağlıyordu. 

Soğuk algınlığım nedeniyle burun, boğaz ve ciğerler etrafında birikmiş olan kan miktarı bedene yayılmıyor ve diğer organların aktif çalışmasını durgunlaştırmasına neden oluyordu. 

Tıpkı yemek yendiğinde mide etrafında biriken kan nedeniyle beynimize giden kan miktarının düşmesiyle birlikte uyku haline dönmemiz gibi. Bu halde iken beynimizdeki düşünce etkinliği azalır. Bedenin kan yolu ile mideye olan baskısı nedeniyle nefes alıp vermeler düzenli hale gelir ve uyku etkinliğine doğru ilerler bedensel halimiz.

Yatmakta iken bu düşünceler ışığında başımı örten örtümün az bir kısmından burnumu çıkararak derin nefes alıp vermelere başladım. Serin havayı çekerken sıcak bedenimde organlar elektrik gelmiş gibi birden çalışmaya başladılar. Midem ağır bir makinenin dişlisini hareketi gibi ses çıkararak durdurmuş olduğu çalışmasına başladı. Ciğerlerim açılıp kapanmaya kalbim de çalışmasını hızlandırmaya başladı. 

Kanın tüm bedene sıcak yayılışına tanık oldum. Ellerime, ayaklarıma, başıma ve her yerime. O an sağlıklı halimi hatırladım. Isının tüm bedenime eşit yayılmasının bir sağlık göstergesi olduğuna şahit olmuştum. 

Kanımız bedenimizin ihtiyacı olan oksijeni, gıdayı, onarımı, yenilenmeyi, atıkların toplanmasının yanında ısıyı da dağıtıyordu. 

Bu yaşadığım tecrübelerin ışığında felsefik olarak canlılığın birbirine temel bedensel ihtiyaçlar adı altında bir bağ olduğunu bir kez daha hatırladım. Toplum olmamızın temellerinde de bu bağ bulunuyordu. Temel ihtiyaçlarımızdan başlayan ve kültürel diğer tüm ihtiyaçlarımız için birbirimize zorunlu bağlar ile bağlıyız toplum olarak. 

Doğa, canlılık zincirini ve ilerlemesini bu bağ üzerinden kurmuştu. Nefesle başlayan bağımız, akıl ile bu bağı keşfetmeye kadar uzanıyordu. Canlının canlıya bağımlılığı bir tercih değil, zorunluluktur. Bu algıya ulaşan bir zihin kendi türünün her üyesinin gerekli olduğunu ve var olma hakkını taşıdığı sonucuna varır. 

Doğa ve canlılık adına ne görev yapacağının, nasıl bir iş bölümünde bulunacağının saptanmasına yardımcı olabilir veya değerlendirebiliriz. 

Artık kışa bedenim hazırlanmış ve soğuk günlere gelmeden bunun tatbikatını yapmıştım. Kış soğuğuna karşı bedenimin dirençli olmasını ve ısısını koruması, kaybolan ısıyı tekrar yerine üretme ve yayma hızı gibi alıştırmaları yapmıştım.

Artık bedenim kışa hazırdı.

28 Ekim 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 18

 Kış mevsimine girerken bedenimiz kendindeki en uygun sıcaklığını korumada zorluklar ile karşılaşmaktadır. 

Bedenin sağlıklı olması ve koruması için en ideal sıcaklığını sürdürmesi gerekmektedir. Mevsimsel sıcaklık düşmesi bedenin kendi için ürettiği sıcaklığını koruması zorlaşmakta ve önceki mevsimsel düşük çalışmasını arttırması gerekmektedir.

Gün içerisindeki sıcaklık değişim oranın yükselmesi, bedenin kendi sıcaklığının belli bir düzene alıştırması ve o yönde devam etmesini zorlaştırmaktadır. 

Bedenimizin belli bir mekanda sabit kalması ve serin rüzgar akımının biz fark etmeden üretilen ısıyı alması yanında temas ettiğimiz eşya ve nesnelerin beden ısımızı kendine transfer etmesi etkisiyle bedenimiz ideal sıcaklığına ulaşmak için olağanüstü performans harcaması gerekecektir. 

Bedenimizin olağan dışı ısı kaybına ek olarak fazla çaba göstermesi onu yormakta ve direnç olanağını azaltmaktadır. 

Böyle anlarda bireyin uyku eksikliği, yorgunluğu, beslenme takviye aksaması, hava akımlarının, eşya ve nesnelerin ısı çekmesi, soğuk suyun beden ısısını düşürmesi gibi bir çok etken soğuk algınlığı ve ağrı olarak mevsimsel rahatsızlıkları yaşamasına yol açabilir.

Farkında olmadan yakın iletişimde bulunduğumuz diğer bireylerden direnç düşmesi ile güçlenebilecek bakteri çeşitlerinin alışverişine dikkat edilmelidir.

Mevsimsel ısı değişiminin yüksek olduğu bu zamanlarda mekanlar arası sıcaklık oranların değişimine dikkat edilmelidir. Kapalı mekanlar ile açık mekanlar ve açık mekanların her farklı yerin hava akımlarının oranları bedenimizin sıcaklığını üretme ve koruma yönünden düzenini olumsuz etkileyebilmektedir.

Mevsimsel geçiş hızının en fazla olduğu bu günler hava sıcaklığının da hızla değişimini de getirmektedir. 

Mevsimsel yüksek ve hızlı ısı değişimine karşı bedenimiz ısı miktarını bu değişim ve hızına paralel olarak sürdüremez. Bedenimiz için ısı olgusu kendi varlığını dayandırdığı temel  ilke düzenlilik listesinde yer alır. 

Organizma olarak yaşadığı evrene uyum ve sürdürebilir olması için temel canlılık ilkelerine ve düzenliliklerine ihtiyaç duyar. İklim ve sıcaklık değişimleri karşısında kendi ideal sıcaklık aralıkları bulunmaktadır. 

Biz insanlar dış sıcaklık değişimleri ile bedeninin sıcaklık algısı arasına giyinme, barınma ve enerjiyi kullanma gibi aklımızın ortaya koyduğu koruma kalkanı bedeni akıla bağımlı kılmaktadır.  

Bedenimiz çevre olumsuz sıcaklık etkilerini akılımızın ortaya koyduğu koruma kalkanı ile olduğunu değil, olayın gerçekleşmesi ile yaşanılan duyguları kendisine referans olarak alır. 

Bedenimiz, elbiseyi değil onun sıcaklığı korumasının yaşattığı soğuğa karşı güvenlik duygusunu algılar.

Güvenlik duygusu rahatlığı, keyifi ve neşeyi çağırır. 

Aklımız ile mevsimsel sıcaklığı algılar ve bedenimiz için tehlikeli olduğu fikrini oluşturur ve bu tehlikeye karşı giyim, barınma ve enerji kullanma eylemlerini düşünür ve uygularız. 

Aklımız bedenimizi görür, duyar ve işitir. Fakat bedenimiz aklımızı algılamaz, sadece onun ortaya koyduğu eylemlerin kendinde oluşturduğu duyu ve duyguları yaşar ve bilir.

Bu durum bize duygu ile akılın birer aşama olduğu fikrine götürür. Canlılığın temelinden bütününe doğru ilerler iken ilklerin sonraki aşamaları tam ve doğru olarak algılayamadığı ortaya çıkmaktadır. 

Dolayısı ile itki dürtüyü, dürtü güdüyü tam ve doğru olarak algılayamaz.

Güdü ise duyguyu, duygu ise akılı olduğu gibi kavrayamaz, sadece etkilerini kendine göre yorumlar.

Canlılığın gelişimindeki bu aşamalar hiyerarşi oluşumuna, görev paylaşımına ve yetkilerin, sınırlılıkların olduğuna dair benzeşimleri çağrıştırabilir. 

Duyguların etkisindeki akıl yanılır. Akılın etkisindeki duygularda ölçü ve denge oluşur.

Duygusal zeka, akılda empati olarak tanım alır. Duygu yaşamaya, akıl ise bilgiye odaklıdır.

Duygularımız bilgiye değil, aklımızın bilgi ile ortaya çıkardığı etkilere odaklıdır.

Duygu ve akıl birbirinin rakibi değil, aşamalarıdır. Aşama ise gelişmeyi ve ilerlemeyi belirtir.


........... 

20 Ekim 2021 Çarşamba

İnsan Doğa ve Dünya - 20

 Akıl ve Duygu

Akıl, insanda duygu ile birlikte ortaya çıkmış ve ilerleyen zamanda ondan geri kalmıştır. 

Günümüze doğru, duygu ile akılın belirgin olarak ayrılması ve insan yaşamında bu farkların görünür olması şekline dönüşmüştür.

İnsan, bebeklik ve çocukluk çağlarında duygu yoğunluğu ile gelişmektedir. 

Gençlikte akıl ile tanışır ve yetişkinlikte ise akıl ön plana geçmektedir. 

Gençlikte akılı duygunun altında tutmakta ısrar etmek veya akılı duygunun hizmetinde kalmasına zorlamak yetişkinliğe geçmeyi zorlaştıracaktır. Dolayısı ile genç, yetişkinlik çağında bile hala zihinsel ve duygusal olarak genç halindeki gibi kalmakta ısrar etmesi ile yetişkinliğe alışamaz. 

Gencin toplum içindeki iş bölümüne (çalışma) ve paylaşıma (gelir) katılamaması, onun yetişkinliğe ilerlemesini geciktirir. Yetişkinlik öncesindeki gibi akılı duygu sonrası tutma ve duygu altı baskılaması devam eder. Akılı, ön plana alması gecikir. Duygu, akıl dengesini kurması zorlaşır.

Duygularımız doğuştan gelmesine rağmen akılın işlemesi eğitim, öğretim ve işbölümüne katılma ile gelişmektedir. 

Bilim bize insan doğumunun, kafatasının hali ile beyinin erken büyümesi nedeniyle zamanından önce gerçekleştiğini söylemektedir. 

Bu bilgiden, şu olasılığı çıkarabiliriz.

Eğer insanın doğum sırasında kafatasının ve beyninin büyümesinin sorun yaratmayacak şekilde zamanında doğabileceği olanağı olsa idi kaç yaşında doğması gerekirdi. 

Doğum olduğu anda gelişmiş bir beyin ile akıl ve duygu dengesi ne olurdu. 

Duygu doğuştan geliyor ise akıla ait neler doğuştan gelebilecektir. 

Akıla hazır halde gelmekte olan beyin bu zamanında doğumla hangi akıla ait yetilerini hazır bulunduracaktır. 

Konuşma, dinleme ve düşünme şekli hangi aşamada, öğrenme ve taklit etme hızı nasıl olacaktır.

Böyle bir deneyim yapıla bilinseydi. Akıla ait genetikten hangi yetilerin geldiği ortaya çıkacaktı. 

Doğamızın bize sunduğu hangi akıl yetileri doğuştan geldiğini anlayabilirsek, doğanın bize akıllı mesajlarını da alabilir o yönü önemli sayabilirdik. 

Çünkü doğa ve canlılığın temellerinden gelen her bilgi türümüzün geçmişine bir ışık tutacak, şimdiki zamanına kararlılık, düzen ve geleceğine doğru bir yön verecektir.  


...........


4 Ekim 2021 Pazartesi

İnsan Doğa ve Dünya - 19

Canlılığın Temel İlkeleri

İtki, hücre bölünmesi ve sürdürülmesi etkenidir.

Dürtü ise doku, organ ve bedenleşme süreci gelişimin ve sürdürülmesinin etkenidir.

Güdü, türün sürü olması ve varlığını sürdürme etkenidir.

His, canlının içten ve dıştan gelen etki-tepki oluşumuna girmesidir.

Duygu, canlının (insan ve birlikte yaşadığı, etkileşimde bulunduğu canlılar) hislerin kullanımının uzaması ve yoğunlaşmasıdır. Duygu insanda öyle yoğunlaşmıştır ki, bedeninin bir çok dürtü ve güdüsü çalışma referansını dış etkenlerden (mevsimlerden) ayrılarak duygulardan alır hale gelmiştir.

Akıl, canlının kendi ve çevresi ile bağ ve bağlanan veya bağlam (obje-suje)  etkileşimine girmesidir.

Türümüz olan insanlığın itkiden hise kadar diğer canlılar ile ortak özelliklere sahip olduğumuz, duygu ve akıl ile onlardan kısmen ayrıldığımız görülmektedir.

İnsanlık tarihi duyguların tarihidir. 

Tüm tarihimiz boyunca yavaş gelişen akıl her zaman duygunun hizmetinde olmuştur. Yavaş ve gizlice gelişmiş olan akıl, felsefe ile kendini duygulardan arındırmaya ve öne geçmeye başlamıştır. 

Ortaçağ avrupası ile duygular zirve yapmış, bu hali ile toplumlara kaosu yaşatmış ve akıl ön plana geçerek duyguları dizginlemiş, duygu ile akıl bir denge arayışından sonraki durgunluğundan akıl öne çıkmış ve duygu hizmetinden taşarak küresel bir keşifler, araştırmalar, sömürgeler, sanayi ve bilim olarak yeryüzünde duygusuz olarak dolaşmıştır. 

Canlılığın temel ilkelerinden olan çoğal, yayıl ve rekabet et eylemleri gerçekleştirilmiştir. 

Duygu, doğanın ve canlılığın temel ilklerinden sadece biri ve aşamasıdır. Ana ve en önemli ilkesi değil.

Fakat uzun insanlık tarihimizden gelen kadim bir yaşantı halidir ve onu insan yaşamının en üst ilke konumundan ikinciliğe indirmek hiç de kolay olmayacaktır. 

İşte küresel keşif ve kaynaklara erişme rekabetinde duygu yaşamında kalmış ülkeler, akılı keşfetmiş topluluklar tarafından kontrol altına alındılar.

Artık akıl, hizmet ettiği duyguya karşı onu kontrol etme etkinliğine girmiştir. 

Hala günümüzde de akıl, duygu üzerinde ve onu idare etmektedir.

Tüm insanlık tarihi bir canlılık ilkesi olan duygunun akıla evrilme, taşıdığı canlılık bir üst seviyesinin temsil bayrağını akıla devretme tarihidir. 

Yeryüzünde çoğalmış ve yayılmış olan hareketli sürü güdüsünün devamı için düzeni sağlayacak olanın duygu değil, akıl olacağının, duygunun da gelişim için güdü ile akıl arasında olması gerektiğinin ortaya çıktığını görmekteyiz. 

Yeryüzünde sabit ve zemini doldurarak çoğalmış türlerinin güdü aşamasında kalırken, hareketli ve hızla yayılma özelliği olan canlıların güdüden daha ileri canlılık özelliklerine ulaşması kaçınılmaz bir süreç gibi durmaktadır.

Bu canlı, insan türü olacaktır.  

Hislerden, duygulara duygulardan akıla doğru giden süreç bize canlılığın daha da yeni gelişim basamakları olduğunu düşündürmektedir.

Evrene ait tüm edindiğimiz yeni bilgilerin sadece türümüzün hizmetine sunacak kadar basit olduğu fikrine kapılmak hala duygularda ısrar etme alışkanlığımızın bir etkisi değil midir.

İtkiden akıla giden süreçler bize canlılığın daha büyük bir amacı olduğunu ve bu amaca ulaşmak için akıl kendini daha büyük ve önemli bir özelliğe bırakacağını göstermektedir. 

Bunu anlamak için akılımızın bir üst seviyesini tahmin etmek gerekmektedir. 

Önümüzde büyük bir soru durmaktadır. 

Akıl, hangi bir canlılık ilkesinin öncülüdür. 

Sıçramak olabilir mi. Uzayda yayılma ve ilerleme aşaması için olabilir mi ?

Dünyadan, uzaya sıçramak olabilir mi ?

Bilmiyoruz, ama düşünmeye devam ediyoruz.   


.................


23 Eylül 2021 Perşembe

İnsan Doğa ve Dünya - 18

 Ütopya ve Distopya

Geleceğe dair topluma ait çok iyi veya çok kötü yaşantı şekilleri tahminleri gerçekleşmesi olasılıkları bulunmaktadır. 

Bu olasılıklar zamana ve şartlara bağlıdır. 

İnsanlık tarihinden günümüze kadar distopyaların hızlı, kısa ve biten ütopyaların ise yavaş, uzun ve kalıcı olduğu görülmektedir. 

İnsanlığın yol haritası ütopyalar üzerine olup distopyalar ise bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Bu günkü kurduğumuz iyi hayallerimizin, geleceğimizin yaşantıları haline gelmesi bir rastlantı, tesadüf olmadıklarının göstergeleridir.

...............

13 Eylül 2021 Pazartesi

İnsan Doğa ve Dünya - 17

İnsan, doğanın evrensel geri bildirimidir.

İnsan bir canlı olarak doğanın evrene baktığı bir göz, dinlediği bir kulak, yaşadığı bir duygu ve düşündüğü bir akıldır. 

Doğa, dünyadaki varlığını büyütmüş ve yaymıştır. Gezegenimiz, bir canlı gezegenidir. Kozmolojideki yerini ve durumunu belirlemek amacındadır (Belirlemiş ve yönelmiş de olabilir). Doğa kendini ilkelerini oluşturmuş ve o yönde ilerlemektedir. Uzaya yayılmasının önünde uzay boşluğu bulunmaktadır. Güneş sistemimizdeki diğer gezegenlere ulaşıp gelişimini sürdürmek amacındadır. 

Bunu yapmak için süre geldiği şeklide ilerler iken artı özellikler taşıyan bir canlı ortaya sürecektir.

Bu canlı sadece var olmak için değil, uzaklara bakabilen, merak eden, bilgi toplayan ve bunu biriktirip saklayabilen bir canlı olmalıdır.

Çevresini ve kozmolojiyi araştıran ve tanımlayan, planlamalar yapabilen ve her yöne hareket yeteneğini geliştiren bir özellikte olmalıdır.

Birbiri ile organize olabilen, ilerlemek ve yayılmak için rekabet eden, bütün bunları yaparken de madde - enerjiyi kullanıp hızlı bir yapıda olan bir canlı gereklidir. 

Yaşamı boyunca canlılığın bulunma ve olma olasılıklarını her birini de kapsayacak bir biçimde çoğalması ve yayılması gerekmektedir.

Bu canlı, "İnsan"dır.

On dört yıl önce başladığım felsefik düşünme ve yazma sürecimin sonunda felsefe kitabımı tamamlamış oldum. 

Bu süre sonunda ulaştığım tüm bilgi ve anlamları bir cümle ile tanımlamak olanaklıdır.

" İnsan, doğanın evrensel geri bildirimidir.

Bu cümleyi anlayan ve açıklayan kişilerin yazılarımı okumasına gerek yoktur. 

Bu cümlemi anlamayan, daha iyi anlamak ve anladığından emin olmak için yazılarımı okuyan kişiler bu cümleye nasıl ulaştığıma tanık olacaklardır.

Bir kitabı veya felsefik ekolü bir cümle ile açıklamak kolay değildir. 

Böylelikle kitabımın ve ekolümün ismi de ortaya çıkmaktadır.

" Evrensel Geri Bildirim

Kitabımın "Küresel Barışa" ve türümüzün ilerleme yönüne, rotasına, yoluna bir katkı olacağını umuyorum.

  

9 Eylül 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 17

 Üreme ve Bölünme Referansları

Canlılık bölünme yolu ile çoğalmaya başlamış, çoğalmasını sürdürmek için canlılık dışı madde ve enerjiden faydalanırken uzun bir dönem sonra diğer canlılar ile beslenme ve üreme davranışına yönelmiştir. 

Beslenmesini ve rekabetini diğer canlılara göre yaparken, üremesini ise mevsimsel değişikliklere göre geliştirmiştir. Mevsimsel sıcaklık ve basınç özelliklerine göre çoğalma ritmini uzun dönem devam ettirmiştir.

Bitkilerde ve diğer birçok canlıda bu ritim devam etmektedir. 

İnsan türü olarak mevsimsel şartların etkisinden kurtulmaya başladığımızdan beri türümüzün üreme ve çoğalma referansı değişime uğramıştır. 

Güdülerimiz artık mevsimsel değil duygu ve davranışlarımıza göre üreme referansına geçmiştir. 

Bu durum ise biz insan türünün üreme ve cinsellik konusunda  duygu ve davranış referansı nedeniyle istikrarlı olması ve denge kurması zorlaşmıştır. 

Sonuçları görüyoruz şu an. Türümüz yeryüzünde dolmuş ve uzaya fırlamak üzere olan bir taşma halindedir. 

Üreme referansları mevsimlerden duygu ve davranışlara geçince türümüzün cinsel eylemlerinde mutlu olamadığı ve sürekli bir doyumsuzluk halinde olduğu bilinmektedir. 

Üreme yetimiz duygu ve davranışlarımızı etkiler olmuş, duygu ve davranışlarımız ise üremeye hizmet eder olmuş gibi türümüz için kötü bir kısır döngü halindedir. Doğa ise canlılığın temel ilkelerinden olan çoğal, büyü ve yayıl ilkesini türümüze kısıtlamamıştır. 

Doğanın buradaki gelişme üzerine olumsuz etkisi sadece türlerin çoğalma karşısında belli oranda artarak o oran üzerinden devam zorunluluğu içermesidir. Haliyle doğa canlı üzerinde ancak türün yeteri oranında çoğalmasını desteklemektedir. Bu ilke kendi içinde bulunmaktadır. Bir mekanda canlı türü belli oranda çoğalınca beslenme, su gibi temel ihtiyaçlar yetemez, atıkların da doğaya dönüştürülemez olur ise mevcut canlıya tür miktarını sınırlama baskısı oluşur. Bu türün birbirlerine saldırma ve atıklarından, yaşama dönemi sonlananlarından  yeni canlı anti tezleri oluşma olasılığı belirir.

İnsan türü olarak bu olaylar bizde mevcut; birbirimize saldırıyor ve ölüm, atık antitezlerimizden bize zararlı virüsler ve bakteriler üzerimize geliyor onlarla mücadele ediyoruz.  

7 Eylül 2021 Salı

Yaşam Döngüsü - 16

Duyguların Sağlıklı Döngüsü

Öfke gibi genel canlılığın temellerinden gelen bir duyguyu aşırılıktan ve sorun olmaktan hangi duyguyu aktif ederek yatıştırabiliriz. 

Üzüntü duygusu ile,

Öfkeden sonra gelen en sağlıklı duygu üzüntüdür. 

Üzüntüden sonra korku gelerek duygu dengesini oluşturur. 

Korku sonrası durgunluk ve sevinç kendisini gösterecektir. 

Duygularımızın döngüsünü sağlıklı bir biçimde yönlendirebiliriz. 

Öfke ile başlayan duyguyu üzüntü, üzüntüyü korku, korkuyu durgunluk ve sessizlik, sonrasında sevinçle yönlendirebiliriz. Bunu sağlamak için zihnimizden ve hafızamızdan yardım almalı, mantığımızı işletmeliyiz.

Örneğin öfkeli bir anımızda bu halimizi fark edip " Neden öfkeleniyorum" " Ben şu an öfkeliyim " soru ve saptamaları üzüntüyü çağırır, çünkü çok öfkelenmek istemiyor ve bundan hoşlanmıyorsunuz. o nedenle istemediğiniz bir duyguyu fazlaca yaşadığınızı fark etmek sizi üzer. Sonra korku şöyle gelir, " Öfkeli halimle kimi veya kimleri kırdım " korkusu ve kaygısı başlar. Yapılmışsa hatalar giderilmeye ve affetme davranışını teşvike yönlendirmeler başlar. Bu aşamadan sonra bir durgunluk, sakinlik ve sevinç gelir. 

Bir duyguyu uzun süre yaşamakta ısrar etmek veya sık ve hızlı duygu değişimini yaşamaya çalışmak yaşam basıncımıza ve sağlıklı duygu yaşantımıza zarar verir. 

O nedenle duygu değişimlerini dengeli, uygun zaman geçişli ve kontrollü yapmalıyız. 

Duygularımız hem bireysel hem de toplumsal gelişmiş olup bedenimizin bir çok çalışmalarını referans aldığı canlılık temel işleyişlerinden birisidir.

Bir çok insan öfkenin keyifli ve zevkli bir duygu olduğu yanılgısında bulunmaktadır. " Öfke baldan tatlıdır " ata sözümüz öfke duygusunun hızla, şaşırtma ve enerji açığa çıkararak etki-tepki sürecini anlatır. Bu öfke türü kısa, hızlı ve zararsız bir eylem içerir. Sahte veya şakadan bir öfke türüdür. 

Ciddi, uzun ve sürekli öfke için " Keskin sirke küpüne zarar verir " ata sözü geçerlidir. Bu öfke türünün keyif verdiğini sanan bir çok kişi yanlış bir duygu salınımını sürekli yaşamak ister. Bu da ilişkilerine zarar verir fark etmedikleri halde. 

Dört ana duygumuzu ve döngüsünün bilgisine ulaşmak bizde ki düzensiz duygu dalgalanmalarının önüne geçmek anlamına gelmek demektir. 

Duyguların yaşanma zorunluluğu bulunmaktadır. Bedenimizin gelişim ve yaşaması temel niteliklerindendir duygularımız. 

İtkiden akıla ilerleyen sürecin akıl öncesi aşamasını oluşturur duygularımız.

Duygusuz tabiri ilişkilerimizdeki ahlak, gelenek ve göreneklerimizi bilip de ona göre duygusal tavır içine girmeyenler için kullanılır genellikle. Grupsal duygulara uyumsuzluğa işaret eder. Duyguların yaşanmasının farklılığını gösterir.

Dört ana duygunun yanında bir çok ara duygu bulunmaktadır. 

Duygularımızı yönetmemiz duygusuz olduğumuz anlamına gelmemektedir.  Duygusal dalgalanmalarının beden ve zihnimizdeki olumsuz ve negatif oluşturduğu enerji etkilerini en aza indirme eylem, söz ve düşüncelerimizdeki oluşacak sorunlarımızın önlemeye çalışmamız anlamına gelmektedir duygularımızın kontrolü. Duygusal dalgalanmalarının zihnimizin akıl ve mantık çalışmasına olumsuz etkilerini engellemek amacıyla yapmamız gerekmektedir bu kontrolü.

Bedenimiz salgılamalar, yumurta üretimi gibi önemli etkinliklerini duyguların yoğunluğunun enerjisi ve tetiklemesinden alır. 

İnsan türünün beden çalışma sistemi mevsimlere, sıcak ve soğuklara göre değil duyguların yoğunluğuna göre kendisini güncellemiştir. Duygularımızı referans ve ölçü olarak almaktadır bedenimiz bir çok çalışma biçiminde. 

O nedenle basit olaylara aşırı tepki ile duygulanma yaşamalar bedenimizin biz fark etmeden çalışmasını tamamlama amacıyla oluşabilmektedir. Bu aşamalara içgüdüsel etki veya bilinçaltı etkisi diyebiliriz.

Duygularımızın yaşanmasında içten ve dıştan etkilerin oluşması bu yüzden ikiye ayrılmaktadır. Duygularımızın oluşumundaki etkinin dıştan mı yoksa içten mi olduğunu kendimizi tanıdıkça ayırabileceğimiz bir yetidir. 



6 Eylül 2021 Pazartesi

Yaşam Döngüsü - 15

Yaşlılık dönemlerinde cinsellik belirgin olma halini azaltmaya başlar.  

Bedenimizin temel yapısındaki üreme fonksiyonları azalarak kimya yapımızın da değişmesine neden olurlar. 

Bu aşamada itki ve duygu aralığı devam etmekte fakat duyguların yoğunluğundan akıl aşamasına geçişler zorlaşmaktadır. Geçmişi anma ve ona özlem duyma, gelecekten ümitsiz olma, tekdüze bir yaşantının ve sıkıntılı kısırdöngülerin varlığı ile mücadele yerini oluruna bırakma duygulanımları ile kişi öğrenilmiş bir çaresizliğe doğru ilerleyebilmektedir.

Yaşamın yolları ve ilerleme olasılıkları sınırlandırılamayacak kadar çoktur. 

Bu aşamada cinsellik fonksiyonlarının durgunluğunu bir çok iyi davranış biçimleri ile dengelemek gerekmektedir. 

İlişkilerin seviyeli, dengeli ve sorun çıkarıcı değil, sorun çözücü ve kaos durumundan kozmos durumuna geçiş çabaları ile durgunluk, sakinlik ve dinginlik haline dikkat edilmelidir.

Birleşmeler ve ayrılıklar, gelenler ve gidenler, ilişkiler trafiğinin idare edilmesi, özgürlük sınırları, özlük haklarının korunması gibi bir çok ruhsal ve fiziksel bilinçli ve farkında olarak düşünce, söz ve eylemlerde bulunmak gerekmektedir.

Yaşam basıncını arttırma ve sürdürme amacına yönelik bir çok çalışma gereklidir. 

Cinselliğin durgunluğunu belli bir süre idare etmelidir. Yaşam döngüsünün ikinci halkasına geçiş için belli bir zaman gerekebilir. Bunu dikkate almak ve o anı unutmamak gerekmektedir. 

Yaşlılık ve cinsel durgunluk, yeni bir yaşam döngüsündeki gençliğe doğru uzanan bir ara dönemi kapsamaktadır. Doğumdan gençliğe ilerlemedeki durgunluk ile aynı özellikleri taşımaktadır. 

Bu ara dönemlerin uzunluğunu şimdi tahmin etmek zordur. Ve yaşam döngüsünün ikinci halkasına geçiş için araştırmalar sadece burada yani bu felsefik araştırma yazı dizisinde bulmaya çalışacağız.

Yaşlılıktaki cinselliğin durgunluğunda bedenin sağlıklı işleyiş düzeninde ne gibi değişimler olmaktadır. 

Durgun bir cinsellik döneminin belli bir süre sonra tekrar harekete geçmesi nasıl ve ne şekilde olabilir. 

Yaşlılıkta cinselliğin durgunluğunda kalbin büyük etkisi bulunmakta mıdır. Eğer etkisi bulunmakta ise kendini ve çalışmasını kısıtlamaya çalışan kalbin neden buna yöneldiğinin süreçlerini ortaya çıkarabilir ve çözümler ortaya koyabilir miyiz. 

Üreme yetisi durgunlaşmış yaşlılık halinde, bedenin varlık kaynağı da kaybolmuş anlamına mı gelmektedir. Böyle olmadığı ortadadır. Kişinin beden ve zihni üreme ile yaşama gelen yeni nesillerin varlığı içinde yaşamını sürdürmektedir. Belki de bu bağ insan yaşamının ömür süresinin uzamasında değinilmeyen  bir nedeni olabilir. Kendi için yaşamayı durgunlaştırıp yeni nesillerin varlığını korumaya ve geliştirmeye çalışmak. Bu eylem ve düşünce insanı hayata bağlı tutan önemli etkenlerden biri gibi durmaktadır.  

Zihinsel ve bedensel adanmışlık hali, beden ile zihnin iletişim olanağını artırabilir. İnsanlık için önemli projeleri devam ettirmek, canlılığın gelişimi, büyümesi ve yayılması için yeni olasılıklar araştırmak ve gerçekleştirmeye çalışmak, mevcut ve yeni nesillere ait bir çok çalışmalarda bulunmak, teşvik etmek gibi bir çok adanmışlık hali bizlerin uzun yaşaması için birer yaşam basıncını arttıran unsurlar olabilir.

29 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 14

 Kalbimiz

Günümüzde kalbimiz yaşadığımız olaylara ve ilişkilere yetememektedir.

Sağlıksız beslenme, uykusuzluk, aşırı yorgunluk, kirli hava, gürültü, kalabalık, sıkışıklık, stres gibi önemli etken kalbimizi işleyişini zorlaştırmakta uzun ve sağlıklı yaşam konusunda dikkatlerimizi üzerine çekmektedir.

Kalbimizin çalışmasını kolaylaştırmalı ve ona destek olmalıyız. Öncelikle onun iyi ve rahat çalışmasına engel olmamakla başlamalıyız. 

Tutunmalarımızdan olan tutkularımız ve bağımlılıklarımız bizler için birinci sırada olsa da onların ayarında kalbimizin de iyi olmasını da hatırlamalıyız. 

Günümüzde yaşantılarımızda tutumlarımızın oluşmasında rol alan faktörler bulunmaktadır. Bu faktörlerin başında organlarımız gelmekte olup organları dışında tutumlar kültürün kazandırdığı faktörlerdir. 

Mide ile yaşamak, zihin ile yaşamak, cinsel organıyla yaşamak, kilo ile yaşamak, boy uzunluğu ile yaşamak, vücut çalışması ile yaşamak, güzel göğüs, güzel kalça ile yaşamak gibi başlıca birinci sırada tutulan organlar ve ben algısı bulunmaktadır.

Bizlerde sağlıklı ve uzun yaşama için zihnimiz, kalbimiz ve omurgamız ile yaşamak tutumunu başa almalıyız. Bu üç ana unsurdan sonra diğer organlarımızın sağlıklı ve iyi olmasına dikkat etmeliyiz.

Tutumlarını kültürden alan kişiler ise arabam ve ben, evim ve ben, eşim ve ben, işim ve ben gibi bir çok beden ve organ dışı tutumlarını kültürden almışlardır. 

Biz sağlıklı ve uzun yaşama yolcuları olarak sağlığım, insanlığım ve canlılığım üçlemesine dikkat etmeliyiz.

Sağlıklı ve uzun yaşama olanaklarının sırlarını felsefece araştırmaya devam ediyoruz.  

Kalbimize yardım etmeliyiz. Öncelikle onun iyi ve sağlıklı çalışmasını engel olmamalıyız. Sonra onun bu çalışmasına katkı yapmalıyız. 

Kalbimize katkımız uyku dışında bedenimizi bayılmış veya uyuyor gibi sabit ve durmuş halde bırakmayalım. sürekli hareket etmeliyiz. Ufak ve kısa hareketler böylelikle kanımızın bedenimizde dolaşımına katkı yapmış ve kalbimizin işini kolaylaştırmış oluruz. 

Zihinsel engellilerin sürekli aynı hareketleri yapmalarının nedeni reklesif hareket ile bedenin kalbin çalışmasına destek olması içindir. Kültür içinde engelli belli bir duruşta oturmaya zorlanmakta olduğu için veya kendi bedensel duruşu belli şeklide olduğu için kalp bedeni kendisine yardımcı olması için rekleksif olarak yönlendirmektedir. 

Sıralarda bekleme, bir işin olmasını bekleme gibi günümüzde çok bekleme anlarımız bulunmaktadır. O sıralarda odun ve direk gibi sabit beklemek yerine el, ayak parmaklarını oynatmak, kolları ve bacakları hafifçe esnetmek ve kasmak, göğüsün içeri çekip bırakmak, başımızı sağa sola ileri yukarı aşağıya doğru dikkat çekmeden ağır çekimde oynatmak, kendimizde,  başkaları tarafından "zihinsel engelli galiba" önyargısını oluşturmalarına neden olmadan  küçük ve kısa tüm hareketleri denemeliyiz.

Bulunduğumuz ortam ve mekanlarda oksijen durumunu, rüzgar akımını, sıcaklık oranını ve ufak, büyük kazaların olmasına neden olabilecek şartları kontrol etmeliyiz. Bu gibi dikkat edilecek konular sadece kendimiz için değil toplu yaşamamızın gereği diğer kişiler içinde gereklidir.

Azalan göz kırpma ve yutkunma reflekslerini zihnimizle hatırlayıp sık sık uygulamalıyız.

Uzun izleme ve dinleme faaliyetlerinde bedenimizin durgun ve donuk olmasına izin vermemeli bedenimizin içsel kıpır kıpır hareketini devam ettirerek kalbimize destek olmalıyız.


..............

24 Ağustos 2021 Salı

Yaşam Döngüsü - 13

 Uzun ve sağlıklı yaşama yolunda belli bir başlangıç yapmış bulunmaktayız. 

Başlangıç evresinde bazı özelliklere önem vermeli ve sindirmeliyiz. 

* Özgürlük 

Kendimizi en azından fiziksel ve zihinsel sınırlarımızı esnek hale getirme, bilinçli olmaya çalışma, davranışlarımızın sorumluluğunu taşıma gibi temel kişisel karekteristik özelliklerini edinmeye çalışmalıyız. Bağlantılarımızın, etkinliklerimizin, ilişkilerimizin şeklini, şartlarını ve sınırlarını belirleme özgünlüğünü ve yetkisini taşımayı sürdürebilmeliyiz. Tüm iyi ve gerekli özelliklere sahip olup onu kullanabilmemiz kendimizi tanımamızla olanaklı olabilir.

* Yönelme ve tutum

Bakış açımızın yönünü, tutumlarımızın biçimini şimdi ve gelecek açısından geliştirici özelliklerde olmasına çaba gerekmektedir. 

* Ana konu "rotamız"

Amacımızın ve hedefimizin ana konusuna başlangıç, duraklar ve dönüş şeklinde zihnimizi hazırlamamız gerekmektedir. " Sağlık olsun " " Allah uzun ömürler versin " deyimlerindeki olumlu sonuç dileklerinin basit olmadığının, her fiziksel ve zihinsel etkinliklerin yolu sağlıklı ve uzun yaşamaya doğru ilerlemekte olduğu ve bu konuda sonlanmakta olduğu görülmektedir. 

Bedensel ve zihinsel her nerede, her ne konuda ve nasıl bir etkinlik yapılırsa yapılsın sonunda bedenimizin ve zihnimizin son  konusu rotamıza yani uzun ve sağlıklı yaşama ulaşmaktadır.

*Yaşam basıncı

Yaşam basıncını dengede tutmak amacında ürettiğimiz tüm bedensel ve zihinsel enerji potansiyelinin ne tümünü harcamalı ne de tümünü tutmaya çalışmalıyız. Üretilen potansiyelin yeterli bir kısmını harcamalı ve gerekli olduğu oranda da yaşam basıncı olması için bedene ve zihne geri vermek üzere sakinleşmeli ve durgunlaşmalıyız (dinlenme hali ).

............

23 Ağustos 2021 Pazartesi

Yaşam Döngüsü - 12

 Olasılıklar

Canlılık ve doğa sınırsız olasılıklar taşıyan kozmolojik işleyişin kendisine olacak zararını en aza indirmek için kendi oluşum, gelişim, dayanıklılık, sürdürebilir olma, büyüme, uzun süre varlığını koruma ve yayılma olasılık ve olanaklarını arttırmaya çalışmaktadır. 

Bizler de mekan ve zaman yönünden nerede ve ne zaman bulunmalarımızı gözden geçirmeliyiz. Her yerde ve her zaman bulunmaya çalışamayız.  Her mekanda bulunma ve zamanı göz ardı etme lüksümüz bulunmamaktadır. Gençlerin bu konularda özen göstermemelerinin nedeni yaşamaya ve tecrübeye ihtiyaç duymalarındandır. 

Sağlık ve uzun yaşama araştırmamızı kırk yaş ve üzeri üzerine yapmamız üzerine gençlik ve öncesi bizim için gözlem ve inceleme alanımızdır. Yaşamaya ve tecrübe etmeye ihtiyaçlarımızın azaldığı ve belli bir seviyeye gelmemizle birlikte öngörü ve önyargıların çoğaldığı yaşlarda bulunmaktayız.

Öngörü ve önyargılarımız çelikten ve taştan olmamalıdır. Yanlışlama veya doğrulama testlerinin sonucunda kırılgan veya kırılamaz bir yapıya evrilmelidir.  

Olasılıklar için ne imkansız ne de değişmez doğru teşhisi koyamayız. 

Olasılık, mekan ve zaman gibi kendisi bir önemli unsurdur. 

Olasılık, uzay ve zaman gibi tam çözülmemiş ve ucu açık bir kavramdır. 

Bize gerekli olan kendimizin sağlıklı ve uzun yaşama olasılıklarını mekan ve zaman yönünden değerlendirmektir. Kendimiz ve çevre ile olan hangi mekan ve hangi zamanda oluşacak ilişkilerin olasılıklarıdır.

İlerlediğimiz zamanda, ayrılan yolların nerelere gideceği olasılıkları.

Alacağımız kararların bizleri yaşamda hangi olasılıklara sürükleyeceği.

Seçimini yapacağımız olasılıkların sonuçlarının neler olacağı.

Kabul ve red etmelerimizin bize getireceği iyi ve kötü olasılıkları. 

Tüm olasılıkların sonuçları önemli olursa yaşamımızı etkiler, önemsiz olursa birer tecrübe olurlar.

Sağlıklı ve uzun yaşamanın bir çok yolu ve olasılığı bulunmaktadır. Bir reçete ile veya bir standart bilgi ile olasılıklar sınırlandırılamaz. 

Olasılıkları ciddiye almalı onları önemsemeliyiz. 

Geçmişte olasılık değişkenleri günümüze, günümüz olasılıkları geleceğe etki eder. Fakat biz bugün ve geleceğin olasılıkları üzerine durmalıyız. Geçmişte durulan her olasılık bizim için günümüze ve geleceğimize etki edebilme potansiyeline sahip olmalıdır. Günümüze ve geleceğimize etki etmeyecek geçmiş olasılıkların üzerine durmak bizi oyalar ve yorar. 

Yeryüzünde mekan geniş ve zaman döngüsü ise sonsuzdur bizim algımıza göre.

Mekanı ve zamanımızı seçmeye dikkat etmeliyiz. Kendimizi, mekanda bulunmaya ve zamanı seçmeye hakkımız bulunmaktadır ve bunu kullanmaya, dikkat etmeye önem göstermeliyiz.

Canlılık mekanda ve zamanda volkanik bir patlama ve dev okyanus dalgaları gibi yeryüzünde ilerler iken bizler de bu patlamadaki ve ilerlemedeki yerimizi ve zamanımızı belirlemeye çalışmalıyız.

.................

 

19 Ağustos 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 11

 Heyecan

Heyecan duyguların kabarmasıdır. Duyguların yaşanması sırasında hızla ve yoğun şeklide artması, karışması, bedenin hangi duyguda süreceğine karar verememesi, aklın ise o anda hangi tavır halin olmayı, hangi duruş ve tutum belirlemesi gerektiğini seçememesidir. 

Heyecan halinde iken beden yaşam basıncını biriktirmek için fırsat yakalar ve onu kullanır. Çünkü heyecan, bedenin enerji üretip de tüketemediği veya daha az tüketebildiği anlardır. Heyecan yaşayan beden büyük bir enerji birikimi yapar ama eyleme geçemez veya çok az oranda geçer. 

Heyecan duyguların zirve yapma halidir. 

Dört ana duygudan biri olan öfkenin zirve yapmış ve heyecandan titreyen bir beden ve zihni kısaca inceleyelim. 

Öfkeli halde iken, bedende ve zihinde öfke birikir ve birden patlamaya, eyleme doğru yönelir. Bu duygu biriktirilmesi ve hızla yaşanması bedende olağanüstü bir alarm verir. Saldırmaya, harekete yönelmeye doğru bir enerji birikir. Belli bir birikimden sonra enerji eyleme geçerek beden tarafından fırlatılmaya hazırlanır, bunu nesne, ses ve fiziksel hareketle yapmaya yönelir. Bu yönelmeyi durdurma çabaları da oluşacaktır. Kendisine yönelinilmiş olan hedef kendi engel koyabilir. Çevredeki kişiler tarafından engellenebilir. Bireyin kişilik özelliği ve düşünme, mantığı ve sağduyusu, kendini tanıyorsa, yeterli olduğu ölçüde engelleme yapabilir. Yapılan tüm engellemeler üretilen enerjinin bedene dönüşünü yaşam basıncı olarak yapar. 

O nedenle " Vur dedik, öldür demektik " deyimi. Öfkenin birikmiş enerjisinin adil davranma özelliğini, mantığa, akıla dayanarak yapılmadığını göstermektedir. 

Kin duygusu ise üretilmiş öfkenin saklanması ve ileri de kullanmak üzere hafızaya alınmasını işaret eder. Kin hafızada bekledikçe sahibine zarar verir. " Keskin sirke, küpüne zarar verir " atasözündeki gibi. Kin kişinin ruhsal sağlığını onu taşıdıkça bozar ve kişi sonunda varlık nedeninin bu enerji ve kullanılması üzerine olduğu sanısına ve inancına doğru ilerler. 

Yüzüklerin efendisi filmindeki gibi sihirli yüzüğü arkadaşını öldürerek almış olan karakter bu yüzüğün kendisine gün geçtikçe zarar verdiğini ve yaratığa dönüştüreceğini anlayamayacaktır.

Heyecanın oluş nedenleri

* İlk yaşantı şeklini tecrübe anlarında.

Çocukluktan yetişkinliğe kadar fiziksel ve zihinsel olarak yaşların getirdiği zorunlu yaşantıların ilklerinde heyecan duyulur. Zaman ve mekan algılarında heyecan duyulmaktadır. Yaşlar ve ilk gidilen mekanlar gibi. Tüm ilklerde, az veya çok heyecan oluşmaktadır.

* Bedensel ve zihinsel zarar verme ve görme riski taşıyan yaşayış şekillerinde.

Her yaşta kazanma ve kaybetme, birlikte olma veya ayrılma, amaçların gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi, başarıların olması veya olmaması, kabuller ve reddetmeler gibi. 

Heyecanlar yaşam basıncını beslemektedir. Uzun ve sağlıklı yaşam için gereklidir, fakat büyük risk içiren heyecanlar bedensel ve zihinsel yapıya zarar verdiği için alınmamalıdır. Bedenimizin ve zihnimizin olumsuz etkilenmeyeceği orandaki heyecanlar alınabilir. Heyecan her konuda oluşturulabilir bu kişinin tecrübe, hayal gücü ve öngörüsü ile ortaya konabilir.  

Kapitalizm mutluluğun anahtarı olarak heyecanı sıkça kullanır. Bir heyecan makinesi olan gençleri heyecanla yönlendirmek ve ikna etmek daha kolaydır. 

Heyecanın temelinde bedenin ihtiyacı olan yaşam basıncının kaynağı olması bulunmaktadır. Beden ve zihnimiz heyecanla eylem öncesi duygu kabarmasını yaşarken kullanılacak enerjiden daha fazla üreterek enerji kullanımından artan ve kullanılmamış enerjiyi kendisine tekrar alır. Bu fikirden beden ve zihnimizin fizyolojik ve psikolojik dışardan enerji kazanımından çok kendi ürettiği fazla enerjiden arttırarak dönüşmüş olan enerjiyi tekrar kendisine katmasıdır. Bedensel ve zihinsel enerji üretme, arttırma ve bir kısmını harcama, harcanmayan bir kısmını geri kazandırma yolu ile tam bir güneş gibi çalışmaktadır. Bu fikirden de canlıların enerjiyi oluşturma ve geri dönüşümünü sağlama yönünden minik bir güneş temsili olabilecekleri düşüncesine ulaşabiliriz. 

Minik bir yıldız gibi çalışma sistemimiz var ise neden ömrümüzü sağlıklı ve uzun hale getirmeyelim. Yeter ki bu potansiyelimizi keşfedelim ve öğrenilmiş çaresizliğimizi aşalım.

Böylelikle doğanın kaynağının güneş, güneşin kaynağının da evren olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk.

Heyecanın yaşamımızdaki oranı azalması bedenin ve zihin yaşam basıncını biriktirememesine ve kendisini yenileme için önemli bir olanaktan yoksun kalmasına neden olmaktadır. 

Büyük risk taşımayan heyecanlar sağlıklı yaşam için gereklidir.  


.............

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Yaşam Döngüsü - 10

 Duygularımız

Duygularımızın oluşmasında iki önemli faktör bulunmaktadır.

1. İçsel Etkenler

Bedenimizden gelen etkilerle oluşur duygularımız. İtkilerden başlayıp duygularda tamamlanan bir süreçtir bu. Bedenimiz besin, su, mineral ve oksijen alımlarını sentezleyerek tüm hücrelerini beslemek, onarmak, korumak ve bunların devamını sağlamak için ısı ve enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Kanın hızla tüm hücreye yayılması, kalbin buna olanak vermesi, midenin ve sindiriminde kaynak sağlaması sonucunda başlangıç gelişme ve tamamlama aşamaları için bedenin bütünsel olarak bu çalışmaya katılması gerekmektedir. Bunun için itkilerden başlayan ve duygularda biten hareket ve enerji potansiyelinin son basamağı duygular bizleri bu sürece göre hareket etmeye ve tutum almaya zorlarlar biz farkında olmadan. Bedenimizin bizi yönlendirerek  (bir çok etki çeşidi ile)  ve bizim bunun farkında olmadan duygulanmaları yaşayıp ve eyleme geçmemize neden olduğu söylenebilir.

2. Dışsal Etkenler

Duygularımızın çevre, toplum tarafından olumlu ve olumsuz etkileriyle oluşması ve devam etmesidir. 

Örnek olarak öfkelendiğimizi ele alalım. 

Öfkemizin kaynağının içsel mi yoksa dışsal mı olduğunu nasıl anlarız. Tabi ki kendimize sorular sorarak.

Neden öfkeliyim ? Sihirli sorusunu sorar ve cevap ararsak bu duygunun içsel mi yoksa dışsal mı olduğunu verileri değerlendirerek bulabiliriz. Bir duyguyu yaşarken onu incelemek zordur. Çünkü duygu yaşamak üzerinedir. Onu zihinle incelemek ise onu yaşamayı durdurmaya çalışmaktır geçici de olsa. Burada ikilem vardır. Yaşamak mı yoksa onu değerlendirmek üzere dondurmak mı. Öfke duygusunun içten mi dıştan mı olduğunu bu duygu geçince anlamak daha kolaydır.

Önümüzde bir duygu yaşanmışlığı bulunmaktadır. Onu detayları ile masaya yatırarak inceleme altına alınabilir. Kendimizi tanımamız halinde bu duygunun içten mi yoksa dıştan mı geldiğini kolayca anlamaya başlarız.

Duygularımızın içten mi yoksa dıştan mı olduğunu anlamak bize fayda sağlar.

İçten gelen duyguların bedensel olduğunu anlarsak kendimizi (fiziksel ve duygusal) tanımamızda bir adım atmış oluruz. 

Dıştan geliyorsa, ilişkilerin ve tüm olasılıkların taranması gerekmektedir. Bu durumda kendimizin  çevre, toplum ilişkilerini gözden geçirmemiz anlamına gelmektedir. İnceleme ve araştırma sonuçlarında ise yeni kural, karar ve ilkelerimizi oluşturmamız gerekmektedir. 

Konusunda uzman kişilerden de yardım almamız gerekebilir. Duygularımızın bize stres, sıkıntı ve bulanım olarak dış etkenlerin bir etkisi olarak olduğunu saptamamız bu konuların uzmanlarca değerlendirmesi tekerleği tekrar icat etmeye çalışmamızı veya Amerika kıtasını yine keşfetmeye çalışmak gibi sıkıcı ve yorucu uğraşlardan koruyabilir.

............

Yaşam Döngüsü -9

 İkinci Yaşam Döngüsüne Yönelme ve Hazırlıklar

Yönelim

İçimizdeki enerjiyi tutmak ve basınç miktarını arttırmak amacında olmalıyız. 

Çocuklara bakınız, en iyi örnekler onlarda. Bizim gibi akıcı ve hızlı konuşmak istiyorlar. Fakat yapamıyorlar, çünkü enerji var deneyim ve bilgi yok. İstek var fakat beden yapısının uygulama, pratik eksiliği var. Potansiyel var, eylemler ise eksik ve yarım kalmakta. 

Çocuklar, gençler ve yetişkinler gibi rahat ve akıcı konuşamazlar. Çünkü bedenleri mevcut enerjisini bunun için harcamaya alışkın değil. İlerleyen zamanla eğitim ve öğretimle onların bu alışkanlığını edindirmeye çalışıyoruz. Doğasıyla bulunan saf bedenin içinde saklı duran kültüre yatkınlığını aralıklı ve uzun bir süreçte toplum için ortaya çıkartıyoruz. Yani bedenindeki gizli kalmış bir özelliğini büyük bir çaba ile ortaya çıkarıyoruz eğitim ve öğretimle. Bu süreç uzun ve zorludur. 

Belli bir yetişkinlik yaşında da aynı yöntemi kullanabiliriz. Çok konuşmak isteyip de az konuşarak, çok hareket etmek isteyip de az hareket etmek gibi. Zihnimizin bedenden toplum standardı enerjisinin akışına baraj oluşturmak. Olanaklarımızın elverdiği fakat yapmadığımız veya azını, belli miktarını yaptığımız eylemlerimizin arta kalan kısmını tekrar bedene aktarmak. Bedenin potansiyeline artı değer oluşturmak.

Yönelme - 100 enerji potansiyeli    Eyleme geçen miktar - 50  Bedene dönen enerji (Basınç) -50 şeklinde  bir örnek verebiliriz. Önce potansiyel bir enerji oluşturup sonra bu enerjinin belli bir oranının kullanarak kalan potansiyel enerjinin bedene iadesi şeklinde. Bunu başta çocuklar, gençler ve yetişkin öncesi bireyler yapmaktadır. Buna enerjinin basınca dönüşmesi ve bedene iadesi olarak alabiliriz. İlerleyen yaşlarda bu refleksif hareket azalmakta bedenin basınç oranı düşmektedir. 

"İçimde uhde kaldı, istedim yapamadım " gibi deyimlere olumlu yaklaşmalıyız. Çünkü yaşanan tecrübelerde beden ve zihnimizin ürettiği enerji tüm den tüketilmemiş olup beden ve zihne basınç enerjisi olarak geri dönmüştür. Bu durum beden ve zihnin ihtiyacı olan bir olaydır. Eğer tüm ürettiğimiz beden ve zihin enerjisini tümden tüketirsek bu hal bizlerde büyük bir boşluk, yorgunluk ve hiçlik ruhsal hale sürükler. Bu olayın tam tersi de aynı kötü etkiyi yapar, ürettiğimiz enerjiyi hiç kullanamaz veya çok az kullanabilir isek (Nihilist ve yılgın gençlik).

Toplum kültürel yapısı aslında bizlerin  kendimizi tümden tükenmekten korumaktadır. Freud'un iddiası olan bilinçaltımızın tatmin edilememesi bizde mutsuzluk yaratmaktadır tezi, eğer bilinçaltımızın tüm isteklerini tamamı ile tatmin etse idik beden ve zihin olarak büyük bir boşluk içine girerdik. Buradaki denge bilinç altımızın etkilerini uygun ve oranda zaman ve mekanda yeterince yaşamaktır. Yaşayışımızdaki mutsuzluk kaynaklarımızın nedenlerini bilinçaltımızda değil, yaşadığımız çevre ve ilişkilerde, kendimizi tanımamızda aramalıyız. Bilinçaltımızdan gelen veriler canlılığın temel unsurlarıdır, onların kültürel yapı içinde sağlıklı yönetilememesi ve işleyiş sürecindeki itkiden akıla olan ilerlemesinde sıkıntılar oluşması, tıkanıklık yaşanmasıyla mutsuzlukların oluşma durumu olabilir. İtkiden başlayan bir kıvılcım sağlıklı olarak zihne, akıla ulaşınca  yaşam döngüsü tamamlanmış ve sağlıklı işlemektedir diyebiliriz. 

İtkiden akıla ulaşan veya ulaşamayan bilmediğimiz canlılığın temel yapısına ait bir çok bilgi bulunmakta iken şu an bize gerekli olan ve aklımızla zihnimizle kavrayabildiklerimiz bireysel ve toplumsal yaşamın insanca ve doğa ile aynı yönde olan akışa ilerlemesine şu an için yeterli olabileceği tezini oluşturulabiliriz.

Bilinç altı süreçleri biliyoruz. En altta canlılığın temel aksiyonu itki, itkinin büyümesi ve hızlanması ile dürtüler aktif olmakta dürtülerin büyümesi ve artması ile güdüler devreye girmekte, güdülerin sağlıklı olması ve durgunlaşması için insanda duygular oluşmaktadır. Duyguların da sağlıklı ve sürdürebilir olması içinde akıl, zihin, mantık, düşünme devreye girmektedir. 

Aklın ve zihnin gelişmesi, büyümesi ise çalışma sınırlarına ilerlemekte ve geriye yani içinde bulunulan kendini tanımaya, çevreyi, toplumu, doğayı, canlılığı öğrenmeye ve gelişmeler ile kozmolojiyi de takip etmeye devam etmektedir.  Ve belli bir uzmanlığa ilerlemektedir akıl. Uzmanlıkla sınırlarını belirlemektedir. 

Sanat, bilim, felsefe, inanç, iş, hobi gibi bireyin uğraşmaktan keyif aldığı ve yetisinin uygun olduğu alanda ömrünce zaman geçirmekten bıkmayacağı uzmanlaşma sürecini geliştirmeye devam edeceği şeklinde sürmektedir.    

Güneşin çalışma yönetimi olan enerjiyi en uygun ve büyük potansiyeline çıkarıp birden bu potansiyele baskı uygulayıp kendinde koruması ve basınç olarak kendinde tutmasıdır. Bu eylemden kaçan enerjinin uzaya yansıması şeklinde bir uzun bir devinimi bulunmaktadır. 

Bedenimizden çıkmaya hazırlanan enerji potansiyelini baskılayarak çıkan enerjiyi azaltıp geri kalanını tekrar bedenimize yönelterek enerjinin basınca dönüşmesini sağlayabiliriz. Buna örnek, kızıp da eyleme geçmemek gibi. Hızlı ve uzun bir yürüyüşe çıkma potansiyelini içimizde hazırlayıp bize yeterli ölçüde bir yürüyüşü gerçekleştirmek gibi. Burada önemli olan nokta bedenimizi kandırmamaktır. Bedenle anlaşarak bu uygulamaya yönelmek önemlidir. Diğer bir uygulama ise duygularımızı sonuna kadar yaşamamaktır. Sonuna kadar sevinmek, dibine kadar üzülmek gibi duygulanımları yaşamamaktır. Çok ve uzun sevinecekmiş gibi halden birden sevinci yeterli bulup diğer duyguya geçmek gibi. 

Duygularımızın akışına yön vermede bilinçli ve kendinde olmak ve duyguların ilişkilerimize olumlu yansımasını sağlamak. Huysuz ve geçimsiz bir duygusal ruh halini kimse istemez. Bu konuda en pratik sahipleri tiyatro ve film sanatçılarıdır. Onlar bir role hazırlanırken tam duygusal yükleme ve boşaltma antremanı yapmaktadırlar. Sahnede duygudan duyguya geçişlerinde hızlanan sesleri ve hareketleriyle tam bir çocuk performansı göstermektedirler. Biz izleyiciler onları izlerken birer çocuksu hareketler görürüz, etkilenmemizin nedeni ise söz ve hareketlerden sonraki gelen onlara verdiğimiz anlamlar sayesindedir. Sahnedeki oyuncunun hareketlerini izleyin ve kulağınızı duyamayacak kadar tıkayın ne görürüz. Şımarık bir yetişkinin çocuksu hareketlerini görürüz. Sözlerini tamamlayan rolleriyle bizler onlara anlam verdiğimiz için iyi bir tiyatro ve film izlemiş oluyoruz. 

Dört ana duygunun duygusal salınımını bedenimizde bulunmasına gayret etmeliyiz. Bunlar öfke, korku, sevinç ve üzüntü. 

Bu duygularımızı hem kendimiz için hem ilişkilerimizde faydalı halde kullanmamız gerekmektedir. Bedenimizin itki, dürtü ve güdü özellikleri duygularda birikmekte olup görünür olmaktadır. 

Duyguların bizde tükenmesi demek olan duygusuzluk hali geriye doğru eksilmelere ve yokluklara doğru ilerler. Duyguların eksikliği önce güdülerimiz azaltır, güdünün azalması dürtüleri azaltır, dürtülerin azalması da itkileri azaltır. İtki ile duygu arasındakileri ket vurmak sakıncalıdır. 

Duygularımızın taşmasını önlemek adına bir takım faydalı yönelimler oluşturulabilir. Sanat, inanç, bilim, iş, hobi gibi kişisel yeteneklerin aktif olunmasına yönlendirilebilir. Böyle olursa hem duyguları baskılamak ya da yok etmeye çalışma gibi yanlış bir yönelme durdurulabilir. 

Duygularımızı yaşamalı ama onların yanlış, zararlı ve kötü sonuçlara bizi ve çevremizi götürmesini de engellemeliyiz. "Öfkeyle kalkan zararla oturur." atasözü gibi olmamak için, öfkelenmeli ama fayda için olmalı. Haklı olunmalı. Dozunda olmalı. Dengeli olmalı. 

Bedenimiz duygularımızı aktif etmek için " incir çekirdeğini doldurmayacak " kadar basit olayları kullanabilmektedir. Bunu yaparken bir ölçeği, birimi, oranı bulunmamaktadır. Gerekli ölçüyü, birimi ve oranı mantığımız, zekamız ve sağduyumuz belirlemesi gerekmektedir. Duygularımızın kontrolünü ele almalıyız derken bunları kast etmekteyim. Duygularımızı baskılamayı, azaltmayı, yok etmeyi değil. 

Bedenimizdeki, azalan yaşam basınç miktarını, arttırmanın bir yolu olarak bu yöntemi kullanabilir miyiz. (Bakınız sayfa https://ozkansalman.blogspot.com/2021/02/basnc-uzerine-eytisimsel-dusunmeler.html 18. paragraf)

Bunu yapabilir miyiz ? Yapmamız halinde bize sağlığımıza olumlu ve iyi yansıma olabilir mi ? Nereden ve nasıl başlayacağız ?

.................

15 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 8

 Dengeli yaşamak

Kendimizi yani bedenimizin fiziki yapısını ve duygusal salınımlarımızı tanımamızla birlikte ilişkilerimizin oluşumu, gelişimi ve sınırları konusunda da bir denge oluşturmaya çalışırız.

Organizma, canlı ve insan olarak yaşamda dengemizi oluşturmanın standardı ve sabitliği bulunamaz.

Bunun nedeni köklerimizden gelen canlılığın temsilinde hareket etme, mekana ve şartlara uyum, zamanın içinde olma gibi bir çok önemli faktörün ve dıştan gelen hareket ettirme, mekan, zaman şartlarının parçalayıcı, ayırıcı ve dağıtıcı özelliklerinin bir arada bulunmasıdır. Bizler çok değişen, dönüşen devasa bir oluşumun içinde ufak bir parça halinde bulunmaktayız. İnsan olarak bu kaosa direnmemiz türümüzün işbirliği ve canlılıktan aldığımız ilkelerin bizlerde bir adım öne geçmesi sayesinde mümkün olmaktadır. 

İnsan olarak canlı yaşamının gelişmesi, büyümesi ve yayılması adına evrende her olasılığı deneyeceğiz. Canlılığın yapısında mekanda genişlemek, yayılmak ve varlığının devamı için her türlü olasılıkları deneme vardır. Dolayısı ile kimi insan gidilmiş veya gidilmemiş dağlara, denizlere, kıtalara ve uzaya gidecek, kimi insan o gidenleri yönlendirecek, kimi insan yeni buluşlar ve icatlar yapacak. Türümüz her olasılığı denemektedir. Bundaki amaç tekil ve tikel gibi görünse de alttaki amaç daha büyük bir kaynaktan yani doğadan, canlılıktan ve onların temelinden gelmektedir.

Bir Doğa Tasviri

Doğayı daha iyi anlamak için bir tasvir yapmak istiyorum. Topraktan çıkan bir tohumun normal büyümesine gözümüz ve zihnimiz alışıktır. Çiçeklerinde öyle, onları önce tomurcuk olarak görürüz ve daha sonra bir bakarız çiçek olmuş ve açmış. Tohum ve tomurcuğun tüm hareketlerini kamera ile çekip bizim algımıza göre hız verdiğimizde onların gelişimin tümden kavrar ve hayran kalırız. 

Dünyaya doğru uzatılmış bir dev kamera olsaydı ve ilk canlılığın başladığı anlardan günümüze kadar gelişimini hızla bizim algımıza göre verilebilseydi donup kalır, beyin tutulması yaşardık. Bir ay kendimize gelemezdik. Çünkü o izlediklerimizde bir çok sorunun cevabını görür hangisinden başlayacağımıza karar verme konusunda beynimiz kısa devre yapardı.

Canlılığı yeryüzünde patlayan volkanlardan havaya, suya ve karaya yayılan lavlar gibi hayal edebiliriz. Ama bu lavlar ayrı sıcaklıkta, katılıkta,  farklı renk, şekilde bulunmaktadır. Bir bütün halinde ama dağınık bir şekilde hızla hareket etmektedirler. Birbirlerinin içine geçmekte ve değişime uğramaktadırlar. Birbirlerini çekmekte, itmekte ve dağıtmaktadırlar. Sığ sulardaki otlar gibi sallanmakta, balık ve kuş sürüleri gibi dolaşmakta, kediler gibi yalnız gezmektedirler.

Canlılık yeryüzünü yeraltından, yerüstünden, sudan ve havadan tümden kuşatmaya çalışmaktadır. Zaman zaman belli bir mekanda sıkışmakta ve kendi içinde yeni genetik olasılıklarını test etmektedir. O testlerden sonra yayılımını ve gelişimini daha hızlı ve dayanıklı olarak sürdürmektedir.

Biz insanlar, türümüz, canlılık, doğa okyanusu karşısında küçük bir göl gibiyiz. 

Bu doğa tasvirinden sonra denge kurmamızın ne kadar zor olduğunu tahmin etmek zor değildir. 

Bu devasa canlılık içinde ufak bir türüz, doğanın bir dal uzantısıyız. Varlığımız doğaya, canlılığa dayanmaktadır. Ona saniyeler (nefes) ile bağlıyız. Ömrümüz bu saniyelerin uzaması ile ortaya çıkıyor. Genetiğimizin bu zamana kadar bize sunduğu olanakları arttırabiliriz. Bu olanak var ise kullanmamız aklımızın, insanlığımızın bir özelliğidir. 

Türler arasındaki rekabetin canlılık için amacı doğanın evren karşısında kozmolojik etkilere, yasalara karşı daha dayanıklı olması, varlığını sürdürmesi, geliştirmesi ve yayılması üzerinedir.

Bizlerin sağlıklı ve uzun yaşama amacı da canlılığın ve doğanın ortak amaç ve ilkelerine uygundur. Bitkilerin bin, iki bin yaşamaları çevre şartların olanakları ve kendilerinde var olan veya geliştirdikleri yetileri ile gerçekleşmiştir.

Bugün teknoloji sayesinde ömrümüzü uzatma olanağı var iken kısaltma veya yarıda kesilme riskini de taşıyoruz.

Kontrolsüz ve denetlenemez bir hızla büyüyen teknoloji hem türümüze hem de doğaya zarar vermektedir. Fayda ve zarar dengesi ne durumda henüz bilemiyoruz. Takip edilemez bir hızda ilerleyen "bilginin varlık bulmuş hali" olan teknoloji bizleri uzaya fırlatmaya doğru ilerler iken doğa(canlılık) ve tür(insan) içinde testlerini yapmaktadır. 

Dengeli yaşamak bir süreçtir. Kendimizi tanıma ve dengeli yaşama canlılığın temel ilkeleri ile paralel ilerleyen bir süreçtir. Bu sürecin bir standart haline gelmesi onun dinamik yapısına aykırıdır.  

Bizim bu süreci en iyi yaşamamız ancak yönünü ve şeklini bilmemizle ilgili olup kişisel sınırlarımızla en iyi dengeyi kendimize göre oluşturma çabasıyla olabilir. Dolayısı ile amacım yaşam koçluğu yapmak değil felsefe ile uzun ve sağlıklı yaşamanın olanaklarını araştırmaktır. Felsefenin günlük hayatımıza dokunmasını, etki etmesini sağlamaya çalışmaktır. 


............... 

8 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü - 7

 " Kendini Tanı ! " (İlişkilerin)

Kendi bedeni ve duygularımızı bilmek, bizim günlük yaşamda nasıl bir ilişki pozisyonları almamızı sağlar.

Kendimize ait ilkeler ve kurallar oluşturur ilerleyen zamanlar. Mekan ve zaman olarak kendimizin nerede ve nasıl bulunmamız, etki-tepkilerimiz, fiziksel gelişim ve duygusal salınımlarımızın yönünü tahmin etme ve o duruma göre kısa ve uzun öngörülerimizin oluşmasını sağlarız.

Hoşgörü ve fedakarlık sınırlarımız, kalıplaşmış sorumluluk duygularının bize olan olumlu ve olumsuz etkileri, eksiklerimiz, fazlalarımız ve bunlar üzerine sağlıklı ve mutlu olma dengesini oluşturma çabalarımız gibi bir çok ilişkilerin etkilerini gözden geçirmeliyiz. 

Canlı ve cansız her türlü ilişkilerimizin için en iyi kıyas ve referans noktası kendimizi tanımamız sonucu oluşmaktadır.

Bizden çok önce oluşturulmuş toplum düzenleri ve onun üzerine işleyen ilişkiler bizlerde kalıplaşmış duygu kalıpları yüklenmemizi sağlamaktadır. 

Günümüze gelene kadar ki toplum düzenleri gerekli ve zorunlu olarak kültür temellerini oluşturmuştur. Onları önemsemeliyiz. Hafife almamalı ve görmezden gelemeyiz. Fakat geçmiş yaşantılarımızdan gelen dürtü ve güdü etkilerini barındıran duygu kalıplarımızı gözden geçirmeliyiz, kendimizi tanımaya, başladığımızda. 

Kendimizi tanıyarak kontrolü ele almalı ve kendimizi bilinçli  yaşamaya ve ilişkiler ağını çözümlemeye yöneltmeliyiz. Bunu başardığımızda her ilişki biçimi bizim seçimimiz, kabullenmemiz, sorumluluğunu taşımamız anlamına gelecektir. 

Kendimize " Ben böyle mi yapmışım, neden böyle yaptım, bunu nasıl yaptım veya söyledim " gibi soruların azalacağı bir ilişkiler ağına doğru ilerleriz. Bilinmeyenlerin ve karmaşıklığın azaldığı bir ilişkiler ağını yaşarız. 

Kendimizi tanıdıkça ilişkilerde bulunduğumuz her kişinin bulunduğu duygusal ve fiziksel hallerini anlamaya ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurmayı tercih etmeye başlarız.

............

7 Ağustos 2021 Cumartesi

Yaşam Döngüsü - 6

 " Kendini Tanı ! " (Duygularını)

Duygularımız

Tüm canlılarda itki, dürtü, güdü ve duyu temel özellikleri hazır genetik olarak bulunmaktadır.

Biz insanlarda ise güdü ve duyu çok aktif, yoğun olarak bulunmaktadır. Bu iki özellik bizim türümüzde adeta taşma yapmış ve bir üst aşama olan duygu ve akıl özelliklerine ilerleme zorunluluğuna girmiştir.

Konuşmalarımızda ve dinlemelerimizde üç faktör aktif hale gelir. 

1. Güdü (Bedensel)

2. Duygusal (kişisel duygusal özellikler)

3. Nesnel (akıl, mantık, sağduyu, bilimsel vb. özellikler)

Kendi konuşmalarınızdaki kelimeleri tartınız. Bu üç kategorinin hangisi sizde ağırlıklı olarak bulunmaktadır. Ya da başkalarını dinler iken her ne konu üzerine olursa olsun konuşulan kelimelerin ve konuşma tarzının sizde etkisi hangi kategori üzerinde yoğunlaşmaktadır. 

Güdü

Bu özellik tüm canlılarda bulunmaktadır. Biz insanların tümünde de ortaktır.

Duygular 

Bu özellik sadece insan ve onunla yaşayan evcil hale gelen dolayısı ile zorunlu bağ oluşturulan canlılarda bulunmaktadır. Bir çok duygu bulunmakta olup her kişi için duygu önceliği ve yoğunluğu farklılık göstermektedir. 

Nesnellik

Bu özellik belli bir eğitimle ve öğretimle oluşmakta ve gelişmektedir. Kişilerin bu özelliğe özel ilgi göstermesi onların kendi çabalarıyla gelişmesini sağlamanın yolunu açmaktadır. Bu özelliğin kişiye zorla verilmeye çalışılması belli bir sınıra kadardır. O sınırdan sonra kişi kendi gayreti ve çabasıyla ilerletebilir.

Duygularımızı bilmek bizim tüm ilişkilerimizin iyi ve sorun çözücü hale dönüştürür. Sorunlara boğulma, anlamama, anlaşılmama ve sıkıcı, kötü kısır döngüleri yaşama gibi mutsuzluk kaynaklarını kurutur ve engeller. 

................

5 Ağustos 2021 Perşembe

Yaşam Döngüsü - 5

"Kendini Tanı !" (Fiziki Bedenini)

Fiziksel duruşlarımız ve organlarımız 

Uzun ve sağlıklı yaşamanın temel unsurlarına kısaca değindikten sonra artık pratiğe, güncel zamana ait medyada ve genelde duyulmayan ama uzun ve sağlıklı yaşamanın olanağına yaklaştıran ilk bakışta basit gibi görünen ama detayını incelemeye başlayınca çok önemli olacağını anlayacağımız  bilgilere. 

İnsan olarak mekan ve zaman içinde fiziksel ayakta duruş, oturuş, yatışlardaki şeklimizi düzenleme

Ayakta duruşumuzu sağlığımıza en uygun şekilde düzenlemeliyiz. Ayaklarımızın tabanları (ayağımıza giydiğimiz ayakkabı veya terlik olsa bile) yer ile tam temas içinde olmalı, ayaklarımızın yeri tam olarak kapladığını bedenimizle hissetmeliyiz. Ayak üstü kaslarımız (baldır) ve diz altı kemiklerimizle ayaklarımızın yere tam dayandığını hissetmeliyiz bir sütun gibi.  Dizlerimiz bir yay gibi düz ve eğik şekilde hareket edebileceğimiz potansiyeli taşımalı. Omuzlarımız kısa hareketler ile omurgamızı ve ona ağırlığını tartıyormuşçasına bulunmalı, başımızın ağırlığını omuzlarımıza vermeliyiz. Göğsümüzü sırt omurganın üst tarafına ağırlığını ve dayanmasını verecekmiş gibi yukarıda tutmalıyız. kollar ve eller yanda rahat ve her an bir eylem yapmaya hazır gibi olmalıdır. 

Otururken ayakların duruşunda kan dolaşımını engelleyecek bir biçim olmamalıdır. Dizlerin bükülüp uzun süre durması kan akışını engellemektedir. Ayakların yan ve yamuk duruş alışkanlığı damarların sağlığı açısında ilerleyen zamanda sorunlar yaratmaktadır.

Yatarken de dikkat edilmesi gereken kan akışının tüm bedende olmasına engel olacak şekilde olmamasıdır. Aynı yatış şeklinde uzun saatler uyumak bizlerin yorgun uyanmasına neden olacaktır. 

İç organlarınızı rahat bırakın, onlara eziyet etmeyin

Ayakta duruşumuz, oturuşumuz, yatışımız ve eylemde bulunduğumuz her durumda iç organlarımızı sıkıştırmak, onlara farkında olmadan baskı uygulamak, onlara diğer organlarla (kol, el, ayak, baş vb.) ağırlık vermeyiniz. İç organların en sağlıklı hali bir bütün olarak çalışırken size kendilerini hissettirmemeleridir. Özellikle mide, bu beslenme başlangıcı organımızı ne kadar rahat bırakırsanız o kadar sessiz olur ve size varlığını hissettirmeden çalışır. Bunu sağlamak için tıka basa doldurulmamalı ve her öğünde ana menü çeşidi az tutulmalıdır. Midemize bir mikser muamelesi yapmamalıyız. Ana menü yanında ikinci menüyü değil tamamlayıcı gıdaları tüketmeliyiz. Örneğin bir sebze ana menü yemeğinin (fasulye, nohut vb.) yanında ikinci olarak geleneksel karbonhidrat (pilav, bulgur) tüketiminden kaçınmalıyız. Kalsiyum (yoğurt) içerikli ve hafif, az olarak diğer gıdalar (salata) alınabilir. Ana menüyü mideyi doldurmak üzerine (karın doyurmak) değil açlığın giderilmesi amacına gidilmelidir. Yemekler ne kadar lezzetli ve iştah açıcı olursa olsun geleneksel doyum noktasını referans almamalı kendi bedeninizin ihtiyaç miktarına, oranına göre referans belirlenmelidir. Bedeninizin  iç titreşimsel beden enerjisini hissetmeli ve en sağlıklı halinizi korumak üzerine beslenmelisiniz. Kendimde denediğim tekli beslenme şeklinin çok sağlıklı olduğunu ve mide üzerindeki baskıyı ve zorlayıcı çalışmayı kaldırdığını gördüm. Öğlen vakti bir ana yemeği tek ve az olarak tükettim. Öğle sonrası ilerleyen saatlerde ikinci farklı bir gıdayı aldım yine az miktarda. Akşam yemeği olarak öğlen yemeğinden farklı ama yine az olarak farklı bir yemek yedim. Bu denemede midemin kendini unutturmaya başladığın fark ettim. Artık midem diğer iç organlar gibi sessizliğe ve hafifliğe bürünmüştü. Fakat ben yılların getirdiği midem ve ben algısının kendi içimizde hızla yıkılmasının zor olduğunu far ettim.  Yaşamamızın göstergesinin midemizin sürekli çalışıyor olması ve kendini bize sürekli hissettirmesi gerektiği alışkanlığını gidermek zor idi. Hala bu konu üzerinde çalışıyorum. Amacım midemin varlığını sürekli hissetmem gerekir alışkanlığını bırakmak. Bu sürekli çaba ve dikkat  isteyen bir çalışma. 

Midemiz günlük gıda deposu değildir. Gıda depomuz, dolaplarımız veya gıda arz eden kuruluşlardır. 

Göğüs kafesimizin ağırlığını karnımıza dolayısı ile iç organlara değil sırt omurgamızın üst noktasına veriniz. Böylelikle midemiz ve diğer iç organlarımız baskı hissetmeyip  rahat  bir şekilde çalışıp kendilerini hissettirmezler. Göğüs kafesi içi organlarımızın tutunma ve korunma olanağı daha fazla olurken, göğüs kafesi altı iç organlarımız hem tutunma hem de korunma olanakları azdır. Birbirlerine bağlı ve dayanarak çalışmalarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle bu organlarımızın sağlıklı olmasına daha fazla dikkat etmeliyiz. Karın kaslarımızı güçlü tutmaya ve iç organlarımızın esnek yapısının (iyi çalışması için) bozulmamasına özen göstermeliyiz. 

Göğüs kafesimiz ile başımızı, sırtımızı ve üst omurgayı bir tutmalıyız. Karın bölgesi yani iç organlarımızı da bir bölge olarak almalıyız. Ayaklarımızı da üç bölge olarak almalıyız. Belden dizlere kadar olan bölge, diz ve altı bölge ve ayaklar şeklinde.

Bir çok sağlık sorunlarımız duruşumuz, oturuşumuz ve yatış şekillerinden kaynaklamaktadır. Bu konulara değinmemin nedeni bu nedenle oluşacak bir çok rahatsızlıkların oluşmasını engellemek içindir. Bedenimizdeki fazla kiloların en büyük zararı iç organlarımıza baskı, ağırlık yolu ile en iyi ve sağlıklı şekilde çalışmasına engel olmasıdır.

Kendimden, bedenimle iletişim kurma konusunda gerçek yaşanmışlık örneği vermek istiyorum. 

Mesleğim gereği büro çalışanı olduğum için meslek hastalığı adı verilen boyun ve sırt konusunda sorunlar yaşadım şu an bu sorunu büyük bir oranda atlatmış durumdayım bilgi edinmem sayesinde. Çalıştığım kurumun verdiği iş sağlığı bilgileri sayesinde. 

Bir gün yürüyüşüm sırasında sol ayak orta parmağımın kramp geçirmesiyle durmak zorunda kaldım. Beş dakika bekledikten sonra yavaş yavaş yürüyerek on dakika içinde ağrının ve krampın geçtiğine tanık oldum. Kendi kendime sordum neden oldu acaba diye. Şeker mi, tansiyon mu, nikotin mi, kafein miydi acaba. Ani hareket mi etmiştim. Yoksa yorgun olarak mı yürümüştüm. Cevaplarını da düşünme gereği duymadım. Bir hafta sonra aynı durumu yaşayınca artık cevapları aramam gerektiğini düşünmeye başladım. Doktora danıştım. Parmak krampının bilinen daha büyük bir rahatsızlığın bir işaret göstergesi olmadığını söyledi. Bedenim bana bir mesaj, sinyal gönderiyordu ve bunu ben anlamıyordum. Zihnim bütün olasılıkları değerlendirmeye başlamıştı. Şekeri bıraktım. Önce ondan başlayacaktım.

Bir hafta sonra aynı parmak krampını tekrar yaşamıştım. Demek ki şeker değildi. Tansiyonum düşüktü. O da olamazdı. Aradan bir ay geçti, parmak krampını da arada yaşıyordum ve yine düşünüyordum. Rahatsızlığın tekrarlanması beni endişelendirmişti. Tüm olasılıkları tekrar gözden geçirmeme neden oluyordu. 

Bedenim bana bir mesaj, sinyal gönderiyor fakat zihnim buna mantıklı bir anlam ve neden veremiyordu. Bir gün masamda otururken işi bitirmiş kısa bir dinlenme anında, kramp girmediği halde rahatça otururken parmak krampın neden olduğunu düşünmeye başladım. 

Bu düşünme sırasında inanılmaz bir deneyim yaşadım. Bedenim rahat ve sakin bir pozisyonda oturuyordum. Ama zihnim inanılmaz bir hızla parmak krampının nedenleri üzerine yoğunlaşmıştım. Düşünmeye öyle dalmışım ki geriye yaslamış ve kendimi sol ayağıma dikkatle  bakar halde buldum. Ayakkabıma ve  ayağıma bakarken birden düşüncelerimden sıyrıldım. Artık düşünmem durmuş sadece ayaklarıma bakıyordum. 

Ve o an gözlerimle gördüğüm ayağımın durumuna bakarak parmak krampımın nedenini görmüş ve anlamış oldum. Sol ayağımı yamuk basıyordum. Yana doğru yatırarak yıllarca öyle oturduğumu ara sıra ayaklarıma baktığımda biliyordum ama parmak krampına neden olduğunu yeni fark ediyordum. 

Soruna önce düşünce yoluyla ulaşmaya çalışmış bulmaya çalışırken ayağım mı yoksa gözüm mü beni harekete geçirmiş yoksa düşündüğüm parmağa ve ayağa bakma düşüncesi mi beni sevk ederek sorunumun çözümünü bulmuştum. Büyük olasılıkla, genellikle düşündüğümüz ne olursa olsun ona doğru bakma isteği duyarız, böylelikle hem odaklanmış hem de yönelmiş oluruz. Sanırım düşünmem sonrası ona bakmaya yönelmem sonucu onu öyle görmemle birlikte sorunu ve nedenini görmüş oldum. 

Oturuşumdaki sol ayak şeklini düzelttim hala yıllarca edindiği alışkanlıktan onu alıkoymaya çalışıyorum bunda da ısrarcıyım. Çünkü o sayede sağlığımı devam ettireceğimi biliyorum. Parmak krampım ayağımın oturma pozisyonunu düzeltince önce çok kısa sürdü ve bir daha olmadı. Bu sorunla bir daha karşılaşmamam sol ayağımın otururken düzgün tutmama bağlı durumda. Bende kendim için sağlıklı oturuş, duruş ve yatış şeklini keşfetmeye böylece yönelmiş oldum. Bu benim ömür boyunca bedenimle iletişim kurma ve devam ettirme alışkanlığı, gerekliliği üzerine durmam anlamına geliyordu ve buna çok sevindim. Bedenimle konuşmaya ve onu dinlemeye devam ediyorum. Ona soruyorum " Sağlıklı ve uzun yaşamaya var mısın ? " O da bana hemen cevap veriyor " Neden olmasın ? " diye.

Bu örnekle önemli bir konuya giriş yapıyoruz. 

Bedeninizle iletişim kurunuz. Beden ile zihniniz arasında iletişim kurmaya çalışınız. Dolayısı ile kendinizi tanımaya başlayacaksınız. Bedenin seslerini, duruşunu, sinyallerini zihninizce değerlendirin. "Bedenim bu rahatsızlığı ile bana ne demek istiyor ? " Sorunu sorunuz zihninize. Zihniniz araştıracak, bakacak, dinleyecek,  bedeninizi inceleyecek ve bedeninizin size anlatmak istediği sinyali, uyarıyı, mesajı alacak ve çözecektir.

"Kendini Tanı" Felsefik ve kadim öğretiye giriş yapınız.  

.............

Yaşam Döngüsü - 4

 Genetik Etkenler

Canlılığın birbirine bağlanarak temel genetik bilgileri aktardığını biliyoruz. Yaşam boyunca bu bilgiler bedenimizin ve zihnimizin işleyişine etki etmekte olmasına rağmen, çevre, ortam ve yaşama şart, şekillerine göre değişim gösterme potansiyeli bulunmaktadır.

Yaşam İçindeki Etkileşimler

Canlılar diğer canlı veya cansız varlıklar ile sürekli etkileşim halinde bulunmaktadırlar. Bu oluşum canlıların yaşamdaki varlıklarını en çok meşgul ve etki eden bir unsurdur.


......................

2 Ağustos 2021 Pazartesi

Yaşam Döngüsü - 3

 Diğer canlılar

Tüm canlılar birbirinin yaşam zinciridir. 

Bu zincir canlılığın kozmolojik evren işleyişi üzerinde varlığını korumasını, sürmesini, gelişmesini ve yayılmasını sağlar. 

Dünyada yeryüzünde tüm canlılar birlikte, iç içe, alt alta, üst üste, yan yana yaşamaktadır. Bu yaşama biçimi en temel ve en gerekli olan bir yapıdadır. 

Tüm canlılar birbirine hem yararlı hem de zararlı olabilmektedir. Bu durum doğanın, canlılığın temellerinden gelmektedir. Beraber her mekanda ve zamanda bulunmamız bu durumu zorunlu kılmakta, canlılığın gelişimi ve değişimi de bu duruma dayanmaktadır.

Bizler için hangi canlı faydalı hangi canlı zararlı bilmek zorundayız. Bunu bilmemizin amacı diğer canlıyı, canlıları yok etmek için değil kendimizi korumak içindir. 

Günümüzde bizler için tehlikeli olabilen iki canlı türü bulunmaktadır. Birincisi kendi türümüz ikincisi ise mikrobiyolojik canlılardır. Bu saydığımız iki tür hem faydayı hem de zararı içinde barındırmaktadır.

Kendi türümüzün kendi içindeki zaafları zararlı hale dönüştüğünü biliyoruz. 

Özellikle iki ana unsur bu zaafımızı oluşturmaktadır.

1. İhtiyaçlar.

2. Hakimiyet isteği.

İhtiyaçlar temel canlılık ilkelerinden gelmektedir. Fakat bunun sınırlarının, miktarının belirlenmesi ve doğru, gerekli ihtiyaçların önceliklerin tercihi, bizlerin bilinçli seçimiyle olmaktadır.

Hakimiyet isteği de zaten ihtiyaçlara sahip olmanın sürekliliği üzerinedir.

..............

Yaşam Döngüsü - 2

 Kozmolojik evren işleyişi

Kozmolojik evren işleyiş deyimini canlılık dışındaki tüm madde ve enerjiyi ifade etmek için kullanmaktayım.

Isı miktarı, basınç, çarpışma, birleşme, ayrışma, termodinamik yasalar, canlı tanımına uymayan her türlü  madde  ve enerji şekli, türü, biçimi, etkileşimlerini kozmolojik evren işleyişi adı altında değerlendirmekteyim. 

Canlılık öncesi oluşmuş ve devam eden devasa bir işleyiştir bu. Evrenin, (canlı ve doğadan bağımsız) oluşmasını ve devamını sağlayan bir işleyiş.

Kazalar, afetler gibi canlı için tehlikeli etkenler, bu işleyişe günlük yaşam için örnek olarak verilebilir.

Bizler organizma olarak kazalar ve afetlerden korumamız gerekmektedir. 

Kaza kavramı çok geniş bir anlam taşır. Ev, iş, kamu alanları vb. gibi zaman ve mekan olarak çok geniş ve şekilde bulunmaktadır. 

Kazalara karşı; 

1. Elimizden gelen korunma ve en aza indirme hali.

2. Elimizde olmayan ve kazaya maruz kalma hali.

gibi iki şekilde olay tanımı oluşmakta.

Elimizden gelen koruma ve en aza indirme halinde olmak için kendimizin bulunduğu mekanları genişleyen bir dairesel bir döngü içinde çevrenin kaza olasılıklarını hesaplamaktan geçer. Dikkatle bakmak ve görülen her türlü olası oluşabilecek kaza risklerini değerlendirmek gerekmektedir. Bu durum sanıldığı kadar zor değildir. Eşyaların konumu, enerji hatları, kimyasalların durumu, elektromanyetik etkiler gibi bir çok unsurun güvenli bir durumda olduğunun kontrolü yapılabilmektedir. Sadece bunu için kısa süreler harcanması yeterlidir.

Elimizde olmayan, kontrolümüzün dışındaki kazalara  maruz kalma riskini tahmin etme, olasılıkların genişliğini değerlendirme ile azaltma veya en aza indirme olanağımız bulunmaktadır. Bu ise zordur. Çaba ve dikkat gerektirir. Elimizde olan kazalara karşı korunma için bir iki hamle ilerisini tahmin etmek yeterli olurken, elimizde olmayan kazalar için üç veya daha fazla oluşacak hareketleri ve etkileşimleri tahmin etmek gerekmektedir. Satranç oyunundaki hamleler gibidir kazalara karşı önlem ve korunma sağlamak. Kozmolojik evren işleyişi satranç oyunu gibidir. İlk hamlelerden sonraki hamleler hesap edilebilir. Bunun için biraz çaba harcamak gerekmektedir. Ben dahil bir çoğumuz elimizden gelen korunma olanağı olan kazaları tahmin edebilirken, korunma olanağı zor kazaları tahmin etmeye henüz hazır değiliz. Bu çaba bir yetenek haline gelebilir, tercih eden kişiler için. Bu önemli konu bir meslek bile olabilir bu konudaki bilgi ve bilinçlerin artması ile. Görülmesi zor ve kontrolümüz dışındaki kaza risklerinin boyutu daha geniştir. Dairesel olarak  yakın çevremizden daha ileri bir mekan ve zamana ait incelemeler gereklidir. Bulunulan mekanın çevresi, yakın çevresi veya küresel bazda değerlendirmek gerekmektedir. Bu da uzmanlık gerektiren bir alandır. Bu tür kazaların olasılıklarının tahmini geniş bir mekanı, zamanı ve olası geçmişten gelen ve geleceğe yansıyabilecek olay hikayesini ( Tıp deyiminden alınmıştır, örnek; hasta hikayesi) kapsamaktadır.

Geçmiş, şu an ve gelecek olayları tahmin etme ve değerlendirme olanağı bizi tarihin ünlü " Hızır" kavramına götürmektedir. İnsanlık tarihi boyunca mekan ve zaman içindeki madde ve enerji hareket tahminleri biz insanların sürekli uğraştığı bir alandır. Doğamızdan gelen bir yetenek olmasına rağmen hala bunun için gerekli çabayı verdiğimiz söylenemez. Artık bu tahminleri bilimsel ve bilgisayarlar aracılığı ile almak zorunda kalıyoruz. Çünkü bu olayların tahmini zor, etkileşim miktarı fazla, olasılıkları ise çoktur. 

..............

1 Ağustos 2021 Pazar

Yaşam Döngüsü

 Yaşam döngüsü, yazı serimde uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını açığa çıkarmaya çalışacağım. Bu özgün fikir ve düşünce çalışmalarımla genel, bilinen ve standart uzun ve sağlıklı yaşam bilgilerini dışına çıkacağım. Araştırdığım her yeni fikir ve düşünceyi önce kendimde test edecek ve sonuçlarından ilham alarak bu yazı dizimde yer vereceğim.

Doğa yaşamı desteklemektedir. Canlılığın kozmolojik evren karşısında her zaman varlığını korumasını, sürdürmesini ve yaşamasını ister. 

Dolayısı ile biz insanlar uzun ve sağlıklı yaşamaktan çekinmemeli, suçluluk duymamalı ve kendimizi fazlalık olarak veya yaşlı bir hayalet olarak görmemeliyiz. 

Önce bir çok " Öğrenilmiş çaresizlik" fikirlerini zihnimizdeki yerlerini zayıflatmalı ve yeni fikirlere, saptama ve tecrübelere olanak vermeliyiz. 

Canlı olarak düşmanımız diğer canlı değildir. Canlı olarak düşmanımız, bize zarar verdiğini bile bilmeyen varlığına karşı dikkatli olmamız gereken kozmolojik evrensel işleyiş yasalarıdır. Canlılık ve doğa bu yasalar üzerine oluşmuş olup ve canlılığın bu oluşumu kendini geliştirmek üzerine kullandığını bilmekteyiz. 

Uzun ve sağlıklı yaşamanın temelinde iki unsur ortaya çıkmaktadır. 

* Organizma dışı etkenler

1. Kozmolojik evren işleyişi.

2. Diğer canlılar.

* Organizma içi etkenler

1. Genetik etkenler.

2. Yaşam içindeki etkileşimler.

............

16 Temmuz 2021 Cuma

Geçmiş Yılları Anmak bir Ağıttır Ölmüş Ben'e

 Dinlemeyin önceki yaşlarınızdaki müzikleri, anmayın o yılları ve yaşanmışlıkları. Dinlediğiniz o her müzikte haksızlık etmektesiniz kendinize. Hücreleriniz isyan etmekte o eski yaşadığınız duygular için. Organlarınız konuşmaya başlamakta sizinle " Ne yapıyorsun " diye. Bedeniniz ölmüş hücreleriniz ve değişmiş organlarınız için yas tutmakta o müzikli dakikalarda. 

Dinlemeyin yaşanmışlık içeren duygular ile dolu anılarınızı taşıyan o müzikleri. Düşünmeyin, geri dönmeyin önceki yılların paslanmış ve tozlanmış belleğinizin dar koridorlarına. Oralarda oyalanırken zihniniz işkence çekmekte her saniye. Bedeniniz haykırmakta size " Sen kimsin, önceki misin şimdiki misin " diye. 

İzlemeyin kaydettiğiniz önceki yaşantılarınızı ve anılarınızı oradaki siz değilsiniz artık. Zorlamayın, çırpınmayın o önceki yaşantılarınız geri gelemezliğine, bırakın zamanı, aksın yeni günlere.

Düşünmeyin önceki yaşamınızı. Çünkü hatırlanmakta ısrar edilen her geçmiş yaşantı birer ağıttır ölmüş olan ben'e. Ölüme hazırlanmanın en kötü şeklidir böyle yapmak, intiharın ise en sessizi ve yavaş olanıdır.

Günü yaşarken veda etmeyi dileyin bu dünyadan. Keyifli bir sohbet anında, düşünürken yeni bilgileri ve her şeyi. Kesilsin sesiniz birden, düşünmeyi bıraksın zihniniz aniden. Sessizce ve düşünmeden veda edin yeryüzüne.

Yaşarken veda edin yaşama. Güzel bir yemek anında. Hoş bir dans etme esnasında. Son projenizle çalışma sırasında. Son seyahatinizin keyifli anlarında veda edin yeryüzüne ve yaşama. 

Geçmişin mutluluğunu, yasını ve hüznünü yaşamayın tekrar "Her dakika yaşadım" demek için, daha günleriniz var iken önünüzde. 

Son nefesinize ve son hareketinize kadar, siz kalın, son halinizdeki siz. Önceki değil, geçmişteki değil, şu andaki siz. Ömrünüzün toplamı olan siz. 

Yeni bir çocukluk yaratın son halinizle, yürümekte ve konuşmakta zorlanan, içindeki gücü taşıyıp da kullanmayan bir çocuk gibi. Düşünmesi geniş, hareketi dar olan bir çocuk. 

İçinizdeki mucizeyi arayın, yaşlılığın sonrası gelen ikinci çocukluk yaşına ve oradan yeni gençliğe uzanmayı ümit edin tüm hücrelerinizde ve organlarınızda. Bu mucizenin anahtarının da kendiniz ve doğa ile barışık olunmada olduğu önsezini de hatırlayın. Hazırlığınızı yapın ilerlemekte olan yaşınızın yeni bir yaşam döngüsü içine gireceğine. 

.............   

20 Mayıs 2021 Perşembe

İnsan Doğa ve Dünya -16

Doğanın Amaçları

Doğa yaşamı destekler. Doğa canlılığın gelişmesini, büyümesini, çeşitlenmesini, farklılaşmasını ve yayılmasını ister (amacındadır).

Doğa Tanımı

Doğa ile doğal kelimeleri birbiri ile ilişkilidir.
Doğal olgular doğaya özgüdür. 
Doğal tüm olgular, olan, olacak olanlar, doğaya ait olan, onunla ilgili kavramlar, kelimeler, olay ve olgulardır.

Doğa en kısa tanımı ile canlıların bütünüdür.

Doğal olgular da hali ile canlılara özgü anlamını taşır.

Canlılar dışında hali ile cansızlar evreni için evrensel işleyiş, kozmolojik işleyiş diyebiliriz. Bunda amacımız canlı dışındaki evreni canlıdan ayırmak içindir. Canlı ve evren. İkilemi canlı ile cansız ayrımı içindir. 

Neden böyle bir ayırmaya gereksinim duyuyoruz. 
Çünkü işleyiş yasaları farklıdır.
Günümüzde hala bu farklı yasaları saptamaya çalışıyoruz. 
Bilimin en büyük eksikliği bu konudur.

Bu önemli konuya ancak felsefe yolu ile giriş yaparak devamını sağlayabiliyoruz. 

Başlangıçta felsefenin araştırma konusu iken az da olsa bir çok bilginin kesin bilgilere dönüştüğü ve yeni bilgi edinme yollarının belirdiği anda bilim onu sahiplenmekte ve güncel yaşam için o bilgiler hakkında sistemli araştırmaya başlamaktadır.

İnsan düşünce sistemi de öyle çalışmaktadır. Felsefik düşünce tarzı da bu yöntemi kullanır.

Bir arazi üzerinde gezerken toprak üstünde parlayan altın parçalarını keşfetmek felsefedir. 

Parlayan bir kısım altın parçalarının tümüne ulaşma planı ve çalışmaları ise bilimdir. Teknolojidir. Ticarettir. Artık bilimi teknolojiden ve ticaretten ayırmak zorlaşmıştır. Bu üç kardeş kol kola dans etmektedirler. Felsefe ederi olmayan ama değeri fazla olan bir çalışma olarak bu üçlüyü seyredip " Sizi yaramazlar sizi"  demektedir. 

Doğa doğal olan ile çalışır. Kozmoloji bilgisini kullanır. Kendince dönüştürür. Doğada gördüğümüz tüm canlılar bunu yapmaktadır. 

Doğa, kozmolojik madde ve enerjinin farkındadır. 
Ona karşı 
* Kendisini savunur.
* Onu (madde ve enerji) ve yöntemlerini (kozmolojik yasalar) kullanır.
* Onu kendi faydasına dönüştürür, sistemini oluşturur.

Doğa için kendi kültürümüzdeki ekosistem (ekonomi bilimine ait terim) terimine katılmıyorum. Ekoloji terimi de uygun gibi durmamaktadır.

Doğa toplamı için " Doğasistem, -i" doğanın içinde bir bölüm için "Doğalsistem,-i" terimleri gibi yeni terimler oluşturmalıyız.

"İnsanın doğası" teriminde sorunlar bulunmaktadır. Yapılan tanımlara göre. "İnsanın dünyası" terimi de aynı şekilde. Bu terimler en azından felsefede doğru olarak yerlerine konulmalıdır.
Bunu şöyle açıklayabiliriz. Dünya bir tane ve bütüncül, kapsayıcıdır. Doğayı ve haliyle tüm canlıları kendinde barındırmaktadır. Dünya içinde dünya kavramı felsefik olarak uygun değilse insanın dünyası da aynı uygunsuz durumdadır. "İnsanın dünyası" dediğimizde kedinin dünyası ile ayrı bir dünya olgusuna ilerlemektedir. Halbuki insan ve kedi aynı dünyanın içindedir. Aynı mantık doğa ile kurduğumuz cümleler içinde geçerlidir. Doğa şu an ki bilgimiz ile sadece dünya gezegenindedir. Marsta canlı fosillerine rastlar isek şu anki doğanın sadece dünyada olduğu tezi yanlışlanacaktır. O teste kadar biz canlılığın hali ile doğanın sadece dünyada olduğu tezinin doğruluğunda insanın doğası ve kedinin doğası terimlerini kullanmamız düşüncemizdeki mantık yollarında yeni bilgililere ulaşmamızı zorlaştırır. Çünkü doğa bütüncül ve kapsayıcı bir tanımdır. Bunu kendi içindeki canlılara ayrıştırmamız, küçük doğalar şekline getirmeye çalışmamız, onun bütünsel tanımına hali zihinsel düşünce biçimimizin doğru ilerlemesini yavaşlatır, odaklanmayı azaltır. Düşünce dağınıklığı kavramların, kelimelerin yerli yerinde kullanılmamasından da oluşmaktadır. 

Peki neden terimleri dar, karmaşık  ve yanlış kullanmaya devam ediyoruz.

Ülkemizde felsefe cumhuriyet döneminden  bu yana konusunda ilerleme yavaş olduğu ve diğer dillerden çeviri yapılırken Türkçe karşılığı konamadığı için, keşfedilen olay, olgu ve kavramlara yeni isim vermek yerine mevcut sınırlı kelimeler ile karşılanmaya çalışıldığı için anlam, olay, olgu ve kavram bolluğu içinde az, eski ve sınırlı kelimeler ile karşılanmaya çalışıldığı için felsefenin gelişmesi, artması, büyümesi yavaş olmuştur. Bir çok felsefecinin keşfedilen yeni, eski olgu, olay ve kavramlara kendilerince isim vermeleri sevindiricidir. Felsefenin ilerlemesine, gelişmesine, yol almasına katkıda bulunması için bu çabalar önemlidir. Katkı yapan kişiler de değerlidir. Dilimizde kelime ve kavram türetme hiç de zor değildir. Yeni üretilen kelime ve kavramlar konusu geçtikçe sözcüler tarafından kullanılarak kulağa tanıdık ve tam yerinde olduğu izlenimi doğabilir. Kullanılması tercih edilenler öne çıkabilmektedir.
Örneğin önceden "bilim adamı", "bilim insanı" terimleri kullanılmakta idi. Çok kullanılan bilimadamı kadın erkek eşitliği farkındalığının artması ile yerini bilim insanı terimine bırakmıştır. Bu kelimeyi kullanan anlatıcılar, sözcüler, yazıcılar kadın erkek eşitliği farkındalığını da destekledikleri anlamını da vermiş olmakta idiler. Sonraki sık kullanımlarda artık bu terim kendi özünü almış ve bir anlama gönderme yapmadan konuşulur olacaktır. Böylelikle kadın erkek eşitliği farkındalığı sözde değil günlük yaşamın içinde var olmaya ve gelişmeye başlayacaktır. Bu süreç hala ilerlemektedir. Hala bilim adamı terimi kullanan kişiler hakkında iki olasılık önyargısı bulunmaktadır. Birincisi bilim insanı teriminin kullanıldığından haberi yoktur ve kendi eski kullandığı şekli ile söz etmek amacındadır. İkincisi ise kadın erkek eşitliği farkındalığını kabul etmiyor ve bilerek bu eski terimi kullanıyorum anlamı vermektedir.

Sözlerimizde ve yazılarımızda kullandığımız her kelime, terim ve kavram bizim düşünce ve mantığımız hakkında bilgi vermektedir. 

Dolayısı ile evren, kozmoloji, doğa, dünya gibi tümel ve bütüncül kelimeleri en azından felsefe dili içinde farkında olarak kullanmak düşünce ve mantık yargılarımızın daha doğru ve yeni bilgilere ulaşmada daha kolay ve hızlı olmasını sağlayacaktır. 

Felsefe dili günlük konuşma diline çevrilirken ise açıklama yapma gereği artmaktadır. 
Felsefe dilinin kapalı ve zor anlaşılır olması onun gelişimini engellediğini biliyoruz. Bunun önüne geçebilmek için anlaşılır ve basit ama günlük dil sıradanlığından da biraz daha kalıcılığı ve sistemi olan bir dil dağarcığı oluşturulmalı ve kullanılmalıdır. 

Dolayısı ile evren, dünya, doğa, canlı, insan gibi tümel kelimelerin tek başlarına anlamları olduğunu tikelerde kullanmanın felsefik düşünmenin, konuşmanın  ve yazımın ilerlemesinde yavaşlatıcı bir yanı olduğu fikri ortaya çıkmaktadır.