23 Mart 2021 Salı

İnsan Doğa ve Dünya - 13



Evren enerjiyi (güneş), maddeyi (dünya) canlıyı (doğa) içinde barındırmaktadır. Şu an ki evren gözlemimizde bu üç farklı gibi görünen varlığı fark ediyoruz. 

Evrenimizde enerji maddeyi, madde canlıyı, canlı doğayı, doğa ise insanı (şimdilik) öne çıkardı. 

Enerji, madde, canlı üçlüsü ilerlemesinde bir değişim görünmektedir algımıza göre. 

Canlıdan doğaya ve doğadan insana ilerleme kendi içinde ilerleyen bir süreç gibi durmakta. 

Enerji, madde etkileşiminde etken enerji edilgen ise maddedir. Enerji madde üzerinde sürekli bir değişime zorlayıcı etkide bulunmaktadır. Madde üzerinden hareket etmekte, onu parçalamakta, çarpıştırmakta, soğuma ve ısınma arasında sürekli bir gel-git olgusunu oluşturmaktadır. Farklılaşan maddeler bu etki ile sürekli yeni bir madde oluşumuna ilerlemekte iken birden form atlaması olur ve canlı ortaya çıkar. Şimdi enerji canlı içinde de dolaşmakta onu değişime zorlamaktadır. Canlı doğaya evrilir ve doğa da insanı öne çıkarır. 

Şimdi ne olacaktır. 

Sırada ne bulunmaktadır. 

İnsan tam dönüş yaparak canlının madde ve enerji üzerine etkisi yörüngesine girer. İlk enerji haline etki etme yetkinliğine ulaşır şu an az da olsa. Bunu trene bakan bir otçul gözüyle bakalım; hareket eden uzun madde enerji kullanarak ilerlemektedir. Otlakta otlayan bir otçul büyük ve uzun olarak ses çıkaran bu maddeye bakmaktadır. Onun gözünde uzun bir kaya ilerlemektedir. Bu metal kayanın gözü yoktur. Ayakları yoktur ona bakan otçula göre, bu giden büyük metal kayayı izlemeyi tekrarladığı için onun kendisine zarar vermeyeceği algısı oluşmuştur, onun çıkardığı tüm sesleri kendine has bir ses olarak algılayacaktır haliyle. Bu metal kayaya bakmayı sürdürmesinin nedeni onun gözden kaybolana kadar kendisine zarar verip vermeyeceğini test etmeye çalışmasındandır. Büyük bir kitle ve hareketi onun dikkatini gözden kaybolana kadar kilitlemektedir adeta. Bu dev metal kaya dursa idi ve içinden bir insan çıkıp evcil otçula yaklaşıp ot verse idi. Otçul onun ve dev metal varlığın kendi türünden olup daha güçlü yani sürü önderi gibi algılardı. Bu örnek dev metal madde içindeki sürücü canlıyı algılamayan ve bilmeyen bir göz açısından bakıldığında madde ve enerjinin kendi başına hareket ettiğine tanık olduğuna dairdir. Yani bir canlı dev bir madde ve büyük oranda enerji miktarını onların isteği dışında ve evrenin olağan işleyişi etkisinden uzak bir şekilde hareket ettirmektedir. Dolayısı ile önce enerji maddeye sonra madde canlıya canlı doğaya doğa insana ve insan ise üç yüz atmışlık bir manevra ile tekrar enerji ve maddeye yönelmektedir.

 İnsanın bu yönü, canlılık ve doğa için yerkürenin keşfedici ve ilerleyici bir öncüsü, dünya dışı büyük sıçrayışın  gerçekleşmesi adına bilgiyi biriktirmesi için bilimi, kendi içinde çöküşü önlemek adına yönetimcileri, adalet kavramı ve yasaları, inanç önderlerini, kazandığı özelliklerini kaybetmemesi ve iç devinimi adına savaş uzmanlarını, boşluk ve hiçlikten kurtulmanın yolu olan sanat ve edebiyatı, iyi yaşamak ve temel hedefine ulaşmak adına üretim ve ticareti, varlığının anlamı ve hedeften sapmayı önleme adına da felsefeyi ortaya çıkarmaktadır. Daha sayamadığımız yaşamla geliştirdiği insana ait tüm yetileri de bu özelliklerine yani keşfedici, ilerleyici ve büyük sıçrayışa hizmet ettiğini söyleyebiliriz bu savımıza göre.

Böylelikle.  

Evrensel bir döngü tamamlanmak üzeredir. 

Evrende değişmeyene en yakın olgu döngü olgusudur. Döngüler bile varlıklarında değişime doğru ilerlemelerine rağmen tümel olarak aynı kalırlar. Enerji- madde- canlı döngüsünde canlının tekrar enerji ve madde üzerine dönüşünün yoğunluğunu insanda görüyoruz. İnsan madde ve enerji üzerine etkinliğini ileri götürerek madde-enerjide otonom oluşturup (teknoloji) diğer madde-enerji varlığına araçsal bir etkide bulunma yoluna girmektedir. İnsan önce kendi madde ve enerji etkileşiminde iken günümüzde madde ve enerjiyi  araç olarak kullanarak diğer madde ve enerjiye etki etme yoluna girmektedir. Yani enerji-madde-canlı döngüsüne etkisini arttırma yolundadır. 

Bu hareketi kaderinin bir parçası mı yoksa amaç dışına mı çıkmaktadır. Bu önümüzde duran bir sorudur. 

Doğanın bir ilkesinde bulunan nokta canlı sınırını sürekli zorlaması gerektiği üzerinedir. Varlığı için her türlü devinim olasılığını deneyecek ve evrensel işleyişin tehlikelerine karşı savunma, büyüme ve gelişme sağlayacaktır. Bu gelişme ve büyüme kendi içine çöküş ve dönüşüm tehlikesini de barındırmaktadır. İnsanlık bu sınırı keşfetmesi ve kuyruğunu ısıran yılan, kendi zehiri ile intihara yönelen akrep örneğine girmemesi gerekmektedir. 

Evrensel olayları incelemede insansı düşünüş değil, enerji, madde ve canlı döngüsünün etki-tepki olgusunun izinden gidilmesi gerektiği ortadadır. 

Bu düşünce şeklinde insanın başrollerde olmadığı sadece ara formda bulunduğu dikkate alınarak mantıklı bir ilerleme sağlanabilir. Evrensel olgu ve olayları insana göre değil başlangıçtan ilerleme aşamalarıyla günümüze yansımaları ile değerlendirmek doğru bir ilerleyiş olacaktır. 

Bu düşünce tarzımız varlık oluşumunun birbirinden türediğine dair savımızın ışığında oluşmaktadır. Bu savımıza göre madde ve canlı oluşumları ayrı ve farklı olarak birden ortaya çıkmamış olup birbirinin devamında ve etkisi ile oluşmuştur. 

Dolayısıyla evrendeki tüm gelişme, oluşumların sıra ve birbiri ardınca, birbirine bağlantılı olarak oluşmuştur bu tezimize göre.

Enerji şekilleri aynı kalmakla birlikte madde, canlı değişimi ve şekillenmeleri sürmektedir.

Enerji - madde - canlı - doğa - insan -  zeka (akıl) - zekimadde - zekienerji şeklinde bir döngü mü bulunmaktadır. 

Evren için zeka ve akıl olgusu, varlığın kendi ve evrenin farkındalığına varması, bilmesi ve tüm olanaklarınca etkileşime geçmesidir. Zekanın canlıda olduğunu görüyoruz. Canlı çevresi ile her an etkileşime girmektedir içten gelen daha çok itki, dürtü ve güdü daha az zekası ile. İnsan ise içten gelen çevre etkileşimlerinde zekayı daha çok öne çıkarmıştır.

Belli ilkelere değişmez kurallara göre hareket eden enerji işleyişinde madde oluşmuş ve çeşitlenmiştir.

Madde oluşmasına rağmen evrensel olay ve işleyiş ilkelerin etkisinde kalmaya devam etmiş fakat kendini farklılaştırmış ve çoğaltmıştır. 

İnsan madde ve enerji kullanımını geliştirmeyip, aklını sürü büyümesinin kendine özgü şekline göre geliştirme olanağı ile bu günkü haline ulaşabilir miydi. Yani ateş, mızrak gibi madde ve enerjileri kullanmayıp sadece canlılığı ve sürü olma halinde olarak dil ve yardımlaşma üzerine çoğalmaya aklını kullanmaya çabalasa idi günümüzde hangi durumda olurdu. Bu günkü haline dönüşür müydü. Yoksa günümüzden daha iyi bir halde mi olurdu.

İnsan bu günkü haline madde ve enerji kullanımı şartıyla geldi ise akılı, madde ve enerji kullanma yetisi ile gelişen, kendini evren ile bağdan bağlantıya geçen, kendi türü ile büyüme, çoğalma ve diğer canlı ile evrensel işleyiş tehlikelerine karşı korunma gibi önemli aşamalar için anlaşabilme, yardımlaşabilme, işbirliğinde bulunma yetisi olarak tanımlayabiliriz. 

Bu yetileri kendi türü içinde tam kullanamamasının nedeni ise bu yetilerinin körelmesine izin vermemesinden kaynaklanıyor olabilir. 

O nedenle rekabet ve hakim olma yarışı, savaşların bitmeyecek olması hep kaynaktan gelen bu etkilerin yansımalarıdır. 

Bu tür eylemlerin kurallara ve adaletle yapılması ise insan varlığının korunumunun sağlıklı bir yansıması olacaktır. O nedenle kural, yasa ve adalet insan türünün dış tehditleri beklerken kendini sağlıklı tutma olanağına hizmet etmektedir. 

Doğa çoğalan canlı türlerine karşı nüfusu sınırlamak gibi büyük etkeni bulunmakla birlikte, insan bu sınırlamalara maruz kalmak istemiyorsa ;

* Nüfus artışını olanakları ölçüsünde ve belli bir hızda dengelemelidir.

* Çoğaldıkça, çoğalmanın ortaya çıkardığı hem kendi için hem de doğa için zararlı etkenleri en aza indirmelidir. Yani doğanın insanı algılamasında sekiz milyar insan varken bir milyar varmış gibi yaşamalıdır. Şu an sekiz milyarız on yıl sonra on milyar olsak da doğa algısında sekiz milyarda kalmışız gibi yaşamımızı oluşturmalıyız. Dolayısı ile yüz milyar olsak da on milyar gibiyiz izlenimi ve etkisi bırakmalıyız. Bunu yaparken ise her insanın mutluluğunu ve iyi yaşamasını da sağlamalıyız (Buradaki amaç doğayı kandırmaya çalışmak değil, artan nüfusun olumsuz etkisini ona yansıtmamaktır).

* Mekanı genişletmek, yeni mekan açmak da doğanın bize nüfus sınırlama baskısından en az etkilenmemizi sağlayacaktır. Bunu başarmak için öncelikle uzaya açılmak gezegenlere doğayı taşımakla, deniz üstü ve altında, yeraltında yeni mekanlar oluşturarak başarılabilir.

İnsanlığın kendi içindeki edebi barışı engelleyen iki unsur;

1. Kendi türünün doğa ve evren işleyişinin tehlikeli ve yok edici etkisine ( "Taş düşebilir " evrensel işleyiş, " Ayı çıkabilir " doğa tehlikelerine örnek olabilir. ) karşı korunma olanağının sürmesi için kendi içinde saldırı ve savunma idmanını yapma zorunluluğu. 

2. Doğanın çoğalan canlı üzerindeki uyguladığı nüfusu sınırlama büyük etkisinin insan türünün kendi içinde ortaya çıkması zorunluluğu (Salgın hastalıklar gibi etkiler doğanın dolaysız etkisi olarak yorumlanabilir).

Savaş, rekabet, hakim olma gibi bir çok olgunun ortaya çıkmasının kaynağı bu iki unsurdan gelmektedir. 

.....................

  

14 Mart 2021 Pazar

İnsan Doğa ve Dünya - 12

 Dünya içindeki canlı ve atmosferi sayesinde dışarıdan gelen madde ve enerjiyi tutmaktadır. Atmosfer fazla gelen güneş ışınlarından ve meteor yağmurundan dünyayı korumaktadır. Atmosfer nasıl oluşmuştur. Temelinin dünya özelliğinden başlayan ve canlıların etkileriyle oluşmuştur. Burada ilginç ve olağanüstü olan cansız diye bildiğimiz dünyanın adeta canlılarla bir işbirliği içine girmesi ve her iki kesim için var olma temeline yansıyan yardımlaşma biçimidir.

Önümüzde önemli bir soru bulunmaktadır. Dünya ve doğa birlikteliğinde biriken madde içindeki enerji dengesi nasıl sağlanacaktır. Bu sorunun cevabı doğada bulunmaktadır. Canlılık, zaten enerjinin madde içinde tutumu ve kullanımı değil midir. 

Bir hedefi, amacı olan ve enerjiyi madde içinde kullanan varlık, canlı ve içinde bulunduğu doğadır. 

Canlı dünyada oluşmuş ve dünyayı kuşatmıştır. Dünya, madde ve enerji dengesini evren işleyiş düzeninden alma sürecinden, canlının ve doğanın bu dengeyi düzenleme çabasının etkisine girmiştir. 

Enerji maddeye, madde ise canlıya, canlı ise doğaya evrilmiştir.

Evrilen enerji ne eksilmiş ne de yok olmuştur. Enerji, madde, canlı döngüsünde sürekli var olmaktadır. Hareket ve zaman bu döngünün görünümleridir. 

Güneşin enerjisi nasıl ki gaz halindeki enerji ise dünyanın enerjisi sıvı halindeki lavdır. 

Canlının kendisine has enerjisi "su" dur. 

Su canlının kendine özgü enerjisidir. O nedenle su dünyanın temel enerjisinin korunumunda doğa ile birlikte etkenliktedir. (İnsan toplum içerisinde enerjisini, değişim aracı olan paraya yüklemektedir.)

Güneş içinde sahip olduğu büyük enerjiyi neden dışarı büyük oranda vermiyor. 

Bir olasılıkla geçiş yapabileceği yakınlıkta başka bir yıldızın olmayışıdır. Bu savımıza göre güneşimizin tehlikeli bir uzaklıkta yakınına gelebilecek ikinci bir yıldız büyük oranda enerji alışverişe neden olacak ve sonuçlarını bilimle açıklayabilecek karmaşıklıkta bir etkileşim olacaktır. 

Dolayısı ile evrende yıldızların birbirine olan uzaklığının oluşma süreci tamamlanmış olmalı. Hali ile yeni oluşan yıldızların evren içinde dağılımının bir düzeni bulunmaktadır. Ya da düzeni oluşmaktadır. Oluşan yıldız diğer yaklaştığı yıldızla birden etki-tepkiye girerek evren düzeni işleyişinin bir parçası olabilmektedir. Şu an uzayda gördüğümüz yıldızlar birbirlerine göre uzaklık oluşturmaktadır. 

Buradan bir soruya cevap aramalıyız. 

Evrenin genişlemesini bu yıldızların uzaklık dengesi mi oluşturmaktadır. 

Büyük olasılıkla evet. 

Bilim bunu  teorileriyle ortaya koyabilir. Evrenin büyüklüğünü, yıldızlar arası en uygun uzaklık oranının yıldız sayısı ile matematiksel oranıyla bulunabilir. Yıldızlar arası uzaklık için yeni bir matematiksel sayı ve ölçü belirlenmelidir. Yıldız sayısı ile uzaklık oranı evrenin büyüklüğü hakkında fikir verebilecektir. 

Son savımız, evrenin genişleme nedeninin big bang teorisinin devamı olmayıp  güneş oluşumları ve evrene yayılma düzeninden kaynaklanabileceği fikrine götürmektedir. Belki de evrenin oluşumundan bu yana genişleme ve daralma hareketi devam ediyor olabilir. Dolayısı ile evrenimiz her güneş oluşumu ve diğer yıldızlara olan uzaklık ölçüsünü oluşturmaya devam ettiği ölçüde genişlemektedir. Evrenin ilk oluşumuna ait teorilerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz gibi. İlk oluşum bir yıldızın oluşumuyla da başlamış olabilir. Patlamanın aksine enerji oluşumu ve bu enerjinin yıldızlarda toplanması, enerjinin dolaşımı ve evrene yayılması yıldızlar kanalından başlayıp yeni atomların oluşması da bu yolla başlamış olabilir. Enerji merkezi yıldızlar evrenin bilinmeyen bir çok yönüne ait cevapları saklıyor olabilirler. 

Enerji canavarı karadelikler ise yıldızların sorun oluşturma olasılığını azaltma üzerine ve yıldız yoğunluğunu dengeleme üzerine oluşuyor olabilir.

Bu savımıza göre yıldızların birbiri ile belli uzaklıkta olmalarının nedeni enerji geçişlerinin zorunlu bıraktığı mesafeden dolayıdır. 

Ve evren yıldızların oluşumu ve birbiri ile olan etkileşimi ile hem genişlemekte hem de daralmaktadır. 

Bu hareket, canlılıkta karşılığı nefes alıp vermek gibidir. 

Tek düzen genişlemekte olmayıp. hem daralıyor hem de genişliyor olabilir. 

Evrenimiz canlının nefes alıp vermesi gibi adeta sıcağın genleşmesi soğuğun sıklaşması gibi hareket halinde olduğu tahminine varıyoruz, sentezimizde.

Yeni soru, evrenimiz canlı ise nasıl bir canlıdır. Eğer canlı ise biz ve doğa bu canlı varlık için ne anlama geliyoruz. 

Faydalı bir bakteri mi, yoksa zararlı bir virüs mü.

Bu tezleri, ancak uzaya açılışımızda karşılaşacağımız engellerin bir duvar, fırsatların ise teşvik olduğuna dair tecrübelerimiz gösterecektir. 

Yani ilerleyebiliyorsak yolumuz açık, ilerlemiyorsak kaderimizin sınırlarını göreceğiz.

  Truman Show 1998 filmin final sahnesi aksine sınırı belirleyenleri görme şansımız da olamayabilir.


............

4 Mart 2021 Perşembe

İnsan Doğa ve Dünya -11

 İnsanın Organları

Doğada yalın ve çıplak iken doğa ve evren tehlikelerine karşı korunma amacıyla tırnaklarımızı ve dişlerimizi daha keskin ve sağlam yapmadık insan olarak.

Daha hızlı kaçmaya veya kovalamaya alıştırmadık bedenimizi.

Daha yükseğe sıçramaya çabalamadık ve uçma alıştırmalarına zorunlu kalmadık av-avcı kıskacında.

Uzaktan gelen koku parçalarının hassas analizini ve çeşidini yapacak burunu geliştirme alışkanlığımız olmadı. 

Soğuğa karşı tüy ve derimizi daha gür ve kalın hale getirmedik.

Sıcağa karşı sık nefes alma refleksini kazanma gereği duymadık, hareketlerimizi azaltma zorunluluğuna girmedik.

Peki ne yaptık bu zamana kadar doğa ve evrensel işleyiş tehlikelerine karşı, hangi organlarımızı geliştirdik korunma için. 

Çok organ geliştirdik günümüze kadar ve hala geliştirmeye çalışıyoruz. 

Av olmaktan ve kendi türümüzün ölümcül saldırısına karşı silahlar denilen elimize ve bedenimize takılan ve çıkarılan organlar geliştirdik. 

Avlanmayı kolaylaştıran koşmamızın, yakalamamızın, parçalamamızın hatta sindirimimizin bir kısmı yerine geçecek silahlar ve ateşi organımız yaptık. Bunlar öyle bir organ ki gerektiği zaman kullandığımız gerektiği zaman bedenimizden ayırdığımızdılar. Bedenimiz bu ek organları kendine yabancı saymadı. Çünkü onların bedene zararı olmuyordu. Hatta beden onlara bakınca onların kendisine ne gibi bir fayda ve zarar verdiğini biliyordu. Mızrak görünce ağzı sulanırken düşman türdaşlarını da hatırlıyor, ateşi görünce hayali pişen avın kokusunu alıyor, ısınmayı hatırlıyor ve vahşi rakiplerini yaklaştırmayacak güvenlik duvarını hatırlıyor ve kendisinin de yanabileceği korkusunu taşıyordu. Artık bedenlerimiz canlı olarak içten ve kalıtımla gelen organ oluşturma şeklini çevreden gelen madde ve enerji, diğer canlıları organı olarak keşfetmeye ve kullanmaya başlıyordu. Bu özellik diğer canlılarda bulunmakla birlikte insanda zirveye çıkmış olup ve son halini alıyordu.

Duyguların ve aklın gelişim kaynağı

İnsan, kendi bedeninde sürekli yapışık durmayıp gerekli olduğunda doğa ve evren işleyiş tehlikelerine karşı kullanabildiği bu ek organların tümü ile arasında bir bağ kurdu. Bu bağ öyle güçlü idi ki ek organlar bedenden ayrı olduğunda beden bunu unutmak istemiyordu. Hangi mekan ve zamanda hangi bu ek organını kullanması gerektiğine karar vermesi gerekiyordu. Reklesif davranma olanağı yoktu. Yani organlar arasındaki hareket sıralama etkisi bu ek organlarda, beden içindekiler gibi hızlı değildi. Hangi mekan ve zamanda ek organlarını nasıl kullanacağına dair refleks geliştirmesi gerekiyordu. Bunu yapmadan önce onları hafızaya almalıydı. Sonra mekan ve zamanda oluşacak olay ve olguları da hatırlamalıydı. Etki-tepki döngüsünü böyle tamamlayabilirdi. 

Bu ek organlarını ve kullanımını gelecek nesillere de aktarmalıydı. Çünkü doğanın ilkesi kalıtım yolu ile iletilemiyordu. Bedeni bu ek organın bilgisini kendi bilgisi olarak almıyor ve gelecek nesile iletemiyordu.

İnsanın ek organları çoğaldıkça onu kontrol etmesi ve doğru olarak kullanması için duygular ve zeka gelişmek zorunda kaldı. Ek organlarımızı tak-.çıkar alışkanlığı insanda duygu dalgalanmasına ve zeka değişimlerine yol açmıştır. Sonraları al-ver (ticaret, alış-veriş ) alışkanlıklarımızla da zirveye çıktı ve hala orda devam ediyoruz. Doğanın canlıya verdiği belirlenmiş beslenme, aynı şartlara göre yaşama olanaklarının dışına çıkmış ve yeni şart ve koşullarına göre sürekli bir yenilenme döngüsündeyiz artan ve gelişen organlarımızla. Kullandığımız her dış madde bedenimizin faydasına olması ve süreklilik kazanması ile organ haline gelmektedir. Canlılıktaki kalıtımla gelen değişimler yerine ihtiyaçlarımıza göre organ oluşturuyor ve yenisi ile değiştiriyoruz. Dolayısı ile canlılığın yavaş, değişen şartlara ve olasılıklara göre gelişimine göre insan türü hızlı, şartlara ve olasılıklara göre gelişimini sürdürmüştür.

Artık insan ek organların duygu yüklemiş, doğru kullanmak içinde zeka oluşturmuştur. Ve böylelikle beden ek organlarla sağlam bir bağ kurmuş ve geliştirmiştir. 

Günümüzde artık organlarımız o kadar çoğalmış ve çeşitlenmiştir ki ne zekamız yetmekte ne de duygularımız onları taşıyacak güçtedir. 

İş bölümü yapmak zorunluluğumuz ve bu da yetmeyip kalabalık halimize yetecek ek organlarımızla bağımızı koruyacak teknolojiler üretmemiz gerekiyor hala.

Ek organlarımızı öyle bağlandık ve bağımlı hale geldik ki, geriye bakıyoruz, geldiğimiz yere ve hala cevap arıyoruz biz kimiz, neyiz, amacımız nedir, bu yolu biz mi seçtik yoksa bilinemez bir kaynak bizimi yönlendirdi diye. Peki bu soruları kim cevaplamaya çalışıyor bilim mi ? Hayır o hala çevremizde ve içimizde ne var ve nedir soruların peşinde. Bu sorulara cevap arayanlar belli, felsefe, inanç ve sanat.

...............

3 Mart 2021 Çarşamba

İkinci Ölüm (İnsanlığın ikinci ölüme karşı çabaları)

Birinci ölüm fiziksel olmakla birlikte, öldükten sonra unutulmayı ikinci ölüm olarak sayabiliriz. 

Vasiyet, bir insanın ölümünden sonra da isteklerinin devamı niteliği şeklindedir. Ben yokum ama isteklerim devam edecek, ben gidiyorum, ama kalanlar içinde etkilerim kalıcı olmasını istiyorum dercesine bir vasiyettir. Hesap kapatmalar, devam edenlere yön vermeler, sürdürülmesini istemeler gibi bir çok etkinlik amacındadır vasiyet. 

Ölümlü olduğu bilincine ulaşan insan buna etki ve tepki olarak bir çok düşünce ve eylemlere doğru ilerlemiştir. Ölmeyecekmiş gibi yaşarken, ölecekmiş gibi yaşamaya geçtiğinde unutulmamanın yollarını araştırmaya başlarlar. Giderken kendilerini hatırlatacak bir iz bırakmaya çalışırlar. Mağaralardaki el ve diğer izleri  bırakan kadimler, bizler buradaydık derler.  

Bilgi, eser ve kurum üzerinden insanlar sürekli hatırlanmayı istemişler, unutulmayı ikinci bir ölüm şekli olarak görmüşlerdir. Bari gideceğiz hatırlanalım bari demişlerdir. Ölümden kurtulmanın çaresini bulamaz iken unutulmanın çaresini aramışlardır.

Kabile reisleri, büyücü ve şifacılar hep kendi soylarından gelenlere yerlerini vermişler ve hatırlanmalarını garanti altına almak istemişlerdir.

Ölümü ve hatırlanmayı akıllarına getirmeyen kişiler ise yaşamlarında bu konuda hiç üzülmemiş ve endişe etmemiş olanlardır. 

İnsanın ikinci ölümü keşfetmesi, yaşadığı toplumla ve içinde bulunduğu çağla ilgilidir.

İnsan edindiği eğitim ve kültür ile yaşar, etkilenir ve etkilerde bulunur yaşadığı toplum ve çağa. İster basit isterse de karmaşık halde yaşadığı dönemde türü ile bir bağ içine girer. Eskileri anma ve geleceğe hazırlanma ritüel ve çalışmaları insanın kendisini bu olgulara karşı uygulayan durumunda iken ölümü ile bir yere konma şekline ilerler. 

Ben doğdum yaşadım, çalıştım. Eskileri andım. Geleceğin oluşmasına katkıda bulundum. Kendime, topluma ve insanlığa faydalı olmaya çalıştım. Üzerime düşün görevi yapmaya çaba sarf ettim. Ben artık ömrümü tamamlarken gelecekte anılacak mıyım. Unutulmamak için neler yaptım diye düşünmeye ve buna çözümler aramaya başlar.

İşte o zaman bilgi, eser ve kurum olgularına başvuracaktır buna çözüm için. 

Bilgi, eser ve kurum kalıcılığa adaydır. 

İkinci ölüme karşı insan çözümünü bir çok yolla aramıştır günümüze kadar ve bundan sonra da arayacaktır. 

Hatırlanmak, bilgi olarak yaşamaktır.

Nesne, zihne bilgi vermektedir. 

Zihin, bilgiye nesnelik verebilir mi ?

Nesne - bilgi - zihin     zihin bilgi nesne diye bir dönüşüm olabilir mi ?

Burada bir soru akla gelmektedir. Zihnimiz bir tür dönüştürücü müdür bilgi ve nesne arasında ?

2 Mart 2021 Salı

Canlı hareket ilkeleri (Biyo-matematik ve fizik) Giriş Denemesi -1

 

(Resim: Songül Susam ) (Tasarım ve fikir: Özkan)
Resmin ismi : "Doğa ananın insanı uzaya fırlatması" (Özkan). "Kadının, erkeği uzaya fırlatması" (Songül).


Canlılığın sayımı nesne ve madde-enerji sayımı ile aynı ilkelerde birebir olmayıp, onlara ek, artı, üstünde olarak bulunmaktadır. 

-1,0,+1 rakamlarını ele alındığında,

Sıfır noktası canlı varlığının normal halini artıya doğru ilerleme varlığın ilerlemesi, eksilme durumunda canlı varlığının eksilmesini olarak ele alabiliriz.  

Canlılık sayımı bilinen günümüz matematik standardının üstünde yer almalıdır. Ona ek olarak onun üzerinde bulunmalıdır. O nedenle canlı-sayım ilkeleri daha ileri düzey bir hesaplama teknikleri ve yöntemleri kullanılmalıdır. 

Burada canlı-sayım olgusu  sadece canlı cins ve türlerinin sayısı ve onların zaman ve mekan olarak doğa içinde nasıl bir bilimsel öyküleri (hasta tanı yönteminden esinlenilmiştir) olduğu ile ilgili değildir. 

Canlılığın oluşma temellerinden başlayan ve evrendeki (şimdilik dünya) gelişimine, büyümesine, yok oluşlarına (cins ve türlerin), yeni oluşmalarına, yayılmasına ait ilkelerini ortaya koyan ve bunu evrenin nesnel, madde-enerji ilkelerine karşı nasıl yeni ilkelerini oluşturduğunu ve onunla birlikte nasıl devam ettiğini, açıklayan, geleceğe dair yansıma olasılıklarını gösteren, evrenle olan varlığının ne anlama geldiğine dair bilimsel teorileri oluşturma, insanın canlılıkla nasıl bir bağ ve etkileşim içinde olduğunu saptama, insanın canlılık ile evren arasında nasıl bir durumda olduğu, olması gerektiği, olacağı teorilerine ulaşmaya varan bir bilimsel çalışma alanı olabilir. 

Bu alan bir insanın tek başına başlayıp ömür boyu çalışıp belki de bitiremeyeceği bir alandır. 

Bilimsel alanda uzmanların birleştireceği yöntem ve çalışmaları ile ancak tahmini yıllar alabilir. 

Canlılığın temellerini, gelişmesini, değişimlerini, günümüz hangi noktada olduğunu, geleceğe yansımalarını, evrenle bağlantısının özelliklerini ve bir çok konudaki soru ve cevaplarını günümüze değin gelen klasik bilimle cevaplayamayız. Tıkanma yaşarız. Nasıl ki kıtaları aşmak için gemi ve uçak bilgisi teknolojisini biliyor ve kullanıyorsak aynı araçlarla aya, marsa gidemeyiz. Uzay gemisi yapmamız gerektiği gibi canlı ve evrene ait değişmez bilgilere ulaşmak için yeni bilim yapmalıyız. Bu yeni bilimin temeli klasik matematiğinin üstüne çıkmak ona artı değerler yüklemek veya yeni bir sistem ve yöntemleri araştırıp ortaya koymak şeklinde olabilir.

Örneğin canlılığın çekime, ısıya, madde-enerji hallerine, basınca vb. karşı nasıl bir savunma geliştirdiği, kendi faydasına nasıl kullandığı, etki-tepki olarak hangi olayların devam ettiği gibi bir çok soruyu yanıtlayabilecek bir bilim. Canlının evrensel fizik işleyişe nasıl bir savunma geliştirdiğine bir örnek verelim. Güneş ve gezegenlerin birer çekim kuvveti vardır. Fizik yasasına canlı uymayabilir, nasıl işte kuşlar ve uçan böcekler bu yasayı çiğniyorlar ve bu tanımın dışında yer alabiliyorlar, kısa sürede bile olsa, uzaya gidiyoruz gezegen çekim yasasına karşı madde-enerjiyi kullanarak. Canlı evrende gelişigüzel inorganik maddeler gibi davranmadığını bildiğimiz halde nasıl canlının hareketlerini temel evrensel işleyiş yasalarıyla açıklamaya çalışabiliriz. Gezegen çekim alanına giren tüm madde ve enerjiyi çeker. Önermesine canlı çekilme dışına çıkabilir veya bazı canlılar bu çekime karşı durabilir ifadesini eklememiz gerektiği için yeni bir fiziksel yasayı oluşturmamız gerekmektedir. Dolayısı ile her madde ve enerji çekime uymalı ve zorunludur klasik yargıyı, canlılar sizi  siz olun bu yasayı çiğnemeyin oturun oturduğunuz yer de mi diyecek ve bu yasaların değişmezliğini mi zorlayacağız doğa  ve insan açısından. diğer bir komik örnek iki ayrı madde birbiri ile çarpışırsa ya birleşme ya da parçalanma olur önermesine karşı iki canlı birbiriyle birleşiyor üçüncü bir canlı ortaya çıkıyor. Kendileri tam olamasa da aynı kalıyor ortaya bir üçüncüsü çıkıyor. Hidrojenle oksijen birleşiyor ikisi birbirine yapışarak yeni bir tür madde oluşurken canlıda ise iki birleşen ayrılığı anda üçüncüsü oluşuyor. Başlangıç olarak benzer olayların olduğu " o yerde " farklı sonuçlar oluşmaktadır. Her iki olayın oluşmasını ve gelişmesini aynı tutabilir miyiz. Onları açıklayacak yeni bir bilimsel bilgiyi, formülü, metodu bulabilir miyiz. Bulamaz isek ayrı ayrı bilgi, metot ve formül geliştirmek durumunda değil miyiz.

Bilim bunun için kollarını sıvamalıdır. Eğer yapmaz ise kısırdöngüde ve bilinemez bir geleceğe doğru ilerleyecektir. Gelecekte başaracağı en iyi olasılık bütün bilgisini uzaya yönelmekte olduğunu anlamak olacaktır. O nedenle bilimin yeni bir başlangıç ile bakışını, odaklanmasını ihmal ettiği, canlılık ile evren ilişkisine yönelmelidir, evren ilkelerinin içinde olan madde-enerjinin kullanım bilgisinden, türün faydasına daha neler yapabiliriz araştırma amacında ısrar etmek değil. Çünkü geleceğin bilgisi, insan türümüzün daha iyi nasıl olabilir sorusu yerine canlı-evren ilişkileri nasıl sorusunda bulunmaktadır. Türümüzün en iyi gelişimi de bu soruda bulunmaktadır.

....................