Evren enerjiyi (güneş), maddeyi (dünya) canlıyı (doğa) içinde barındırmaktadır. Şu an ki evren gözlemimizde bu üç farklı gibi görünen varlığı fark ediyoruz.
Evrenimizde enerji maddeyi, madde canlıyı, canlı doğayı, doğa ise insanı (şimdilik) öne çıkardı.
Enerji, madde, canlı üçlüsü ilerlemesinde bir değişim görünmektedir algımıza göre.
Canlıdan doğaya ve doğadan insana ilerleme kendi içinde ilerleyen bir süreç gibi durmakta.
Enerji, madde etkileşiminde etken enerji edilgen ise maddedir. Enerji madde üzerinde sürekli bir değişime zorlayıcı etkide bulunmaktadır. Madde üzerinden hareket etmekte, onu parçalamakta, çarpıştırmakta, soğuma ve ısınma arasında sürekli bir gel-git olgusunu oluşturmaktadır. Farklılaşan maddeler bu etki ile sürekli yeni bir madde oluşumuna ilerlemekte iken birden form atlaması olur ve canlı ortaya çıkar. Şimdi enerji canlı içinde de dolaşmakta onu değişime zorlamaktadır. Canlı doğaya evrilir ve doğa da insanı öne çıkarır.
Şimdi ne olacaktır.
Sırada ne bulunmaktadır.
İnsan tam dönüş yaparak canlının madde ve enerji üzerine etkisi yörüngesine girer. İlk enerji haline etki etme yetkinliğine ulaşır şu an az da olsa. Bunu trene bakan bir otçul gözüyle bakalım; hareket eden uzun madde enerji kullanarak ilerlemektedir. Otlakta otlayan bir otçul büyük ve uzun olarak ses çıkaran bu maddeye bakmaktadır. Onun gözünde uzun bir kaya ilerlemektedir. Bu metal kayanın gözü yoktur. Ayakları yoktur ona bakan otçula göre, bu giden büyük metal kayayı izlemeyi tekrarladığı için onun kendisine zarar vermeyeceği algısı oluşmuştur, onun çıkardığı tüm sesleri kendine has bir ses olarak algılayacaktır haliyle. Bu metal kayaya bakmayı sürdürmesinin nedeni onun gözden kaybolana kadar kendisine zarar verip vermeyeceğini test etmeye çalışmasındandır. Büyük bir kitle ve hareketi onun dikkatini gözden kaybolana kadar kilitlemektedir adeta. Bu dev metal kaya dursa idi ve içinden bir insan çıkıp evcil otçula yaklaşıp ot verse idi. Otçul onun ve dev metal varlığın kendi türünden olup daha güçlü yani sürü önderi gibi algılardı. Bu örnek dev metal madde içindeki sürücü canlıyı algılamayan ve bilmeyen bir göz açısından bakıldığında madde ve enerjinin kendi başına hareket ettiğine tanık olduğuna dairdir. Yani bir canlı dev bir madde ve büyük oranda enerji miktarını onların isteği dışında ve evrenin olağan işleyişi etkisinden uzak bir şekilde hareket ettirmektedir. Dolayısı ile önce enerji maddeye sonra madde canlıya canlı doğaya doğa insana ve insan ise üç yüz atmışlık bir manevra ile tekrar enerji ve maddeye yönelmektedir.
İnsanın bu yönü, canlılık ve doğa için yerkürenin keşfedici ve ilerleyici bir öncüsü, dünya dışı büyük sıçrayışın gerçekleşmesi adına bilgiyi biriktirmesi için bilimi, kendi içinde çöküşü önlemek adına yönetimcileri, adalet kavramı ve yasaları, inanç önderlerini, kazandığı özelliklerini kaybetmemesi ve iç devinimi adına savaş uzmanlarını, boşluk ve hiçlikten kurtulmanın yolu olan sanat ve edebiyatı, iyi yaşamak ve temel hedefine ulaşmak adına üretim ve ticareti, varlığının anlamı ve hedeften sapmayı önleme adına da felsefeyi ortaya çıkarmaktadır. Daha sayamadığımız yaşamla geliştirdiği insana ait tüm yetileri de bu özelliklerine yani keşfedici, ilerleyici ve büyük sıçrayışa hizmet ettiğini söyleyebiliriz bu savımıza göre.
Böylelikle.
Evrensel bir döngü tamamlanmak üzeredir.
Evrende değişmeyene en yakın olgu döngü olgusudur. Döngüler bile varlıklarında değişime doğru ilerlemelerine rağmen tümel olarak aynı kalırlar. Enerji- madde- canlı döngüsünde canlının tekrar enerji ve madde üzerine dönüşünün yoğunluğunu insanda görüyoruz. İnsan madde ve enerji üzerine etkinliğini ileri götürerek madde-enerjide otonom oluşturup (teknoloji) diğer madde-enerji varlığına araçsal bir etkide bulunma yoluna girmektedir. İnsan önce kendi madde ve enerji etkileşiminde iken günümüzde madde ve enerjiyi araç olarak kullanarak diğer madde ve enerjiye etki etme yoluna girmektedir. Yani enerji-madde-canlı döngüsüne etkisini arttırma yolundadır.
Bu hareketi kaderinin bir parçası mı yoksa amaç dışına mı çıkmaktadır. Bu önümüzde duran bir sorudur.
Doğanın bir ilkesinde bulunan nokta canlı sınırını sürekli zorlaması gerektiği üzerinedir. Varlığı için her türlü devinim olasılığını deneyecek ve evrensel işleyişin tehlikelerine karşı savunma, büyüme ve gelişme sağlayacaktır. Bu gelişme ve büyüme kendi içine çöküş ve dönüşüm tehlikesini de barındırmaktadır. İnsanlık bu sınırı keşfetmesi ve kuyruğunu ısıran yılan, kendi zehiri ile intihara yönelen akrep örneğine girmemesi gerekmektedir.
Evrensel olayları incelemede insansı düşünüş değil, enerji, madde ve canlı döngüsünün etki-tepki olgusunun izinden gidilmesi gerektiği ortadadır.
Bu düşünce şeklinde insanın başrollerde olmadığı sadece ara formda bulunduğu dikkate alınarak mantıklı bir ilerleme sağlanabilir. Evrensel olgu ve olayları insana göre değil başlangıçtan ilerleme aşamalarıyla günümüze yansımaları ile değerlendirmek doğru bir ilerleyiş olacaktır.
Bu düşünce tarzımız varlık oluşumunun birbirinden türediğine dair savımızın ışığında oluşmaktadır. Bu savımıza göre madde ve canlı oluşumları ayrı ve farklı olarak birden ortaya çıkmamış olup birbirinin devamında ve etkisi ile oluşmuştur.
Dolayısıyla evrendeki tüm gelişme, oluşumların sıra ve birbiri ardınca, birbirine bağlantılı olarak oluşmuştur bu tezimize göre.
Enerji şekilleri aynı kalmakla birlikte madde, canlı değişimi ve şekillenmeleri sürmektedir.
Enerji - madde - canlı - doğa - insan - zeka (akıl) - zekimadde - zekienerji şeklinde bir döngü mü bulunmaktadır.
Evren için zeka ve akıl olgusu, varlığın kendi ve evrenin farkındalığına varması, bilmesi ve tüm olanaklarınca etkileşime geçmesidir. Zekanın canlıda olduğunu görüyoruz. Canlı çevresi ile her an etkileşime girmektedir içten gelen daha çok itki, dürtü ve güdü daha az zekası ile. İnsan ise içten gelen çevre etkileşimlerinde zekayı daha çok öne çıkarmıştır.
Belli ilkelere değişmez kurallara göre hareket eden enerji işleyişinde madde oluşmuş ve çeşitlenmiştir.
Madde oluşmasına rağmen evrensel olay ve işleyiş ilkelerin etkisinde kalmaya devam etmiş fakat kendini farklılaştırmış ve çoğaltmıştır.
İnsan madde ve enerji kullanımını geliştirmeyip, aklını sürü büyümesinin kendine özgü şekline göre geliştirme olanağı ile bu günkü haline ulaşabilir miydi. Yani ateş, mızrak gibi madde ve enerjileri kullanmayıp sadece canlılığı ve sürü olma halinde olarak dil ve yardımlaşma üzerine çoğalmaya aklını kullanmaya çabalasa idi günümüzde hangi durumda olurdu. Bu günkü haline dönüşür müydü. Yoksa günümüzden daha iyi bir halde mi olurdu.
İnsan bu günkü haline madde ve enerji kullanımı şartıyla geldi ise akılı, madde ve enerji kullanma yetisi ile gelişen, kendini evren ile bağdan bağlantıya geçen, kendi türü ile büyüme, çoğalma ve diğer canlı ile evrensel işleyiş tehlikelerine karşı korunma gibi önemli aşamalar için anlaşabilme, yardımlaşabilme, işbirliğinde bulunma yetisi olarak tanımlayabiliriz.
Bu yetileri kendi türü içinde tam kullanamamasının nedeni ise bu yetilerinin körelmesine izin vermemesinden kaynaklanıyor olabilir.
O nedenle rekabet ve hakim olma yarışı, savaşların bitmeyecek olması hep kaynaktan gelen bu etkilerin yansımalarıdır.
Bu tür eylemlerin kurallara ve adaletle yapılması ise insan varlığının korunumunun sağlıklı bir yansıması olacaktır. O nedenle kural, yasa ve adalet insan türünün dış tehditleri beklerken kendini sağlıklı tutma olanağına hizmet etmektedir.
Doğa çoğalan canlı türlerine karşı nüfusu sınırlamak gibi büyük etkeni bulunmakla birlikte, insan bu sınırlamalara maruz kalmak istemiyorsa ;
* Nüfus artışını olanakları ölçüsünde ve belli bir hızda dengelemelidir.
* Çoğaldıkça, çoğalmanın ortaya çıkardığı hem kendi için hem de doğa için zararlı etkenleri en aza indirmelidir. Yani doğanın insanı algılamasında sekiz milyar insan varken bir milyar varmış gibi yaşamalıdır. Şu an sekiz milyarız on yıl sonra on milyar olsak da doğa algısında sekiz milyarda kalmışız gibi yaşamımızı oluşturmalıyız. Dolayısı ile yüz milyar olsak da on milyar gibiyiz izlenimi ve etkisi bırakmalıyız. Bunu yaparken ise her insanın mutluluğunu ve iyi yaşamasını da sağlamalıyız (Buradaki amaç doğayı kandırmaya çalışmak değil, artan nüfusun olumsuz etkisini ona yansıtmamaktır).
* Mekanı genişletmek, yeni mekan açmak da doğanın bize nüfus sınırlama baskısından en az etkilenmemizi sağlayacaktır. Bunu başarmak için öncelikle uzaya açılmak gezegenlere doğayı taşımakla, deniz üstü ve altında, yeraltında yeni mekanlar oluşturarak başarılabilir.
İnsanlığın kendi içindeki edebi barışı engelleyen iki unsur;
1. Kendi türünün doğa ve evren işleyişinin tehlikeli ve yok edici etkisine ( "Taş düşebilir " evrensel işleyiş, " Ayı çıkabilir " doğa tehlikelerine örnek olabilir. ) karşı korunma olanağının sürmesi için kendi içinde saldırı ve savunma idmanını yapma zorunluluğu.
2. Doğanın çoğalan canlı üzerindeki uyguladığı nüfusu sınırlama büyük etkisinin insan türünün kendi içinde ortaya çıkması zorunluluğu (Salgın hastalıklar gibi etkiler doğanın dolaysız etkisi olarak yorumlanabilir).
Savaş, rekabet, hakim olma gibi bir çok olgunun ortaya çıkmasının kaynağı bu iki unsurdan gelmektedir.
.....................
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder