28 Şubat 2021 Pazar

Felsefik Serbest Düşünce Esinti ve Çağrışımları -11

* Sizleri büyük bir saygı duruşuna davet ediyorum

Günlük akışta belli anlar olur, hiçbir şey yapmadan ve öylece durmamız, beklememiz gereken. Bu zamanlarda bedeninizin ağırlığını ayaklara veren ve omurganızın sağlam dengesinde, kollar yanlarda rahat halde uzatılmış olarak, kafamızın ağırlığın omuzlara verilmiş rahatlığında, yüzümüz ileriye sabitlenmiş ve hareketsiz, donmuş, filmin bir karesinde durdurulmuş gibi bir bütünsel duruşta durarak sizleri büyük bir saygı duruşuna davet ediyorum. 

Bu saygı duruşunda bedenimiz hareketsiz ve rahat halde iken zihnimizi büyük bir harekete geçirmeliyiz. Yaşam için, canlılık için, varlığınızın mutluluğunu hissetmek için, doğa için, evren için, canlı varlıkların her türü için, sevdikleriniz, unuttuklarınız ve ayrıldıklarınız için dıştan sakin gibi görünen ama zihinde devasa bir saygı duruşuna davet ediyorum sizi. Kısa süren bu saygı duruşun süresini siz belirleyin. Saniyeler veya dakikalar içinde olabilir. Gün içerisinde ve farklı mekanlarda yapılabilir. Bu saygı duruşunun fiziksel görünümün temelinde rahat bir duruş bulunmaktadır. Belli bir şekilde ve mekanda fiziksel aktiviteden zihinsel aktiviteye geçiş amacındadır. Ayakta duruş insana özgüdür. Oturmak, yatmak gibi bedenin rahatlamasına yönelik meditasyon gibi uygulamalar bedenin çalışma düzeninin en alt seviyeye çekerek uyku haline döndürmekte olup zihinsel aktivitelerin akışını durdurmaktadır. Ayakta durmak bedenin en doğal ve uyku pozisyonuna geçmeyi engelleyecek şekilde olmasını sağlar. Ayakların taşıdığı beden ağırlığını, omuz ve başın yüklendiği omurganın esnekliğini, diğer organların ise varlığını hissettirmeyen bir insan duruşudur bu. Bu halde iken zihin de uyanık ve aktif halini devam ettirebilir. 

Bu duruşu bir ormanda ilerler iken çalıların ve ağaçların aralarından gelebilecek tehlikeye karşı bedeninin hızlanma hareketine hazır bir yay gibi olması ve zihnin ise olabilecek her türlü yön, mekan ve zaman hareket olasılıklarını hesaplamaya ve tahmin etmeye çalışması potansiyelini barındırma haline benzetebiliriz. Günümüzde ise bu duruş aynı fakat zihinsel hareketler değişmiş olarak o aşamaları geçmenin ve varlığını kutsamanın, kendin, doğa ve evren ile barışık olmanın verdiği mutluluğu zihinden bedene aktarmanın duruşudur. 

Geçmişi, tarihi, canlılığı, türleri, insanlığı, dünyayı, güneş sistemini ve evreni, hayata veda etmiş önceki insanları ve canlıları, şu an ki bulunmakta ve yaşamakta olanları, geleceğe yansımalarını, bütün bu olanların yanında kendimizi, sonsuzluğun bir parçası olmanın bilinç ve üst duygusunu zihnimizde oluşturmak unutmamacasına ve bedenimizin bunu çoşku ile  karşılamasını, kanımızın bedenimizin bir yanından diğer yanına doğru hızlı ve belirgin yakamoz akışı etkisini, tüylerimizin ürperdiğini, bedensel ve zihinsel bir bütün olarak büyük bir bilgi, enerji ve mutluluk döngüsüne girme çabasıdır bu büyük saygı duruşu.

* Bedeniyle konuşanlar

Normal konuşma şeklimiz dil, ağız, boğaz ve nefesi ayarlama şeklinde oluşurken, bir çok kişi bu unsurların üstüne geçip elini, kafasını ve gövdesini sallama alışkanlığındadır. Bir de dinleyici yakında ve rahat duymasına rağmen yüksek ve hızlı konuşanlar vardır. Böyle konuşma tarzı konuşanı hem yorar hem de farkında olmadığı rahatsızlıklara yol açar. Konuşurken bedeni sallamak başta kalp, kulak, omurga, beyin, vb. organları yorar ve rahatsızlıklara karşı direnci düşürür.

* Üremenin son noktası

Bedende üretilen yumurtalar, ilk çıkış yerlerinden bekleme yaptıkları yere kadar bedenin bir parçası konumdadırlar. Bekleme yaptıkları son yerde artık bedene yabancı madde konumuna geçerler. Beden onları içinden atmanın yollarını arar ve duyulara emir verir. Normal yol ile atılmaz iseler rüyalar devreye girecek ve duyuların aktifliğinde yaşanmışlık hissi oluşacaktır. Beyin ve kalp beden sağlığı için yani bedendeki olgunlaşan ve bedene yabancı hale gelen yumurtaları atmak için her türlü yolu duyular ile araştıracaktır. Nasıl ki sıvı, katı ve gaz atıkları bedenden atılıyorsa olgunlaşmış ve beklemekte olan yumurtalar da bedene aynı yabancı madde sinyali vermektedir. Beden duyular ile alacağı ilk sinyalde bunları çıkışa yönlendirme refleksi oluşturmaya hazır olmaktadır. Kadınlar tüm bedenleriyle (yumurtanın boşluğa bırakılması nedeniyle. Eşleşmiş yumurtayı beden sahipleniyor.) bu duruma hassas olurken, erkekler sadece uzantılarında (kan sıkışması, basıncının belli yere yoğunlaşması) hassaslaşırlar. Yumurtaların atılma planı şöyle işler; Erkeklerde uzantılara doğru dolan kan yumurtaların yabancı madde olduğunu algılar ve dışarı atılması sinyalini verir beyne ve kalbe. Kalbin çok çalışmasıyla kan kadın ve erkekte farklı basınç yaparak (kadın tüm beden, erkekte uzantı) yumurtaları bedenden çıkarma (fırlatma) amacına yönelir. Beyne ise kan az gitmesine rağmen duyulardan aldığı elektrik akımları yoğunluğunda haz algısını oluşturur. Aslında bu haz duygusu canlı beyni için uzadığında acıya dönüşür, elektrik ve kimyasal baskının beyne baskısı bedenin eylemi amacı yolunda sonlandırmaya, bitirmeye ve yabancı maddelerin atımına kadar devam eder (Beyninde her kan azalması ve sinir sinyallerin her türlü belli baskısı haz oluşturma olasılığı bulunmaktadır, burada haz düşünme yetisinin olmadığı, beynin sadece refleksif sinirsel işleyişin eylemsel bilgi alma verme hızlanmasına işaret eder). Yabancı maddeler atıldığında (çıkışa hazır yumurtalar) kalp fazla çalışmayı kan da basıncı durdurur. Beyne giden elektrik yoğunluğu da birden azalır ve durur. Bozulan nefes düzelir kalbin normal çalışmasıyla. Kan da bedende dağılır, basıncı bırakıp. Doğum şekli de aynı düzenle çalışır, karında belirli olarak olgunlaşan yavru artık bedence yabancı olarak algılanır ve kendinden çıkarmak için tüm bedeni seferber eder. Yumurtaların üretim sonrası bedene yabancı olması nedeninin bir kaç açıklaması olabilir. İlki üretilen yumurta veya yumurtalar saniyeler, dakikalar ve saatler geçtikçe bakterilerin istilasına uğramasıyla  ilk üretildikleri hallerinden değişime uğramalarıdır. Yumurta avcılarının yumurta üretim merkezi dışında konumlandıkları ortaya çıkmaktadır. İdrar torbasındaki idrar miktarından çok burada üreyen bakteri miktarı dışarı atılmasına yönelik sinyali veriyor olabilir bedene.  Kalın bağırsak da kurumaya doğru evrilen katı atıkların artık bakterilerce dolduğu ve atılması gerektiği sinyalini verdiği gibi. Üretilen ve belli bir zamanı geçen yumurtalar bakterilerin işgali altında bedene yabancı bir madde sinyali olarak yansıyabilir. Diğeri ise bedenin içindekileri kalıcılar, dönüşümcüler ve gidiciler şeklinde ayırmasıdır. Erkekte yumurtalar, atık sıvı, katı ve gaz kategorisine geçme aşaması ile birikmesi bedenden gidecekler olarak algılanmasına, kadınlarda ise yumurtanın ilk zamanlarında gidecekler bölümünde yer alırken birden diğer yumurtanın gelmesi ile dönüştürücüler kategorisine geçerek bedenin tekrar bir parçası olma olayı görülmektedir. İşte kadınlardaki bedensel değişimlerin duygu, düşünce ve davranış değişimi, dalgalanmalarının nedeni büyük bir oranda nedeni bundandır. Yumurta üretilmemesi halinde ise aynı davranışların devam etmesi bedenin önceki yaşantılarını artık birer alışkanlık ve otomat haline getirmesinden olabilmektedir. Çünkü her olay aynı iken sadece ortada yumurta yoktur. Bu durumda beden hayali bir yumurta varmış gibi davranabilir mi onu bilemiyoruz. Halk dilinde " Yumurta gibi çocuk, ortada fol yok yumurta yok " gibi bir çok deyimleri aslında bedenin temellerinden gelen mesajları da içeriyor olabilir.

Bu fikirler ışığında, kadın bedeni aurası geniş bir alanı kaplamaktadır. Tüm bedeni ile dokunma hissi yaşarken hassaslaşır ve salgı salgılar. Bu salgı bedenin etkiye karşı bir tepkisidir ve bedenin rahatlamasını sağlar. Bu olayın sık ve kısa olması kadın bedeninin duygu dalgalanmalarına yol açmasına neden olur. Kadın bedeninin ses, görüntü, hareket, koku dokunmalarına tepki vermesi ve salgı ile kimyasal yapısını dengelemeye çalışması onun aynı ve kararlı davranışlarda bulunmasını engeller. O nedenle ilişkilerde tek düze ve standart davranışlarda, düşüncelerde ve duygulanımlarda olmaları beklenmemelidir. Öyle olmasını beklemek onun erkek özelliklerini almasını istemek olur ve bu doğal yapısına uymaz. Kadın bedeninin bu hali insanlık tarihindeki kadın- erkek ilişkilerinde tam bir kaos olarak yorumlanmıştır erkek egemenler tarafından. Onların kendileri gibi olmamalarını insanlık dışı bir hal olarak yorumlamışlardır. Onlara insanlığın kötü yanlarını ve yanlışlarını yüklemişler  baskı altında tutmayı politik hale getirmişlerdir. Kadın ve çocukları tam insan olmama  olarak yorumlamaları onları anlayamamalarından dolayıdır. 

Erkek beden cinsel uyarıları aldığında tüm bedeniyle değil kalp, beyin ve uç noktasında sinyal alır, beyin ve kalp hareketi uç noktasına hizmet adına hareket eder. Erkek beden sinyali alınca yumurta üretim merkezi beden elektrik sinyali ile mesajı alır ve yumurta üretmeye başlar. Üretilen yumurtalar merkezinden fırlatılmış ve dışarı atılacağı depoya doğru ilerlemektedir. Depoya varan yumurtalar artık bedenin bir parçası olmaktan çıkmıştır ve ona yabancı maddelerdir. 

Kadında ise duyular ile aldığı sinyal onda tepki salgısına neden olur. Hızlı ve kısa olarak salgılama bedenin titreşmesini durdurma ve durgun ve sakin hale getirme üzerinedir. Bu titreşimlerinden birinde yumurta üretim merkezinden fırlatılır ve boşluğa yerleşir, artık o bedenin bir parçası konumunda değildir, ya beklediği yumurtayı kendine katacak ya da eriyecektir. İşte o anlarda o yumurta beklerken beden alarm verir ve kimyasal salgı salgılar, beden kendinde yabancı bir madde olduğu moduna geçer ve alarm verir kimyasal salgı ile, yabancılaşan yumurta boşlukta olduğu için beden onun nerede olduğunun tespitini yapamaz ve tüm bedeni alarma geçirir. Bu alarm kimyasalı dışarı atılan atıklarda da bulunur ve idrardan belirgin olarak olarak yayılır ve erkek burnunda bu koku dışarı atılacak kendi yumurtaları olduğunu bedenine bir salgı ile bildirir (bu salgının kokusu bozulma evresinin başındaki yumurta kokusu gibidir bakteriler işbaşındadır ). 

Erkek bedeni yumurtalarını nereye bırakılacağı sinyalini almıştır ve ona yönelir. Erkek kovalar dişi kaçar, bu aşamada dişi salgılarının sürekli olmasının verdiği heyecan ve güç ile bu olayın devam etmesini ve uzamasını ister. Erkek ise bu süreci sıkıcı ve zorlayıcı olarak bulur. Fakat kızgınlık bu sıkıcılığı ve zorlayıcılığı bastırır. İşte bu aşamada kadın için birleşme çoktan başlamış ve devam etmektedir. Erkekte ise süreç ancak bedensel bağlantının gerçekleşmesi ile başlar ve yumurtaların nakli ile sonlanır. Birleşme anına kadar dişinin, birleşmeden sonra da erilin faal olduğu zamanıdır.

Kadınlardaki trip, kapris, zıtlık, kurala uymama, anlaşılmaz  ve gizemli davranışlarda bulunma hali titreşmenin başlaması ve salgı ile bu titreşmenin durdurulma amacına yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. 

Dolayısıyla erkekler eşlerinin kaprislerine, triplerine maruz kaldıklarında hemen olayın devamına ve renklendirilmesine gayret etmeli ve süreci sıkıcı ve kötü hale getirmekten kaçınmalıdır. Çünkü yapılan kapris, trip ve zıtlıklar kızdırmaya yöneliktir. Burnundan soluyan bir boğaya, kükreyen bir aslana dönüştürme çabalarıdır, yapanın fark etmemesine rağmen. Tahrik etmenin, artık koku yerine geçmesinin  bir yoludur insana özgü ilişkilere ait. Kadınların bu konuda eksik kaldığında erkekler trip, kapris, kışkırtma, muhalif, zıtlık oluşturma yoluna gidebilmektedirler. Her iki durumda nefes almayı arttırmak, hızlandırmak  ve beklemekte olan bedene yabancılaşmış yumurtaların bedenden atılma baskısını bitirmeye yöneliktir. Tıpkı bedenden sıvı, gaz ve katı atıkların atılması için sıkışma baskısının oluşması ve sonuçlanması gibi. Atılacak maddenin bulunduğu bölgede bedeni rahatsız eden bir basınç oluşmakta ve işlem sonuçlana kadar bu basıncın bedeni bu acıya esir etmesidir. Bu basınç, acı bedenin diğer işlevlerini normal işlemesine izin vermez.

Memelilerdeki cinsel birleşme şekli dişi ve erildeki yumurtaların birleşme aşamasında yumurtaların bakterilerden korunma ve yumurtaların birleşme olasılığını arttırmak amacına hizmet eder, çünkü yumurtalar çok hassas ve zayıf bir yapıda olup ondan beslenecek diğer türlerin çok olması ve onu hızla tüketme potansiyellerinin olmasından, yumurta birleşme çabalarının önündeki engeller olan zaman ve mekan olgularında doğanın ve evrensel işleyişin kötü etkileri büyük orandadır (ilk memelilerin bulunduğu zaman ve mekanda çok, sık ve kolay birleşmenin olmadığı ortadadır).  

Yavruların beden içinde büyütülmesi de bilindiği gibi doğduğu anda antitezlerine (avcı-düşman-rakip) karşı en kısa zamanda eyleme geçebilmesi, kendini korumaya ve savunmaya hazır olması içindir.

Toplumsal cinsiyet olgusundaki oluşan farklar bedenin kadın veya erkek bedenindeki davranış şeklinden ortaya çıkar. Cinsiyetin evrimle gelişmesindeki amaç canlının üreme şekline ve olanaklarını çok geniş tutmaktır. 

Böylelikle üreme ve cinsiyet türün ve canlılığın çoğalması, gelişmesine önemli bir katkıda bulunduğu için her türlü olasılığa da açık olması gerektiğinden dolayı görmezden gelinemeyecek,  bastırılamayacak ve yok edilemeyecek olması onun doğal yapısından kaynaklanmaktadır. İnsanlık kültür tarihimiz cinsellik olgusuna karşı onun sırlarını çözemediği ve anlayamadığı için sürekli yanlış politikalar geliştirme etkinliği ve onun kötü sonuçları ile doludur.     

* Canlılık neden aktarmalı davranmaktadır (doğum ve ölüm, üreme)

Evrensel ilkelerin işleyişi aynı düzeyde ve standart değildir. Örneğin evrende sıcaklık mekan ve zaman bakımından farklılıklar halindedir. Artar, azalır, yoğunlaşır, dağılır vb. Canlılık evrensel işleyişten en az etkilenmek amacıyla sürekli kendini yeni duruma ve şartlara göre kalıcı olabilmek için ve yeryüzünün fiziki sınırlarının olanak verdiği orana göre aktarmalı büyümektedir. Doğum ve ölüm olgusu bu aktarmanın sürmesidir. Şu an yaşayan bizler gelecek nesillere bağlanan bir zinciriz, köprüyüz, bağın bir parçasıyız. İyi yaşamalıyız ki gelecek nesiller de iyi olabilsin. Devir aldık, devredeceğiz yaşam bayrağını. Ve canlılık yerküre dışına bir sıçrama amacında özü gereği. Bitkileri hareketsiz diye düşünmeyelim. Onlar tohumlarıyla hareket etmektedir yeryüzünde yani kuşak adımı atmaktadırlar her nesli ile. 

* Bedenimiz denge noktası omurga olmalı

Duruş, oturuş ve hareketlerimizin denge noktası bizi gergin ve sağlam bir yay gibi tutan omurgamız olmalıdır. Kulaklarımız, gözümüz, midemiz, ayaklarımız ve diğer organlarımız ancak bu dengenin belirlenmesinde yan rol alabilirler. Ana dengeleyici noktamız omurgamızdır. 


.....................  

25 Şubat 2021 Perşembe

Doğanın Sesi (şiir)

 

Ben bir dut ağacığıyım,

İzmir'in küçük bir parkında,

Dağıtırım meyvelerimi her baharda,

Uykuya hazırlanırım her sonbaharda.


Uyurken kış aylarında,

Kabuslar görürüm rüyamda,

Çevremde insanlar işbaşında,

Keskileri dolaşır kollarımda.


Uyandığımda kış sonrasında,

Görürüm rüyamın gerçek olduğunu,

Ağlarım, sızlarım tüm yaralarıma,

Yeni kollarımı yine uzatırım, inatla.


Kesin yine kollarımı, parmaklarımı,

Kabusa çevirin sonbaharımı, kışımı,

Ben yine yeniden çıkarırım, dallarımı,

Bir giderim, bin gelirim doğa adına.

Özkan Salman

24 Şubat 2021 Çarşamba

İnsan Doğa ve Dünya -10

 İnsanın tanımı üzerine tekrar düşünelim. 

İnsan, doğa ile evren arasında olan bedensel yanı ile doğaya ait zihinsel olarak evrensel temel işleyişlerini yani madde ve enerjiyi kullanarak doğanın canlı türler arasındaki rekabetinin dışına çıkmayı başarmış bir canlıdır. 

Evrensel işleyişteki madde ve enerji kullanımını önce türünün ön plana çıkması için bir koz olarak kullanmışken günümüzde ise kendi türü içindeki rekabette ön plana çıkmak amacıyla kullanmakla birlikte, geleceğe dair karasızlık, belirsizlik ve korku halinde iken bulunduğu ana ait bir şaşkınlık, evrensel işleyişin madde-enerji kaynaklarını paylaşma konusunda anlaşma sorunları, küresel yönetim ve sistemleri belirlemede kafa karışıklığı, geçen yüzyılda başlayan madde ve enerji kullanım bilgilerinin bilimden teknolojiye transfer hızıyla oluşan baş dönmesini yaşamakta olup, kendi varlık halini kadim zamanlardan günümüze değişen yeni durumuyla ilgili kendini yeniden tanımlama, tanıma ve yerini belirleme sıkıntısı ve zorluğu içindedir.

Madde ve enerji kullanımıyla gelen evrensel işleyişe ait bilgileri sürekli kendi türü içinde devinimi için kullanmakta ve varlığının kaynağı olan doğa ile kendi türü arasındaki en uygun uyumun referans noktasını belirlemeye çalışmaktadır. 

Evrensel işleyişe ait madde ve enerji bilgileri çoğalmışken, doğanın ilke ve işleyişlerinin temellerine inmekte yavaşlamış görünmekte haliyle sosyal bilimlerin gelişmesinde gerekli hızı arttırmaya çalışmaktadır. Fizik, kimya, matematik bilimlerin temelinden teknolojiye odaklanmasını devam ettirirken, sosyoloji, psikoloji, sağlık, eğitim, yönetim, iletişim vb. alanlarında ilerlemesini sağlamakta zorlanmaktadır. Bunun nedeni evrensel işleyiş ve ilkelerin bilgisini doğa ilke ve işleyiş bilgilerinden ayıramamış olması ve kendi varlığının gelişimin süreci (bilim)  tercihinde, çıktığı kaynağına (doğa) olan ilgi azlığına rağmen ısrar etmesidir.

Edindiği evrensel işleyiş ve ilke bilgilerini kendi ve doğa üzerindeki her türlü değişen etkilerini belirlemek yerine hızla yeni ve sonuçları hesaplanmayan bir şeklide ilerleme halindedir. 

Durum tespiti yapma, hangi şart ve konumda bulunulduğunu belirleme, türe ve doğaya fayda ve zarar hesaplarını yapma gibi önemli tutumlar göz ardı edilmekte ve küresel liderliğe ulaşma, kaynak tüketimini kendi toplumlarına veya sistemlerine öncüllemeye çalışma gibi rekabet içinde bulunulmaktadır.

Geçen yüzyıl edinilen avantajların ve rekabetlerin devamı gayreti için yapılan hatalar, dezavantajlardan kurtulama çalışmaları adına verilen zararlar, küresel bir pazar meydanı oluşturma çabalarının getirdiği gerilimler, küresel gündemleri kendi kötü planlarına göre şekillendirme alışkanlıkları ve bunları gizleme çabaları, birbirini gizli izlemeler, takipler, koz elde etme, her türlü bilgiyi ele geçirme, vermeme gayretleri, gelişimlerin insanlığa ve doğaya haklı, faydalı, doğru ve güzel olması halinde bile rekabet adına engelleme çabaları küresel olarak insanlığın aşması gereken sorunlar olarak önümüzde durmaktadır.

..........   

19 Şubat 2021 Cuma

Doğa ve toplum kavramları üzerine eytişimsel düşünceler

 Doğa, canlı ile evren birleşiminde oluşan, canlılığın evrenle teması ve onun üstüne oluşturduğu  toplam, bütüncül, bir varlık sistemidir.

Doğa tüm canlıları içinde barındıran ve evren üzerinde, içinde, onunla birleşik, tümleşik ve ayrı olabilen evrensel bir varlık şeklidir. 

Toplum, bireylerin, grupların ve çok sayıda insanların bir arada bulunma, ilişki, etkileşim, bağlantılı, düzenlilik halinde yaşaması ve sürdürmesidir.

Doğa ile iletişim şekli toplumlar ile iletişim şekline benzemektedir. 

Toplumların istekleri, amaçları ve yaşadıkları genel durum hakkında anket yaparak, oluşturdukları birliklerin içerikleri incelenerek, toplu halde ortaya koydukları davranışlar ile anlamak olanaklıdır. 

Doğanın ise varlık durumundaki değişimler ile özelliklerini inceleyerek onu anlayabiliriz. Gelişimini, dönüşümünü, sorunlarını, geleceğe yansıma olanaklarını, evrensel ilkelere, olgulara karşı nasıl bir savunma geliştirdiğini ve o özellikleri nasıl faydasına, yararına çevirdiğini ve çevirmek isteyeceğini inceleme araştırma ve deney ile yani bilimsel olarak saptayabiliriz.

Nasıl ki toplum kavramına kısa ve basit sorular sorulamaz ise doğaya da aynı şekilde tikel sorular sorulamaz. 

Doğa ve toplum kavramları tümel sorulara cevap verebilir. Bu cevap insan zihni ve mantığına göre değil yeryüzündeki bıraktıkları izler ve etkiler ile olacaktır. Akılın bu aşamaları kısa aralıklar halinde algılaması  zordur. O nedenle " Bakalım bu işin sonu ne olacak " diye sorar. Fakat şu andaki olanlar daha önceki etkileşimlerin, oluşumların devamından başka bir şey değildir. Bu olgu öncesini bilen bir zihin şu anki olanları anlar ve bilir. Hatta ilerleme durumlarına da doğruluğa yakın tahminlerde bulunabilir.

Doğa veya toplum kavramlarında tikel sorular cevapsız kalır. Örneğin " Doğa veya toplum beni seviyor mu veya bana kızıyor mu ? " gibi duygu barındıran tikel soru cevap bulamaz. Ormana ve dağlara gidip " Lütfen doğa benimle iletişime geç, bunu yaptığına dair bir işaret ver " denildiğinde cevap veya bir işaret alınamaz. Bu ruh halinde olan insan etrafa bakar ve öğrendiği insanlık tarihindeki mitolojilerden bilgiler ile o andaki etraftaki gözlemlerine denk gelen ve uyuşan bir olgu arar. Bu kişinin zihinde sanattan gelen bir çok kurgular bulunmaktadır. Bu ruh halindeki durumu aklının aktif olduğu değil duyguların faal olduğu durumdur. Akıl duygunun hizmetindedir o anda. Duyguları, düşünmeye değil hissetmeye, yaşamaya meyillidir yapısı olarak. O anlarda bir kuş yakındaki ağacın dalına geldiğinde bunun bir mesaj olduğunu sanabilir bir anda. o an iletişim çabasına bir işaret geldiği hissine kapılabilir. Halbuki bu kuş daha önce bir insanın kendisine yiyecek verdiği için ona yine o amaçla gelmiş olabilir. Duygu yüklü insan bu olayı aklı ile değil duygusu ile değerlendirdiği için kuşun gerçek amacını değil, kendisine yönelmesini kendinin başlattığı iletişimin devamı olarak hisseder. Dolayısı ile kuşun amacı ile insanın onun hareket amacı anlaması arasında fark vardır. Kuş kendisinin amacı canlılığa özgü beslenme güdüsü ile olmuşken, ona bakan insan canlılık temel güdülerin üstündeki duygusal güdülerin etkisiyle kuşun kendisi ile iletişimin etkisi ile bağlantı kurmaya çalıştığını sanabilir.

Doğa ve toplum duygulara değil amaçlarla, nedenlerle ve sonuçlarla  ilgili soruların cevaplarını barındırırlar içinde. Etki-tepki genel anlamının içinde yer alır bir çok cevap. Doğa ve topluma sorulan en önemli soru amaçtır. İkisinin amacı da varlığını korumak, büyümek, geliştirmek ve ilerleme anlamında yayılmaktır. Evrensel ilkelerin etki- tepkisinde kalan maddelere bu soruyu soramıyoruz. Çünkü onlar içten gelen bir amaç taşımamakta (varsa henüz bilemiyoruz ) enerji- madde etkileşimdeki dört kuvvetin etkisi altında bulunmaktadırlar. Evrensel ilkelerde bulunan dört kuvvete canlı kuvvetini de eklememiz gerekmektedir. Evrensel beşinci kuvvet olarak canlı veya doğa kuvvetini öne sürebiliriz. Temel dört kuvvetin yalın halini ancak dünya dışında, dünyanın etkileşimde olmadığı uzay kesimlerinde tekrar test etmemiz gerekmektedir. Bu testler, doğanın kuvvetinin dört bilinen kuvvete etkisinin nasıl olduğu gerçeğini ortaya çıkarabilecektir. Örneğin dünyamızın çekim gücü miktarının şimdiki bilinen oranına doğa kuvvetinin etkisini belirlememiz zordur. Bunu belirlememiz için doğa dışı bir ortamın referans değerlerine ihtiyacımız bulunmaktadır. 

Şu an uzayı uzaktan incelememiz bu testleri yapabileceğimiz olanağını verir mi ? 

Varlık oluşumunun ayrı ayrı olarak değil birbirinden türediğine dair bir kuram denemesi

Bu kuramımızın başlangıcını insan kültüründen başlatarak geriye doğru ilerleyeceğiz. İnsanlık tarihindeki tüm kültür gelişimleri birbirinden kopuk, bağımsız ve ayrı olarak değil birbirinden alarak, etkilenerek, esinlenerek, taklit ederek olduğu tezinden başlayalım. İnsanlık tarihinde alet kullanımı bir yerden tüm yeryüzüne yayılmıştır. Yani ayrı mekanlarda yaşayan insanlar farklı olarak alet kullanmaya başlamamışlardır bu tezimize göre. Aynı şekilde bir defa da ateş keşfedilip kullanılmaya başlamış ve yeryüzündeki tüm insan yaşamına uygulanmıştır. 

İnsanlık tarihindeki tüm gelişmeler insanların birbirine aktarımı ile olmuştur. Tarihteki oluşan toplumlarda ilk toplumdan oluşmuş olup, doğa da ilk oluşumun ilk canlı grubundan (tek canlı değil) ve tek kaynaktan türeyen çok çeşitli canlılara doğru evrilmiş ve günümüz doğasına ulaşmıştır. 

Yıldızlar da ilk yıldız oluşmuş ve sonrası gelmiştir onun ardından. Evrendeki elementler de sırasıyla birbiri ardınca oluşmuştur. Yani bu elementler evrenin uzayın farklı yerlerinde ayrı ayrı olarak oluşmamıştır. Bir defa oluşan element sonraki elementin oluşmasına neden olmuştur.

İnsanlık tarihi grupsal insanlar ile başladığını ve bugünkü toplumlara ulaştığını söyleyebiliriz. Yani toplum bireylerden değil gruplardan oluşmaktadır. Tıpkı ailenin bir temel grup olması gibi.

Bu kuramımız doğru ise ne anlama gelmektedir.

Bu kuramımıza göre doğa ve canlı dünyamızda oluşmuştur. 

Yani Mars veya başka gezegende canlıya ait bir iz bulamayacağız. 

Evrende, dünyadan başka canlı ve doğa yoktur bu tezimize göre.

Ne mikrobiyolojik bir canlı ne de biz insanlar gibi beden üzerindeki akıl aşamasındaki canlı. 

Bilim, felsefenin doğruluk testidir. 

Felsefik olarak Mars kaşifi bilim ile şu an sonuçları beklemekteyiz. Herhangi bir canlı kalıntısına rastlamaz ise felsefik görüşüm, teorim canlılığa ait bir iz bulunana kadar doğru demektir. Eğer bulunursa bu savım yanlış demektir. Sonuçları heyecanla bekliyoruz.


----------

17 Şubat 2021 Çarşamba

İnsan Doğa ve Dünya - 9

 Canlı yeryüzündeki gelişiminde kendi içinde devinirken, evrensel ilkelerin kendisi için olumsuz yönlerine karşı yeni çözümler araştırmıştır. Evrensel ilkelerin devasa boyutlarına ve olumsuz etkilerine karşı hep yenilenmiş ve kendisini geliştirmiştir. 

Ortam sıcak mı hemen ter bezlerini üretmiş, daha sıcaksa suya girmiş, daha mı sıcak hemen yeraltına mevzilenmiş ve mağaralara, yer oyuklarına doğru kaçmıştır. Dünyanın dönüşümü ve değişimine karşı adeta arenada ki dövüşen gladyatörler gibi evrensel ilkelerin acımasızca oluşum ve etkilerine üzerine gelen boğalara yön gösteren matadorlar gibi her türlü esneklik ve taktik şekillerini araştırmış ve uygulamıştır.

Bu amansız mücadele milyonlarca yıl sürmüş ve hala sürmektedir. Geçen zaman canlının çoğalmasına, büyümesine ve çeşitlenmesine doğru ilerlemiştir.

Canlılık zayıf ve naif halindeki hücresel boyutlarından ona göre devasa sayılabilecek tam beden canlı ve hareket, direnç ve sürdürebilir kabiliyeti yüksek formlarına ulaşmıştır. Canlılar hep öncekinin devamı ve onu yok etmeye yönelmeyen şekli ile yeni cins ve türlere doğru gelişmişlerdir. Hücresel boyuttan tam bedenlenme sınırına (dünyamız olanaklarında) ilerler iken bir kopma anı yaşanmıştır. Bu kopma boyut değişimi ile ilgilidir. Hücresel küçük yaşantı halinden hücrelerin birleşip ona göre devasa boyuttaki canlı türüne dönüşme anı. Bir karınca yiyen hayvanı ufak ve çok sayıda karınca olmasını beslenme kaynağı yapabilmiş, balinalar, küçük ama sayıca çok olan besin kaynakları sayesinde büyümüşlerdir. Ama hücresel boyuttaki canlıları fark etmeden bedenlerine almaktadır tüm büyük bedenli canlılar. Havadan, sudan ve her türlü yoldan bu hücresel canlı ile bedensel canlı arasında nasıl bir ilişki olmaktadır. Hücresel canlının bedensel canlı içindeki tutumuna göre yeni durum belirlenmektedir. Ya beraber yaşamaya devam etmekteler ya da birbirine zarar vermekteler. Bedenlenmiş canlının özelliği sürekli dış dünya algısın yöneliktir. Bedenin içi ile beden dışı arasında farklı tutumları vardır. Beden dışı ile av-avcı temelinde yaşarken içinde ise dıştan gelen hava, besin ve diğer maddelere karşı bir tutum geliştirme çalışması vardır. İç çalışmalar adeta işleyen ve kendini tekrar eden otomasyon gibidir. Birbirini tamamlayan, sırası ile işleyen, küçülen, büyüyen, esneyen, darlaşan küçük milyonlarca hücrenin birleşerek farklı görevler üstelenerek oluştuğu ve yok olduğu bir organizma. Oluşanın yanındakini ittiği, kaybolanın akışa ve çıkışa yöneldiği aktif, sürekli ve düzeni olan bir sistem. Değişimleri yine dıştan gelecek etkilerin şekline göre oluşturan bir yapı. Dış ortam çok mu sıcak, beden ısınmakta, çözüm nedir'in alarmları çalmakta ne yapmalı, deriden başlayan hücre ölümleri, yanıklar, su desteği ve su toplanması gibi oluşumların hiç bitmeyen mücadelesi dıştaki düşmana karşı. Nedir bu düşman, kimdir bu sıcağı üzerime gönderen. Yangın, güneş ışığı, derinin sürtünme zorunluluğunda olması dış etkenlere (taş, toprak vb.) Nedir bunlar evrensel ilkelerin olumsuz canlı üzerindeki olumsuz etkileridir. Canlı evrensel ilklerinden her zaman yararlanmış ve onu kullanmıştır, ancak evrensel ilkelerin oranı ve kapasitesi öyle büyük ve sonsuz görünmektedir ki canlıya adım adım ilerleme olanağı tanımaktadır. Canlılık ilerler iken evrensel olaylar (ilkeler) sürekli aynı olmakta fakat evrenin diğer taraflarında (dünya dışında) canlıyı tehdit edecek daha fazlası bulunmaktadır. Canlılık okyanusta adeta bir taş gibi olan dünya üzerindedir. Ve o taş üzerinde doğasını oluşturmuştur. Bütünlüğü olan ve evrensel olaylara karşı dayanıklılığın arttırmanın yollarını araştırmaktadır. Kendini bu devasa ortamda büyütmeye, geliştirmeye, sürdürmeye ve yayılmaya çalışmaktadır.

Tek hücresel canlının bedende, dünyanın evrende bulunma hali

Bedensel canlının içine giren tek hücreli canlı ile canlılığın tek olduğunu bildiğimiz dünyanın evrenin içinde bulunduğunu düşünelim. Tek hücreli canlı bedendeki hücreleri tanımaktadır. Bedendeki hücreler de onu tanımaktadır. Bedendeki hücreler bu tek gelen hücreye karşı hemen tepki oluşturamazlar, çünkü onların bir görevi var onunla ilgililer. Tek gelen hücre(zararlı virüs) saldıracak hücre araştırmaktadır. Sürekli bir deneme içine girecektir. Varlık nedeni budur. Beden hücreleri ise anca kendilerini savunmaya çalışacaklardır. O da hücre zarlarıyla tehlikeyi diğer hücrelere bildirebilmek için esneme, titreme, sertleşme şekillerinde olabilir. Tek hücreler beden hücrelerine saldırılarında başarılı olurlar ise artmaya başlayacaklar ve bulundukları bölgede hücre hasarları oluşturmaya başlayacaklardır. O bölgedeki hasar kalbin atış hızını arttıracak ve daha çok kanın o bölgeye yönelmesini sağlayacaktır. Amaç hasarı onarmak ve temizlik yapmaktır. Çünkü beden yok olan hücrelerin temizliğini de yapması gerekmektedir. O bölgedeki aşırı hücre ölümleri kan miktarının o bölgede artmasını sağlarken neler olmaktadır. Kan ölen hücreleri nasıl temizlemektedir. Ölen hücreler sırasından nasıl çıkmaktadır. Erime mi, dağılma mı yoksa birden koparak mı.

Dünyada büyüyen gelişen canlı tüm yeryüzünü ele geçirmiş durumdadır. Doğasını kuran canlılık (tek hücreli canlı evrensel bedende benzetmesi) artık özerkliğini ilan etmiştir. Evrende dünya ile görünür olmuştur.  Eğer bu durum içinde insan doğanın evrene bakışında geri bildirimi ise görevine uygun davranmamaktadır. Bu görevi varsa  onunla yüzleşecektir. Ama nasıl. Aslında yüzleşmesi demek diğer büyük olasılık olan ise canlılığın dünya dışı sıçrayışı görevini fark etmesi ve ona odaklanması halidir. 

İnsanlığın bu görev aşamasındaki durumu bir çocuğa emanet verip belli bir yere götürmesini istiyorsunuz, o çocuk emaneti götürürken yolda oyalanıp durmaktadır, yolda çevreye bakmakta, çiçek, böcekle, bitkiler, sularla ilgilenmekte, yoldaki diğer çocuklarla oynayıp yolunda yavaş ilerlemektedir. Aklının gereğini değil yani hedefe odaklanma değil, bedenin istekleri ve çevre ile ilgilenmektedir. Yolda araba, ev yapıp yemek yemekte, diğer çocuklarla oyun oynamakta ve kavga etmektedir. Çevredeki tüm canlılar " Yürü be çocuk hedefe odaklan, emaneti götür" diye bağırmaktadır, ama çocuk duymamaktadır. Tüm doğa nefesi tutmuş çocuğun yol almasını isterken çocuk birden bitkilere sopa ile vuruyor, böcekleri eziyor, kelebekleri yakalamaya çalışıyordu. Kendinin bu yolda her şeyin hakimi ve efendisi olarak görmektedir. İstediğini yapmakta özgür olduğunu düşünmekte ve hissetmektedir. Aslında o özgürlüğü ve düşünme yetisi hedefe gitmesi için verilmiştir. Fakat o henüz bunu anlamamıştır. Yolda bir düşünceli bir çocuk çıkar ona hatırlatır görevini ama çocuk zaten gideceğim acele niye edeyim der. Haklısın, aceleye de gerek yok galiba ama çevreye ve diğer çocuklara biraz zarar veriyorsun gibi geldi bana ne dersin der, Yolcu çocuk derki aklım gitmiyor hedefe bedenim gidiyor, öyle olduğu için sıkılmadan gitmek istiyorum der ve yoluna devam eder. O da doğru der düşünen çocuk. Her şey yolunda o zaman galiba diye düşünür. Ve giden çocuğa yetişir der ki yolda zorluklar var sen füze ile emaneti gönderirsen aklınla gitmiş olursun gerekirse sen de güvenle gidersin der. Yolcu çocuk olabilir de bunu yolda düşünürüm der. Yolcu çocuk yoluna devam eder, düşünen çocuk da düşünürken yerinde kalıp, onu ve emaneti verenleri izlemeye devam eder.

Evren, henüz canlılığı, doğayı ve dünyayı fark etmiş midir. Fark etti ise ona tepkisi ne olacaktır. Fark etmedi ise ne zaman fark edebilir. Fark etti ve onun gelişmesini büyümesini istiyor mu ya da onu zararlı ve tehlikeli olarak mı görmekte. Evren içinde dünya ve doğa ne durumdadır. Oluşum olduğunu biliyoruz şu an. Bir şeyler oluyor, evrensel hareketin içinde madde ve enerji hareketine canlı da katılmış durumda. Doğanın ve dünyanın evrendeki durumu nedir.

Güneş sistemlerini birer hücre olarak kabul edersek dünya dışarıdan gelmiş veya içinde oluşmuş bir tek hücre niteliğinde görünmektedir. Bu hücre diğer hücrelere ulaşmak istemektedir. Önce hücrenin içindekilere ulaşması gerekmektedir. Dünyadan bakınca en lezzetli hücrenin parçası olarak mars görünmekte. Hedef hem yakın hem de kolay ele geçirilmelidir. Ona ulaşınca doğa ve canlılığa katkı sağlayacak özellikte olmalıdır. Tecrübe olacaktır ilk fetih, ulaşma ve kapsama. Bu cümle bilimin ilerlemesi ile keşiflere ve sömürgelere neden olmasını hatırlatmaktadır. O aşamaların birer, pratik olduğu kötü örneği durmaktadır sanki. Fakat insanlık tarihinde bu örneklerin çok olması hangisinin tek ve kabullenemez olmasını sağlar ki.  Artık kazanılan bu tecrübelerin diğer insanlara değil ulaşılacak dünya dışı yerlere olacağında görülmekte. Sonraki ulaşımlar daha hızlı ve kolaylaşacaktır doğa için. Fakat önünde evrensel ilkelerin kendisini engelleyen olumsuz etkenleri bulunmaktadır. Dünyayı ele geçiren doğa önündeki bu yerlere giderek büyüme ve yayılmasını devam ettirecektir. Evren bunu fark ederse dur diyecektir. Göktaşı yağmurları, kuyruklu yıldız istilası, marsın uzaklaşmaya çalışması, güneşin ateşinin arttırması gibi belirtiler oluşabilir. Eğer marsa gider de orada dünya benzeri doğa oluşturabilirsek evrensel bedenle uyumlu olduğumuz ve yayılmaya ve büyümeye devam edebilme olanağımız açık demektir. Fakat oraya uyum sağlayamaz isek ve bunun imkansız olduğunu görürsek duvara çarpmış ve sınırımızı görmüş olacağız. Evren bizim sınırlarımızı belirlemiş ve bizi takip etmektedir demektir. 

Uzaydaki keşiflerimiz doğaya, dünyaya ve evrene ait bir çok soruya cevap bulacak, yeni soruların yolunu açacak ve insan olarak yerimizi belirleyecektir. Evrene, dünyaya, doğa ve insana ait bir çok sorunların cevabı ve yeni soruların devamı mikro alandan değil makro alandan gelecektir. Çünkü canlılık yapımız ilerlememiz büyümemiz yönündedir. Küçülme ve sabit kalma değil, kuantum bize ancak teknoloji bilgisini geliştirme yönünden etki edebilir, evren hakkında daha çok bilgiyi büyüme ve ilerleme ile edinebileceğimiz görülmektedir. Kuantum bilgisi mikro alandaki bilgi sınırlarımızı belirlemiştir. Ondan akıl olarak fayda sağlamamız ancak teknoloji üzerinedir. Titreşen kuantumlar bize evrenin de akıl sınırlarımız zorlayacak oranda devasa bir beden ile karşı karşıya olduğumuz göstermektedir. Bu beden ne kadar büyük ve ne yapmaktadır. Bu sorular birer olasılıktır. Yanlış da olabilir.  

Doğa ve dünya bu bedende ne durumdadır. Bir virüs mü, görevi olan bir oluşum mu, dönüşecek ve başlangıcını hatırlamayacak bir aşama mıdır. Bir aşama ise akıl burada neyi ifade etmektedir. Ne anlama gelmektedir. Canlılığın ve doğanın evrende yolu açık ise sonraki gelişim tek dev hücre canlı ile yola devam edeceği ön görüsü önümüzdedir. Bu tek dev hücre canlı modeli küçük ve büyük canlı örneklerin temsilinde yeni bir cins ve tür olabilir, temel ve küçük ile büyük ve üst sınırın birbirine bağlanması gibi bir durum. Bunu dev ve birleşik kayadan ev yapmaya benzetebiliriz. Şu an yeryüzündeki tüm canlılar hücre parçalarının birleşimiyle bütünsel görünümündedirler. Tıpkı maddelerin birleşerek dünyayı meydana getirmesi gibi. Enerji halindeki güneş ise enerji parçalarının birleşimi, eriyik madde bileşimi, enerjinin sıvı halinde bulunuyor. Bu enerji sıvısı ışık şeklinde akışa giriyor uzayda. Isısı düşük bir evrende sıcaklığı yıldızlarda bulunan, toplanan ısı merkezleri gibiler adeta. Kara delik ışığı yani enerjiyi alıp ya evren dışına atıyor ya da yeni yıldız oluşumuna aktarıyor. Bir döngü var gibi. Ama nasıl bir döngü. 

Marsta ve ay da oluşacak doğada canlıların nasıl olacağı hayal gücümüzün ötesine geçebilir. 

----------

5 Şubat 2021 Cuma

Felsefik Serbest Düşünce Esinti ve Çağrışımları -10

Düşüncenin mantıki sınırlarında dolaşmak

Büyük bir dağın zirvesine ulaşıldığında aşağıda kalmış doğa görüntüsüne bakılır. Oradan gelindiği ve oraya döneleceği bilinir. Şu anki konumunda yaşamanın zorluğu vardır. Zirvedeki yalnızlık soğuk, ıssız, boşluk hissi verir.

Her şey bir ormanda bir türün çoğalması ile başladı. Bu tür kendi içinde sürü güdüsünü çiğneyerek kendi arasında gruplaşmalar başladı. Gruplar halinde birbirlerine saldırmaya başladılar. Bu türün sürü halinden gruplar haline geçmesine neler etken olmuştu. İlk aklımıza gelen bolluk ortamda yaşıyorlardı. Türün nüfusu çoğaldı ve besin yetmemeye başladı. O ortamdan ayrılmalar oldu. Kovulanlar da oldu. Kalmakta ısrar edenler gruplara ayrıldılar. Artık savaş başlamıştı aralarında. Ortamdaki nüfusu artmış bir tür ile onlara yetmeyecek hale gelen besin oranı vardı. Bu besine ve çevresine sahip olma mücadelesi başladı. 

Canlılığın ilk zamanlarını hatırlatan yeni bir durum başlıyordu. İlk canlıların çoğalması aşamasında aynı mekanda besinin azalması ve atıkların artması ile av-avcı olgusu başlamış ve avcılar büyümeye başlayıp mekan değiştirme olanağını yakalamaya amacına yöneldiler. Burada önemli olan sınırlı görünen mekandan dışarı taşma olanağı bedensel büyüme idi. Bu büyüme çoğalan canlı nüfusunun birbirini kendine katma biçiminde ilerledi. Peki bu ilk temel mücadele bedeni tamamlanmış bir canlı türü arasında olursa hangi sonuçlara doğru ilerleyecekti. 

Ormandaki bu tür bedensel büyüme sürecini tamamlamış halde canlılığın ilk evresinin tekrarını yaşamaya başlamıştı. Bu tekrar bedensel gelişimine değil beyinsel gelişimine etki etti. Kendi türünün sayısını antitezinin oluşmasına bırakmak yerine kendi oluşturmaya başlamıştı. Kendi antitezini oluşturmuş olan bu tür insandı. Canlılığın temel oluşumundaki sürü güdüsü öncesi gelişen grup güdüsünü zihinlerinde oluşturdular. Kendi türünün nüfusunu sınırlama çabaları grup güdüsünün izinde sürmeye doğru ilerledi. Canlılığın temelindeki grup güdüsünün mekan dışına çıkma amacını da mekanda kalma olarak devam ettirmekte ısrarcı olmuşlardı.

Söz konusu ormandaki gruplar artık kendi türünün av-avcı olgusunu yaşamaya başlamışlardı. Önce kollar, ayaklar, dişler kullanıldı. Güç çekişmesi grupsal sayıya bıraktı kendisini, gruplar artık sürü güdüsünün gerisine giderek ondan ayrılıp, grup güdüsüne gerilemişlerdi.  Takım veya gruplar artık birbirlerinin düşmanı idiler. Merkezi tutma savaşları başlamıştı. Bu savaşlarda sırasıyla karşılaşma, tehdit bağrışmaları, grup toplanmaları, gövde gösterileri ve saldırlar şeklinde oluyordu. Tuzaklar, tek yakalama, taş, sopa kullanma aşamaları da geldi. Bu tür doğa içinde sürü halinde kalmayı başaramamış hem de merkezden ayrılmayı da bırakmamıştır. Kendi aralarındaki bitmez tükenmez mücadelede gruplar saldırı ve savunma için yeni araçlar ve taktikler geliştirmeye başladılar. Bu tür grupları kendi aralarında saldırı ve savaşmaya öyle dalmışlardı ki artık diğer yırtıcıların korkulu rüyası olmaya başladılar. Hem bazı yırtıcı sürüleri gibi hareket ediyor hem de araç ve taktik kullanıyorlardı. Ormandan ayrılamaya başlayan bu tür grupları artık kendi türlerinin içinden antitezlerini çıkarmış senteze ilerlemişlerdir. Burada ilginç olan ormanda çoğalan bu türün sürü güdüsünden kopmuş olmasıdır. Grup güdüsü ile kendi arasında bölünmüş aynı türün diğer gruplarına ölesiye bir mücadeleye girmiştir. 

Bu bilgilerin ışığında insan sürü güdüsünden çok grup güdüsü içinde yaşamaya devam etmektedir. Günümüze gelinmesine değin tarihimizdeki yapılmış tüm savaşların temeli sürü güdüsünden değil grup güdüsünden kaynaklanmaktadır. Çünkü sürü güdüsü canlı sürüsüne zarar verme amacında değildir. Ancak sürü içinde grup güdüsü sürüye zarar verme amacındadır, bu amacı da doğanın canlılığa verdiği mekan atlama ilkesindendir. Biz insanlar mekan atlamadıkça bu güdünün etkisinde kötü nüfus sınırlama eyleminde kalmak zorunda olacağız. Yani savaşlar bitmeyecektir. Tarihteki tüm savaşlar insanlığın canlılık temsili ile mekan atlama eylemine hizmet etmektedir. Mekan atlamamakta ısrar etmemiz hem kendi aramızdaki zorunlu nüfus sınırlamasına yol açmakta hem de doğaya zararlar vermektedir. Şu an ki insan nüfusunu evrensel ilkeler ile sınırlamaya çalışmak hem insanlığa hem de doğaya aykırı bir davranış olur. Küresel olarak zihin, düşünme ve eylem ile buna ortak karar almamız. Hem insanlığın doğa ile ilişkisini sorunsuzlaştıracak hem de mekan atlama zihin ve eyleminde yardımlaşma, odaklanma, birleşme sağlayacaktır. Zor olan işte bu zihin birliğine varmaktır küresel olarak. Eski alışkanlıklar ve yarım kalmış tarihi hesaplar bunu engellemektedir grup güdüsünün dayanılmaz baskısında, etkisinde iken insanları ve ülke yönetenleri, temsilcileri ve her alandaki uzmanlaşmış (küresel olaylara az da olsa yön verebilen odaklar) olanları.

Günümüzde küresel ve edebi barış sağlanması isteniyorsa insanlığın binlerce, yüzbinlerce yıl yaşadığı grup güdüsünü doğal haline yani sürü güdüsüne çevirmemiz gerekmektedir. Eğitimde yeni kuşakların grup güdüsünden sürü güdüsüne dönüşü sağlamamız gerekmektedir. Grup güdüsü canlılığın temellerinden gelmektedir. Bir tür sayısının artması ile mekan paylaşımını merkezden çevreye doğru ilerlemesi gerekmektedir. Lemur türü kendi içinde mekan ve zaman paylaşımını geliştirmesi ile konumuza örnek olabilir. Memelilerin otçul türleri besinleri gereği sürü güdüsünde kalmışlar, etçiller ise besinleri otçular olması nedeniyle grupsal güdüye ve tekil güdüye ayrılmışlardır. Fakat bu grupsal ve tekil güdüye sahip etçiller rakipleri ile mücadeleye girmemişler mekanı ve zamanı paylaşmayı sağlamışlardır. Aslan, sırtlan sürülerinin toplu halde birbirlerine baskın yaptığını görmememizin sebebi grup ve sürü güdülerinin beslenme ve üreme üzerine yoğunlaşması üzerine olduğu içindir. Elbette ki toplu halde iken tek rakibi görmeleri halinde saldıracaklardır. Bu durum besin arayışında karşı karşıya gelmelerinden dolayıdır.  Böylelikle zihinsel ilerleme aynı olmak üzere avlanma üzerine kalmıştır. Otçulların etçillere karşı savunma geliştirmesi etçillerin kendi aralarında nüfuslarını sınırlamalarına neden olmuştur. Biz insanlıktaki kendi türü ile savaşmak olgusu doğada bulunmamaktadır. Bizler savaşlar ile doğa ilkesinin mekan dışına çıkma amacı ilkesinde kalmaktayız hala. Canlılığın ilk ve hücresel aşamalarında bu davranış gerekli hale gelerek yeni bir sıçrayış oluşturmuşken hücrelerin yeryüzünde birleşerek bedeni tamamlaması aşamasında bu hal dünya dışına çıkış amacını taşımaktadır. Bunu başarmak için ise beden büyümesi değil akıl büyümesi ve gelişmesi devreye girmiştir. Evrensel ilkeleri kullanarak madde ve enerji üzerinde teknik işlemler ile bunu gerçekleştireceğimiz görülmektedir. Yani uçan at veya leylek sırtında aya ve marsa gidemiyeceğime göre canlı olmayan madde ve enerjiyi kullanarak canlılığın dünya dışına taşmasına hizmet edeceğiz.

Günümüzde insanın doğa karşısındaki tekil ve grupsal güdülerinden, sürü güdüsüne (küresel toplumsal anlayışı ve işbirliği) geçişini sağlayabilir miyiz.  Günümüzde insanlık grup güdüsünün etkisinde olarak grubunu büyütmeye çalışmaktadır. Grup liderleri, küresel liderliğe yarışmaktadırlar. Grup olgusu en az iki en çok ise barışık ülkeler sayısı kadardır. Küresel sürü güdüsü yansıması olarak zihinsel birliğe ulaşma gibi büyük bir olgunun gerçekleşmesi doğa ile uyum rayından çıkmamızın tekrar uyuma dönmesi için gerekli görülmektedir. Tekil ve grupsal güdü doğanın olağan dışı mekan sıçrayışı ve yayılma hareketini başlatma girişimi olarak görülebilir. İnsan da bu büyük sıçrayış için görev almış görünmektedir. Kendi türümüzün doğa ile uyumu ve onunla birlikte varlığını koruması için kendisine verilmiş bu büyük görevden sonra sürü güdüsüne geri dönmesi gerekmektedir. Kendi arasında mekan ve zaman paylaşımın yapabilmesi gerekmektedir. Kendini doğadan ayrı olarak tanımlayan insan göbek bağını koparmaya çalışan bir fetüse benzemektedir. Ama bu fetüs bağını kopardığında ona dışarıda yardım edecek kendilerini bekleyen birilerinin bulunmadığını da bilmemektedir. Canlılıkta tekillik ve grup olmak sürekliliği olmaya bir süreçtir. Biz insanlar olarak birey, grup ve toplumsal olarak daima doğanın bir parçası olduğumuzu unutmamalıyız. Ben ve doğa veya benim doğam yerine doğanın içindeki ben şeklinde, grubumuz, toplumumuz ve doğa veya bizim doğamız yerine doğanın içindeki grubumuz ve toplumumuz şeklinde düşünmeli, hissetmeli ve yaşamalıdır. 

Canlılığı ve doğayı dünya dışına taşındığı anda edebi barış süreci başlayacak insan faktörü doğa içinde ayrık değil zekasına rağmen sürü güdüsünün etkisinde görev paylaşımın ve birlikte yaşamanın doğaya uygun gereği ile şu anki yaşamından farklı bir yaşantı içine girecektir. O zamana kadar tekil ve grupsal rekabet devam edeceğe benziyor. Dünya dışına yayılan yaşamın insanı yok etme olasılığı doğanın canlı üzerindeki en zararlı etkisinin nüfusu sınırlama üzerinedir ilkesi gereği bulunmamaktadır. Bu sınırlama besin üzerine olması nedeniyle zaten dünya dışındaki oluşacak doğanın dokuz milyar insana değil dokuz yüz milyar insanı ve daha fazlasını besleyebileceği tahmini hiç de zor değildir. 

---- Sezi içeren bölüm ----

Yukarıdaki cümleler ışığında canlılığın, doğanın büyümesi, gelişmesi ve yayılması aşamasının o noktasında insanlığın özlemi olan bir ortamın oluştuğu anlamına gelmektedir. Orası dünya dışında kurulmasına yardım edeceğimiz doğadır. Oradaki doğa, tabiat ve canlılık hali hayal gücümüzün üstünde olacaktır. Oradaki oluşacak yeni dünya benzeri yaşamların oluşmasına biz insanların neden olduğu yanılgısına elbet sahip olunacaktır. Ama aslında bize itki ve hız verenin içinden çıktığımız ve ona bağımlı olduğumuz doğa olduğu gerçeği de ortada duracaktır. Yeryüzü topraklarında kaybolmamış dna parçalarının yaşadığı ortam ve zamana ait gerçek hallerini ve yaşamlarını önce bilgisayar ön izlemesinde görüp değerlendirme olanağına sahip olma olasılığı var mıdır diye soru gelmekte aklımıza. Eğer bu olursa o bir tohum özelliği taşımaktır anlamına gelir. Çünkü üreme yumurtalarımız tüm bedenin ve yaşadıklarının temsili ve aktarımı değil midir biyoloji biliminin bilgisinde. Çelikleme dikilen bir ağaç dalı örneği varken karşımızda neden bu hal diğer canlılar için gerçekleşmesin ki. Yeryüzünde bulunan yaşamı bitmiş tüm canlıların bulunabildiği dna örnekleri ön izleme ile karşımızda duruyor hale geldiğinde bir de karşılıklı bir diyaloğa evrildiğinde neler olacaktır. ön izlem kendi yaşamının savunmasını yapacaktır haliyle, izleyenlerde değerlendirmesini. Ön izlem ile izleyenler arasında şöyle bir diyalog geçmesi olasıdır. 

" Bay x, insanlığa neden böyle kötü bir şey yaptınız ?! ". 

" Doğanın nüfus sınırlama ve eleme ilkesine göre hareket ettim, lütfen beni  ön izlemden gerçek izleme döndürün." 

" Bay x, doğa bu ilkesini uzun zamana yayar ve yeni olasılıkların oluşmasını araştırır. Siz ise bu ilkeye uymayıp, doğal olmayan,  canlılığa zararlı evrensel ilkelerin eşgüdümünde hareket ederek insanlığa zararlı bir davranışta bulundunuz. " ( Burada doğa melek, evrensel ilkelerin canlılığa zararlı yanı (çok yüksek veya düşük ısı, büyük çarpışma, parçalanma gibi evrensel olgular ) şeytan ve bu iki büyük olgu arasında olan insan izlenimi oluşabilir.)

" Bu davranışımı, tek başıma yapamadığım, beni teşvik edenlerin, destekleyen kitleler olduğunu biliyoruz."

" Evet doğru. Fakat siz onların şu an temsilcisi, yansıması ve en uçta bulunan birisiniz. Sizin temsil ettiğiniz bu kesim ve kitle bu olaylardan sonra hatalarını anlayıp telafi içine girenler sizin temsilinizden çıkmaktadır. Sizden sonra temsilinizi devamında ısrar edenler ve ölenler de sizin grupta olmaktadır. Sizi bu kötü olaya iten, destek veren ve sempati besleyip ve öylece ölmüş olan tüm kişilikler aynı kategoride olup iyi işler yapmış olanlar telafi edenler anca kendilerini savunabilirler. Sizin iyi yapıp bu kötü olayınızı telafi edecek bir davranışınız ve etkiniz var mıdır insanlığa ve doğaya ? "

"......"

------- Bölüm sonu ---------- 

Biz insanlar mağmadan volkanlarla yeryüzüne fırlatılan önce eriyik sonra donan ve toprağa dönüşüp canlılığı çoşturan lavlarız. Ormandan çıkan ve okyanusa karışan nehirleriz biz. Güneşin çekim gücünden kaçan ve uzaya fırlayıp orayı aydınlatan ışıklarız. Oluşan ve ileriye doğru büyük hareketine katılan zamanın kıpırtıları, ritimleriyiz. O yüzdendir ki aşkla volkan gibi patlarız, nehirler gibi taşar, yolumuzu ararız, merakımız, tutkularımız ve cesaretimizle karanlıkları ışık gibi aydınlatır, uzaklara  hızla ilerleriz. Doğa ve canlılığın evrende bilinmeyen amacı büyük hareketine ufak sıçrayışlarımızla, kışkırtılmışlığımızla, fırlatılmışlığımız ve azmimizle katılır, büyük hareketin en uç noktalarında yaşar, zamanın işleyen çarkını hızlandırırız.  

 ......

2 Şubat 2021 Salı

İnsan Doğa ve Dünya - 8

 Doğa gelişimini, canlılığın evrende (şimdilik dünya) evrensel ilkelere (doğa ilkeleri değil !) karşı varlığını oluşturma, koruma, büyüme, çoğalma ve yayılma amaçlarıyla bulunabileceği her ortam ve şarttaki olasılıklarını denemesi, çaba sarf etmesi ve yönelmesi ile  sürdürmektedir. 

* Canlılıkta tür nüfusu başka bir tür tarafından sınırlandırılmaktadır.

Av, avcı olgusu bu ilkeden oluşmaktadır. Çoğalan canlı türün nüfusunun çoğalan ölümleriyle beslenen diğer canlılar beslendiği türün avcısı konumuna doğru ilerleme potansiyeli göstermektedirler. Doğada canlıların antitezlerinin oluşması onların doğaya bıraktıkları atık ve doğaya dönüş kalıntılarından doğmaktadır. Zamanla türlerin yok oluş nedenleri, iklim ve beslenme şartlarından oluşmaktadır. Av - avcı olgusu türlerin sınırlandırılması üzerine ilerlemektedir. 

İnsan ise doğa içinde hem avcılığı ile türlerin yok oluşunu hızlandırmış hem de kendi atık ve doğaya dönüş (doğa yaşam zincirine dönüş, ölüm) kalıntılarından oluşacak avcılarının yolunu kesmiştir. Şimdi sadece canlılığın temelinden gelen virüs ve bakteriler ile varlığı tehlike içindedir. Doğa insana zaman ve mekan olarak bu tehlike (antitezi) ile test etmektedir. Bu testini peridyodik olarak yapmaktadır. İnsan bu antitezini yok edemez. Çünkü bu antitez doğanın temellerinden ve ilk oluşumundan gelmektedir. Sadece insan bu antiteze karşı savunma geliştirerek varlığını korumayı sürdürebilir. Fakat içinde bulunduğu doğaya her zarar verişinde bu antitezinin kendisine saldırısı hem hızlanacak hem de çok zarar verecektir. Çünkü doğanın ilkesinden olan türlerin amacı yok etmek veya yok olmak değil sadece nüfusu sınırlamaktır. Doğa insana iki seçenek sunmaktadır. Ya nüfusunu sınırla ya da uzaya açıl. Uzaya açılışımız canlılığın evrene yayılması anlamına gelmekte olup (Her uzaya açılmayı sadece insanlığın değil aynı zamanda canlılığın temsili olarak ele almak önemlidir, artık uzayda atılacak her adımı kendisi ve insanlık için büyük doğa ve canlılık için ise küçük bir adım olarak anmak ve anlamak gerekmektedir), bunu tercih etmez isek ve dünyada kalmakta ısrar edersek nüfusumuzu sınırlamamız baskısını yaşamamız olasıdır. Antitezlerimizin üzerimize gelmesi sık ve hızlı bir şekilde olmaya evrilecektir. Doğa ilkeleri, canlı türlerini yok etmeye değil, türlerin doğa içinde en verimli ve dengeli sayıda kalmalarına etki eder. 

Doğa, insanı canlılığın temelinden gelen, çok güçlü ve tehlikeli türler ile tehdit etmektedir.  Bu türler çok sayıda ve çeşitte  olabilmektedir. Değişimleri ve bağışıklık geliştirme potansiyelleri çok hızlı olup, her şart ve savunma taktiğine karşı hedeflerine ulaşma olasılıkları büyük orandadır. 

Küresel olarak insanlığın, yeni küresel salgınları azaltmak ve en aza indirmek için yapabilecekleri nüfusunu sınırlamak, doğaya olan zararlarını durdurmak ve uzaya açılmak şeklinde üç acil unsuru tespit edebiliriz. Bu üç büyük adımı yavaş da olsa atmalıdır. 

* Nüfusun sınırlandırılması

Bu büyük olguyu on yıl önce de önemle vurgulamıştım. Benimle aynı düşüncede olan tüm insanların bu konuda etkili olmadığını görmekteyiz. Küresel nüfusumuz engellenemez bir biçimde artmakta olduğunu gördükçe bu unsurun uygulamaya geçilmesi olasılığını düşük görmekle birlikte nüfusu kalabalık ülkelerin bu konuda önlemler almaları sevindiricidir. Bu önemli tavır küresel olarak ele alınmalıdır.

* Doğa ilkelerine dikkat etmek 

Doğanın içindeyiz ve ona zarar vermemiz geri tepmektedir. Ona zarar vermek demek kendimize zarar vermekte aynı anlama  gelmektedir. Nefes alıyoruz, besleniyoruz, atık ve doğaya dönüş kalıntılarımızı bırakıyoruz, bize uygun iklim şartlarında yaşıyoruz. Atıklarımızın ve yok oluş kalıntılarımızın antitezlerimizin oluşmasına fırsat vermeden doğaya döndürmenin, onun ilkeleriyle ona bağlamamızın, canlılık zincirine destek olmamızın yollarını aramalıyız. Bir çok etkenle doğaya göbek bağı ile bağlıyız. Ama aklımızla ayrıldık. Anne karnında bulunan bir bebek gibiyiz doğanın içinde göbek bağı ile bağlıyız ama doğa ana ile bağlantımızı aklımızla kendi varlığımızın ondan geldiğini ve onunla beraber olduğumuzun bilincine vardık. Hangi canlı böyle bir seviyeye ulaşabildi. İşte bu seviyeye gelmemizin ilerlemesi üçüncü büyük unsur nedeni ile olduğu görülmekte.

* Uzaya açılmak 

Doğa, büyümesini ve ilerlemesini, canlılar arasındaki türlerin çoğalması ve en sonunda yayılmasını gerçekleştirmesi ile sağlar. Çoğalan canlılar ilerlemezler ise zaman ve mekan içinde çok sayıda tür artışına ve bu türlerinde sınırlandırılmasına doğru gelişim olur. Bu günkü amazon ormanları tam da bu tanıma uyar. Tür yoğunlaşması ve sınırlanması doğanın canlı ile evren yasalarına karşı bağışıklık geliştirme, ondan korunma, onun üzerinde bir katman oluşturma amacına yöneliktir. 

İnsan olarak buna hizmet bir yana onu yok etme durumundayız. O halde büyük görevimiz olan yayılma unsuruna yönelmemiz gerekmektedir. Eğer biz yönelmez isek kaçmak zorunda kalacağımız bir gelecek bizi beklemektedir. Çünkü doğanın sessiz, sabırlı ve yavaş uyarıları kulaklarımızda çınlamakta, gözlerimize görünmekte, tüm duyularımızla hissetmekte iken ona kayıtsız kalmaya ve onu aklımızla algılama olanağı varken hala reddediyoruz. Bu gerçeği bilen, bu algı, duygu ve fikirdeki insanların artması da sevindiricidir. 

Uzaya açılmamızdaki en kolay yolu öncelikle robot, nano teknolojisi ve sentetik biyoloji ile hazırlanan ortam ve zeminde bitki, mantar, bakteri ve virüslerden ekolojik bir ortam hazırlama ve dünya dışındaki ortamlarda nasıl bir yaşam gelişimi oluşturup geliştirebileceklerinin denemeleri, bilimsel olarak çalışmaları yapılmalıdır. Bu çalışmalar canlı tür çeşitlerinin dünya dışı ortamda yaşamı evren yasalarına karşı nasıl koruma, sürdürme ve geliştirme açılımlarına girebileceğini gösterebilecektir. Bu aşama bizlere de dünya dışında yaşamı hangi adımlar ile hızla ilerletebileceğimiz konusunda yeni fikirler verecektir. Bir gezegen ve uyduda yapılan ilerleme diğerlerine de uygulama olanağı verecektir.

Doğa, canlılığın uzaya açılması için neden insanı seçmiştir. İnsanın uzaya açılması onun kaderi midir. Bu kaderine uymamakta ısrar etme olasılığı var mıdır. İnsanın enerji ve maddeyi kullanma yetisinin doğa tarafından verildiğinin kantını nasıl sunabiliriz. İnsanlık tarihinin gelişmesi ile canlılığın yeryüzündeki yayılım sürecinin tamamlanması sürecinin bağlantısı bulunmakta mıdır. Doğanın yeryüzündeki yayılımı tamamlanmış mıdır ve uzaya açılma zamanının geldiğine nasıl karar vermiştir. Önceden planlanarak insanla birlikte mi ilerlemiştir bu kararı. İnsanın yeryüzüne yayılması ile uzaya gitmek istemesi aynı iç güdüye mi bağlı gelişmektedir. Merak, rekabet, kaçış, daha iyi yaşam, çoğalan nüfusun taşması gibi bilindik keşiflerin altında doğanın insana yüklediği ve henüz bilmediğimiz, düşünmediğimiz görevler var mıdır.

Biraz düşünürsek insanlık olarak zaten uzaydayız aslında doğanın içinde yaşarken, zihnimiz uzayda bedenimiz dünya yaşayan zihin ve beden parçalanmasını yaşamaktayız. İlk akıl parçalarını alırken adım adım zihnimiz doğa dışına çıkmaya başlamıştı. Bedenimiz bulunduğumuz yerde iken zihnimiz her yöne hareket haline geçmişti bile. Günümüzde insanın zihin beden bulanımının derinlerinde bu parçalanmışlık vardır. Bedenimiz doğada iken zihnimiz uzayda dolaşmakta ve bu ikilem tüm yaşantımıza bunalım olarak yansımaktadır gizlice. Her insanın zihni bedeninin dışına taşmış durumdadır. En yakını, yakın çevresi en uzağı ise uzaydır. İnsan dışındaki canlılarda zihin beden birlikteliği bulunmaktadır sıkı sıkıya. İnsanda bu ikisi yarılmıştır ve artık birleşme olanağı kalmamıştır. Bu halde nasıl geldik, asıl bunu araştırmamız gerekmektedir. Biz insanlar kendimizi doğanın üstünde ve ona hakim görürken aslında parçalanmış, bölünmüş ve dünya, uzay, evren boşluğunda dolaşır durumdayız. Yani doğaya göre ölmüşüz haberimiz yok maalesef. Doğa bizi fırlatıp atmış aslında içinden, hedefimiz uzayken hala dünyada boş boş dolaşan ruhlar gibiyiz belki de. Ne zaman ki uzaya açılacağız o zaman dünyadan doğa tarafından fırlatıldığımızı anlayacağız sanırım.  

* Doğadan Fırlatılmak

Biz insanlar doğaya, dünyaya düşmedik veya fırlatılmadık, aksine dünyadan, doğadan uzaya fırlatıldık. Bedenlerimiz hala doğanın ve dünyanın bağrında, içinde olma tesellisini yaşarken zihinlerimiz geri dönülemez bir biçimde evrenin şu an ulaşabildiğimiz ve hala ilerlemeye devam ettiğimiz en uzak bölümlerine doğru ilerlemektedir bu fırlatmanın etkisi ile.   

Uzaya gönderilmek üzere yeryüzünden hızla fırlatılan füzeler, uzay gemileri gibi biz insanlıkta fırlatıldık doğa tarafından doğanın içinden, orman yangınlarında yanmakta olan çam ağaçlarının kozalaklarını hızla yangın alanın dışına fırlatması gibi fırlatıldık ormandan, rüzgarı hesaplayıp tohumlarını onun götürmesine bırakılması gibi bırakıldık doğandan, rüzgarın, fırtınanın ilerleyişinde köklerini kısaltıp topraktan ayırarak çalıların tohumlarını uzağa taşımak amacıyla kendilerini rüzgarın itme gücüne bırakırcasına bizde bıraktık kendimizi doğadan köklerimizi kısaltarak ve nesillerimizin uzaya açılmasının planlarını yaparken. 

Biz insanlık yolcuyuz, algılarımızın ulaştığı ve zihnimizin anlam ve amaç üretebildiği kadar evrenin diğer yerlerine yola çıkmak üzere olan. Biletimiz ise " Merak, harekete yönelten içgüdümüz, uzun ve daha iyi yaşama arzusu (içimizdeki, cennete ulaşma ideali), sorunlardan kaçış, varlığa ve bilgiye olan tutkularımız, tutulmalarımız, tutumlarımız, tutunmalarımız, daha fazlasına ihtiyaç duymamızdır, tekrarların rahatlığındaki bedenimize rağmen, sıkıcılığında kıvranan zihinlerimizin yüklendiği doğaya göre bir kanser çeşidi olan aklımızın yeni bilgi ve varlık arayışlarımızın bizi harekete, taşmaya, patlamaya, sızmaya, ilerlemeye zorlaması, baskısı, ittirmesi, dışlaması, yabancılaştırması, koparması, ayırmasıdır. "

Canlılıkta iki büyük aşamanın ikincisini kendimizde yaşamaktayız. Birinci aşama hücresel bazdan bedensel aşamaya doğru ilerleyiş ve bu aşamada mekanda ilerleme olanağına sahip olma ve yayılmadır. İkinci aşama ise bedenlenmenin tamamlanmasından sonraki mekansal büyük sıçrayış biz insanlara nasip olmuştur. Bunu da başarmamızın yolu bedenselin uzantısı olarak zeka ve akıl ile olacaktır. Bilgi işler olan aklımız ile canlılığın evrensel yasaları üstüne adım atmasını yayılmasının devamını sağlayacağız. İster öncüler ile olsun isterse de zemin hazırlamak ile olsun bunu başaracağız. Bu büyük adımı sadece insanlık için değil tüm canlılık ve doğa için atacağız. Bunu başlangıcını yapan grup için kendileri için  büyük canlılık ve doğa için küçük bir adım olacaktır bu eylem. Çünkü bunu yapmaz isek bizim yerimize başka tür de yapabilirdi. Seçme şansımızın bulunmadığını görüyoruz zaten tarihteki ilerleme aşamalarımızın yönü bunu göstermektedir. Bize biçilen bu kaderi yaşarken kendi içimizde barış içinde kalarak insanlık ile doğa ilişkisindeki karmaşa, belirsizlik ve kötüye giden kısırdöngü sorunlarını çözebileceğimiz tahmin edilebilir.

   

.....