Düşüncenin mantıki sınırlarında dolaşmak
Büyük bir dağın zirvesine ulaşıldığında aşağıda kalmış doğa görüntüsüne bakılır. Oradan gelindiği ve oraya döneleceği bilinir. Şu anki konumunda yaşamanın zorluğu vardır. Zirvedeki yalnızlık soğuk, ıssız, boşluk hissi verir.
Her şey bir ormanda bir türün çoğalması ile başladı. Bu tür kendi içinde sürü güdüsünü çiğneyerek kendi arasında gruplaşmalar başladı. Gruplar halinde birbirlerine saldırmaya başladılar. Bu türün sürü halinden gruplar haline geçmesine neler etken olmuştu. İlk aklımıza gelen bolluk ortamda yaşıyorlardı. Türün nüfusu çoğaldı ve besin yetmemeye başladı. O ortamdan ayrılmalar oldu. Kovulanlar da oldu. Kalmakta ısrar edenler gruplara ayrıldılar. Artık savaş başlamıştı aralarında. Ortamdaki nüfusu artmış bir tür ile onlara yetmeyecek hale gelen besin oranı vardı. Bu besine ve çevresine sahip olma mücadelesi başladı.
Canlılığın ilk zamanlarını hatırlatan yeni bir durum başlıyordu. İlk canlıların çoğalması aşamasında aynı mekanda besinin azalması ve atıkların artması ile av-avcı olgusu başlamış ve avcılar büyümeye başlayıp mekan değiştirme olanağını yakalamaya amacına yöneldiler. Burada önemli olan sınırlı görünen mekandan dışarı taşma olanağı bedensel büyüme idi. Bu büyüme çoğalan canlı nüfusunun birbirini kendine katma biçiminde ilerledi. Peki bu ilk temel mücadele bedeni tamamlanmış bir canlı türü arasında olursa hangi sonuçlara doğru ilerleyecekti.
Ormandaki bu tür bedensel büyüme sürecini tamamlamış halde canlılığın ilk evresinin tekrarını yaşamaya başlamıştı. Bu tekrar bedensel gelişimine değil beyinsel gelişimine etki etti. Kendi türünün sayısını antitezinin oluşmasına bırakmak yerine kendi oluşturmaya başlamıştı. Kendi antitezini oluşturmuş olan bu tür insandı. Canlılığın temel oluşumundaki sürü güdüsü öncesi gelişen grup güdüsünü zihinlerinde oluşturdular. Kendi türünün nüfusunu sınırlama çabaları grup güdüsünün izinde sürmeye doğru ilerledi. Canlılığın temelindeki grup güdüsünün mekan dışına çıkma amacını da mekanda kalma olarak devam ettirmekte ısrarcı olmuşlardı.
Söz konusu ormandaki gruplar artık kendi türünün av-avcı olgusunu yaşamaya başlamışlardı. Önce kollar, ayaklar, dişler kullanıldı. Güç çekişmesi grupsal sayıya bıraktı kendisini, gruplar artık sürü güdüsünün gerisine giderek ondan ayrılıp, grup güdüsüne gerilemişlerdi. Takım veya gruplar artık birbirlerinin düşmanı idiler. Merkezi tutma savaşları başlamıştı. Bu savaşlarda sırasıyla karşılaşma, tehdit bağrışmaları, grup toplanmaları, gövde gösterileri ve saldırlar şeklinde oluyordu. Tuzaklar, tek yakalama, taş, sopa kullanma aşamaları da geldi. Bu tür doğa içinde sürü halinde kalmayı başaramamış hem de merkezden ayrılmayı da bırakmamıştır. Kendi aralarındaki bitmez tükenmez mücadelede gruplar saldırı ve savunma için yeni araçlar ve taktikler geliştirmeye başladılar. Bu tür grupları kendi aralarında saldırı ve savaşmaya öyle dalmışlardı ki artık diğer yırtıcıların korkulu rüyası olmaya başladılar. Hem bazı yırtıcı sürüleri gibi hareket ediyor hem de araç ve taktik kullanıyorlardı. Ormandan ayrılamaya başlayan bu tür grupları artık kendi türlerinin içinden antitezlerini çıkarmış senteze ilerlemişlerdir. Burada ilginç olan ormanda çoğalan bu türün sürü güdüsünden kopmuş olmasıdır. Grup güdüsü ile kendi arasında bölünmüş aynı türün diğer gruplarına ölesiye bir mücadeleye girmiştir.
Bu bilgilerin ışığında insan sürü güdüsünden çok grup güdüsü içinde yaşamaya devam etmektedir. Günümüze gelinmesine değin tarihimizdeki yapılmış tüm savaşların temeli sürü güdüsünden değil grup güdüsünden kaynaklanmaktadır. Çünkü sürü güdüsü canlı sürüsüne zarar verme amacında değildir. Ancak sürü içinde grup güdüsü sürüye zarar verme amacındadır, bu amacı da doğanın canlılığa verdiği mekan atlama ilkesindendir. Biz insanlar mekan atlamadıkça bu güdünün etkisinde kötü nüfus sınırlama eyleminde kalmak zorunda olacağız. Yani savaşlar bitmeyecektir. Tarihteki tüm savaşlar insanlığın canlılık temsili ile mekan atlama eylemine hizmet etmektedir. Mekan atlamamakta ısrar etmemiz hem kendi aramızdaki zorunlu nüfus sınırlamasına yol açmakta hem de doğaya zararlar vermektedir. Şu an ki insan nüfusunu evrensel ilkeler ile sınırlamaya çalışmak hem insanlığa hem de doğaya aykırı bir davranış olur. Küresel olarak zihin, düşünme ve eylem ile buna ortak karar almamız. Hem insanlığın doğa ile ilişkisini sorunsuzlaştıracak hem de mekan atlama zihin ve eyleminde yardımlaşma, odaklanma, birleşme sağlayacaktır. Zor olan işte bu zihin birliğine varmaktır küresel olarak. Eski alışkanlıklar ve yarım kalmış tarihi hesaplar bunu engellemektedir grup güdüsünün dayanılmaz baskısında, etkisinde iken insanları ve ülke yönetenleri, temsilcileri ve her alandaki uzmanlaşmış (küresel olaylara az da olsa yön verebilen odaklar) olanları.
Günümüzde küresel ve edebi barış sağlanması isteniyorsa insanlığın binlerce, yüzbinlerce yıl yaşadığı grup güdüsünü doğal haline yani sürü güdüsüne çevirmemiz gerekmektedir. Eğitimde yeni kuşakların grup güdüsünden sürü güdüsüne dönüşü sağlamamız gerekmektedir. Grup güdüsü canlılığın temellerinden gelmektedir. Bir tür sayısının artması ile mekan paylaşımını merkezden çevreye doğru ilerlemesi gerekmektedir. Lemur türü kendi içinde mekan ve zaman paylaşımını geliştirmesi ile konumuza örnek olabilir. Memelilerin otçul türleri besinleri gereği sürü güdüsünde kalmışlar, etçiller ise besinleri otçular olması nedeniyle grupsal güdüye ve tekil güdüye ayrılmışlardır. Fakat bu grupsal ve tekil güdüye sahip etçiller rakipleri ile mücadeleye girmemişler mekanı ve zamanı paylaşmayı sağlamışlardır. Aslan, sırtlan sürülerinin toplu halde birbirlerine baskın yaptığını görmememizin sebebi grup ve sürü güdülerinin beslenme ve üreme üzerine yoğunlaşması üzerine olduğu içindir. Elbette ki toplu halde iken tek rakibi görmeleri halinde saldıracaklardır. Bu durum besin arayışında karşı karşıya gelmelerinden dolayıdır. Böylelikle zihinsel ilerleme aynı olmak üzere avlanma üzerine kalmıştır. Otçulların etçillere karşı savunma geliştirmesi etçillerin kendi aralarında nüfuslarını sınırlamalarına neden olmuştur. Biz insanlıktaki kendi türü ile savaşmak olgusu doğada bulunmamaktadır. Bizler savaşlar ile doğa ilkesinin mekan dışına çıkma amacı ilkesinde kalmaktayız hala. Canlılığın ilk ve hücresel aşamalarında bu davranış gerekli hale gelerek yeni bir sıçrayış oluşturmuşken hücrelerin yeryüzünde birleşerek bedeni tamamlaması aşamasında bu hal dünya dışına çıkış amacını taşımaktadır. Bunu başarmak için ise beden büyümesi değil akıl büyümesi ve gelişmesi devreye girmiştir. Evrensel ilkeleri kullanarak madde ve enerji üzerinde teknik işlemler ile bunu gerçekleştireceğimiz görülmektedir. Yani uçan at veya leylek sırtında aya ve marsa gidemiyeceğime göre canlı olmayan madde ve enerjiyi kullanarak canlılığın dünya dışına taşmasına hizmet edeceğiz.
Günümüzde insanın doğa karşısındaki tekil ve grupsal güdülerinden, sürü güdüsüne (küresel toplumsal anlayışı ve işbirliği) geçişini sağlayabilir miyiz. Günümüzde insanlık grup güdüsünün etkisinde olarak grubunu büyütmeye çalışmaktadır. Grup liderleri, küresel liderliğe yarışmaktadırlar. Grup olgusu en az iki en çok ise barışık ülkeler sayısı kadardır. Küresel sürü güdüsü yansıması olarak zihinsel birliğe ulaşma gibi büyük bir olgunun gerçekleşmesi doğa ile uyum rayından çıkmamızın tekrar uyuma dönmesi için gerekli görülmektedir. Tekil ve grupsal güdü doğanın olağan dışı mekan sıçrayışı ve yayılma hareketini başlatma girişimi olarak görülebilir. İnsan da bu büyük sıçrayış için görev almış görünmektedir. Kendi türümüzün doğa ile uyumu ve onunla birlikte varlığını koruması için kendisine verilmiş bu büyük görevden sonra sürü güdüsüne geri dönmesi gerekmektedir. Kendi arasında mekan ve zaman paylaşımın yapabilmesi gerekmektedir. Kendini doğadan ayrı olarak tanımlayan insan göbek bağını koparmaya çalışan bir fetüse benzemektedir. Ama bu fetüs bağını kopardığında ona dışarıda yardım edecek kendilerini bekleyen birilerinin bulunmadığını da bilmemektedir. Canlılıkta tekillik ve grup olmak sürekliliği olmaya bir süreçtir. Biz insanlar olarak birey, grup ve toplumsal olarak daima doğanın bir parçası olduğumuzu unutmamalıyız. Ben ve doğa veya benim doğam yerine doğanın içindeki ben şeklinde, grubumuz, toplumumuz ve doğa veya bizim doğamız yerine doğanın içindeki grubumuz ve toplumumuz şeklinde düşünmeli, hissetmeli ve yaşamalıdır.
Canlılığı ve doğayı dünya dışına taşındığı anda edebi barış süreci başlayacak insan faktörü doğa içinde ayrık değil zekasına rağmen sürü güdüsünün etkisinde görev paylaşımın ve birlikte yaşamanın doğaya uygun gereği ile şu anki yaşamından farklı bir yaşantı içine girecektir. O zamana kadar tekil ve grupsal rekabet devam edeceğe benziyor. Dünya dışına yayılan yaşamın insanı yok etme olasılığı doğanın canlı üzerindeki en zararlı etkisinin nüfusu sınırlama üzerinedir ilkesi gereği bulunmamaktadır. Bu sınırlama besin üzerine olması nedeniyle zaten dünya dışındaki oluşacak doğanın dokuz milyar insana değil dokuz yüz milyar insanı ve daha fazlasını besleyebileceği tahmini hiç de zor değildir.
---- Sezi içeren bölüm ----
Yukarıdaki cümleler ışığında canlılığın, doğanın büyümesi, gelişmesi ve yayılması aşamasının o noktasında insanlığın özlemi olan bir ortamın oluştuğu anlamına gelmektedir. Orası dünya dışında kurulmasına yardım edeceğimiz doğadır. Oradaki doğa, tabiat ve canlılık hali hayal gücümüzün üstünde olacaktır. Oradaki oluşacak yeni dünya benzeri yaşamların oluşmasına biz insanların neden olduğu yanılgısına elbet sahip olunacaktır. Ama aslında bize itki ve hız verenin içinden çıktığımız ve ona bağımlı olduğumuz doğa olduğu gerçeği de ortada duracaktır. Yeryüzü topraklarında kaybolmamış dna parçalarının yaşadığı ortam ve zamana ait gerçek hallerini ve yaşamlarını önce bilgisayar ön izlemesinde görüp değerlendirme olanağına sahip olma olasılığı var mıdır diye soru gelmekte aklımıza. Eğer bu olursa o bir tohum özelliği taşımaktır anlamına gelir. Çünkü üreme yumurtalarımız tüm bedenin ve yaşadıklarının temsili ve aktarımı değil midir biyoloji biliminin bilgisinde. Çelikleme dikilen bir ağaç dalı örneği varken karşımızda neden bu hal diğer canlılar için gerçekleşmesin ki. Yeryüzünde bulunan yaşamı bitmiş tüm canlıların bulunabildiği dna örnekleri ön izleme ile karşımızda duruyor hale geldiğinde bir de karşılıklı bir diyaloğa evrildiğinde neler olacaktır. ön izlem kendi yaşamının savunmasını yapacaktır haliyle, izleyenlerde değerlendirmesini. Ön izlem ile izleyenler arasında şöyle bir diyalog geçmesi olasıdır.
" Bay x, insanlığa neden böyle kötü bir şey yaptınız ?! ".
" Doğanın nüfus sınırlama ve eleme ilkesine göre hareket ettim, lütfen beni ön izlemden gerçek izleme döndürün."
" Bay x, doğa bu ilkesini uzun zamana yayar ve yeni olasılıkların oluşmasını araştırır. Siz ise bu ilkeye uymayıp, doğal olmayan, canlılığa zararlı evrensel ilkelerin eşgüdümünde hareket ederek insanlığa zararlı bir davranışta bulundunuz. " ( Burada doğa melek, evrensel ilkelerin canlılığa zararlı yanı (çok yüksek veya düşük ısı, büyük çarpışma, parçalanma gibi evrensel olgular ) şeytan ve bu iki büyük olgu arasında olan insan izlenimi oluşabilir.)
" Bu davranışımı, tek başıma yapamadığım, beni teşvik edenlerin, destekleyen kitleler olduğunu biliyoruz."
" Evet doğru. Fakat siz onların şu an temsilcisi, yansıması ve en uçta bulunan birisiniz. Sizin temsil ettiğiniz bu kesim ve kitle bu olaylardan sonra hatalarını anlayıp telafi içine girenler sizin temsilinizden çıkmaktadır. Sizden sonra temsilinizi devamında ısrar edenler ve ölenler de sizin grupta olmaktadır. Sizi bu kötü olaya iten, destek veren ve sempati besleyip ve öylece ölmüş olan tüm kişilikler aynı kategoride olup iyi işler yapmış olanlar telafi edenler anca kendilerini savunabilirler. Sizin iyi yapıp bu kötü olayınızı telafi edecek bir davranışınız ve etkiniz var mıdır insanlığa ve doğaya ? "
"......"
------- Bölüm sonu ----------
Biz insanlar mağmadan volkanlarla yeryüzüne fırlatılan önce eriyik sonra donan ve toprağa dönüşüp canlılığı çoşturan lavlarız. Ormandan çıkan ve okyanusa karışan nehirleriz biz. Güneşin çekim gücünden kaçan ve uzaya fırlayıp orayı aydınlatan ışıklarız. Oluşan ve ileriye doğru büyük hareketine katılan zamanın kıpırtıları, ritimleriyiz. O yüzdendir ki aşkla volkan gibi patlarız, nehirler gibi taşar, yolumuzu ararız, merakımız, tutkularımız ve cesaretimizle karanlıkları ışık gibi aydınlatır, uzaklara hızla ilerleriz. Doğa ve canlılığın evrende bilinmeyen amacı büyük hareketine ufak sıçrayışlarımızla, kışkırtılmışlığımızla, fırlatılmışlığımız ve azmimizle katılır, büyük hareketin en uç noktalarında yaşar, zamanın işleyen çarkını hızlandırırız.
......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder