21 Mart 2023 Salı

Felsefenin Seyir Defteri






 

Bu yazı dizimizde felsefe ve felsefecinin günümüz gelişim aşamalarındaki durumuna göz atacak ve onu değerlendireceğiz. 

Felsefeci ve Eylem (Aktivistlik)

Felsefeci temel de teorisyendir. Eylem insanı değildir. Fakat günümüzde olay ve olgu çokluğu ve genişliği felsefeciyi eyleme çağıran bir gelişme içindedir. Felsefeciyi eyleme yönelten en önemli etken günlük yaşama dalmış halkın ve entellektüel çevrelerin yaşanan bir çok gerçek olay ve olguya karşı gerekli çağdaş tepkileri verme reflekslerinin zayıflaması ve olanları kaderleri gibi kabul etmeleri ve sadece iletişimde sızlanma ve şikayet şeklinde davranış içine girmeleridir. Felsefecinin en küçük eylemi, kamu ve sosyal alanlarda, sosyal medyada yaptığı eleştirilerdir. Çünkü düşünsel alandaki nesnel tavrını günlük yaşam için dönüştürüp belli konu, olay ve olgu için kritik haline yöneltmesi, düşünürü teoriye ara verip pratiğe yani eyleme yöneldiğini gösterir bu durum. En fiziksel ve aktif hali ise toplumun belli bir kesimi ile yasal, siyasal ve toplumsal hareket etme, tavır alma, tanıtım, etkinlik ve sunumlar zincirine katılması ve rol almasıdır, planlar süresince.

Bir felsefeci teorisyenlikten eyleme geçtiğinde felsefe çalışmaları durur. Çünkü düşünce ile eylem birlikte ilerlemez doğası gereği. Bir çok felsefeci aktif olarak eylemlere giriştiğinde teori geliştirme ve oluşturma yetisi zayıflamaktadır. Eylemde bulunduğu olay ve olgunun sınırlarına takılır. Felsefeci artık bir düşünce insanı değil, siyasetçi, sanatçı, lider, entellektüel eylemci, organizatör, planlayıcı, düzenleyici, inanç veya dini temsilcisi gibi bir çok görevde bulunan kişi haline gelir. 

O nedenle felsefeci teoride kalmalı, teorisini uygulayanlar ise onun teorisini benimsemiş ve kabul etmiş olan eylemci düşünürler ile işbirliği içine girmelidir. Felsefe tarihi boyunca da öyle olmuştur. Marx'ın teori var eylem yok önermesi ancak teori oluşması ile eylemin arkasından gelmesinin olmaması yönünden doğru sayılabilir. Yoksa felsefe tarihinde tüm insan yaşamı ve doğasına uyan felsefe teorileri oluştukları zamanda olmasa bile sonradan insan, toplum yaşamında yerlerini almış ve eyleme geçirilmiş, uygulanmaktadırlar.

Felsefeci hem teoride hem de eylemde bulunmak istediğinde, eylem aşamalarında düşünme süreci duracak, düşünme sürecinde eylemleri duracak veya yavaşlayacaktır. Eylemleri ve düşünmeleri belli bir sıraya ve düzene göre oluşturmak isterse bu aşamada ise bazı zorlukları aşması gerekmektedir. Öncelikle teorilerinin genişliği ve doğruluğu ile yaşamın büyük ve geniş varlığında süpriz ve olağandışı kesişmelere hazırlıklı olmalıdır. Eylem sırasında yaşamın getirebileceği her olasılığı teorilerin eksik bir parçasını tamamlamaya doğru mu yoksa yaşamın ilerlemesi teorilerini eksiltip yanlışlamak üzerine mi doğru mu ilerlemektedir, bunun ayrımını takip etmelidir farkında olmalıdır. Bu ince çizgiyi takip için eylem ile düşünme arasında zamanı iyi yönetebilmelidir. Eylem zamanları, felsefeciyi elinde olmadan meşgul edip, zincirleme engellenemez eylemde kalma zorunluluğu içerebilmektedir. Nehrin güçlü bir şekilde akışına kapılıp ona direnilememesi gibi felsefecinin teorinin durgun ve sakin sularından, eylemin ve yaşamın hızla akan ve durdurulamaz temposuna kapılıp teorisinden farklı, ilgisiz, dışında ve etkisizliğinde yaşama zorunluluğuna ilerleyebilir. (FEK: Günümüz felsefenin ve felsefecilerin son durumu)

Günümüzde felsefe büyük bir dağın içindeki göl, şelale görünmez büyük bir kaynak gibidir. Bu kaynak, aktığı dağın yamacındaki pınardan bir çok bilgi, meslek ve sistemi beslemektedir. Dağın yamacındaki pınardan alınan bilgiler her yere dağıtılırken, kaynağın varlığı, dağın merkezindeki konumu, şekli, önemi ve büyüklüğü gizli kalmakta, bu bilgilerin ulaştığı kişilerce görülmemekte ve varlığı hissedilmemektedir. Felsefe bir bütün olarak hayale gelememektedir. Pınardan akan ufak damla ve litre halleri ile kendisine ulaşan ve onu ulaştıran zihinlere yeterli görülmektedir. Olması gereken ise bu büyük kaynağın görünür olması ve kabul edilmesi olmalıdır. Bu başarılır ise felsefe merkezi, kaynağı, varlığı zihinlerde gerçek yerine yerleşecek ve felsefenin yok sayılmasının verdiği, yani kaynağı açıklanmayan tüm iyi, doğru, güzel ve gerçek bilgilerin zihinlerdeki dağınıklığı giderilecektir. Son durumda felsefe dağın merkezinde gizli kalmışlığını kabullenirken dağın bir çok yamacındaki pınarlarından zihinleri besleyecek damla, litre memba suları ile beslenilmesi yararına kendisinin varlığının bilinmemesini dolayısı ile parçalanmış gibi görünmesini kabul etmiş gibi görünmektedir. 

Biz düşünürler ise bu duruma bakışımız, insanın tarihsel doğal gelişimin bir parçası avuntusundayızdır. Bu olay ve olguda ne bir suçlu aramalı ne de süreçten şikayet etmelidir. İnsan kültürü gelişimindeki akış belki de bu durumu zorunlu kılmaktadır. Çünkü yaşam düşünceye sığmayacak kadar büyük ve geniştir. Felsefe ise yaşamı zaten kapsayamayacağı bilincindedir. Kendini parçalara ayırarak yaşamın bir çok yönünde değişime uğramış olarak kendisini göstermeyi kabul etme zorunluluğuna girmiştir. 

Yaşam, felsefeyi kıyma gibi parçalara ayırmayı ve un gibi  dört bir tarafa toz zerreciği gibi fırlatmayı, o yerde, o dağın yamacındaki bir çok pınardan fışkırmasını sağlamaktadır. 

Varlık yani yaşam felsefeye direnmez. Fakat büyüklüğü ve genişliğini felsefe kavrayamadığı ve kapsayamadığı için felsefe kendini parçalara ve zerreciklere ayırır. Bilimin bu günkü başarısının altında yatan sistem aynıdır. Yaşam karşısında sayısız parçalara ayrılma ve zerrecikler ile etrafa dağılma sürecine girmiştir bilim. 

Fakat önümüzde duran ise dağılma ve parçalanmadan sonra bütünleşme, birleşme olmak zorunda olduğudur insan zihninde ve kültüründe. Balık ağını geniş ve yayılmış alana atan bir balıkçı gibi sonuç için o ağ toplanmalı ve birleştirilmelidir. Bunu interaktif bilimsel çalışmalara yönelmede görmekteyiz. Bunu bilim başlatmış ve devam edeceği de görülmektedir. Peki felsefe bunu nasıl yapacaktır. Önümüzde önemli bir soru olarak biz düşünürlere ve felsefecilere ait durmaktadır. Felsefede ki bu zamandaki ve mekandaki insan zihnine yayılan bilgi parçacıkları nasıl birleşerek bir bütünleşme ve görünür olma haline gelebilecektir. Bilimin yolu teknolojiden sonra yapay zekada ve ardılları olan madde ve enerji akıllı araç ve gereçleriyle tamamlanacağı görülmektedir şu an. İşte tezimize göre o an ve o yerde bilim kaynağı olan felsefeye dönüş yapma zorunluluğuna dönecek ve felsefenin bir bütün olarak, gizli kaynağının keşfine, görülür olmasına, parçalarının toplanmasına eşlik edecektir. Tabi ki bu varsayımımız felsefenin bir bütün olarak görünür olmasına, varlıkta yani günlük yaşamda hakkettiği önemli yerini almasına doğru ilerleyişteki olasılıklardan bir örnek olarak verebiliriz. Varlığın nasıl gelişeceğine ve dönüşeceğine dair olası tahminlerimiz hep eksiktir. A tahmini yapılır B tahmini etken olur. Bunu bilemeyiz. Bunu zaman gösterebilir.     


16 Mart 2023 Perşembe

Varlık ve Bilgi

 Varlık bilgiden her zaman fazla ve büyüktür. Varlık yaşamdır. Bilgi ise onun bilgisidir. Yaşamı, tüm canlılar temsil eder. Bilgi ise bizim tüm canlılar ve onların yaşamı hakkında bilgimizi temsil eder. Yaşam unsurlarına dair aklımız ile her tespit, saptama ve isim verme işlevimiz bilgimizi geliştirdiğimize dair bir göstergedir.

Bir incir ağacını ele aldığımızda incir ağacının kendisi varlıktan bir parçadır. Biz insanlar ona incir ağacı ismini vererek ona ait bir bilgi ortaya koymuş olmaktayız. İncir ağacının kendisi varlıktan bir parçadır. Bizim ona verdiğimiz isim ve onu tanımlayan her tespit, saptama ve gözlem ise birer tüm bilgilerden birer parçadır. 

Dolayısı ile varlık önce gelmektedir. Bizler varlığa bakarak onu anlamaya, tanımlamaya, saptamaya çalışmaktayız. Felsefede varlıktan parçadan varlığın tümeline doğru ilerleriz. Örneğimizdeki incir ağacı, ağaç türlerinin bir örneğidir. İncir ağaçlarının tümü ise ağaç kavramının içinde yer alır. Ağaç kavramını ise bitkiler üst kavramına bağlamaktayız. Bu tamamlamalar bilimde de bulunmaktadır. Hali ile felsefe ilerleme başlangıcı bilimsel verilerle sağlam bir biçimde ilerler. Bilimsel bilgi burada biterken felsefe yoluna devam eder ve bitkilerin canlılık içindeki etkinliklerini araştırır. Diğer canlıları incelemeye ve bitkiler ile ilişkilerini karşılaştırır. Diğer canlıları adı altında böcekler, memeliler, kuşlar, sürüngenler, balıklar, bakteriler, mantarlar, insan olarak bir çok kategoriyi ele alır. Bilimde bu konularla uğraşmaktadır. İşte sonunda felsefe tümel canlılık üzerine düşünmeye başlar bilim o aşamada kalır. Her bilim dalı ilgilendiği alanda sınırlarında kalırken felsefe tüm canlılığın yani yaşamın temel ilkelerine doğru ilerler. 

Varlığın yani yaşamın temel ilkelerinin neler olduğunu araştırır. Bu araştırmalarını ilk canlının ortaya çıkışı, çoğalması ve çeşitlenmesi her konuda her açıdan genişletir. Bilimin canlılığa, doğaya ve yaşama ait tüm bilgilerini veri olarak alır ve bilimin üstünde sezi, teori, olgu olasılıklarını tarar. Önceki bilgilerden eksik kalmış bilgileri, yanlış olduğu halde doğru kabul edilen bilgileri, ele alınmamış bilgi ve olasılıkları, geçmişten gelen ve günümüze yansıyan bilgilerden fark edilmeyen fakat dikkat edildiğinde fark edilecek bilgileri felsefe araştırır. ( Yazı fikirlerine doğrudan etkisi değil de sadece yazma isteği oluşturma esin kaynağı (: Ahmet İnam kitap okumaları, düşün yolcuları, Immanuel Kant - Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (16))

Varlık hakkında ön fikirler oluşturduğumuz için artık yeni ve önemli soruları sorabiliriz.

Varlığı şu anki bilgimiz ve yetilerimizle tanımlamak ve tüm açılardan algılamak bireysel açıdan olanaklı değildir. Tür olarak insanlık ve yapay zeka yardımı ile kabaca ve bize yetebilecek kadar bilgisine ulaşabiliriz. En önemlisi ise biz insanların var olabilme ve sürdürme şartlarına yardımcı olabilecek varlığın tüm bilgilerine ulaşabilme olanağımızın olmasıdır. Zihnimizin oluşma ve işleme biçimi bu olasılık ve olanaklara göre evrimsel gelişimini sürdürmüştür.

Felsefede birey olarak varlıkla ilgilenmek ve onu düşünmek giriş niteliğinde önemli bir zihinsel eylemdir. Bu eylemi bir bilgisayar açılışı, cep telefonu açılışı gibi görebiliriz.

Felsefenin sihirli giriş sözleri " Varlık", " Yaşam ", "Hayat", "Canlılık" "Doğa", "İnsan", " Tanrı", " Evren"," Toplum", " İlişkiler". Bu sözleri ister sözlerimizde ister zihninizde canlandırdığımızda tüm bedenimizle ve zihnimizle bir an saygı duruşuna, bir huşu haline, tüm basit ve tikel unsurların küçülmesine ve üzerimizden silkelenmesine şahit oluruz bilinçli zihin ve bedenlerce. 

Yukarıdaki önemli felsefe konularını duyan fani kişiler her sözü kendi küçük yaşamlarınca yorumlama hazırcılığına kaçarlar. Varlık deyince kendi zenginlik hayallerine, yaşam deyince, basit olduğu halde kendince önemini arttırdığı, tikel olduğu halde tümel yaptığı yaşantısına, hayat denince kendi ve çevresinin, tecrübe ile öğrenebildiği hayat hakkında bilgilerine, canlılık deyince " Bende bir canlıyım ve isteklerim arzularım var" algısına giden, Doğa deyince " Okulundaki veya çevresindeki doğa isminde bir kızı veya işyerinde Doğa isminde bir arkadaşını hatırlamaya giden, insan deyince " İnsan benim işte" diyebilen, Tanrı deyince, çocuğun anne ve babasından her şeyi istediği gibi tanrıdan istemeye başlayan, evren deyince " Boş ver evreni biz kendimize bakalım" diyen, toplum deyince, onu kötüleyen, yabancılayan, hasım gibi gören, ona küsmüş olan, ilişkiler deyince erkek- kadın, güçlü-zayıf, başarılı- başarısız, katmansal farklar olarak gören ve bunları kabullenmiş bir çok zihin bulunmaktadır doğal olarak. Neden böyleler onları suçlayamayız, onlar yaşamaya çalışmaktadırlar. Yaşamaya çalışırken onun düşüncesini değil eylemini yaparız. Hem yaşarken hem de düşünceyi geliştirmek ise biraz çaba ve eğitim gereklidir. Genetiğimiz henüz bu zihinsel fikirleri kalıtım yolu ile aktarma özelliğini kazanmamıştır. Kazanmayabilir de çünkü genetiğimiz olasılıklar üzerine değil olanlar üzerine gelişimini değişimini sürdürmektedir. Zihinsel çalışmalar ise olasılıkları taramaktadır. Genetiği zihnin enerjisi sayarsak zihnin çalışmasını da aldığı bu enerji ile çevresini karanlığı aydınlatmasını, bilinmeyenleri keşfetmesini, yeni olanakları araştırmasını, bulmasına örnek verebiliriz. 


14 Mart 2023 Salı

İnsan Kültürü ve Doğa ilkeleri ilişkileri -14

 İnançların ve Dinlerin İnsan Gelişimine Olumlu Etkileri

İnsanlığın ilk gelişimleri sırasında aileler kendi merkezleri ile doğa merkezlerini birbirinden ayırmışlardır. Aile eril, dişil, çocuk ve kardeş birliği ilk hücrenin kendini doğadan bir zar veya sınır ile ayırması gibi topluluk olarak biz ve doğa şeklinde iki ayrıma başlamışlardır. Aile kendi sınırlarında güvende olmuş, zamanın akışı onlar için değişmişti. Kendi alanlarını kontrol altına almaları doğadan gelecek varlıklarını tehlikeye sokacak kötü süprizlere karşı birbirlerinden güç alma, birlik olma ve aynı duygulara sahip olmaları sayesinde dayanıklılıkları artmakta ve yaşamak her geçen gün kolaylaşmakta idi. Zaman artık onlar için kötü süprizlerin çok değil azaldığı döneme doğru ilerliyordu. Kendi zamanlarını doğa zamanının içinde özerkleştirmeye ve büyütmeye, genişletmeye başlamışlardı.

Aile ve doğa ikilemine bir unsur daha gerekiyordu. O da bu ikiliden daha büyük bir güç ve zamandı. Bir hakem gerekiyordu. Aile ile doğa arasındaki ilişkilere şahit olacak ve gidişatı kontrol altına alacak bir tarafsız hakem gerekliydi. Çünkü Aile yaşaması sırasında hem başarılı oluyor hem de kötü anlar yaşayarak ölümle tanışıyordu. Aile fertlerinden ölümler olduğunda bu kötü bir kayıp ve başarısızlık olmakta doğanın hanesine artı bir aileye ise eksi bir yazılıyordu. Aile besin için avı başardığında ve kolayca, sorunsuz sebze ve meyve topladığında hanesine artı yazılıyordu. Ve zaman böyle ilerliyordu ailenin ortak hafızasında. Kendi özerk zamanları artmaya ve birlikteliklerini yaşamaya daha fazla zaman ayırdılar. Aile ile doğa arasındaki maçın üzerine her türlü ses, hareket ve nesne kullanarak iletişim zorunluluğuna ilerlediler. Maçın geçmişi, şu an ki durumu ve geleceği hakkında iletişim kurmaları gerekiyordu. Bu uzun zaman içerisinde iletişim duygu genişlemesine ve ardından sakinliğine ulaştı. Sakinlik maçı kabullenmek anlamına geliyordu. Varlık ile yokluk maçı idi bu. Ya var olacak ve devam edecekler ya da yok olacaklardı. En büyük korkuları doğanın ve diğer düşman ailelerin kendilerine eksi yazdırmanın hızlı ve çok sayıda olma olasılığı idi. Çünkü belli aralarda eksi yani üye kaybını kabullenmişler ve yaslarını da tutabilmişlerdi. 

Belli bir zaman sonra hakemin olması gerektiği yoksa ailelerin doğa ve birbirleriyle amansız maçı, savaşı, varlık ve yokluk mücadelesinin hiç bir anlamı olamazdı. 

Ve ister kavramsal olarak bir ihtiyaçtan olsun, isterse de gerçekten var olsun bir büyük hakem oluştu zihinlerde ve yaşantılarda anılmaya, ritüeller ile yaşatılmaya başlandı. 

Ve Tanrı varlığını hissettirdi. 

İnsanlık tarihi boyunca ulaşılması zor bir makamın bir yaratıcı düşüncesi ve hissinin insanlara yön verdiği bir gerçektir. İnsanlarda izlendiğini, ödül ve ceza ile yargılanacağını bilmek ve öyle hissetmek artık tarafsız hakemin doğaya karşı insan tarafında olduğu izlenimini verdi. 

İnsan doğa ile rekabetinde hakemin tarafsız davranmadığını, kendisine özel bir yardım ettiğini kabullendi. Bu bilgilerin vahiyle geldiğine aracılık edenleri önemsedi. Ve onlara yönetim ve ayrıcalık hakkı tanındı. Artık inançlar ve dinler toplum yaşantıların temeline yerleşmiş oldu. Avcılık ve toplayıcılıkta tarafsız olan tanrı tarımcılıkta insandan yana olmuştu. İnsandan yana olan tanrı artık insana her zaman yardım edecek bu iletişimi ve yönetimi tanrı kral temsilinde Mısır uygarlığı ile zirveye çıkacak en uzun dönemlerini yaşayacaktı.

Tanrı kavramı ve olgusu, inancı ve dinler insanlığın beynindeki nöron sayısının artmasında olumlu etki oluşturmuştur. Anlayamadığı ve kavrayamadığı bir büyük gücün, doğa ve evrenin düzenini nasıl oluşturduğu, nasıl devam ettirdiği ve amaçlarının neler olduğu düşüncesi her zaman insanı düşündürmüş ve bu sayede sonuca ulaşamamış ve nöronların uçlarını büyüyecek ve gelişecek şekilde eyimli ve açık bırakmıştır. Önce dünya için düşünmüş günümüzde keşfedilen dünyadan sonra evrene doğru sıçramıştır bu ilgi. İnsanlığın gelişiminde tanrı inancı ve kavramı hep ulaşılamayan, geniş ve bilinemeyen fakat insana yardımcı olan bir olgu olarak dinlerde kendisini göstermiştir. Dolayısı ile toplum düzenini oluşturma, geliştirme ve sürdürme açısından büyük bir rol oynamıştır. 

Tanrı inancı ve dinleri insanlığın var olduğu sürece devam edecek bir olgudur. Çünkü bu olgu insanın ilerlemesinde sürekli alan genişletme ve keşfedilecek uzay ve zamanı uzatmaktadır. 

Artık bilmek ve inanmak insanın temelinde bulunan en önemli zihinsel olgu olarak önümüzde durmaktadır. Bilmek, varlığını onaylama adına emin olmak için, inanmak ise ilerlemek, yayılma, büyüme(Tanrının verdiği hak ve onu arama amacını da barındıran) ve varlığının ölümden sonra da devam edeceği istenci için gerekli iki büyük unsurdurlar.

İnsan doğuştan doğadaki diğer canlılara göre fiziksel zayıf doğmasına karşın, ona sürekli bakıldığı ve korunduğu için inanma ve güvenme sürecini başlatmaktadır. Bir bebek annesine güvenip ve bu güvenine de inanarak devam etmektedir. Bebeklik ve çocukluktan çıkışta ise onu, bilmek beklemektedir.

 Artık bilmenin içinde kendisine gerekli olan her duygu ve fikir bulunmaktadır. (Yazıya ait fikir esinlenme ve sentez oluşturma kaynakları: Ahmet Arslan, Dücane Cündioğlu, Hasan Aydın, Celal Şengör konuşmaları ve yazmaları)

 


10 Mart 2023 Cuma

İnsan ve Doğa İlişkileri - 13

İnsanın Akıllanması Süreci

İnsanlık tarihi boyunca toplumların yönetiminde yönetici aile sürekliliği doğal gelişime zıt ve ters bir eylemler zinciri olmuştur.

 İnsanın doğal gelişime karşı zıt ve ters eylemlerde olması onun kendi tarihini oluşturmasında zorunlu bir hal gibi görünmektedir. 

Zaman ilerleyip de insanlığın gelişimi ile bu zıtlık ve ters hareketin sürekli ve kalıcılığı açısından doğal akışına yönelmesi de ayrı bir zorunluluğu beraberinde taşımaktadır. Dolayısı ile insanın doğal süreçteki kendi olgusunu yaratması için doğal süreçten çıkması ve doğaya rağmen var olması gerekmekte idi. Bu nedenle insanlığın ilk aşamaları günümüzden bakışla çok bencilce ve kendi gerçekliğinde çok zalimce bir tutum içinde olduğunu görebiliriz. 

Çevresindeki her türlü canlı ve cansıza karşı eylem olasılıklarını denemiş ve bu hareketinde doğal sürece hiç uymayan eylemleri uygulamış ve diğer insan ve canlılar açısından da uygulanmaya tabi olmuştur. Doğada bu durum tam bir delilik olarak görülebilecek eylemler olarak tanımlanabilir. Ya da çıldırmışlık hali de denilebilir. Çünkü doğada bir canlının var olma temeli içindeki hazır olan ve doğuştan getirdiği canlılık eylemde bulunma ve onları geliştirme yetileridir. İnsanda ise bu yeni ve çılgın sayılabilecek yetileri nesilden nesile aktama hali genetikten değil bizzat yaşarken göstererek, örnek yaşantılar ile aktarması doğada olmayan bir özellikti. Bu doğaya kattığı yeni özellik genetik üstü öğretme ve iletme özelliği elbette onun zihinsel aktivitelerinin çalışmaya başlamasıyla olanaklı olmuştu. 

İşte günümüze kadar ki insanlığın tarihsel çılgınlığı ve delirmişliğini sakin ve düzenli zamanlar olan bu zamanlarda anlayabiliyoruz. 

Bunu anlayabiliyorsak şu an eski ve zorunlu zıtlık ve ters eylemlere karşı da önlemler alabileceğimizi ve doğadaki gerçek görevimiz ve varlık nedenimizi de bulmaya yaklaşıyoruz demektir. 

Tür olarak artık doğal sürece dönüş son halimizle de sürekliliğimizi devam ettirme yoluna girebileceğimizi görmekteyiz. Tarihsel insan zihni yetersizlikleri ve çılgınlıklarının da sonuna doğru geldiğimizin bilincine ulaşabilmeliyiz. 

Tarihsel aile yöneticiliğinin dar alanından geniş toplum içinden çıkacak yeni yönetime katılma olasılıkları doğal ilkelerine doğru ilerlediğimizin göstergesidir. 

(Yazıya ait fikirlerin oluşma kaynağı : Roman Empire dizisi Netflix)

3 Mart 2023 Cuma

Gündemi Felsefi Yorumlamak -1

Şubat 2023 

Gündem konularına aylık olarak felsefece bakış yapacağız bu yazı dizimizde. Felsefenin tarafsız ve nesnel yorumlarına yer vereceğiz. Haber niteliğinden felsefe yorumlamasına doğru bir değerlendirme olacak. Amaç habercilik yapmak değil aylık önemli olaylara felsefi yorumlar yapmaktır. 

Bu bir deneme yazısı olacak. Geliştirilmeye ihtiyacı olabilir. Felsefenin üsten ve geniş açılarından gündemi değerlendirmenin zorluğuna şahit olacağız. Hatalarım olabilir, yeni keşiflerde yapılabilir bunu zaman gösterecektir. 

İlk ay olarak şubat ayı önemli olaylarını felsefece değerlendirelim. 

Güney Doğu Anadolu da büyük felaket sonuçları ile devam etmekte. Ülke yönetimi (Hükümet ve muhalefet), sivil toplum kurumları, dünya ülkeleri, yardım kuruluşları ve halk bölgeye yoğun ilgi ve yardım için elinden geleni yapmaktadır. 

Bölgeye yardım konusunda her kesim tarafından bir yardım rekabeti başlaması ve devam etmesi sevindiricidir. Bölgeye yardım rekabeti seçimlerin yaklaşmakta olması nedeniyle siyasi bir yarışında başlamasına neden olmuştur. 

Geçen ayın iki önemli olgusuna değindik. Bölgesel büyük felaket ve onun üzerinden büyüyen seçim nedeniyle ilerleyen siyasi ve yönetim rekabeti. 

Doğal afetin bir bölgeye verdiği büyük yıkım ve trajedi. Bu olay gibi bir çok ülkemiz sorunlarını çözme ve toplum yaşamını geliştirme gibi bir çok yönetme, idare görevini üstlenmek için politik, siyasi partilerin yönetime gelme, mevcut hükümetin görevine devam etme amacı ile seçime doğru rekabetlerinin başlaması.

Ülkemizin ve dünyanın pür dikkat kesildiği, gündemin odaklandığı büyük felaket, yerini seçimler nedeniyle siyasi olaylara çevrilerek yeni gündemini belirleme yoluna girmiştir. Politikadaki sıcak gelişmeler gündem konularını hızla değişime uğratmış ve seçim startına hazırlanmaktadır.

Şubat ayının gündemine ait iki önemli konu büyük felaket ve siyaset hakkında felsefe olarak daha fazla yorum yapma olanağımız bulunmaktadır fakat yeni yazı dizimizde konuları değerlendirme için yorumların artmasını zamana bırakacağım. Gelişen yazı dizisi ile yorumlar da artarak devam edecektir.

Bu yazı dizisinin başlangıcı olarak kısa ve öz olarak şimdilik bu kadar ele almış olalım. 

Sonraki gündem konularına dair gelişerek derin felsefe analizlerine yer vereceğim.