Temel dürtülerimizin bilinç gibi belirgin, mekan ve zaman algısı yoktur.
Dürtülerimizin mekan ve zaman algısı duyuların kaydedilmesi ve mevsimsel değişikliklere tepki vermesiyle oluşur. (İnsan bilincinin oluşmasının başlangıcı zaman ve mekan algısını geliştirmeyle başladığı tezini ileri sürebiliriz.)
Tıpkı rüyalarımızdaki gibi. Rüyalarımızda mekan ve zaman algısı bulunmaz. Mekanlar ve zamanlar birbirleriyle iç içe ve karışık halde bulunurlar. Dolayısıyla rüyalarımız dürtülerimizin ve duygularımızın faal olduğu dönemlerdir. Günlük yaşantılarımızda belirgin olan ve hafızada yer etmiş önemli nesne, olay ve kişiler rüyalarımıza dürtülerin ve duyguların etkileriyle karışmış halde girerler. Rüya yorumlarında dürtülerin etkileriyle günlük toplum hayatının belirgin etkileri olan duygulanımları ayırmak gerekmektedir.
Dürtülerimiz hücresel itkiden tüm bedene yayılmışken, yaşantı tecrübeleri ile edinilmiş bilgi ve duygular beyindeki hafızada bulunmaktadır. Rüya sırasında bilinç devre dışı kaldığı için sahneye hücrelerin dürtü birikimleri gelir ve ardından günlük toplum yaşantı tecrübeleri olan duygular da hafızadan harekete geçer. Bu iki faktör zihinde buluşup karmakarışıklık içinde uyanıldığında geçici hafızada bulunurlar. Uyanıldığında kayıt altına alınmaz ise hızla silinirler. Rüya görme esnasında rüyada olduğunu saptayan bilinç değildir. Duygulanmaların etkileridir. Rüya sırasında bilinç aktif olursa rüya birden durur, kişi dış mekan ve zaman algısına geçer. Yarı uykulu yarı uyanık hal bu anlardır. Zaman ve mekan algısından sonra bilinç kalmak için bir gerekçe, amaç saptamaz ise uykuya döner. Bilinç kapanır ve yerini dürtülere duygulara bırakır. Rüyadaki duyuların aktif olmasını bilinç değil dürtüler ve duygular sağlar. Tümden uykudan uyanıldığında bilinç bölünmüş uyku aralarındaki çalışmasını hatırlar bazı kimseler rüyalarını bilinçli yönlendirdiklerini bu yüzden sanırlar. Gerçekte rüyalar bilinç tarafından yönlendirilemezler. Yani rüyada hiç bir bilinç sürece etki edemez çünkü kapalıdır. Dış seslerin rüyalara yansımalarını dürtüler ve duygular şekillendirirler. Isı değişimlerini beden algılar ama bilince iletemez. Sonunda bedendeki rahatsızlık organlara zarar verme aşamasında acı gibi fiziksel etki bilinci uyandırır. Uyurken üşümüş beden kasılarak fiziksel acı ile uykuyu böler. Bilinç rüyaları yönetebilseydi hem rüya aşamalarında hem de gerçek ortamı aynı anda takip etmesi gerekecekti. Böyle olunca dış etkilerin acı ve kötü etkilerinin büyümesini beklemezdi haliyle. Rüya sırasında odanın bir köşesinde elektrik sorunundan yavaşça yangın başladığını hayal edelim. Uyuyan kişinin bilinci eğer rüyayı yönetme halinde olsa idi aktif anlamına gelir ve yangın büyümeden hemen uyanarak eyleme geçer. Bilinç kapalı olduğu için odada artan ısı, duman ve oksijen eksilmesi önce beden tarafından algılanacaktır. Kapalı olan bilince bu acil durumu nasıl iletebilecektir. Kapalı bir bilinç halinde iken dış algının bedendeki ilk etkileri ısınma ve nefes zorluğu şeklinde olacaktır. Bu olumsuz etkilerin dürtüler ve duyular ile rüyalara yansımaları çok farklı olacaktır. Isı terlemeye, nefes zorluğu öksürmeye ulaşınca acı sinyalini alan beyin bilinci aktif hale getirecektir. Bilincin aktif olması ile odadaki yangın, kaçma dürtüsünü, korku duygusunu, akıl acil eylemi seçme yaşantısıyla karşı karşıya kalacaktır. Kişi kendini dürtünün ve güdünün etkisine bırakırsa kaçacak, duyguların etkisine bırakırsa korku, üzüntü, öfke gibi ana duyguların etkisiyle (sevinç eksik) donma yani hareketsiz kalacak bu anda beklerken ya dürtü ve güdü etkisine veya akıl etkisine girmesi girmesi gerekmektedir. Geçiş yapamaz ise beden tepki verir. Sesle (çığlık vb.), ağlama, idrar bırakma gibi. Geçiş yapabilirse dürtü ve güdü etkisiyle kaçma, akıl (bilgi ve deneyim) etkisiyle acil eylem davranışına girer. Aynı odada bir hayvan olsa idi hızla dürtü ve güdü davranışına yönelirdi. Kaçma eylemine öyle odaklanırdı ki oda kapalı bile olsa duvarlara, kapalı kapı, pencereye doğru refleks olarak çarpmaya başlardı.
Cinsellik temelinde bir dürtü olup duyguda aşka dönüşür. Akıl da ise birlikteliğinin uzun ilişkisine yansır. Eşler dürtü, aşk ve akıl dengesini düzenleyebilirler ise geriye dış etkilere karşı tutum geliştirme çabası kalır. İnsanın iki önemli dayanağı olan tutunma ve tutumdur.
Sürekli aynı rüyaları görmenin içeriği uyuyan kişinin hafızada bulunan duygu hücrelerinin dürtüleri bastırması sonucunda ön plana çıkması şeklinde oluştuğu tahmin edilebilir.
Rüyalarımız adeta beynin kuantum belirsizliği gibidir.
Canlının temel dürtülerini iki gruba ayırabiliriz.
Varlığı koruma ve sürdürme üzerine oluşan dürtüler
* Dışa bağımlı gelişen dürtüler.
* İçe ait gelişen dürtüler
Dışa bağımlı gelişen dürtüler
Nefes, su, beslenme, korku, saldırı, savunma, kaçma, rekabet, sürüye uyma. (insanda ek olarak, güvenlik, sevgi, üzüntü, yardımlaşma ).
İçe ait gelişen dürtüler
Nefesi ve besini kullanma ile dışa atma, uyku.
Cinsellik hem dışa bağımlı gelişen hem de içe ait gelişme özelliği olan en önemli dürtü olarak görünmektedir. Her iki dürtü özelliklerini de kapsamaktadır. Varlığı koruma üzerinden çok varlığı sürdürme üzerinde ağırlığı bulunmaktadır. Cinsellik açısından, varlığı koruma dürtüsü sanki varlığı sürdürme aşamasına ulaşmak için oluşmuş gibidir.
Dürtüler ve modern insanın biyolojik bulanımı
Dürtülerimiz faal iken; ahlak, inanç ve yasa düzenlemeleri toplu yaşamanın olanağı için adil sınırlamalar, düzenlemeler getirmektedir. Dürtülerimizin zaman ve mekan algısı, miktar ve oran ölçütü olmaması nedeniyle bu mevcut sınırlamaları da algılamamaktadır. Dürtülerin zamana ve mekana göre miktar ve ölçüye göre kullanımı toplum tarafından tarihsel tecrübe olarak belirlenmiştir. Özellikle insanlık tarihinde bu belirlemelerin az olduğu dönemlerde dürtülerimiz toplumlar için kaoslar yaratmışlardır. Savaşlar, göçler, haksızlar, katliamlar, cinayetler, tecavüzler gibi bir çok kötü olayların yaşanmasına neden olmuştur. İnsanlığın dürtü kategorisinde yeni dürtüler oluşurken, cinsellik dürtüsü başta olmak üzere bütün dürtüler çok ve sık kullanımlarından ötürü olağanüstü artış göstermiştir. İşte modern dönem de atalarımızdan devir aldığımız hoyratça ve ölçüsüzce kullanılmış ve aşırı şekilde artmış olan bu dürtülerin dizginlemesi, düzenlenmesi ve doğadaki gerçek ölçüsüne getirilme çalışmasını, ahlak, inanç, ilke ve yasalarla yapmaktayız. O nedenle modern insan üstündeki fazla dürtü fazlalığını atarken mutsuzluğu, hüznü, sıkıcılığı yaşamaktadır. Geçen yüzyılda bu görüş dürtü özgürlüğünü arttırılması gerektiği üzerine durulması yönünden yanlış bir yola girdiğini böylelikle modern insan bunalımının daha da arttığına şahit olmaktayız. Modern insanın dürtü fabrika ayarlarına dönmesi zor olsa da bunu başarmak zorundadır. Bunu başarmasına bilim de yardım edebilir. Felsefe ve bilim öncesi bilgi çeşitlerinin temsilcilerine (Astroloji, fal, mistik öğretiler ve enerjiler vb.) modern dönemde hala rağbet ve talep görüyorsa bunun nedeni felsefe, bilim ve inançların dürtü, duygu ve akıl dengesini bireylere kazandıramamasındandır.
Dürtülerimiz için bir sınır, ölçü, zaman, mekan, ilke, kural olmaması canlılığın ilkel dönemleri için çok gerekli olan bir yaşam şekli iken insanlığını gelişimin de akıl da gelişirken canlılığın temel dürtülerine düzenleme yapmak bir yana dursun daha arttırma özgürlüğü hatası seçeneği kullanıldı. Yine de yavaş da olsa dürtü düzenlemesinin artması ile toplumsal düzenin artması arasındaki paralellik keşfedildi. Sınırsız dürtü den zaman, mekan ve şartların oluşmasına evrilen dürtü işleyişi günümüze kadar ilerledi ve hala devam ediyor. Güç, iktidar, ideoloji hedefi (kapitalizmde ekonomi) gibi toplum standardı üstü oluşumlarda bulunma isteği bazen bu dürtü sınırsızlığı ve özgürlüğü gibi hatalı arzular peşinde olma veya sürdürme isteğinden kaynaklanmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin tanımını hatırlayalım ihtiyaçların sınırsızlığından bahseder işte bu dürtülerin sınırsız kullanımına işaret eden yanlış bir tanımıdır. Sanki ekonomik hedeflere ulaşan dürtülerinin sınırsız işletebileceğini teşvik eder gibi. Hal bu ki dürtülerini sınırsız yaşamak isteyen günümüzde sağlıklı bir yaşama süremez. Yasa, ahlak, etik, inanç, hastalık, bedenin zorlanması, yıpratılması ve kazalar bu sınırsızlık karşısında duvar olur. Hız ölüm getirir değil mi. Geçen yüzyılın sloganı olan " Hızlı yaşa, genç öl " dürtü sınırsızlığın sloganı gibidir. Kapitalizm tüm dürtü düzenleme mekanizmalarına inat gençleri dürtülerini sınırsız yaşa tıpkı ataların gibi dercesine bir popülist akımı kullanıyor.
Atalarımızdan devir aldığımız doğaya göre abartılmış dürtüleri (doğalüstü) işletmek gençlerin yapacağı en kolay bir kısır döngüdür.
Doğada canlılarda önce büyüme için içsel itki, sonra varlığını koruma ve sürdürme için dürtü oluşmaktadır. İnsanda dürtünün yaşanması yönünden uzaması ve sıklaşması duyguları oluşturmuştur. Duygularımız uzayan ve sıkça kullanılan dürtülerimizin bizlerdeki yansımalarıdır. Örnekler verirsek güven duygusu "saldır, kaç" dürtüsünün kıskacından çıkmış ve süreklilik haline gelebilen bir duygudur. Güven duygusunun bozulması " saldır, kaç " dürtüsünün aktif olmasına ve ikisi arasında canlının dürtüsel etkinliğinin artmasıyla ruhsal rahatsızlık duymasına neden olur. Çünkü dürtüler bir duyguya bağlanıp tatmin olma sürecine girmeyip sürekli aktif olmaları canlıda hem duygusal hem de zihinsel rahatsızlığa yol açabilir. Dürtüler bir duyguya bağlanmazlar ise ilerleyen zamanda zihne de olumsuz etkilerde bulunmaya başlarlar. İşte " Şeytan uydum " sözü dürtünün akla olan olumsuz etkisine bir örnek olabilir. Dürtü bir duyguya bağlanıp sonra zihin tarafından çözümlenmesiyle kabul ve sakinliğe doğru bir ilerleyiş olanağı oluşmaktadır. Uyuşturucular, rahatsızlık veren kısırdöngü haline gelen duyguları dondurma ve saf dürtüyle bağlantısını oluşturmaktadır. Dürtüler hücrelerden geldiği için tek tek değil toplu halde ortaya çıkmakta ve güdülere dağılmaktalar. Güdüler ise birleşerek daha az olan duygularda toplanmaktadırlar. Duygularımız ise döngü halinde zihinde sabitlenmeye doğru ilerler. Zihin hem duyumlar yolu ile hem de gelen duygu bilgileri ile canlıya eyleme geçme refleksine yöneltir. İnsanda ise amaç oluşturma ve plan yapma aşamasına yöneltir.
Bitkilerin dürtüleri ayrı olarak incelenmesi gereken ilginç bir alanken diğer canlıların dürtü işleyişi daima kısa sürer ve aralıklıdır. İnsan toplu yaşamının verdiği gelişme ile dürtülerini tarih boyunca ister acıya maruz kalması ister acı çektirmesinin uzamasından hastalıklı keyif alsın çoğunlukla dürtülerin süresini hem uzatmış hemde sık kullanır olmuştur. Dolayısıyla dürtülerin uzun ve sık kullanımı bedende dürtülere ait bir hafızayı oluşturarak kalıcı etkiler bırakmış haliyle dürtülerin işleyişi sonucu doyum veya giderilmemesinin verdiği mutsuzluk, sıkıcılık, keyifsizlik halleri dürtülerin hafızaya taşınarak duygulanımların artmasına yol açmıştır. Tarım öncesi yaşamda dürtülerin ön planda olduğunu tarımla daha düzenli yaşamanın getirisiyle duyguların geliştiğini düşünebiliriz.
Duyguların çokluğu ve değişimi aklı, zihni etkin olma haline taşımıştır. Kurallar, ilkeler, ölçüler, değişmeyeni aramıştır. dürtüler karanlıkta kalırken duygular görülür olmuş ve aklın öncülü haline gelmiştir.
Dürtüler, güdülere, güdüler duygulara, duygularda akıla evrilmiştir. Otçul bir canlı, çevrede etçil bir canlının kokusunu aldığında durur. Koku duyumu almış, korku dürtüsünü (insanda korku duyguya dönüşecektir) tetiklemiştir. Koku zihne gitmiş hafızadaki tehlike sinyalini uyarmış ve korku dürtüsü oluşarak zihinde kaç refleksini harekete geçirmeye başlamıştır. Koku ile görme de gerçekleşince dikkat kesilecek ve yırtıcının kendisine yönelmekte olduğu bilgisinin kesinleşmesiyle kaçma hareketi tetiklenecektir. İnsana bir örnek olarak bir birey tanımadığı başka bireyle bir gece bir evde kalma olsun. Birbirini tanımayan iki birey karışık duyguları yaşayacaklardır. Belirsizlik bulunmaktadır. Zihin kendisine gelen tüm duyguların düzenin sağlamakta zorlanacaktır. Bu karşılaşmanın tehlikeli mi yoksa zararsız mı olacağı her iki birey tarafından emin olunamaz. Duyumlar(iletişim) dikkate alındığında algıların (iyi ve zararsız bir insan) izlenimi iyi olmasıyla zihin güven sonucuna varabilir. Fakat aynı durumda kötü örnekler hafızada bulunuyorsa (duyulmuş veya yaşanmış olaylar) Zihin duyguları sakinleştirme olasılığı azalır şüphenin tetiklemesiyle. Bu iki yabacı birey iletişimde kaldıkları sürece zihin ön planda olup duygular da sonra etkileşime girecektir. İletişim olmaz ise duyguların baskısı zihinde de şüphe oluşturacak bundan birey rahatsızlık duyacaktır. Duygular geçmişteki duyulan veya yaşanılan olayları hafızaya taşıyacak zihne karar verme olasılıklarını zorlayacaktır. Oradan ayrılmalı mı, kalmalı mı, tetikte mi olmalı, diğer bireyi kovmalı mı yoksa rahat olmalı mı. Bu duygu dalgalanmaları zihne bir karar verme baskısı oluşturmaya yönelmektedir.
İnsanlığın ilkel dönemlerinde bunun gibi yaşantılar sık ve uzun halde bulunmakta idi. Günümüzde birey yabancı tanımadığı biriyle kalma olasılığını zihnen baştan ret eder. Bilinmezliğin çoğalması zihnin karar verme davranışını karasızlaştırmaktadır. Duygu karışıklığındaki bir bireyin kararları ve hareketleri karışmaktadır.
Vicdan ise dürtü, duygu ve akıl birliğini, dengesini oluşturma çabasıdır.
Dürtü tatmini, duygu yaşantısı ve akıl işleyişinde denge oluşturmak modern insanın en önemli çabalarından biri olmaktadır. Bu dengeyi oluşturmak modern insanın mutluluğunun referansı olabilir. Bu dengeyi kurmuş bir birey çevresinde gördüğü dürtü aşırılıklarına, duygu dalgalanmalarına ve saf akılcı olma yanılgılarına tatmin edici cevaplar verebilir.
Belki de "gönül" denilen kadim bir olgudan söz ederken insandaki bu üç temel oluşumun dengesini her bireyin kendi içinde oluşturabilmesinden bahsetmektedir. Atalarımızdan gelen "doğalüstü" dürtü ve duygu yaşantı şekillerinin baskısına dayanarak ona hakim olarak aklın temsilciliğinde bir denge kurmaktan bahsediyor olabilir.
Modern insanın mutsuzluğunun, can sıkıntısının, bulanımlarının, evrensel birliğe ulaşma çabasızlığının, ümitsizliğinin, doyumsuzluğunun, tatminsizliğinin, hükmetme isteğinin, sürüye uyma isteğinin, aklının hakkettiği işleyişine ulaşmayışının, ulaşmak istememenin kaynağında içinde gönül olgusunun oluşmaması, oluşturulmaması, güncel küresel işleyişe yön veren dürtüyü öne çıkarma odaklı teknolojiyi araç gibi kullananların buna izin vermemeye çalışmaları bulunuyor olabilir.
İnsanlar her türlü yaşantı seklini deniyor. Her türlü yaşantı şeklinin her olasılığını en az bir insan dolduruyor.Dürtü, duygu döngüsü var. Merak, şaşkınlık, karışıklık, sakinlik, kızgınlık, korku, sevinç, üzüntü, hüzün, kayıtsızlık, yalnızlık, bu dürtü ve duygu döngüsü kaldırılamaz, yok edilemez ve engellenemez. Çünkü doğanın özünden gelen bir devinim hareketi, oluş ve varlık halidir bu.
Tablomuzda en altta itkiler tüm canlılarda bulunmaktadır. Doğum ve oluşmayla süreci başlayan itki canlılığın temelinde bulunmaktadır. Büyüme ve korunma amacıyla hareket eder. Dürtüler gelişmiş itki olarak daha fazla kapasiteye sahiptirler. İtki hücrede bulunuyorsa dürtüler doku ve organlara doğru gelişme gösterir. Duygular ise dürtülerin büyümesi, birikmesi büyüme sınırı üstü bedenlenmeyi tamamlamış canlılarda hafızada ve tüm hücre, doku ve organlara etki etmeye başlama sürecidir. Duygu organlarda ve hafızada birikmesi, sık yaşanmasını insanda fark ediyoruz. İnançlar ve yaşam bilgilerin birikmesi ve yeni nesillere aktarılması insanın kendisine dıştan bakma özelliğini kazandırmasıyla akıl, zeka belirtileri güçlenmeye başlıyor. Davranışlarına toplu yaşaması nedeniyle ahlak, yasa, kural geliştirmeye başlıyor. Toplumların birbirini yok etme denemelerinin duygularda acı verici olması ve hafızada kin olarak bulunması tarih boyunca insanların buna bir çok çözümler üretme için akıl geliştirme çabaları ve inançların etkinliği toplu yaşayabilmenin uyumunu gerektirmiştir.
Duygular birikip harekete geçilmesi davranışlardaki kısır döngüler oluşturması nedeniyle duygular üstü bir güce gereksinimi doğurmuş bunu da inançlar tamamlamıştır.
Duyguların etkileri hem bulaşıcı hem de sürelidir bireysel ilişkilerde.
İntikam ve öç duyguları efsanelere, mitlere ve sonunda inançlara yönelerek tatmin bulma yoluna gitmiştir. O nedenledir ki medeniyetler arasındaki eskiden kalmış öç ve kin hesapları bir kötü liderin kıvılcımıyla canlanabilmektedir. Geçtiğimiz yüzyılın iki dünya savaşlarının altında belki de bu birikmiş kin, nefret ve öç duylarının birikmesi veya kapanmış yaraların açılması vardı. Eğitimde tarih bölümlerin girişine " Bu kapıdan kindar veya kin, öç, intikam duygularının kıvılcımını yayacak kimse girmesin " yazısı asılmalıdır. Günümüzdeki post-modern çabalarının karışıklığı bu toplumsal intikam, öç ve kin duygularının ortaya çıkmaması için bir bağışıklık oluşturmaya yönelik küresel bir refleks de olabilir. Uluslar arası ilişkilerde başarı sağlanmak isteniyorsa tüm tarihsel kin, öç ve intikam birikimlerinin karşılıklı bırakılması gerekmektedir. Hem inançsal, hem ırksal olarak tarihi bu kötü duyguların akıla yansımış yanlış tutumların etkinliğinden karşılıklı anlaşmaya varılarak vazgeçilmesi ve tarihte olan tarihte kalır yaşanan yeniler ve ilkeler biziz denilerek küresel barış sağlanabilir.
Bilim oluşmasını sanat, uzmanlık ve felsefe hazırlamıştır. Bilim doğa yasalarının ilkelerini keşfederek bir değişmeyen bulmuştur. Artık akıl kendini sığınacak güvenli bir limana ve sağlam bir bilim gibi çıpaya sahip olmuştur. Bu güvenli limandan evren hakkında bir çok bilgiye ulaşırken toplum hayatı, doğa ve insan, evren ve canlı gibi konulara tümel bakabilecek sanat, edebiyat ve uzmanlık alanları devam etmektedir.
En son durağımız, aklın delirme ile deha olma haline ince bir çizgi halinde bulunan en uç noktası olan felsefedir. Çıldırma ile dahilik arasındaki ince çizgiye her alanda ulaşma olanağı bulunurken. Şartlar, ilgi alanları ve yöntemler üzerine düşünmeler ve çalışmalar inanç, sanat, edebiyat, uzmanlık, bilim ve felsefe alanlarından herhangi birinden oluşabilmektedir. Bilgilerin dünya dışından geldiği tek tezi sadece astronomi biliminin ilgi alanındadır. Bu bilimin dışında hiç bir alan dünya dışından bilgi geldiğini iddia edemez. Tüm deliler ve dahiler kaynağını yaşadığımız toplumdan, tarihten, doğadan ve dünyadan yani mevcut bilgilerden almaktadırlar.
Güneş sistemimizde itki güneş, dürtü dünya, güdü canlı, duygu ve akıl ise insandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder