Sekiz milyar insanın her birini ortalama elli kilodan hesaplasa idik. Bu dört yüz megaton yapardı. Dünya'ya ve doğaya bu ağırlık fazlaca bir olumsuz etki sağlamayacağı ortada iken her insanın yüz metre kare alanı temsil etmesi olarak yeryüzündeki kapladığı alanları bakımından yeryüzünün yüz elli de bir oranında yer kapladığını söyleyebiliriz. Bu oran biz insanların yeryüzünün tüm kara parçalarının yüz elli bir gibi büyük bir oranda işgal ettiğimiz anlamına gelir ki bu doğanın tarihinde, bitkilerden sonra en çok yer kaplayan ikinci canlı örneği olduğumuzu göstermektedir.
Bitkiler yeryüzüne sabit ve tutunarak yayılmışken biz insanlar sürekli hareket halindeyiz. Bitkilerin yer değiştirme olanağı nesillerinin bir sonraki aşamasına geçerken ki meydana getirdiği tohumla olması ilginçtir. Bitkilerin de nesil aktarımıyla yer değiştirdiklerini veya hareket ettiklerini söyleyebiliriz pekala. Bir çok küçük canlı bulunduğu yerde doğup aynı yerde ölmesi de bizim ölçümüzde hareketsiz bir yaşam sürdükleri mantığına götürebilir. Tıpkı biz insanların bir fanus(dünya) içinde nereye gidersek gidelim uzaydaki bir akıla göre hareket etmediğimiz sonucuna ulaşabiliriz. Söz konusu mikro-biyolojik canlılar kendilerini taşıyacak konak dediğimiz diğer canlılar aracılığı ile doğdukları yerden başka yerlere hareket ederek harekesiz dediğimiz halden çıkarak hareketli hale geçmektedirler. Dolayısıyla hem hareketsiz hemde hareket etmektedirler diyebiliriz. Bir araçla seyahat eden insanın hem hareketsiz olarak araçta olması hemde aracın hareketiyle mekanda yer değiştirerek hareket etmesi gibi. İnsanın dünyada hareket ederken ki küçük dünya ile güneş etrafında dönmesi ile büyük harekete katılması gibi bir durum. Hem hareket ediyoruz (fanus içinde) hem de hareket etmiyoruz (Güneş sistemi dışındaki bir gözlemciye göre). Bitkilerin yer değiştirme hareketinin nesil adımı şeklinde olması yanında biz insanların da nesil adımının tüm dünya olurken her iki canlı türünün de aynı şekilde hareket ettiğini söyleyebiliriz doğada. Bitki tohumunu rüzgara ve diğer canlılar ile taşıtarak yeryüzüne yayılmışken, insan da önce bu tohumu bilmeden taşırken şimdi bilinçli olarak kendi varlığının bitkiyle bağlantılı olduğunun bilgisi ile onu her yere taşımaktadır. Tohumu taşımak insan için bilmediği gizli bir bilgi iken gelişen zekası ile bu görevi gönüllü kabul etmiştir. Dolayısıyla hem bitkiye bağımlı hem de kendi varlığını korumak için onun varlığını sürdürmesi ve yayılması hizmetinde bulunmaktadır. İki canlının karşılıklı ortak yaşamıdır bu. Küçük bitkileri yemekle birlikte, büyük bedenlenmesini tamamlamış bitkilerin kendilerini değil tohumlarının ve meyvelerini yemekteyiz. Bitki dışında hiçbir büyük canlı kendi varlığını insana kendi bilinci dışında görev vermemiştir. Evcil hayvanları biz evcilleştirdik, onlar böyle bir plan kurmadılar. Fakat bitkiler biz insanları bilincimiz dışında kullandılar. Özellikle insan olduğumuz için değil, diğer canlılarla ayırmadan. Küçük canlı olarak içimizde yaşayan bakteriler de bir takım yönlendirmeler yapmaktadırlar bizlerin bilinci dışında. Canımızın çektiği yiyecek ve içeceklere olan isteğimizin altındaki nedenlerde onların da etkileri olduğunu biliyoruz bugün. Bitkilerin amaçlarını çözmüş iken hangi bakterilerin hangi etkilerde bulunduğunu henüz çözemedik sanırım. Biz insanlardaki ortak yaşam bakteriler ile diğer canlılardaki ortak yaşam bakterileri arasındaki farklar var mıdır? Varsa nelerdir ? İnsan sağlığı açısından faydalı bakteri transferleri yapılmakta mıdır sağlık alanında. Eğer bunları çözerek ve bakteri ortaklığını bitirir veya düzenler isek yaşamımız uzar mı yoksa kısalır mı bu soruya yanıt bulabiliriz. Belki de bakteri ortaklığını düzenlemekle yaşam süremizi sağlıklı olarak arttırmamız mümkündür.
Bitkiler yeryüzüne sabit ve tutunarak yayılmışken biz insanlar sürekli hareket halindeyiz. Bitkilerin yer değiştirme olanağı nesillerinin bir sonraki aşamasına geçerken ki meydana getirdiği tohumla olması ilginçtir. Bitkilerin de nesil aktarımıyla yer değiştirdiklerini veya hareket ettiklerini söyleyebiliriz pekala. Bir çok küçük canlı bulunduğu yerde doğup aynı yerde ölmesi de bizim ölçümüzde hareketsiz bir yaşam sürdükleri mantığına götürebilir. Tıpkı biz insanların bir fanus(dünya) içinde nereye gidersek gidelim uzaydaki bir akıla göre hareket etmediğimiz sonucuna ulaşabiliriz. Söz konusu mikro-biyolojik canlılar kendilerini taşıyacak konak dediğimiz diğer canlılar aracılığı ile doğdukları yerden başka yerlere hareket ederek harekesiz dediğimiz halden çıkarak hareketli hale geçmektedirler. Dolayısıyla hem hareketsiz hemde hareket etmektedirler diyebiliriz. Bir araçla seyahat eden insanın hem hareketsiz olarak araçta olması hemde aracın hareketiyle mekanda yer değiştirerek hareket etmesi gibi. İnsanın dünyada hareket ederken ki küçük dünya ile güneş etrafında dönmesi ile büyük harekete katılması gibi bir durum. Hem hareket ediyoruz (fanus içinde) hem de hareket etmiyoruz (Güneş sistemi dışındaki bir gözlemciye göre). Bitkilerin yer değiştirme hareketinin nesil adımı şeklinde olması yanında biz insanların da nesil adımının tüm dünya olurken her iki canlı türünün de aynı şekilde hareket ettiğini söyleyebiliriz doğada. Bitki tohumunu rüzgara ve diğer canlılar ile taşıtarak yeryüzüne yayılmışken, insan da önce bu tohumu bilmeden taşırken şimdi bilinçli olarak kendi varlığının bitkiyle bağlantılı olduğunun bilgisi ile onu her yere taşımaktadır. Tohumu taşımak insan için bilmediği gizli bir bilgi iken gelişen zekası ile bu görevi gönüllü kabul etmiştir. Dolayısıyla hem bitkiye bağımlı hem de kendi varlığını korumak için onun varlığını sürdürmesi ve yayılması hizmetinde bulunmaktadır. İki canlının karşılıklı ortak yaşamıdır bu. Küçük bitkileri yemekle birlikte, büyük bedenlenmesini tamamlamış bitkilerin kendilerini değil tohumlarının ve meyvelerini yemekteyiz. Bitki dışında hiçbir büyük canlı kendi varlığını insana kendi bilinci dışında görev vermemiştir. Evcil hayvanları biz evcilleştirdik, onlar böyle bir plan kurmadılar. Fakat bitkiler biz insanları bilincimiz dışında kullandılar. Özellikle insan olduğumuz için değil, diğer canlılarla ayırmadan. Küçük canlı olarak içimizde yaşayan bakteriler de bir takım yönlendirmeler yapmaktadırlar bizlerin bilinci dışında. Canımızın çektiği yiyecek ve içeceklere olan isteğimizin altındaki nedenlerde onların da etkileri olduğunu biliyoruz bugün. Bitkilerin amaçlarını çözmüş iken hangi bakterilerin hangi etkilerde bulunduğunu henüz çözemedik sanırım. Biz insanlardaki ortak yaşam bakteriler ile diğer canlılardaki ortak yaşam bakterileri arasındaki farklar var mıdır? Varsa nelerdir ? İnsan sağlığı açısından faydalı bakteri transferleri yapılmakta mıdır sağlık alanında. Eğer bunları çözerek ve bakteri ortaklığını bitirir veya düzenler isek yaşamımız uzar mı yoksa kısalır mı bu soruya yanıt bulabiliriz. Belki de bakteri ortaklığını düzenlemekle yaşam süremizi sağlıklı olarak arttırmamız mümkündür.
Koşarak, yürüyerek ve ulaşım araçlarıyla adeta yeryüzünün yüzeyini ve atmosferini ağırlığımız ve kaplama alanımızla dünyanın dönme şekline ters bir oranda artmaktadır. Bu hareketimiz dünyanın dönme hızına ters bir etki yaratmaktadır. Fakat bu oranın miktarını ancak bilim belirleyebilir. Çok mu, az mı ?
İnsanı yeryüzündeki hareketliliği dünya dönüşüne ne kadar bir etkide bulunduğunu belirleyecek olan bilimdir. Ağırlık miktarımızın dünyaya göre az olması kapladığımız alanın çokluğu karşısında ve hareketliliğin miktarı da hesaplanarak dünyaya etkimizin hiç de küçümsenmeyecek bir oranda olacağını bir ön sezi olarak ele alınabilir.
Doğa ve Dünya'ya etkilerimizin artması nüfus planlamasının varlığımızın amaçları doğrultusunda sürdürülebilinir olmaması nedeniyle geriye bir açılımın dikkate alınmasına yöneltiyor zihinleri. Uzaya açılmak. Doğa bizleri dışa itme gücünü içinde barındırmaktadır. Dışa itme davranışına direnmenin veya onu görmezden gelmenin bir çok olumsuz etkilerini görme olasılığımız bulunmaktadır. Bu olasılıklardan en önemlisi "içe çökme" denilen kendini büyütme olanağının bulunamaması durumunda içe çökerek varlığın büyümeye karşı verdiği başarısızlığının kendisinde sınırlandırılmasından doğan bir gerileme, küçültme, geri yapılanma halidir. Tarihte bunu insanlıkta savaş olarak gördük. Günümüzde bu seçeneğin insanlık için çok tehlikeli olduğu geçen yüzyıl savaşlarıyla bilinmektedir.
İnsan varlığının doğada ve Dünya'da sağlıklı bir sürdürebilinir olmasını olanaklı kılınan tüm planlar ve projeler insanlığın uzaya açılmaktaki varoluşunun zorlaması karşısında varlığını geçici olarak ya da gündelik çözümler ( toplumda gündelik elli veya yüzyıl) olabilecektir. Bir örnek olarak düşünürsek insanlığın bir adada (dünya) yaşadığını varsayalım. Bu adada her türlü deprem ve volkan hareketlerinin olduğunu bir de yaşayanların aralarında savaşmayı bırakıp, barışık halde yaşadıklarını düşünelim. Artan nüfus için beslenme ve yaşama alanı azalacaktır. Adadaki insan varlığı hem yer kaplarken hem de hareket halinde iken bitkiler de dahil olmak üzere doğal ekolojik sistem zarar görecektir. Savaşma dışında iki faktör gündemi meşgul etme olasılığı vardır. Salgın hastalıklar ve doğal olmayan ölümler artacaktır. Salgın hastalığının nedenlerinden mikro-biyolojik canlıların vahşileşme mutasyonu ile insanın direnme gücünün azalmasının paralel ilerlemesi. İnsanın hem içindeki mikro-biyolojik canlılarla hem de dışardan gelecek olanlarla olan savaşımının zorlaşması. İnsanın artması ve hızlı hareket etmesi tehlikeli mikro-biyolojik canlılarla buluşmasını, karşılaşmasını hızlandırmakta ve keskinleştirmektedir. Buluşma ile bulaşma süreci hızlı ve etkili olmaktadır. Adadaki bir buluşma insan kalabalığı ve hareketi sonucunda tüm adaya bulaşma olanağını sunmaktadır.
Doğal olmayan ölümler ise kazalar, doğal afetler, intiharlar (cinayet intihardır) artma eğilimine girer dışarıya taşma baskısına direnen çoğalan ve savaşmayan toplum veya toplumlar.
Cinayet intihardır
Öldüren kimse bu öldürme davranışına girerek toplum yaşam kurallarını ve yasalarını yok saymış, diğer yandan inancının da önemli bir kuralını çiğnemiş olmaktadır.
Toplu yaşamanın her kesiminde bulunan bireylerde öldürmenin kötü, yanlış ve çirkin bir eylem olduğu bilinmektedir. Yasalar, inançlar ve geleneklerde (kan davası ve savaşçı disiplini dışındaki gelenek ) öldürmenin olmaması üzerine bir bilinç ve bilgi bulunmaktadır.
Öldüren kişi ve öldürmeyi düşünen kişi aynı zamanda ölebilirim amacına yönelik bir tavır ve hali taşımaktadır. Bu taşıdığı tutumu cezayı kabul ediyorum demektir. Yani ben öldürürsem beni de öldürebilirler kıyaslamasına tabi olmaktadır. Bu riske girmektedir. Kabul etmektedir. Aslında öldürmeyi planlayanın ölmeyi de içinde taşıdığını söyleyebiliriz. "Hayatın bitmesi " deyimi bu kişiler için geçerli demektir. Öldürdüğü takdirde geri kalan hayatının hiç de önceki gibi olamayacağının farkındadır. Ölenle ölecektir adeta. "Ben ölmüşüm zaten " tavrı giderken birini de yanında götürebilme olasılığını taşır. Bu tutum intihar etme eylemine plan yapan öfkeli bir kişinin ilk hedefindeki başka bir kişiyi hedef alması gibidir. İster tanıdık olsun, ister tanımadık. Bu ruh haline girmiş bir birey bilinen sağlıklı birey tanımından çıkmıştır. Toplum, inanç ve kişisel tüm değerlerini yok sayma, onları yaşama hedefinden çıkarma, onların gerekliliğini veren eğitim, öğretime karşı bağımlılığını koparma, toplum bilincini dışlama, insanlık kültür ve değerleri birikimlerin verdiği gelecek hedeflerinden vazgeçme, ilişkilerinin devam ve ilerlemesini terk etme gibi bir çok nedenlerden dolayı kişiler cinayet işlemektedirler. Cinayet ve intihar birbiriyle çok ilişkisi bulunmaktadır. Kişinin kendisini öldürmesi "içe çökme" iken başkasını öldürmesi kişiliğinin başka kişi veya kişilere karşı büyüme, gelişme potansiyelinin reddedilmesi ve varlığının amacından vazgeçme davranışıyla kendi varlığını yadsıma ve yok etme girişimidir. Her cinayet intihar olgusunu içinde taşır.
Bir insanın intiharı " kendini öldürmek" adı altında bir cinayet olması nedeniyle diğer cinayet çeşitlerinin temelini oluşturmaktadır. "Her cinayet intihar olgusunu içinde taşır" önermesinde cinayetin kaynağına işaret edilmektedir. İntihar ve cinayet nedenlerinin bilinen yönleri ayrı ayrı olmasına karşın kişinin hem kendi hem de başka insan varlığını yadsıması ve reddetmesi temelinde ölümünü kabullenip başka insanı da öldürmeyi hedeflemesi varlık ve yokluk arasındaki bilinçli veya bilinçsiz tercihte bulunma zihinsel ve bedensel eylemidir.
Suçun kaynağını arama
Yasalar sonuçlanan olaylar üzerinden yargı oluşturmakta olup, suçun oluşum nedenlerinin kaynağına doğru ilerleyip suçu önleme olanakları hem zaman hem de bilirkişi kaynağı bakımından henüz yeterli olmamakla birlikte günümüzde suçu önleme konuları gündeme gelmektedir.
Suçun nedenleri ve kaynağını saptamak hakkında suçu işleyen bireyin öz geçmişi, yaşadığı hayat şartları ve etkilenimleri, suça doğru ilerlemesindeki aşamalar gibi bir çok konu uzmanlarınca (psikoloji, sosyoloji ve felsefe ) değerlendirilerek suçun nedenleri ve kaynaklarına ulaşma olanağı bulunabilir. Suçun nedenleri ve kaynaklarının listesi oluşturulabilir. Mahkemelerde avukatların yanında alanında uzmanlarında bulunması bu yüzden gereklidir.
Suçun temel nedeni ve kaynağının saptanması
* Yasaların oluşturulmasında belirginliği (açık ve anlaşılır) arttırır.
* Suçun azalmasını sağlar.
* Yargının doğru karar vermesini sağlar, hataları azaltır.
* Uzun süreli ve etkili yasaların oluşmasını sağlar.
* Kanunları ve uygulamalarını kolaylaştırır.
* Uluslararası ilişkilerde evrensel kararlara ulaşılmasını sağlar.
İnsanı yeryüzündeki hareketliliği dünya dönüşüne ne kadar bir etkide bulunduğunu belirleyecek olan bilimdir. Ağırlık miktarımızın dünyaya göre az olması kapladığımız alanın çokluğu karşısında ve hareketliliğin miktarı da hesaplanarak dünyaya etkimizin hiç de küçümsenmeyecek bir oranda olacağını bir ön sezi olarak ele alınabilir.
Doğa ve Dünya'ya etkilerimizin artması nüfus planlamasının varlığımızın amaçları doğrultusunda sürdürülebilinir olmaması nedeniyle geriye bir açılımın dikkate alınmasına yöneltiyor zihinleri. Uzaya açılmak. Doğa bizleri dışa itme gücünü içinde barındırmaktadır. Dışa itme davranışına direnmenin veya onu görmezden gelmenin bir çok olumsuz etkilerini görme olasılığımız bulunmaktadır. Bu olasılıklardan en önemlisi "içe çökme" denilen kendini büyütme olanağının bulunamaması durumunda içe çökerek varlığın büyümeye karşı verdiği başarısızlığının kendisinde sınırlandırılmasından doğan bir gerileme, küçültme, geri yapılanma halidir. Tarihte bunu insanlıkta savaş olarak gördük. Günümüzde bu seçeneğin insanlık için çok tehlikeli olduğu geçen yüzyıl savaşlarıyla bilinmektedir.
İnsan varlığının doğada ve Dünya'da sağlıklı bir sürdürebilinir olmasını olanaklı kılınan tüm planlar ve projeler insanlığın uzaya açılmaktaki varoluşunun zorlaması karşısında varlığını geçici olarak ya da gündelik çözümler ( toplumda gündelik elli veya yüzyıl) olabilecektir. Bir örnek olarak düşünürsek insanlığın bir adada (dünya) yaşadığını varsayalım. Bu adada her türlü deprem ve volkan hareketlerinin olduğunu bir de yaşayanların aralarında savaşmayı bırakıp, barışık halde yaşadıklarını düşünelim. Artan nüfus için beslenme ve yaşama alanı azalacaktır. Adadaki insan varlığı hem yer kaplarken hem de hareket halinde iken bitkiler de dahil olmak üzere doğal ekolojik sistem zarar görecektir. Savaşma dışında iki faktör gündemi meşgul etme olasılığı vardır. Salgın hastalıklar ve doğal olmayan ölümler artacaktır. Salgın hastalığının nedenlerinden mikro-biyolojik canlıların vahşileşme mutasyonu ile insanın direnme gücünün azalmasının paralel ilerlemesi. İnsanın hem içindeki mikro-biyolojik canlılarla hem de dışardan gelecek olanlarla olan savaşımının zorlaşması. İnsanın artması ve hızlı hareket etmesi tehlikeli mikro-biyolojik canlılarla buluşmasını, karşılaşmasını hızlandırmakta ve keskinleştirmektedir. Buluşma ile bulaşma süreci hızlı ve etkili olmaktadır. Adadaki bir buluşma insan kalabalığı ve hareketi sonucunda tüm adaya bulaşma olanağını sunmaktadır.
Doğal olmayan ölümler ise kazalar, doğal afetler, intiharlar (cinayet intihardır) artma eğilimine girer dışarıya taşma baskısına direnen çoğalan ve savaşmayan toplum veya toplumlar.
Cinayet intihardır
Öldüren kimse bu öldürme davranışına girerek toplum yaşam kurallarını ve yasalarını yok saymış, diğer yandan inancının da önemli bir kuralını çiğnemiş olmaktadır.
Toplu yaşamanın her kesiminde bulunan bireylerde öldürmenin kötü, yanlış ve çirkin bir eylem olduğu bilinmektedir. Yasalar, inançlar ve geleneklerde (kan davası ve savaşçı disiplini dışındaki gelenek ) öldürmenin olmaması üzerine bir bilinç ve bilgi bulunmaktadır.
Öldüren kişi ve öldürmeyi düşünen kişi aynı zamanda ölebilirim amacına yönelik bir tavır ve hali taşımaktadır. Bu taşıdığı tutumu cezayı kabul ediyorum demektir. Yani ben öldürürsem beni de öldürebilirler kıyaslamasına tabi olmaktadır. Bu riske girmektedir. Kabul etmektedir. Aslında öldürmeyi planlayanın ölmeyi de içinde taşıdığını söyleyebiliriz. "Hayatın bitmesi " deyimi bu kişiler için geçerli demektir. Öldürdüğü takdirde geri kalan hayatının hiç de önceki gibi olamayacağının farkındadır. Ölenle ölecektir adeta. "Ben ölmüşüm zaten " tavrı giderken birini de yanında götürebilme olasılığını taşır. Bu tutum intihar etme eylemine plan yapan öfkeli bir kişinin ilk hedefindeki başka bir kişiyi hedef alması gibidir. İster tanıdık olsun, ister tanımadık. Bu ruh haline girmiş bir birey bilinen sağlıklı birey tanımından çıkmıştır. Toplum, inanç ve kişisel tüm değerlerini yok sayma, onları yaşama hedefinden çıkarma, onların gerekliliğini veren eğitim, öğretime karşı bağımlılığını koparma, toplum bilincini dışlama, insanlık kültür ve değerleri birikimlerin verdiği gelecek hedeflerinden vazgeçme, ilişkilerinin devam ve ilerlemesini terk etme gibi bir çok nedenlerden dolayı kişiler cinayet işlemektedirler. Cinayet ve intihar birbiriyle çok ilişkisi bulunmaktadır. Kişinin kendisini öldürmesi "içe çökme" iken başkasını öldürmesi kişiliğinin başka kişi veya kişilere karşı büyüme, gelişme potansiyelinin reddedilmesi ve varlığının amacından vazgeçme davranışıyla kendi varlığını yadsıma ve yok etme girişimidir. Her cinayet intihar olgusunu içinde taşır.
Bir insanın intiharı " kendini öldürmek" adı altında bir cinayet olması nedeniyle diğer cinayet çeşitlerinin temelini oluşturmaktadır. "Her cinayet intihar olgusunu içinde taşır" önermesinde cinayetin kaynağına işaret edilmektedir. İntihar ve cinayet nedenlerinin bilinen yönleri ayrı ayrı olmasına karşın kişinin hem kendi hem de başka insan varlığını yadsıması ve reddetmesi temelinde ölümünü kabullenip başka insanı da öldürmeyi hedeflemesi varlık ve yokluk arasındaki bilinçli veya bilinçsiz tercihte bulunma zihinsel ve bedensel eylemidir.
Suçun kaynağını arama
Yasalar sonuçlanan olaylar üzerinden yargı oluşturmakta olup, suçun oluşum nedenlerinin kaynağına doğru ilerleyip suçu önleme olanakları hem zaman hem de bilirkişi kaynağı bakımından henüz yeterli olmamakla birlikte günümüzde suçu önleme konuları gündeme gelmektedir.
Suçun nedenleri ve kaynağını saptamak hakkında suçu işleyen bireyin öz geçmişi, yaşadığı hayat şartları ve etkilenimleri, suça doğru ilerlemesindeki aşamalar gibi bir çok konu uzmanlarınca (psikoloji, sosyoloji ve felsefe ) değerlendirilerek suçun nedenleri ve kaynaklarına ulaşma olanağı bulunabilir. Suçun nedenleri ve kaynaklarının listesi oluşturulabilir. Mahkemelerde avukatların yanında alanında uzmanlarında bulunması bu yüzden gereklidir.
Suçun temel nedeni ve kaynağının saptanması
* Yasaların oluşturulmasında belirginliği (açık ve anlaşılır) arttırır.
* Suçun azalmasını sağlar.
* Yargının doğru karar vermesini sağlar, hataları azaltır.
* Uzun süreli ve etkili yasaların oluşmasını sağlar.
* Kanunları ve uygulamalarını kolaylaştırır.
* Uluslararası ilişkilerde evrensel kararlara ulaşılmasını sağlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder